- 659 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sen ve Ben Birde Aska Dair Iltimal
Sen ve Ben, Birde Aşka Dair İhtimal
Yürüyoruz üç ay onyedi gün önce tanıştığım ve yakından tanımak istediğim , yakından tanımak isteyen seninle.
Hava sıcak. Çukurovanın güneşi tepsi gibi tememizde, yakıyor toprağı, kavuruyor, boz toza dönüştürüyor kerpiçleri. Yanımızdan, yönümüzden gelip giden arabalar ortalığı toz dumana çeviriyor. Kalkan tozlar gelip yapısıyor terli ve nemli tenlerimize. Çamurlaşıyor kısa süre sonra tenlerimiz.
Yürünmez bu havalarda sokaklarda, yürünmüyorda. Seyhan nehrinin kıyısına inmeli; Eski barajdan yeni baraja doğru yürümeli. Suyun serinliğini duyumsamalı, söğüt ağaçlarının koyu gölgeliğinde uzanmalı, öyle sohbet etmeli, tanımalı, tanışmalı; varolan hoşlanmayı değil, aşka dair ihtimalleri çoğaltmalı.
Öylede yapıyoruz, Seyhnaın kıyısına inelim, barajın serinliğinden nasiplenelim önerime dünden hazırmışın gibi içten bir “evet “diyorsun.
Çeviriyoruz yönümüzü Eski baraja. Konuşuyoruz yol boyunca, sen anlatıyorsun ben dinliyorum, ben dinliyorum sen anlatıyorsun. Nede çok anlatacakların varmış, nede çok dinleyesim varmış seni. Gülüyoruz aynı anlarda. Kederleniyorum kimi yerlerde seninle birlikte. Saklamadan, gizlemeden döküyorsun kendini bana, seriyorsun içindekileri ak çarşaf gibi önüme, ben buyum dercesine.
Yaklaşıyoruz eski baraja. Çağlayan gazinosunun önünden aşağıya inerken suyun sesi ikimizin kulaklarına doluyor. Bağlar karakolunun önünden geçen kanalın üzerinden geçip sıtma ağaçlarının altında yürüyoruz. Sıra sıra tablacılar. Kimi balık ekmek, kimi sucuk ekmek, kimi bicibici, kimi dondorma, kimi şalgam ve limonata satıyor. Balık kokuları, sucuk kokuları burnumuza akıyor. Sucuğun kokusu açlığızı anımsatıyor. Sarı yağ lekeli beyaz önlüklü ustaya birer sucuk ekmek diyoruz. Somun ekmegın arasına çeküyor sucukları, katıyor soğan salatasını. Nede çok açmışız. Yandakı tablacıdan şalgamlarımızda gelünce nede güzel akıyor bogazlarımızdan. Doydukça neşeleniyoruz. Acılı şalgamın son yudumunu aldıktan sonra bardakdaki kırmızı havucu kıtır kıtır yiyoruz; dudakalrımız morlaşıyor şalgamdan.Kalkıyoruz, köprüye çıkıyor şelaleye bakıyoruz. Köpük köpük akıyor su. Su tanecikleri saçımızı, tenimizi nemlendiriyor. Aynı anda içimizden birbirimize hiç duyurmadan, hissettirmeden “su, sen ne muhteşemşeysin” diyoruz.
Yürümeye devam diyor ayaklarımız bu güzellikleri kaçırmadan yaşamamız için; asilik nedir hiç bilmeden iki köle gibi derin bir iteatle uyuyoruz ayaklarımızın bu isteğine.
Numune hastanesinin ardındaki kayalıkların altındaki yoldan Dilberler sekisinden ilerliyoruz yeni baraja doğru. Seyhan nede nazlı nede edalı akıyor, süzülüyor adeta bakire bir gelin gibi; içe dönük ve gizemli. Senin saçlarına benzetiyorum Seyhanın akışını. Sonra Sen, içinde Torslar, Börtüböcekler, Gökyüzü, Çukurova, Güneş, umut, özlem, sevda ve en çokta mavi olan şiirler okuyorsun Dilberlersekisinde yürürken
Asmalı köprüye geliyoruz. Bu havada kalabalık olur baraj diye düşünürken, tenha ve ıssız bir baraj buluyoruz. Tek tük geçenler dışında bir sen bir ben varız. Adana bizim için anlaşmış, çekilmişlerdi hanelerine. Belliki başbaşa kalmamız istenmiş. Uzanıyoruz geniş dallı, iğne yapraklı yeşil bir çam ağacının gölgeliğine.
