- 1841 Okunma
- 23 Yorum
- 0 Beğeni
Yüz
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ben sevdiğim yüzleri en çok koltuk kenarlarına bakınca hatırlarım. Bu yüzden artık kimsenin salonda uyumasına izin vermiyorum. Daha az özlemek adına başka ne yapılabilir ki? Ama bir insan giderken size yüzünü bıraktıysa, iş işten geçmiştir. Bundan sonra tek yapmanız gereken onu unutmamaktır. Çünkü bir yüz, kendi sahibinden de önce onu asla unutmayacak olana aittir.
"Sen demlikteki çayın nasıl dibe çöktüğünü gördün mü?" diye sordu gülümseyerek. Sade kare bisküvilerin arasına çikolata sürüp önümdeki tabağa koyuyordu.
"Hayır. Hiç görmedim."
"O zaman ben bunları hazırlayana kadar sen de demlikteki çayı izle. Görünce çok hoşuna gidecek. Anneannen bana bunu ilk gösterdiğinde şaşırmıştım."
Koşarak ocakta demlenen çaydanlığın yanına gittim. Demliğin kapağını açtım. Suyun üstünde çay tanecikleri duruyordu. Kendime bir çay taneciği belirledim. Arkadaşlarımı örgütleyip dibe çökmemizi engelleyebilirdim. Eğer birbirimize tutunursak ve demliğin kenarlarına yapışırsak kurtulabiliriz diye düşündüm. Tam o sırada çay taneleri kütle halinde dibe çöktü. "Çaylar çöktü!" diye bağırdım. Annem güldü.
Sonra salona geçtik. Çikolatalı bisküvileri çaya bandırıp yiyordum. Bisküvi çayın içine girince bardağın dibindeki çay tanecikleri yukarıya doğru havalanıyordu. Fark ettirmeden annemi kontrol ettim. Üçlü koltukta uyuyakalmıştı. Hızla sağ işaret parmağımı bardağa daldırdım, bir kaç tane çay taneciğini dışarı çıkarıp kurtardım. Parmağım yanmıştı. O’nu uyandırmamak için sesimi çıkaramadım.
O gece niye böyle bir şey yaptım bilmiyorum. Koltuğun yanına kadar gittim. Annem uyurken yüzünü izledim. Bazen öyle olur. Her zaman gördüğünüz birine, bir gün gelir daha dikkatli bakarsınız. Sanki bir daha hiç göremeyecekmişsiniz gibi... Yeşil bir koltuğun kenarında... Titreyen göz kapaklarıyla, çizgileriyle, sessizce nefes alıp verişleriyle cennet gibi bir yüz... Gözümü kırpmadan seyrettim O’nu.
İkibin yılının Ekim ayında bir gece Ceren eve geldi. Hiç konuşmadan ağlamaya başladı. Annesi çok hasta olmuş, hastaneye kaldırmışlar. "Hemen memlekete gitmem lazım." dedi. "Ama korkuyorum. Ben o yola dayanamam, çok güçsüz hissediyorum kendimi, benimle gel." Ceren’in memleketine gittik. Hastane odasında Ceren’in babasıyla tanıştım. Sonra annesi "Hoşgeldin oğlum" dedi sesini zorlayarak. Ceren annesine sarılıp ağlamaya başladı. Babası yüzünü benden saklayarak cam kenarına doğru gitti. Dışarı çıkıp bir sigara yaktım. Babası da peşimden geldi. O da bir sigara yaktı. "Ben bugün Ankara’ya döneyim" dedim. İzin vermedi. O gece Cerenler’in evinde kaldım.
Sabah kalktığımda karşımda Ceren’i gördüm. Koltukta beni izliyordu.
"Sen hastanede değil miydin Ceren?"
"Evet, sabah babam geldi. Ben de annem için giyecek bir şeyler alıp gideceğim. Hem seni yolcu ederim."
"Peki, teşekkür ederim."
Annesiyle ilgili onu teselli edecek bir kaç cümle düşündüm. Bulamadım. Tek istediğim dün o hastane odasında, Ceren’le birlikte ağlamaktı. Garip karşılanır diye kendimi tuttum.
