- 556 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRKİYE'NİN HÜR İRADESİ VE NATO KARARLARI
Varşova Paktı’nın dağılması üzerine işsiz kalan NATO’nun, İslam dünyasını dizayn etmeyi kendine yeni iş edinmesi, bunu konsept haline dönüştürmesi ve o günkü iktidarın da buna onay vermesi üzerine, artık “İslam düşmanı” bir yapıya büründüğünü İngiltere 1992 yılında açıklamıştı.
Üzerine aldığı bu yeni işi, kuruluşunun 50’nci yılı olan 1999 dan itibaren, İslam dünyasını dizayn etmek üzere oluşturulan Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde, 2001 yılı 11 Eylülü’nde meydana getirilen İkiz Kuleleler bahanesi ile uygulamaya sokmuştu. Haçlı seferleri başlatan “Batı Medeniyeti mensubu, Haçlı zihniyetli” devletler NATO’yu vurucu güç olarak kullanmaya başlamıştı.
Haçlı zihniyetinin karargahı haline dönüştürülen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin; asılsız, mesnetsiz, düşmanca ve maksatlı kararları ile Afganistan’ın, ardından Irak’ın vurulması kararlarında NATO doğrudan veya dolaylı olarak kullanılmıştı. Elbette NATO üyesi olan Türkiye de bu operasyonlarda görev almıştı. Halen de almaya devam etmektedir.
2009 yılında Danimarka başbakanlığı sona eren Rasmussen, ABD ve yandaşlarınca NATO’nun başına getirilmek istendi. O Rasmussen ki, Peygamberimize galiz hakaretlerde bulunan sözde sanatçıları, himaye etmekle kalmamış, bölücü terör hareketinin yayın organı ROJ TV’nin ülkesindeki faaliyetlerine de müsaade etmişti. Türkiye elbette buna razı olamazdı. Nitekim Başbakan Erdoğan kesin açıklamasını yaptı:
-Biz Türkiye olarak Rasmussen’in bu göreve getirilmesine asla razı olmayız!..
Perde arkasında olanlar bizce meçhul ama, Başbakan Erdoğan kısa süre sonra Rasmussen’in özür dilemesi ve NATO yönetiminde Türkiye’ye de önemli bir rol verilmesi şartıyla, bu atamayı onayladığımızı duyurdu. Ağustos 2009’da görevi devralan Rasmussen, ne özür diledi ne de diğer şart yerine getirildi.
Böylece “İslam düşmanı” bir NATO’nun, “Peygamber düşmanı” bir genel sekreteri oldu.
2011 yılının ilk günlerinde Libya karışmaya başladı. Daha doğrusu birileri karıştırmaya başladı. Maksat Haçlı müdahalesine zemin hazırlamak ve zengin petrol kaynaklarını sömürmekti. NATO’nun Libya olayına müdahalesi konuşuluyordu. 28 Şubat 2011’de Başbakan bir soru üzerine şu çıkışı yapıyordu:
-NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olabilir mi? NATO’nun ne işi var Libya’da yahu!
Aradan birkaç gün geçmişti ki, TBMM’nce onaylanan tezkere kararını bile beklemeksizin, donanmamızın Libya’yı bombardıman eden NATO kuvvetlerine güvenlik desteği vermek üzere gittiğini öğrendik.
Yine 2011 yılında NATO’nun Türkiye’ye füze kalkanları sistemini kurmaya kalkışması üzerine Başbakan Erdoğan:
-Bizim böyle bir sisteme ihtiyacımız yok! Türkiye’de füze kalkanları sisteminin kurulmasını istemiyoruz!
Diyerek kesin bir dille karşı çıkıyordu.
Birkaç gün içinde ne konuşuldu bilinmez, Başbakan yumuşadı:
-Komuta bizde olmak kaydıyla ve düşman ülke ismi zikredilmemek şartıyla bu sistemler topraklarımıza kurulabilir.
Dedi. Birkaç gün daha geçmişti ki, yeni cümlesi şu oldu:
-Sistemin kumandasının bizde olması demek NATO’da olması demektir.
Böylece herhangi bir şart olmaksızın bu sistemler Malatya Kürecik’e, şu kadar yabancı askerle getirilip kuruldu. Ben bu tesislere “bela paratöneri” diyorum. Çünkü başımıza bela çekilmesi için kurulmuş bulunmaktadır.
