- 1114 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
DARBELERLE YÜZLEŞMEK (V)
“…Hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”
-Mustafa Kemal ATATÜRK-
1950 yılından beri uygulanan liberal politikalar nedeniyle rezervler erimişti ekonominin döndürülebilmesi için para gerekliydi. ABD para vermek istemiyor ve Türkiye’nin daha fazla liberalleşmesini ve devalüasyon yapmasını istiyordu. Bu sebeple Başbakan Menderes, 1954 seçimlerinden hemen sonra, Mayıs ayında, “iktisadi yardımların arttırılması” konusunu görüşmek üzere, ABD gezisine çıktı.
Başkan Eisenhower ile yapacağı görüşmede; “Türkiye’nin yardım talebi” karşısında Başkan’dan “devalüasyon yapın!” önerisinin gelip gelmeyeceğini merak ediyordu. Görüşme öncesinde bu tedirginliği gidermek üzere, Türk heyeti ile birlikte ABD’ye gelen ABD’nin Ankara Büyükelçisi Warren Başbakan’ın kaldığı otele davet edildi ve devalüasyon konusunun gündeme gelip gelmeyeceği büyükelçiye soruldu. Büyükelçi, konunun Başkan ile yapılacak görüşmede gündeme geleceğini açıkça ifade etti. Türk heyetinde bulunan Muharrem Nuri Birgi ve Melih Esenbel, ABD büyükelçisinin bu kesin görüşünü Başbakan Menderes’e ilettiklerinde Başbakan; “Öyleyse, kendisine iletin, ben Türkiye’ye dönüyorum. Her şeyi iptal ediyorum” demişti.
Sonunda Başkan Eisenhower ile görüşme gerçekleşti. Görüşme sırasında Devalüasyon talebi gündeme gelmedi. Ancak ABD’nin ve Avrupalı ortaklarının, perde gerisinde bu ısrarı sürdü ve Türkiye’nin istediği yardım paketi 1958 Ağustos’una kadar açılmadı.
Türkiye’nin Ağustos 1958 devalüasyonuna giden yolda, 14 Temmuz 1958 Irak darbesi önemli bir hızlandırıcı olmuştur. 1954 genel seçimlerinden sonra Menderes, Amerika’dan ve Avrupa’daki ortaklarından “acilen yardım ve borçların ertelenmesini” istemesine rağmen bu istekleri kabul görmeyerek sürekli oyalanmıştır. Ancak, 14 Temmuz1958’de Irak’ta Kral FAYSAL’ı devirerek iktidara el koyanların CENTO’dan ayrılmaları ve Rusların bölgeye yerleşmeleri sonucunda ABD’nin tavrında değişiklik olmuş ve Türkiye’ye yardım etme kararı almıştır.
Türkiye de, uzun zamandır yapılan baskılara daha fazla dayanamayarak 4 Ağustos 1958’de İstikrar paketini yürürlüğe koymuştur.
IMF, Dünya Bankası ve OECD uzmanlarının Türk ekonomisini boğulmaktan kurtarmak(!) için önerdikleri ve Menderes hükümetince kabul edilip uygulamaya koymak zorunda kaldığı istikrar paketi özetle şunları içeriyordu: • 1ABD$= 2.80 TL. den 1ABD$=9 TL. ye düşürülecek.
•Para arzı sıkı kontrol altına alınacak, krediler daraltılacak.
•İç piyasada KİT ürünlerinin fiyatları yükseltilecek, iç talep daraltılacak.
•İthalat rejimi yeniden düzenlenecek.
•İhracatı hızlandırmak için farklı (ucuz) kur sistemi uygulanacak.
•Harcamalar azaltılacak.
•Verilen yardımlarda verimli ve kısa vadeli projelere önem verilecek.
•Türkiye (IMF‘nin öngördüğü haliyle) planlı kalkınma dönemine girecek.
Bu tedbirlerin alınması karşılığında 400 milyon dolarlık borç yeniden yapılandırılacak ve ayrıca OECD’den 359 milyon dolar sağlanacaktı.
Burada bir parantez açarak, devalüasyon nedir ve neden bu kadar ısrarla üzerinde durulmaktadır, açıklamak istiyorum.
