- 620 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Afrodizyak
Afrodizyak
Çıplak yazıyorum, namahrem olanlar okumasın!
Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş
Bürhan aradım aslıma, aslım bana bürhan imiş. Niyazi Mısri
Tüm dertlerin dermanı da derdin içinde saklıdır. Hariçte aramak boşuna debelenmektir.
Derman derdin içinde...
Önce kulaktan duyma bir temel fıkrasıyla başlamak isterim. Temel Amerika’ya gider, alışveriş merkezinin lokantasında beraberindekiler garsondan "Hot Dog" isteyince o da aynını ister! Garson siparişi getirmeye gittiğinde bir ara fısıltıyla yanındakine "Hot Dog" un İngilizce’de ne anlama geldiğini sorar. Adam "Sıcak Köpek" diye cevap verir. Temel bozuntuya vermez. Derken yemekler gelir; Temel tabağındaki sosisi görünce "Bendeki şansa bak, köpeğin en biçimsiz yeri bana düşmüş" der.
Bir kıssa daha anlatıp "Boynuz" konusuna geleceğim.
Hasan Sezâî Efendi zamanında, eşkıyaların kötü yola düşürüp içkilerine meze yaptıkları zavallı bir kadın varmış. Kadın tövbe edip dergaha sığınmış. Eğlence olarak kullandıkları kadının ellerinden gitmesine kızan adamlar dergahın kapısına geyik boynuzu asarlar! Herkes öfkelenir ama Hasan Sezai boynuzun saklanmasını, sonra çok işe yarayacağını söyler. Dedikodular zirve yapar. Hoca "Orta malı kadını himayesine aldı" gibi laflar ederler, hazret sabreder... Halk arasında bir çeşit uyuz hastalığı yayılır. Hasan Sezâî hakkında kim iftirâ ve dedikodu etmiş ve kim dedikoduları kabûl etmiş ise, bu hastalığa yakalanır. Halk çaresizlik içinde kıvranırken; hazrete baş vururlar! Hazret dergahın kapısına asılan boynuzun öğütülüp tozunun hastaların banyo suyuna katılmasını söyler. Böylece iyileşen herkes hatâsını anlayıp, yaptıkları iftirâ ve dedikodulara pişman olur.
Hikayede asıl boynuzlar, zavallı kadını eşkıyalardan kurtarmak için hiçbir çaba sarf etmeyen ama hoca kurtarınca hocanın dedikodusunu yapanlardır. Bunlara ben (babamın tabiridir) “Boynuzu kırıklar” diyorum. Boynuzu kırıkların çoğu “Namuslu, saygın” kişileri oynarlar! Zalimlere güçleri yetmez veya zalimlerden yemlendikleri için sesleri çıkmaz ama zavallı birini yakalarlarsa da acımasızca dilleriyle saldırırlar!
İsa’nın kıssasını duymuşsunuzdur; “İlk taşı günahsız olanınız atsın.” Diyerek fahişelikle suçlanan Maria Magdelena (Meryem) ’yı kurtarmıştır.
Boynuzu kırıkların aslında boynuzları o kadar gelişmiştir ki ya bir yere çarpıp kırılmıştır ya da olgunlaştığından düşmüştür! Bu nedenle boynuzsuz görünürler, yoksa boynuzun hasını taşırlar! Boynuzsuz göründüklerinden halk arasında boynuzlular kadar kötü görülmezler! Oysa boynuzluların her şeyi ortadadır, gizli, aldatıcı bir hali yoktur; herkes boyunuzu görünce önlem alabilir! Asıl zararlı olanlar boynuzu kırıklardır. Sinsice toplumu ifsat ederler.
Son zamanlarda "Boynuz" moda oldu. Afrodizyak etkisi için kullanılır oldu. Hasan Sezai’nin zamanında "Geyik boynuzu" dedikoducu halkın kaşıntısını almış. Şimdi de bazı boynuzlar cinsel performansı artırıyormuş.