İşte cennet burası diyoruz içimizden aynı anda, mırıldanmadan. Ben sol yanıma dönüyorum, sen sağ yanına yanına; sol kolumu başıma destek, sağ kolunu başına destek yapıyorsun. Yüzün ben de, yüzüm sen de. Sorular başlıyor. Sen soruyorsun ben yanıtlıyorum, ben yanıtladıkça yeni sorular türetiyorsun.
Sonra konuşmamızın bir yerinde yanıtlamamı bıçak gibi keserek sert ve kesin bir edayla “ben aşkta sadakat ararım, sadakat yoksa aşk yoktur” diyorsun.
Ahhh sadakat diyorum sessizce, sensiz olmuyor mu aşk, sensiz de yaşanamaz mı aşk?
Yaşadıklarından, yaşanan kimi acı deneyimlerden yola çıkarak hak vermem gerekiyor sana ve seninle benzer şezleri yaşayanlara, lakin veremiyorum, kutsayamıyorum yanlışlarınızı.
Aşkta sadakat arama, aşkta sadakat aramayın diyorum, ama dinletemiyorum, beni değil kendi doğrularınızı dinliyorsunuz, benden duymak istediklerinizi duyuyorsunuz.
Birde beni, birde duymak istemediğinizi duysanız, içinizde fırtınalarda kopsa, altüstte olsanız da bir dinleseniz, Seyhan gibi berrak, Seyhan gibi edalı, Seyhan gibi neşeli, mutlu akacaksınız.
Aşk sadakata, sadakatta aşka düşmandır, birlikte varolamazlar, yanyana yürüyemezler, bunu anlasan artık diyorum.
Sadakat koşulsuz köleliktir, sahibine tartışmasız ve ebedi bir bağlılıktır, yoktur alternatifi, ötesi hiç yoktur. Kendini, duygunu, düşünceni karşılıksız vermektir Sahip ve köle arasındaki ilişkide aramayacaksın kendini, çünkü yoksun sadakatta kendin. Güvensiz kişilerin ve güç isteyenlerin aradığı şeydir sadakat.
Aşk özgürlüktür, özgürleşmenin yeridir. Köle sahip ilişkisinde ölür aşk. İki ayrı elma olacaksın, özne olacaksın, sen olacaksın.
Kalkıyorsun hiddetle yerinden, bende doğruluyorum. Az önceki aşkı çoğaltmaya yakın bakışları göremiyorum gözlerinde. Öfke var kızgınlık var şimdi:
Sen de aldatmaya yakın duruyorsun, sen de güvenilmezsin diyorsun, yürümeye yeltenirken aşk sadakattir diyerek gidiyorsun ardına hiç bakmadan.
Kaçıyorsun, ama bilmiyorsun kaçarken yüreğine beni bir pıtırak gibi yapıştırdığını; ve aşktan kaşılamayacağını, kaçtıkça aşka, kaçtıkça bana yakalanacağını...
Ayaklarımı dizimden kırıp içime doğru çekiyorum Mersin cezaevinin tuvaletinin pencere pervazında oturur gibi tortop ediyorum kendimi. Akdenize, Limana, E-5 karayolundan gelip giden araçlara bakar gibi bakıyorum ardından, görüşmecisini bekleyen müebbetlik mahkum gibi. Bir gemi uzaklaşıyor Limandan. Öteki Limana sağsağlim varmanin dileğiyle düdüğünü neşeli neşeli öttürürken kaptan gemisinde kaçak bir yolcu taşıdığından habersizdi.
Aşk yine kazandı, sen kaçamadın, aşk hep kazanacak diyerek koğuşuma geçiyor, uzanıyorum ranzama...
Muhittin Çoban
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.