Bu arada Peygamber düşmanı Rasmussen’in, dolan NATO genel sekreterliği süresinin uzatılmasına sessiz sedasız onay verildi. Bu sefer herhangi bir şart ta ileri sürülmeden.
İçinde bulunduğumuz Kasım 2012 ayının başlarında Başbakan’ın Endonezya ziyareti oldu. Kendisine bir soru soruldu.
-Suriye sınırına Patriot bataryaları yerleştirilmesi için NATO’dan talepte bulundunuz mu? Dışişleri yetkililerimizden böyle bir haber aldık?
Başbakan enteresan bir cevap verdi:
-NATO’dan Suriye sınıra füze talebimiz olmadı, iddialar asılsız! Bu füzeyi alma konusunda karar verecek merci biziz! Bu dışişleri yetkilisi kim? Böyle bir şeyden haberimiz yok! Sağır duymaz uydurur cinsinden Reuters bir haber yapıyor, siz de inanıyorsunuz!..
Muhterem okuyucularım, inanılmaz olan şu ki, böyle bir talepte bulunmuşuz, NATO yetkilileri büyük bir keyifle bunu açıkladılar ve şimdi de patriotlar patır patır hayatımıza giriyor.
Gerek bela paratöneri gerekse patriotların kumanda ve tetikleri bizim elimizde olacak diye yapılan açıklamaları, neredeyse alay ederek çürüttü NATO yetkilileri.
Sayın Başbakan, önce ülkemiz menfaatlerini dile getiren çıkışlarının ardından, kısa süre içinde nasıl oluyor da, tamamen tersi kararlara imza atabiliyor? Onu en iyi tanıyan biri olarak diyorum ki, o bu yapıda biri değildir. Onuruna da çok düşkündür. Bir söz söyleyince arkasında durmak ister. Lakin çok büyük bir çekim alanı, ya da göğüsleyemeyeceği şiddette bir baskı görürse ancak söylediklerinin tersini yapabilir. Bu çelişkiler onda hem ruhsal hem bedensel yıpratıcı etki yapmaktadır. İnanmıyorsanız görüntü ve davranışlardan anlam çıkarma ilmi olanlara sorun. Libya olayı öncesi fotoğrafları ile bu günküleri yan yana koyun. Düşürüldüğü bu çelişkili durumların onu ne hale getirdiğini, bu söylediklerimin ne kadar doğru olduğunu göreceksiniz. Ben diyorum ki, bu ters kararları kendi iradesi ile almıyor, mecbur tutuluyor. İbrik otu tuzağına düşürülmüş kelebeklerin çırpınışı gibi.
Bu haliyle kuracağım şu cümle yanlış mıdır?
Ey milletim, arkasında “Haçlı zihniyetli” devletlerin emrinde “İslam düşmanı” bir NATO, başında “Peygamber düşmanı” bir yönetici ile, kumandası kendi ellerinde olan silah sistemlerini yurdumuza sokmuşlar, dayatmalarla, Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleşmesi için son büyük adımlarını atmışlardır. Hala “dur bakalım ne olacak?” ya da “idarei maslahat” maksadıyla eli kolu bağlı oturacak mıyız? Hiç sesimiz çıkmayacak mı? Yoksa millet olarak bize dut mu yedirildi?
Bir manzum fıkranın tam yeridir:
İDAREİ MASLAHAT
Devleti Ali Osman’ın son yılları,
Paramparçadır ülkenin her sınırı.
Celalilerin niyeti olunca faş,
Diyarıbekr Valisi’ni aldı telaş.
Padişah’a ulak gönderdi, mektupla;
“Celaliler şehrimize oldu bela,
Sayıları da vardır, en az yedi bin,
Asker gerek beladan kurtulmak için.”
Her bir cephede vardı ayrı bir sefer,
İstanbul’da yoktu ne imkan ne asker.
Çaresiz ferman etti, Vali kuluna,
Yazdı,“İdarei maslahat oluna!”
Eşkıyadır bu ferman merman dinler mi?
Hiç idarei maslahattan anlar mı?
Vali yeni bir mektupla hali yazar,
Elinde yazı, ulak gönderir tekrar,
Arzeder:“Hünkarım, şehir oldu teslim,
Eşkiyaya kuvvetim yetmedi benim.
Fermanınıza uyduk emin olunuz;
İdare’yi mecburen verdi kulunuz.
Maslahat’ı kurtardık, elimizdedir;
Şimdi ne yapalım, acep ferman nedir?..”
Ekrem Şama
[email protected]m