Dermanı derdin içinde aramak gerek! Kendi öz potansiyellerini kutsal veya ideolojik makamlardaki putlaştırdığı kişilere kaptıran toplumlar kısır döngü içinde "Dabbe" debelenen halinde dertlerine çare arar dururlar. Dert bellidir; potansiyelin kaptırılması. Evrensel olarak her insana Allah’ın eşit "Ruh" verdiğini ve "Hay" ismiyle hayat verdiğini biliyoruz. Hayatı veren devamını da enerjisini de veriyor... Bu yeme, içme, cinsellik olarak üç ana grupta (ekl, şürb, cima) olarak adlandırılır. Bu emanet ve nimetleri birileri kutsal ve ideolojik makamlarla gasp eder ya da rıza ile alırsa ne olur? Potansiyel çalanlar toplumun kaymağını semirir. Yer, içer, geğirir, düzüşür! Potansiyelini ona buna kaptıranlar, (ideolojik önderim yesin, içsin ona yakışır ya da kutsal kişi yesin, içsin, ona yakışır şeklinde) davrananlara da Temel’e "Hot Dog" un biçimsiz yanının kaldığı gibi "Boynuz" kalır. Artık nasıl kullanırlar orasına karışılmaz. Oral mı kullanırlar yoksa başka bir şekilde; nasıl bilinmez.
Son tahlilde; herkes potansiyeline kendisi sahip çıksın yoksa işi "Boynuz"a kalır.
Şiirde "Üstat" kabul ettiğim Necip Fazıl Kısakürek ne de güzel söylemiş;
"Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! "
"Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!
Allahın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; "
Selametle;
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Dünyanın yaratılmasından önde insan vardı.
Bunu göremiyor Dünya sınırındaki insan.
Bıyutsal sınıra takılır ve debelenir durur.
Mücadele ve kavgasının aslında kendisiyle olması şaşkınlığından ilahları adına savaşması ise ahmaklık ve yalakalığından kaynaklı ,,,
.....................Mücadele ve kavgasının ınsanın kendısıyle olması,şaşkınlık anlamadıgı ,,''neden yaratılışındanmı??
......................Inanmak Kuranı Kerım olması gerekırken ''INSANLARIN ACZI YUZUNDEN VE INANCINDAKI SAPIKLIKTAN,,İlahlar uydurup sapıklaşmasında ısrar etmesının nedenlerınde yatan Asilikmi..
Yanı insan neden asıdır,terstır,anlama özürlüdür,???
Hocam ben insanı çözemedim...aklım almıyor ınsan denen yaratıga....
Büyük Birlik Diriliş....
İnsan dedıklerı ben,biz, siz, onlar..Ruhlar terbıye edilip yollanmadımı yer yüzüne,
birbirini yiyorlarda,emrin tersindemi şimdi Ruhlar,
Ayeti kerimede,İKRA,ile başlayan hayat ,oku,,,okuyunca şeytanlaşan insanın tertemiz ruhunda kalamayışı enteresan degılmi..
İnsandan istenilen açık ama insanın yapmaması gerekenlere mani olamayışında etkende beni çok düşündürüyor..
Okuyor ama tersini yapıyor,genlerimi bozuk deniyor ya..
Melekleşen ve anında şeytanlaşan insan beni
içok korkutuyor..
Ruhlara oku emrı verıldı muhakkak,Kalubelada kı yaşamında,ama cesetle ımtıhana gelıverınce dunyası karardır,çıkmazlarda kalarak,zıra güc verildi,o gucunu Rahmanı degılde şeytanı dedıgımız nefsın emrıne verdı.Okuması anlayacagı dıl olan nefsınde tercume edınce ,nefsı nefsı denılen YEre dogru yurumesıde bır İMTİHAN tabıkı..
Demek ki ınsan ne kadar okursa, okusun,duşuncesı yanlış olunca ögrendigi de o yanlışa malzeme oluverıyor boylece...Hanı bılırız Şeytan en büyük Melaike idi ya,neden o bilgisi onu şeytan olmasına manı olamadıysa..
Konu uzar gider böyle...
Ben insanı çok sevmeme ragmen her sevgide korku hasıl oluyor,dehşete düşe düşe,sürekli birbirlerini ,aldanışlara ve hayrete düşüren insanlardan uzak kalmak kendimizi güvende tutmasına sebeb oluyor böylece.diye düşünüyorum.
