- 633 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kedi ve Gözleme
Saygıdeğer hayata ne zaman çok önem göstermeye başladık, işte o zaman kendi pisliklerimizi saklamayı, gizlemeyi öğrendik. Temiz olmamak ne kadar da kötü bir durum hali. Belki de eylem, ruhum geminin kıçında kayan bir su kovası kadar sıradan bu yüzden.
Her şey ama her şey bir gün biter. Bu dünyanın mayasında olan bir şey ve ne kadar uygun koşullarda saklanmış olsa da, tüm gıdalar ilk hazzını veremez hale gelir.
Aslında bunların hiçbirini düşünmüyordum. Sol elimin başparmağını sağ elimle yumuşak oval darbelerle ovarken, pencerenin soğuk yüzüne yanağımı yapıştırıp, düşünmüyordum. Saçlarımı çekiyordum arada. Otobüslerde sıkışınca nedense kabri düşünürüm. Sanırım kabirde ikili koltuğun üçte ikisinde oturma rahatsızlığında olacak ve hiç kimse tatlı masallarda anlatıldığı üzere uyumayacak!
Birden ışıklar yanınca, mola vereceğimizi anladım. Defalarca yüzümü ovup, uyku maskesini yırtmak için uğraştım. Eskişehir daha sıcak olabilir diye düşünüyordum. Gerçektende daha sıcaktı Ankara’dan. En azından sigara içerken, insan üşümesini indirgeyebileceğini anlayabiliyordu.
İnsan hayatı ne kadar da çok öykülere sahip! Çoğunun benim için hiçbir manası yok artık! Eskiden insanın yaşamına dair ciddi değeri olduğunu ve buna da göre de yaşamasını dilerdim. Ama artık yaşama dair düşüncelerin birer safsata olduğuna inanıyorum. Albert Camus’da yirmili yaşlarda aynı düşünce helezonlarında dolaşıyordu. Fazla uzatmadan gitti bu hayattan ve ona dair bir söz alıntılayıp duruyorlar şimdilerde: ‘Çocuklara işkence yapan bu dünyayı sevmeyi, ölünceye kadar reddedeceğim.’ Bir yandan kendi adına mutlu mesut bir portre içen, çocukları korurun fikrini güden bir cümle, ama ben demiştim zaten, bir manası yok artık böyle şeylerin. En azından benim için.
Pencereden asfalta bakınıyordum. Asfalt lacivert renk de sabaha doğru dört civarı parlıyordu. Muntazam bir yalnızlık vardı dinlenme tesisinde. Sanki hiç kimse yokmuşçasına! İlk önce inip inmeme konusunda tereddüt ettim. Fakat kabre alışma antrenmanlarını az bir süre de olsa erteleyebilir ve mola verebilirdim.
Tuvalete gitmedim. İhtiyacım yoktu. İnsanları görebiliyordum. Yanımdakiler daha belirgindi ve uzaktakiler miyop kaybına uğramış canlılar haline dönüşüyorlardı. Altı basamaklı lokanta girişi için yapılmış merdivenlerde miyavlayan bir kedi sesi hiç kimseyi rahatsız etmiyordu ki, ben de onların var olduğu tayfa içerisinde dâhil olmuştum. Ancak bir şey ayaklarımı tutuyordu ve gidemiyordum. Saniyeleri yedikçe alacakaranlık, iyiden iyiye rahatsızlığımı hissetmeye başladım. Kedinin miyavlamaları karşısında ne yapacağımı bilemiyordum. Ağzını açıyor, kırmızı, o küçük tatlı dilini gösteriyor ve yüksek sesle miyavlıyordu. İçtiğim sigarayı kediye doğru uzatınca, aç olduğunu anladım. Bir şey bekliyordu ve insanlardan yardım bekliyordu.
Durdum.
Kaskatı kesildim.
Tüm hareket mekanizmam çalışamaz hale gelmişti. Sigaranın izmaritini bile nereye doğru fırlattığımı anlayamadım.
Birden onun avuçlarının sıcaklığını yanaklarımda hissettim. Kulağıma fısıldayan rüzgâr, beynimin içinde birden sarı bir ampulün içindeki telin erimesine sebep olmuştu. Korkuyordum orada olmamaktan o anda. Baba yadigârı siyah deri cüzdanımı almak için, sağıma doğru eğildim. Cüzdanın içerisinde çıkaracağım en küçük banknotla, sıcak bir gözleme alabilirdim.
Aç değildim.
Bir şey hissetmediğim anlardan biriydi.