Devalüasyon, yerli para biriminin yabancı para birimi karşısında değerinin düşürülmesidir. Bu durum yabancı ülkeye fayda, yerli ülkeye zarar sağlar.
Kaba bir örnekle anlatmam daha açıklayıcı olacak.
Diyelim ki, devalüasyondan önce 1 ABD$ = 1 TL, devalüasyondan sonra 1 ABD$ = 2 TL olsun. Bir Amerikalı, doları cebine koyup devalüasyondan önce Türkiye’ye geldiğinde
1$ verip on yumurta alıyorsa, devalüasyondan sonra Türkiye’ye geldiğinde 1$ verip
20 yumurta alacaktır. Başka bir deyişle, bir Türk devalüasyondan önce1$ kazanabilmek için on yumurta satması gerekirken, devalüasyondan sonra 1$ kazanabilmek için daha fazla üretim yaparak yirmi yumurta satması gerekecektir.
Merkez ülkelerin, çevre ülkelerdeki ham madde ve ürünlerini kendi ülkelerine aktarmada kullandıkları bir sömürü oracı olan bu durum, parayı elinde tutan için avantaj sağlamaktadır. Çünkü aynı parayla daha fazla mal almasını sağlamaktadır.
İşte bunun içindir ki, ekonomi her dar boğaza girdiğinde kredi musluklarını elinde tutanlar, krediyi vermeden önce devalüasyon yapılmasını şart koşarlar.
Türkiye istikrar tedbirlerini yürürlüğe koymuştu. Ancak Menderes Hükümeti ABD ve OECD tarafından taahhüt edilen dış yardımları kullanamıyordu. Yapılan yardımları zaten yetersiz bulan Menderes, yardım arayışlarını başka ülkeler nezdinde de sürdürürken, Amerikan yardımlarını kontrol altında tutan Ankara’daki “Yardım Heyeti” (AID), kamu sanayi yatırımlarına yönelik kaynak tahsisine izin vermiyordu.
Bu sebeple Başbakan Adnan Menderes ile AID Heyetinin başkanı arasındaki sürtüşmeler en üst seviyeye çıkmıştı ve anlaşmazlık Mart 1959 tarihinde Başbakan Menderes’in AID Heyet Başkanını odasından kovması ve Türkiye’yi terk etmesini istemesi ile sonuçlanmıştı.
1959 yılı içinde Türkiye’ye yapılacak yardımların yavaşlaması ve de yetersiz kalması karşısında Almanya ile görüşmeler yapılmış ancak, Almanya başbakanından “Türkiye’nin hızla sanayileşmesine gerek olmadığı, arzu edildiği takdirde geliştirilecek tarımsal yatırımlara Almanya’nın da ortak olabileceği” yanıtı alınmıştır.
Bunun üzerine Menderes Doğuavrupa ülkeleriyle takas usulüyle ikili ticaret anlaşmaları yapmış, ekonomik konularda görüşmelerde bulunmak ve Seydişehir’de kurmayı planladıkları Alüminyum Fabrikası ile İskenderun’da kurmayı düşündükleri Demir-Çelik Fabrikaları için kredi sağlamak üzere 1960 yılının Haziran ayında Sovyetler Birliği’ne gitmeyi kararlaştırmıştır.
Türkiye’nin bu olumsuz ekonomik koşullar altında ezilmesinin yanında, ülkede siyasi gerginlik de yükselmiş, Menderesin “ Ben orduyu yedek subaylarla bile idare ederim”, üniversite öğretim görevlerine “ Kara cübbeliler” gibi söz ve yakıştırmaları da işin tuzu biberi olmuş ve ordu içinde Atatürkçü bir manifesto etrafında toplanarak ihtilal hazırlıkları yapan genç subaylar, İhtilal liderliğine Org. Cemal Gürsel’i getirerek 27 Mayıs 1960 günü sabahın erken saatlerinde gür sesli bir albayın Ankara Radyosundan yaptığı şu duyuru ile; "Aziz Vatandaşlar,
Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekâta Silahlı Kuvvetlerimiz; partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında, en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.
Girişilmiş olan bu teşebbüs, hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz, hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavüzkâr bir fiile müsaade etmeyeceği gibi, edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş; kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı milletin, aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri, ıstıraplarımızın dinmesi ve milli varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir.