.İnsanları tanıdıkca yalnızlıgın güzelligini anlamak buradan geliyor ama yalnızda hayat geçmiyor, mecburen halk içine girmek yaşamın mecburıyetı ama üzülmeden ,göz yaşı dokmeden evımız dedıgımız sıgınamıza gelınceye kadar kı bu kısa hayat yolculugunda tefekkur edıyoruz bir süreligine ama unutma ,uyuma diye insana verilen bir hedıye varya,işte o uykudan ve unutmadan hasıl olan rahatlıklarla yıne dalıverıyoruz ınsanların içine,,,,
sonuç ise,,hep aynı tekerrürlerle devam ederek yaşamı bitirmeye çalışmak sanırım..
Ahmet Bektaş
Neyi okumalı nasıl okumalı.
Allah adıyla okumak var. Bu bilinç haline işaret neyi okuyacağıza gelince de. Bakınız; Rabbimizi bize tanıtan üç büyük külli muarif var, biri şu kitabı kainatı kebir, diğeri kuran, diğeri Hz. Muhammet.
^büyük bildirici.
Bunlardan en genişi tabi ki Kainat kitabı. Her zerre bir ayet. Her çiçek her yaprak bir ayet gibi. Yıldızlar galaksiler de okunacak Zerreler de okunacak.
Kuran zaten "Oku" kapsamında anlayarak Allah adıyla okunacak.,
Hz. muhammet (Sav) ise Kurana aracılık ettiği için okunacak. Yani ne dediği dikkatlice dinlenecek. Kurandan pek çok yazı çıkaran din adamı vardır yazı yazmış kendi kapasitelerince okuyucu onları görmüş. Ve tarihsel süreçte çok büyük bir doğru yanlış bilgi birikimi olmuş. Akıl ve şuur ile bunları birey kendi ayıklar. İlk safhalarda debelenir sonra ayağa kalkar. Selam ve saygı ile.
İnsan yaratılmadan 500 sene once Kalubelada bekletıldıler RUH olarak,diye ogretılıyordu bızlere buyuklerımız tarafından.
Bu konuda hıc bır ilmi bilmin içinde degilim..
Açıklamalarınızı dort gözle bekleyecegım,kolaylıklar dılerım...
selam.
Ahmet Bektaş
“İlah” lara yaranmak için debelenen ve onlardan medet uman insan modelinden; “La ilahe İllallah” (İlahlar yok, Allah var) diyerek “İlah” ların tesirinden kurtulmuş özgür insan modeline geçiliyor. Bu ilahlar, insanlığı kontrol altına alan her şey olabilir. Gelenekler, ideolojik veya dinsel öğretiler, mecburiyetler, acizlikler ve zaafların tamamı olabilir!
Neden insanlığı sürükleyen, etki altına alan ideolojik veya dinsel öğretilerin nerdeyse tamamı “Orta Çağ” ürünü? Bu konuda ciddi düşünmek gerekmez mi? İlk çağlarda da muhteşem uygarlıkların var olduğunu biliyoruz! Hatta uzay çağı, bilgi çağı derken, bilinç çağına gelindi ama hala “Orta Çağ” dinsel veya ideolojik kalıplarında takılı kalmak niye?
Bu konuda;
"Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebîler, Avrupalılar terakkîde istikbale uçmalarıyla beraber, bizi maddî cihette kurûn-u vustada(Orta Çağ) durduran ve tevlaf eden altı tane hastalıktır.” Bediüzzaman Sait Nursi
Ne güzel ifade etmiş orta Çağ’da kalmayı! Kendi tespitinde “Ben” dili kulanmış. “Bizi” dediği yerde ise içinde bulunduğu toplumu kast ettiği için çoğul kullanmış. Ecnebilerin, Avrupalıların terakki ettiğini, hatta uçtuğunu özellikle vurgulamış. “Bizi” diyerek (maddi cihette, teknolojik olarak; Orta Çağ’da kalan) yaşadığı topluma işaret etmiş!