Peçeteleri alıp, gözlemeyi ısırmaya başladım. Kedinin miyavlama sesini duyuyordum ancak bir türlü kendisini bulamıyordum. ‘Nereye kayboldu bu?’ diye kendi kendime konuşuyordum. İnsanların arasında soyut bir resim gibiydim o anda. Kimse, neyi ne için aradığımı bilmiyordu. Sadece tahmin yürütebilirlerdi.
-Gözleme sıcak ya, hem yürüyor, hem hava üflüyor gözlemenin soğuması için.
-Oturacak yer bulamadı sanırım.
-Üşüyor.
-Deli.
-Az önce sigarasını ayakkabıma yakın bir yere fırlattı.
-Otobüs de en arkadalar da oturuyor bu sanırım.
-Kime bakıyor bu böyle?
-Boş ver!
Ben aradığımı bulmuştum. Kedi yine birinin ayakları altında çömelmiş, miyavlıyordu. O biri, çekip gittikten sonra oraya, kedinin yanına gittim. İlk önce kaçtı benden ve uzaklaştı. Sonra elimde ona verebileceğim bir şey olduğunu anlayınca, yakınlaştı. Miyavlıyordu hâlâ.
-Gel canım, tatlı şey seni, gel buraya.
Gözlemeden kopardığım ilk parçayı önüne bırakmıştım ama ters giden bir şeyler vardı. Kedi açtı, yemek istiyordu ama verdiğim parçayı yiyemiyordu.
Çünkü gözleme ateş gibiydi. Ben bile yerken ağzımın içinde defalarca çiğniyordum ve soğumasını bekliyordum.
Gözlemeden verdiğim ilk parçayı kedi bitirmeye uğraşırken, kedinin hemen önüne peçeteyi serdim. Köşe bir yerde, gözlerden ırakta da olsak, kedinin de doğru dürüst yemesini istiyordum. Peçete üzerine üfleyerek koyduğum parçaları kedi afiyetle yiyordu.
Ben ise kalan gözlemeyi bitirip, kediyi izliyordum.
On dakika içerisinde kedinin gözleme ziyafeti bitmişti. O arada genç bir erkek gelip, kedinin başını okşamıştı. Dünyada nefret ettiğim tek insan o çocuktu. Yemek yerken, onun öyle başı okşansa acaba ne yapardı?
Son sigaramı yeni yakmıştım. Molanın bitmesine on dakika kalmıştı ve kedinin artık kesilen açlık miyavlamalarından dolayı mutluydum.
Yine onu düşünüyordum. Eğer onun ruhu o an konuşmamış olsaydı benimle, gözleme alıp kediye vermeyecektim. Kendisi uyuyordu ancak ruhu kendi tabiriyle hep benimleydi. Merhametli yüreğinin damlalarıydı geçen her saniye. Saçlarıyla başımı sarıyordu şimdi. Üşümemi istemiyordu. Öpüyordu boynumu.
Kedi yemeğini bitirdikten sonra yanıma geldi. Yine miyavlıyordu. Anlayamıyordum. Acaba doymamış mıydı?
Hayır, hayır doymuş olması lazımdı! Gözlerimle midesinin ne kadar büyüklükte olabileceğini tahmin etmeye çalışıyordum. Hemen hemen gözlemenin yarısını vermiştim ve hepsini de yemişti.
Birkaç kez başını okşadım.
Ayakkabımı kokladı ilk önce. Sonra bacağıma tutunup, beni ayağa doğru kalkmaya çalıştı. ‘Sanki ben kucağına al’ der gibiydi.
Olmadı, dayanamadım ve kucağıma alıp, sevmeye başladım.
Tekrar yere koyunca, bu sefer ki miyavlamaların sebebini anladım.
Teşekkür ediyordu.
Defalarca ayağımın çevresinde durdu, sonra bacaklarıma sürtünmeye başladı. Isınıyordum teniyle beraber. Ben yürümeye çalıştıkça, imkân vermiyordu. ‘Gitme’ der gibiydi. ‘Gitme ve sen de beni yalnız bırakma!’
Gitmeliydim.
Otobüsün orta kapısından binmeden önce son kez ona baktım. Mahzundu bakışları. Oturduğum koltuğa geçtiğimde, kapı kapanana kadar bir mucize bekledim Beni takip edip, otobüse binecek ve kucağımda uyuyacaktı.
Ancak o da ruhunu bana bırakmış kadın gibi, insanlardan kaçıyordu.
Ellerimle yarım saat önce yüzümden uykumu silerken, şimdi gözyaşlarımı siliyordum. Düşünmek istediğim tek şey, alışmaktı. Ve işin garibi, neye alışacağımı dahi bilmiyordum.