- 1340 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları çıktı…
Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları çıktı…
Oğuzan Uzun, Mehmet Temiz ve Halil İbrahim Özdemir Beylerce hazırlanıp, Kahramanmaraş Belediyesi’nin kültür hizmetleri kervanına katılan Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları isimli eser, büyük boy ve dört cilt halinde yayımlandı.
İç tasarımından baskı ve kapağına varıncaya kadar her noktasının profesyonelce çalışıldığı belli olan eser için, kalitenin yakalanması yolunda gerekli harcamadan kaçınılmadığı da ilk bakışta anlaşılmaktadır.
Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları’nın I. cildi Andırın, II. cildi Andırın-Göksun, III. cildi Afşin-Zamantı, IV. cildi ise Elbistan Ağıtları’ndan oluşmaktadır.
Bu kıymetli eserin Elbistan Ağıtları’na ayırılan IV. cildi, 2011 yılında Ömer Hakan Özalp’la birlikte çıkardığımız iki ciltlik Elbistan Ağıtları Her Gözyaşı Aynı Renk isimli çalışmamız esas alınarak hazırlanmıştır. Bir eserimizin bu şekilde, yeni bir eserin ortaya çıkmasına vesile olması ve bir anlamda amacına ulaşması bizleri ziyadesiyle memnun etmiştir.
Sayın Ö. Hakan Özalp’la birlikte, Elbistan adına bulduğumuz ve –az da olsa– ağıt niteliği taşıdığını düşündüğümüz her şiiri derlememize alırken biliyorduk ki, bu eserimiz, başka çalışmalara kaynaklık etmenin yanı sıra bu hususta çalışma yapacakların ellerini de güçlendirecekti. Nasıl ki; dünyanın en iyi aşçısına, yeterli malzeme olmaksızın güzel ve lezzetli yemekler yaptıramazsanız, konusunda en uzman araştırmacıyı da getirseniz, malzemeniz yoksa bir netice alamazsınız. Anlayacağınız, her işte, mutfak, zannedildiğinden daha önemlidir.
Bizi bu konuda acımasızca eleştirenlerin yanı sıra, yaptığımız çalışmayı gereksiz bulanlara dahi rastlamıştık. Ama biz, yaptığımız işin gerekliliğine inandığımızdan, bunların hiçbirisine aldırış etmeden ve cevap yetiştirme çabası içerisine girmeden, Ziya Paşa’nın Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde özlü sözünden yola çıkarak, dalgalarla ve koparılan fırtınalarla ilgilenmek yerine gemiyi limana sağ salim ulaştırmaya çalışıyorduk.
Temennimiz;
Elbistan’ımızın da laf üretme yerine iş yapma seviyesine ulaşması;
Ve, medeni ilişkilerde; rahmetli Seyyit Ahmet Kutuzman’ın,
Bura Elbistan’dır, yan yan bakarlar
Nazardan korkanlar kaçamaz burda
Çabucak bir güzel kuyruk takarlar
Kimse cevherini saçamaz burda
kıtasında ifade ettiği anlayışı bırakarak, birşeyler üretmeye çalışanların önünü almaya ve üretilen değerleri yok saymaya çalışmak yerine her alanda emeğe saygı ve üretimi takdir etme düzeyine erişmesidir.
Unutmamalıyız ki, dün olduğu gibi bugün de, yarın da sevgili Elbistan’ımızın önünü tıkayacak olanlar da, açacak olanlar da bizleriz. Son zamanlarda, bazı Elbistanlılardan işittiğimiz, memleketimizin yetiştirdiği önemli değerlerden Mükrimin Halil Yinanç’a yönelik olumsuz ve yıpratıcı sözler de bunun göstergesidir.