Bazıları kişisel tespitlerini daha güçlü göstermek için “Biz” dili kullanıyor, bunu da güya nezaket için yapıyor! Oysa kuranda “Biz” ifadesi büyüklük göstergesidir! “Kaş yaparken göz çıkarmak!” böyle olmalı… İnsan kendi adına konuşuyor ise “Ben” bir grup adına konuşuyor ise “Biz” demeli. Kendi söylemini “Biz” üzerinden anlatırsa kendi öz söylemi değildir sözü. O halde naklettiği kaynağı, kimler adına konuştuğunu da bilmek ister muhatabı!
Bakınız dil kullanımında dahi sıkıntılar var! Aslında insanlar arası iletişim o kadar kolay olmuyor. Kastedilen mana ile anlaşılan mana örtüştüğünde belki anlaşmak mümkün!
Bazı hakikatleri çok yazımda tekrar ediyorum devamlı okuyanlar yine aynı şeyi yazdı diyebilir ama her konu önemi kadar tekrar edilmeli.
Madem insan için “İnsan”dan daha kıymetli bir varlık yok; çünkü “Ben” olmasam benimle alakalı hiçbir şey olmaz! Ne varsa benimle, bana göreceli olarak, benim algılamamla açığa çıkıyor.
İnsanların kendi aralarında kavga etmesinin nedeni hakkında düşündüm. Teklikten kaynaklı bir kavga var. İnsan “Bir” olan “Tek” olanı gösteriyor. Ayna gibi. Bu nedenle şirke, ikinci ya da daha fazlasına tahammül edemiyor! Bu tahammülsüzlük boyut sınırından kaynaklı yoksa ruhlar aleminde kavgaya gerek yok, zaten kavga için sınırlı bir zemin de yok. Misal ile anlamaya çalışalım; birbirini sevmeyen iki insan düşünün birbirini görünce yön değiştiren. Bunlar sınırsız ortamda mesela evrende ruhsal boyutta birbirlerine rastlamazlar bile. Yani birbirleriyle kesişmezler. Karşıtlık kesişme ve kavga Dünya boyutunda açığa çıkan bir durum. Esfel “sefil” Dünya boyutuna, bedene bağıl şeyler bunlar. Bu iki kişiyi dar bir odaya kapatırsanız, ihtiyaçlarını, yiyeceklerini paylaşması gerekiyorsa ne olur? Muhtemelen biri diğerini boğazlar! İşte ilk kan: Adem’in oğullarından Habil’in, Kabil tarafından öldürülmesi efsanesi… Kavganın nedeni boyutun darlığından. Bu nedenle Dünya boyutuna “Esfel-i Safilin” (en sefil yer) denir. Ruhların asıl yaratıldıkları boyutta “Ahsen” (en güzel) yer denir. En güzel yerde yaratılmış olan bir varlık “İnsan” en kötü yere atılınca aralarında kavga etmeleri de kaçınılmaz oluyor. Kavga muhabbetini burada kesmek isterim. Çünkü bu kavgacı varlığın “Büyük Birlik Diriliş” i nasıl olacak o mühim.
Büyük Birlik Diriliş nasıl olacak?
Ben özel ad koydum buna ismi “Diriant” olan Altınçağ…
İnsan “Miraç” ile aslına ulaşır. Her varlık kendi miracına koşar. Miraç, yukarda bahsi geçen sefil boyuttan kurtulmak ve ahsen, en güzele ulaşmaktır. Diriliş ise insanın şuur ile teorik olarak miraç yapmasıdır. İnsan teorik olarak; dar gördüğü, içinde boğulduğu Dünya, sefil boyuttan çıktığında evrenselleşir. Tüm evren hatta Dünya artık onundur. Bu sefil boyuttaki sahiplenme ve kavga halinde olmaz. Çünkü Dünya’nın fani yok olan maddi cihetine talip olmaz. O manayı yakalamıştır. Maddi sefil sayılan yönü için kan dökmez, kavga da etmez!
Peki bilinçli olanlar kavga etmeyi bıraktı, bilinçsizler vahşice saldırırsa “Büyük Birlik Diriliş” sekteye uğramaz mı?
