- 2666 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir elmanın iki yarısı olmak!
Bir elmanın iki yarısı olmak… Bir hayatı paylaşmak… Hatta bir yastığa baş koymaktır ideal birlikteliğin, anlatıla gelen en popüler formülü. Aynı yörede yetişen, aynı yolda yürüyen, aynı yöne bakan insanlara yakıştırılır mutluluk. Anlaşabilmenin yegane şartı buymuşçasına… İstenen, beklenen, özlenen hep bir olmaktır. Kaçılan, korkulan ise tezatlardır. Farklı olmaktan, farklı yönlere bakmaktan, nedendir bilemiyorum, ürker kalabalıklar. Yani matematikle kendimize öğrete geldiğimizden farklıdır mutluluğun çözümü; 1+1=2 değildir doğru olan, 1+1=1 dir doğru olduğu savunulan!
Peki farklı olmaktan, olayları farklı algılamaktan, aynı çiçekten farklı kokular duymaktan, aynı müzikten farklı duygulara kapılmaktan neden bu denli kaçar, en ufak ayrıntısına kadar birbirinden farklı ama bir olma telaşındaki bu insanlar. Nedir yığınları bunu seçmeye yönelten? Yada iddia edildiği kadar gereklimidir bütünün parçaları olmayı özlemek?
Hayatın çoktan seçmeli bir test olduğu gerçeğinin bilinciyle olaya yaklaştığımızda, bir elmanın iki yarısı olmayı tercih edenlere kuşkusuz saygı duymak icap ediyor. Hatta birbirinin eksiklerini kapatmak, bir olduğundan dolayı var olmak ilk başta oldukça romantik bile gelebilir. Ama bu romantizmin altında yatan aslında mecburiyettir. Birey olarak varlığından şüphe etmeyen, tek başınayken var olabilen birisinin asla romantik bulmayacağı bir mecburiyet.
Yalnızlığın insan fıtratına aykırı olduğu şüphesiz bir gerçek. Sosyalleşmek, bir takımın elemanı olmak, bir projenin ekibinde bulunmak yada mütevazı bir çekirdek ailenin kendi halinde bireyleri olmak. Şekilde farklılıklar olsa da özde aynı ihtiyacı karşılamaktır maksat; yalnızlıktan kaçmak…
İşte mecburiyet diye belirttiğim durum tam olarak bu aslında. Romantik tabirlerle süsleyip kendi kendimize sunduğuz bir olmak durumu, yalnızlık korkumuzun bir sonucu. Tek başına kalmaktan öyle çok korkuyoruz ki, sevdiğimiz insanların bizi yalnız bırakma ihtimalini asgariye indirme çabasıyla, kendimizin kopyası insanlar arama kaygısına düşüyoruz. Hatta bazen öyle ileri gidile biliniyor ki; gördüğümüze değil görmek istediğimize inanarak, aslında o kadar aynı olmadığımız insanları bile, sırf korkularımız yüzünden, aynıymışızcasına, kendi kafamızdaki kalıplara hapsediyor, sonuç olarak kaçmaya çalıştığımız korkularımızla yüzleşmemizi geciktirmekten başka bir şey yapamamanın acısını, zamanın yüzümüze vurmasını bekliyoruz.
Peki pek de popüler olmayan diğer seçenek, yani farklı olduğumuzu kabul ederek ayrı bireyler olarak birlikte olabilmek nasıl mümkün olabilir? Aslında bunun formülü kendimizi kandırmak için bulduğumuz ağdalı romantik aldatmacalardan çok daha kolay. Tezat deyip geçtiğimiz, farklı olmakla suçlayıp uzak durduğumuz, hatta bazen çatıştığımız durumların 3 boyutlu olduğunu anlamak, yani bakış acımızın insanları yada olayları anlamlandırmamızda başlıca rol oynadığını itiraf etmek, yani aynının da farklının da tek kaynağının kendimiz olduğunu kabul etmek, yani tezatların izafiyetini kavramak… Yapmamız gereken tek şey bu aslında.
Aynı doğru üzerindeki iki farklı noktayı ele alalım. Bakış açımıza göre aralarındaki mesafe değişebilir. Birbirlerine yakın yada uzak görebiliriz onları. Biri diğerinin ardında, yanında yada önünde olabilir. Farklı 2 noktadırlar sonuçta. Ama bunca bakış açısı içerisinden, üzerinde bulundukları doğru boyunca bakmayı seçtiğimizde gördüğümüz tekbir noktadır. Birbiri ardında, yada biri diğerinin önünde, ama tekbir nokta. İşte “Tezat” dediğimiz aslında böyle bir şeydir, görecelidir. Yani işin özünde yine seçim vardır. Kolay olanı seçip, farklı görüp yargılayacak mıyız, yoksa olanca farklılığına rağmen bakmasını bilmenin verdiği meziyetle, ayrı olmanın, farklı olmanın ilmine varıp, gerçek birlikteliği tezat deyip seçtiğimiz bu iki küçük farklı noktayı bir yaptığımız doğrudan mı çıkaracağız.
İşin özü, bunca lakırdının özeti aslında tek bir cümlede gizli. İlk başta üzen, kavradıkça üzüntünün yerini dinginliğe bıraktığı, anlayınca da sevginin özeti olarak atfedebileceğimiz bir cümle; “ayrı dünyaların insanlarıyız.” Aslıda öyle de olmalıyız. Tek bir dünyaya sıkışıp kalmaktansa, iki farklı dünyayı bir görmenin yolunu bulmalıyız. Yani doğru boyunca bakmalıyız. Farklılıklarımızla, benzerliklerimizle, kendimize has meziyetlerimizle, doğru boyunca bakmalıyız. Doğru bakmalıyız.
Sevgiyi bakışlara nakşettikten sonrasıysa zaten kolay…
Güzellik nesneden ziyade,
Bakmasını bilen gözdedir.
Güzel bakan bir gözde,
Solmuş kuru ot, gonca güle denktir.
Gülün güzelliği yaprağından ziyade,
Can acıtan dikeninden gelir.
Gülün nezninde o diken,
Kadife kumaşlara yeğdir.
Kadifenin yumuşaklığı, teninden ziyade,
Üzerinde gezen elden gelir.
Elde sevgi var ise,
Çorak toprak, kadifeden ziyade nesnedir.
Güzellik nesneden ziyade,
Bakınca görebilen gözdedir.
Sevgiyi bakışlara nakşeddikten sonra,
Gördüğün her nesne güzeldir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.