Kabineye mensup şahsiyetlerin, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sığınmalarını rica ederiz. Şahsi emniyetleri kanunun teminatı altındadır.
Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz, Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve insan hakları prensiplerine tamamen riayettir. Büyük Atatürk’ün ’Yurtta sulh, cihanda sulh’ prensibi bayrağımızdır.
Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. Düşüncemiz ’Yurtta sulh, cihanda sulh’tur."
Milletimizin bir zarara uğramayacağı delaletinde sabır ve ihkamla tebessür etmeleri beklentilerimiz arasındadır”
(Not: Delâlet: delil, kanıt, işaret. İhkamla tebessür: saygıyla beklemek)
Menderes ve Hükümetini devirerek Ülke idaresine el koymuşlardır.
27 Mayıs 1960 günü, Başında Cemal Gürsel’in olduğu bir askeri hükümet kurulmuş ve bu hükümet( üç defa hükümet kurmuşlardır) Türkiye’yi 20 Kasım 1961 tarihine kadar idare etmiştir. 20 Kasım 1961 tarihte iktidarı, 15 Ekim 1961 tarihinde yapılan genel seçimlerde meclise giren milletvekilleri ile CHP ve AP partilerinin koalisyonu olarak kurulan, başında Mustafa İsmet İNÖNÜ’nün bulunduğu hükümete devretmişlerdir.
Askeri yönetimin ilk icraatlarından birisi, bozulan ekonomiyi düzeltmek üzere IMF’de görevli Kemal KURDAŞ’ı çağırarak Türk ekonomisini kendisine teslim etmek olmuştur.
Kemal KURDAŞ,1956 yılında Hazine Genel Müdürü iken, IMF’nin istek ve dayatmaları doğrultusunda, istikrar tedbirlerini 1956 yılı bütçesine koymak isteyen ancak Menderes’in bu isteği reddetmesi üzerine Hazine Müdürlüğünden istifa ederek ayrılan ve IMF’de uzman olarak göreve başlayan bir şahsiyettir.
…………………………………………
Mustafa Kemal KURDAŞ
(D: 1920 – Ö: 19 Nisan 2011)
Eski Maliye Bakanı, ODTÜ eski Rektörü ve yazar.
1920’de Bursa’da doğdu. Balıkesir Lisesinden sonra, 1943 yılında Siyasal Bilgiler Okulu’ndan mezun oldu. 14.03.1944 tarihinde Maliye Bakanlığı’nda Maliye Müfettiş Yardımcısı olarak göreve başladı, 1947 yılında Maliye Müfettişi oldu. 1951 yılında Maliye Müfettişi olarak İngiltere’de bir yıl süreyle geçici görevde bulundu. 27.08.1953 tarihinde Maliye Bakanlığı Hazine Genel Müdür Yardımcılığı görevine atandı. 1956’da IMF’de çalışmaya başlayan Kurdaş, Türkiye’deki ekonomik durumu düzeltmek amacıyla 1960’da Maliye Bakanı olarak ülkeye geri döndü ve Kurucu Meclis Bakanlar Kurulu Üyeliği (6 Ocak 1961 - 25 Ekim 1961) yaptı
(Özgeçmiş internetten alınmıştır)
…………………………………………
Mustafa Kemal KURDAŞ’ın Maliye Bakanı olduğu dönemde 4 ağustos 1958’de alınmış ancak uygulanamamış olan tüm IMF istekleri yerine getirilmiştir. Türkiye, tarihinde ilk defa IMF ile stand-by ( niyet mektubu) anlaşması yapmış, bir yıllık bir geçiş dönemi IMF ve OECD’den alınan kredilerle geçirmiş ve sonrasında 1958’de IMF tarafından tavsiye edilen “Planlı Kalkınma Dönemi”ne geçerek ekonomisini, askerler eliyle, rayına oturtmuştur!
1960 Darbesi sonunda; •237 General ile 3500 üst rütbeli subay (değişik kaynaklar 5000’e yakın sayılar vermektedir) ordudan tasfiye edilmiş,
•1402 Öğretim Görevlisinin üniversitelerle ilişiği kesilmiş,
•500’e yakın yargıç görevden uzaklaştırılmıştır.