"Önder" dedi "Biliyor musun, annem de hep bu koltukta uyuyakalırdı. Senin uyuduğun yerde..."
Ceren’e bakakaldım. O hafif gülümseyerek ağlamaya başladı. Yanına oturup elimle gözlerini sildim. "İnşallah" dedim "Annen iyileşecek."
Sonra banyoya koşup on dakika boyunca sessiz sessiz ağladım.
Ceren’in annesi bir hafta sonra öldü. Ankara’ya gelene kadar her gece telefonda O’nu teselli etmeye çalıştım. Ankara’ya geldiği ilk gece bende kaldı.
"Ben bu acıyla nasıl yaşarım Önder" dedi. "Dayanamıyorum."
"Geçecek" dedim. (Geçecek...)
Uzun süren sessizlikten korktum.
"Çay yapayım mı Ceren? Bu gece uyumayız nasıl olsa..."
"Tamam... Olur."
Çay yapmak için mutfağa gittim. Hemen arkamdan hızlı adımlarla Ceren de geldi. Gülümsedim.
"Salonda korkuyorum" dedi.
Su kaynadıktan sonra demliğe döktüm. Ocağı kısık ateşe getirdim. Ceren’e baktım.
"Ceren... Çayın dibe çöktüğü anı hiç gördün mü?"
"Hayır görmedim."
"Beraber izleyelim mi?"
O gece beraber çayın dibe çöküşünü izledik. Sonra salona geçtik. Ceren çayını karıştırırken çay tanecikleri yukarıya doğru havalanıyordu.
kıyıdaki adam
YORUMLAR
Keşke daha çok yazsanız. Keşke bir kitaptan okusam bu öyküleri. Anıdırlar belki de, bilmiyoruz; ama anlatım, sunuş çok etkileyici ve çok içten bir hüzne bürünmüş.
Hayranlıkla okudum bir kere daha...
Önder Kızılkan
Bazı yüzler unutulmaya yüz tutunca işte acının en büyüğü çıkıyor ortaya
hele de yaşanmışlıklar ve anılar, kat kat değer kazanıyor
.......nefisti öyküsel anı (demem gerek sanırım)
kutlarım sevgili arkadaşım, seni okumak yeniden çok güzeldi.
Kalimera. tarafından 11/28/2012 10:32:33 PM zamanında düzenlenmiştir.
Önder Kızılkan
Önder Kızılkan
Çok farklı bir öykü, uzun olsaydı hikaye de diyebilirdim... Zaten yazılanlar gerçek hayata veya gerçek hayatta olabilecek tasarılar, kurgular dır;
Farklı dememin nedeni kimin aklına çay taneceiklerin izlenebilir olacağı ve izlenilecek olması; bu bence ayrıcaklı bir farkındalık ve buna benzer çok şeyler vardır ki hiç farketmeden gelip gidiyor oysa hayat farkında olursak daha çok anlamlı olur diye düşünüyorum.
Yorumlarda anladığım kadarıyla korkanlar çoğunlukta peki neden insan doğunca sevinir insan ölünce ağlarız? oysa doğmak kadar ölmek de normaldır bence.... İşte ağlama nedenimizi buna bağlıyorum belki alıştığımız, sevdiğimiz veya aynasında gördüğümüz o YÜZLERDEN uzun süre ayrı kalacağımız ve unutacağımız için korkuyoruz..
Belki ben çok ayrılık(arkadaş, memleket, aile, dost ve sevgiliden) yaşadığımdandır korkumun az olması... Ayrıca ayrılığı ve ölümü normal kabullendiğimden de olsa gerek. neyse uzatmadan yazıya döneyim:
Elbette, alışılan yüz kolay kolay unutulmaz ve bunun gibi bir yazı, bir şiir okurken bile insanın aklına gelir veya bir şarkı sözlerinde başkasının ama alıştığı bir yüzü görür; hatırlar. Yazının en çok düşündüren yanı beni cezbetti.