El cevap; Evrensel Sistem, öyle adil çalışıyor ki her eylem döngülerle karşılık buluyor. Önceki biriken enerjiler uygun şekilde iade ediliyor! Yani herkes ektiğini biçer, eden bulur. Bu karşılık önceleri daha uzun dönemlerde oluyorken “Diriant” Altınçağ’da hızlanacak. Bir örnek vereyim. Sobaya elini değen anında karşılığını alır! En azından ölmez, eli yanar! Nükleer tesir altında kalan ise o anda bir şey hissetmez, daha sonra ölümle sonuçlanan bir sürece girer. İşte geçmiş çağlardaki karşılıklar öyle idi. Negatif enerji; savaşlar, katliamlar, yağma, talan, kölelik, cariyelik şeklindeki insan hakkı ihlalleri genellikle bir sonraki nesile kalıyordu. Köroğlu’nun intikamını oğlu alıyordu. Yanlışlıklar uzun vadede fark ediliyordu. Yeni dönemde ise sobaya değenin eli yanması gibi karşılık hemen gelecek. Bunun emareleri göründü. Toplumlar çalkalandı, uğruna ölüme gidilen liderler çok kısa bir dönemde lanetlenir oldu. Yani Karşılık eskisi gibi gelecek nesillere bırakılmıyor. Anında alınıyor. Başkalarını acımasızca eleştirenler ya da cezalandıranlar karşılığında çabucak ihanete uğruyor. Bu çok önemli daha çok itiraflar, ihanet ve karşılık gözlemlenecek! İşte Altınçağ’da böyle olacak. Evrensel karşılık hemen geleceği için insanlar daha çabuk hatasından dönecek. Şuursuzlar birbirine düşeceği için şuurluların onlarla kavga etmesine gerek kalmayacak. Çünkü şuursuzlar birbirine düşman olduğundan zaten kendi kendilerini de imha edecek! Yasaklarla, kutsal savaşlarla, ırksal, ideolojik ve dinsel söylemlerle birbirlerini suçlayıp imha edecekler. Şuurlu olanların din, dil, ırk, ideoloji kavgası olmaz! Yani taraf olmaz. Taraf olacaksa “insan” orjin insan tarafında durur. Bu da eğer kendi insan ise kendi tarafıdır. Menfaat için taraf olanlar zaten birbirlerini tamamen imha edecek. İhanet ve entrikalarla mahvolacaklar! Bu süreç de başladı. İzleyin. Geçmişte katliam yapan, katliama taraf olan toplumların şimdiki nesilleri bedel ödüyor. Şimdi katliam yapanlar da yakında bedel öder. Ödeşme halinde denge olur. Duygusallık her zaman doğru sonuca çıkarmıyor insanı. Duyguları tahrik edip insanları kullanmak da mümkün. Bu nedenle menfaat planlarına alet olmamak gerek.
Bediüzzaman bu konuda “dehşet aldığın zaman, ibrahim hakkı gibi "mevla görelim neyler / neylerse güzel eyler" de, pencerelerden seyret, içlerine girme.” diyerek anlayana işareti vermiş.
Ben de “Ünlem” şiirimle kendimce işaret verdim.
Ünlem
Ezeli kavga devam ediyor!
İlahların bahanesidir şeytanların icadı!
Zavallılar hep kullanılır!
Sakın!
Bu kavgada kazanan yok!
İlahların satrancında "Şah" olsan!
Şahlardan biri mat!
Yaşam ve ölüm, oyunda yarı yarıya!
Şimdi tüm ruhlar kıyamda!
Herkes kendi sürüsünde!
Ben "İyi" değilim, "Kötü" hiç değil!
İlahlarınız istedi, savaşın!
Ata piyon verilir!
Ortalık temizlenecek!
Zaten "Melek" olmasa, "Şeytan" da olmazdı!
Kol kola, el ele verip; ilahlarını yücelttiler!
Sana göre "İyi" ya O’na!
Bana göre hava hoş!
Oyunda değilim!
Selametle;
Ahmet Bektaş
Kişinin kendisiyle savaşı, elbette kişinin başlı başına kendisini inşa etme projesidir (Ecce homo).