Ayrıca; •İhtilalın planlayıcıları arasında buluna 14’ler diye anılan grup tasfiye edilmiş,
•Yapılan darbenin Atatürkçü çizgiden uzaklaştığını düşünen Talat Aydemir ve arkadaşlarının darbecilere karşı yaptığı 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 darbe girişimleri başarısız olmuş,
•Darbe girişimine katılan 1963 ve 1964 yılı Kara Harp Okulu mezunu olmaları gereken Harbiyelilerin tamamının okuldan ilişikleri kesilmiş, darbenin lideri Talat AYDEMİR Ve Fethi GÜRCAN idam edilmişlerdir.
IMF dayatmalarına direnen siyasilere karşı yapılan darbe sonunda IMF’nin istekleri, darbeciler eliyle gerçekleştirilmiş, Ordu kendisine verilen görevi yerine getirerek(!) rotasından sapan Türkiye’yi Dünya egemenlerinin çizdiği rotaya yeniden oturtmuştur.
Atatürkçü manifesto ile işe başlayanların, “Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sağdığız. NATO ve CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız” diye bildiri sunanların, kime bağlı oldukları böylece anlaşılmıştır sanıyorum.
Bir sonraki yazıda 12 Mart 1971 Muhtırası’nın verilmesini hazırlayan şartları ve muhtıra sonrası gelişmeleri inceleyeceğim.
Bekir GÜÇLÜER
YORUMLAR
" IMF dayatmalarına direnen siyasilere karşı yapılan darbe sonunda IMF’nin istekleri, darbeciler eliyle gerçekleştirilmiş, Ordu kendisine verilen görevi yerine getirerek(!) rotasından sapan Türkiye’yi Dünya egemenlerinin çizdiği rotaya yeniden oturtmuştur. "
Sayın GÜÇLÜER yukarı aldığım bölüm mükemmel bir özet.
Bu bölüm için başka söze gerek yok.
Tebrik eder sevgiler, saygılar sunarım.
bekir güçlüer
Ziyaretiniz ve kıymetli yorumunuz için teşekkür ederim.
Meslek gereği yine onikiden vurdunuz.
Selam ve saygılarımı sunarım.
Evimizde Ak devrin başlığıyla büyükçe bir kitap vardı. Bu devrimi yapanlarım büyük büyük fotoğraflarıyla, öğrenci çatışmalarının fotoğrafları vardı.
Yazınızı okuyunca sorguladım. Gerçekten Ak bir devrim miydi? Ya da sonra mı sapıldı bu düşünceden. Natoya bağlılıkla Atatürk ilkeleri ve devrimleri uygulanabilir mi?
tebrikler, aeğerli çalışmanıza,
selâm ve saygılar..
bekir güçlüer
Ziyaretiniz ve değerli yorumunuz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
İnceledikçe görüyoruz ki dillerde olanla yapılanlar farklı.
4. bölümü de, bu bölümü de zevkle okudum, "yaşayıpta gördüğümüz ve de unuttuğumuz yine ne kadar çok şey varmış" dedim; kendi kendime. Tüm yaşadıklarımızı geçekten çok güzel ve belagatla aktarmışsınız, sayfalara. Hepsini yazıcımdan çıkartıp dosyalıyorum. Geleceğimizi görmemeizi sağlayacak, düzgün ve düzeyli olmamızı da.
Esas kapsamlı yorumu "Eğer bir kitap değilse bu değerli çalışmalarınız" edebi makalelerinizin tamamlanmasından sonra yazacağım.
Taktir ve tebriklerimle kutlayıp selamlıyorum değerli yurtsever aydın kardeşim sayın Bekir bey sizi.
Kemal Polat
bekir güçlüer
Ziyaretiniz, yazılarıma gösterdiğiniz ilgi ve değerli yorumlarınız için teşekkür ederim.
Bu yazı dizisi bir kitap değil, sadece bugün düşündüklerimi, dün yaşananlarla birleştirerek bir sentez yapmaya çalışıyorum. Atatürkçü düşünceden uzaklaşmamımızın ülkemizi ne gibi olumsuzluklara ittiğini anlamaya/anlatmaya çalışıyorum.
Olumlu ya da olumsuz eleştirilerinizi bekleyeceğim.
Selam ve Saygılarımı sunarım