Yazarın dediği gibi "Çünkü bir yüz, kendi sahibinden de önce onu asla unutmayacak olana aittir." dediği gibi.
"Farkettirmek ve düşündürmek" teması çok harika işlenmişti ve güne gelmesi tam isabet olmuş
selamlıyorum
Önder Kızılkan
Bazen bir yazı okursunuz
derinlere
taa derinlerinize iner
çay tanecikleri gibidir kaybettiklerinizin ardında hissettiğiniz ve dibe ittiğiniz duygular
bir yazı okursunuz
çayın demi gibidir
çöker üzerinize
ve dibinizdeki duygular çay tanecikleri gibi havalanır
gözyaşlarınız da aslında çay tanecikleri gibidir
saklanır göz çukurlarınızda
bir yazı okursunuz
yüreğiniz çöker
çay tanecikleri akar gözlerinizden
ıslanırsınız
çok ıslanırsınız
gözlerinizle göğe yolculuğunuz başlar
herkes konuşur
siz susarsınız
derin derin
susarsınız
şimdi teşekkür mü etmeliyim, bilmiyorum ki ıslaklığıma
öyle işte...
camêr tarafından 11/28/2012 9:46:48 AM zamanında düzenlenmiştir.
(.) varışı düşününce geri de bıraktıklarımız, kime ne katmış, kimden ne çalmışız düşüncesi belirdi.Sevginin tek sahibi olan analarımız da giderse bizi kim sevsin... Buyur ediliyor bu durumda yalnızlık senfonisi.
Çok içtendi. tebrikler.
Önder Kızılkan
ürperen koltuk kenarları mı ,,ben miyim
kolay ağlama m ama bakınınca koltuklara ve düşününce yüzleri
yokladı göğsümü güzelimm bir hüzün..
Kutlarım
çok başarılı bir öykü..
Önder Kızılkan
İnsanın hayattaki en büyük korkularını fark etmesi mi fark etmeden yaşaması mı daha kötü karar veremiyorum. (Sevdiklerimden ayrılmak) En büyük korkularımı fark ettiğim andır bu.Yazılarınızı okurken en yoğun yaşadığım an'ı gözümde canlandırdığımda, en yoğun yaşadığm bir duygunun yerine koyarak yaptım bunu,yada bakışlarıma sinerek,içimi düşünerek (bir an kalbimin titrediğine yemin ederim),ellerimi hesaba katmadan...Şimdi anlıyorum ki büyük korkummuş bu
"Sonra biri gider bir gün,gidilen yerde sen yoksundur."
Önder Kızılkan
Güzel yorumunuz için teşekkürler,yazı size hayata dair bir şeyler sorgulattıysa ne mutlu bana.
"Bu hikayede okuduğunuz kişi ve olaylar gerçektir " demek geldi içimden...
Çok güzeldi...
Sevgiler...
Önder Kızılkan
(( Seçil Nimet ))
İlginç bir yoğunluk var işyerimde ama herşey güzel gidiyor.
Kıyıdakiadamı özlemiştik...
Sevgiler, hoşbuldum :)
Vertigo
ben de ne çok korkuyorum!..
Önder Kızılkan
Önder Kızılkan
çay taneciklerini kurtaran o minicik parmak, göğün öksüz düşlerini toprağa gömerken yüreğindeki dağın lavlarını nerede bırakıyor acaba!
belki de sadece kendine has bir alfabenin hüzünü mayalayan öykülerini öpüyor her gece...
annem kokulu sıradağlar diye diye eriyen bir kar tanesinin hüznüne yakın bir hüzün olsa gerek...
yazının finalinde bir çay tanesinin demlenmiş duâsı var gibiydi gördünüz mü Sevgili yazarım...
tebrikler gönülden...
Önder Kızılkan
kurtarsaydınız ...bu travma gecmiyor...cok korktum ölmekten...kalmasın kimsede yüzüm:(
Önder Kızılkan
meltemecem
Belki de acıyı tatlıyı duyurarak yaşatarak bir bakıma intikam alıyoruz hayattan...
Ya da cevapsız kalsın bu soru...
Kıyıya selamlar ve sevgiler hüzünle