Bu proje, modern çağın, pratik yarar güden, kısa vadeli “kendin ol” seslenişine uymamaktadır. “Kişisel gelişim” türünden gündelik, yüzeysel bir mantık ise asla kabul edilemez…
Bu mücadele, düşünce tarihlerinde olduğu gibi, sürekli geriye doğru beslenen, karmaşık yollardan geçmektedir.
Özgül bir deneyimi, yaratıcı ve benzersiz bir arayışı zorunlu kılar.
Dünyaya gelmiş olmanın verebileceği bir hayret ve şaşkınlık içerisinde,
..................insanın................
kendisini hep aşması gerektiği varoluşun en anlamlı sorusu olarak, kişinin kendisiyle savaşını gündeme getirir.
Ahmet Bektaş
Ahmet Bektaş
Keşişler, aşağı yukarı kendilerine özgü akıl yürütme içinde hep şöyle bir şeyden söz etmişlerdir:
Uçuruma sürüklenmek diye bir şey yoktur. Zaten insan hep uçurumun kıyısında yaşar. Yalnızca küçük bir azınlık, nasıl bir uçurumda olduğunun ayırdındadır.
Ama çoğu kişi bu kaygan zemini görmez bile… onlar bu uçurumu dünya olarak adlandırırlar.
“Keşişler” diyor Kierkegaard, “dünyanın tarihini anlatmayı hiçbir zaman bitiremediler, çünkü hep dünyanın yaratılmasıyla işe başladılar”…
Kişi kendi doğası ile sahici bir ilişkiye girdiği andan itibaren, yakından tanımaya çalıştığı varlığının, esasen tahmin edilenden daha uzakta ve derinlerde, tıpkı dünyanın başlangıcında olduğu gibi sabit bir nokta üzerine kurulu, hiç kımıldamayan ve sonu gelmeyecek meseleler üzerinde adeta bir savaşın ortasında yer aldığını görecektir.
Böyle gerilimli bir ‘savaş’ın öznesi olmak, daha en baştan varoluşun binbir türlü zahmetine işaret eder.
Dünya tarihinin düz bir anlatımı, nihayetinde sözü kuru bir gelişmeler yığınına bağlayacaktır. Oysa bu ilerleme, durduk yere olmamış, kişinin kendisini aşma çabasından doğmuştur. Kişi zayıf ve karanlık taraflarını, uygarlığın düzenli ve sert disipliniyle örtmüştür. Uygarlığın, akılcı, berrak ve aydınlık çizgileri yüzeye yansırken, insan, en derin şüpheleri bir helezon şeklinde kendi içine yuvarlamış, bilinçaltına sürüklemiştir.
Kişinin kendisiyle savaşı, elbette kişinin başlı başına kendisini inşa etme projesidir (Ecce homo). Bu proje, modern çağın, pratik yarar güden, kısa vadeli “kendin ol” seslenişine uymamaktadır. “Kişisel gelişim” türünden gündelik, yüzeysel bir mantık ise asla kabul edilemez… Bu mücadele, düşünce tarihlerinde olduğu gibi, sürekli geriye doğru beslenen, karmaşık yollardan geçmektedir. Özgül bir deneyimi, yaratıcı ve benzersiz bir arayışı zorunlu kılar. Dünyaya gelmiş olmanın verebileceği bir hayret ve şaşkınlık içerisinde, insanın kendisini hep aşması gerektiği varoluşun en anlamlı sorusu olarak, kişinin kendisiyle savaşını gündeme getirir.
(doguyla batı )
Ahmet Bektaş
"Keşişler” diyor Kierkegaard, “dünyanın tarihini anlatmayı hiçbir zaman bitiremediler, çünkü hep dünyanın yaratılmasıyla işe başladılar”…"
Dünyanın yaratılmasından önde insan vardı. Bunu göremiyor Dünya sınırındaki insan. Bıyutsal sınıra takılır ve debelenir durur. Mücadele ve kavgasının aslında kendisiyle olması şaşkınlığından ilahları adına savaşması ise ahmaklık ve yalakalığından kaynaklı bana bu konuda yazı yazdıracak bir yorum yapmışsınız. İş başa düştü bu mücadeleyi anlatmam gerek. Saygı ve selam ile. Teşekkür ederim.