Nitekim, Elbistan’daki bu havayı bir bakışta anlayan, Maraşlı gazeteci-yazar Mustafa Zülkadiroğlu, 1972’lerde şunları söylemekteydi:
“Yapmayın; tarih boyunca savaş meydanı olmuş, cumhuriyet devrinde de üvey evlat muamelesi görmüş şu zavallı Elbistan’ın tanıtılması yolunda gayret sarfedenlere mani olmaya kalkışmayın. Merhum Mehmet Sağ’ı (Ferâhî), merhum Ahmet Çıtak’ı mahvettiğiniz gibi Mükrimin Halil’i de mahvetmeye kalkışmayın!.. (…) Yazık, yazık ey efendi, beyler! Her yönüyle ve bilhassa tabii kaynaklarıyla dünyaca ün yapması gereken o güzelim Elbistan için bir Ferâhî’yi, bir Çıtak’ı ve biricik Mükrimin Halil’i kıskanmayın! Bu kıskançlık eser sahiplerinin şahs-ı maneviyelerinin şeref ve haysiyeti için değildir. Bu kıskançlıklar, doğrudan doğruya bir nevi menfaat kıskançlığıdır. Ve bu arada da, kurunun zâyına zavallı Elbistan yakılıyor. Çok, hem de çok, çok ayıp… Elbistan heder olacak bir ilçe değildir; Zülkadiroğulları’na 200 yıla yakın başkentlik yapmış olan Elbistan şimdi ilçe, daha dünkü ilçeler de il… Herkes kendi köyünü ilçe, ilçesini il yapmaya çalışırken, Elbistan da geriye doğru giderek ‘köy’ mü yapılmak isteniyor yoksa?..” (Ömer Hakan Özalp, Tarihe Adanmış Bir Ömür: Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, s. 484, ELMÜHAY Vakfı Yayınları, İstanbul, 2012)
Emektar öğretmenlerimizden, merhum Cemal Özen de 1965’te bu hususta –bugün de hiçbir şeyin değişmediğini gösteren– şu satırları yazmaktaydı:
“Kahve ve klüplerimizde yeri geldikçe övünür ve böbürleniriz; Elbistan halkı münevverdir, zekidir, çalışkandır diye. Hani nerede bu özel vasıflar? (…) Her kahve ve her toplantı yeri dedikodu pazarı…. Çekiştirmeler, uzatıp kısaltmalar hep burada… Herkes; haklı veya haksız olsun, birbirinin ardından kayalar kadar laflar yuvarlamakta, kalp kırıp gönül incitmektedir. (…) Elbistan münevver kişilerle doluymuş, Elbistan’ın her evinde bir lise, bir üniversite mezunu varmış. Gömülü altınlardan fayda sağlanamadığı gibi, kemiyet çokmuş, keyfiyet olmadıktan sonra…” (Tarihe Adanmış Bir Ömür: Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, s. 185, 186, 188,
Bu arada; kendilerinden hiçbir ihsan beklemediğimiz halde gölgelerini üzerimizden eksik etmeyenlerle, “emeği takdir etme ve hayırlı olmasını dileme” gibi en basit bir medeniyet kuralına dahi riayet etmemekle birlikte, akıldanelik yapmayı kendilerine hak görenlerden ve eleştiri adına sövgü ve yergiler döşenenlerden isteğimiz;
Hazır, malzeme de ellerinin altındayken, bu işin nasıl yapılacağını küçük bir eserle de olsa bizlere göstermeleri ve kültür dünyamızı böylesi önemli bir yol göstericiden mahrum bırakmamalarıdır.
Dostum Ömer Hakan’ın, sözkonusu çalışmamızın önsözünde belirttiği üzere;
“Umumi ıstıraplarımıza, ictimai yaralarımıza vurulmuş bir neşterdir;
Ağıtlarımız;
Kayıpları unutmamanın, ölüleri diri tutmanın yoludur; vefa örneğidir...
Tüm acı ve dertleri tecessüm ettiren bir çığlıktır, haykırıştır...
Acıları unutma, hafifletme aracıdır bazan...
Bir destek arayışıdır, acılı insanlar için...
Geçmişlerimizi hayırla yâdetmenin, yaşayanlara karşı görevlerin hakkıyla yerine getirilmesinin vesilesidir...
Toplumun sıkıntılarını; eğilim, yönelim ve ilgi alanlarını aksettiren bir aynadır...
İyilikle kötülüğün, güzellikle çirkinliğin ayırımıdır...
Ma‘şerî vicdanda iz bırakmış olay ve şahısların efkar-ı umumiyede yaşamasıdır/yaşatılmasıdır...
Tarihe düşülen kayıttır...
Dilin, kültürün tesbitidir...
Sessiz feryadıdır toplumların...
Dostluğu, dayanışmayı, kardeşliği pekiştiren, perçinleyen bir bağdır...
Dertleriyle dertlenmektir hem-cinslerimizin...
Sonunda ummana dönüşen sımsıcak, içten gözyaşıdır...
Mazlumların sesi, zalimlere-zulme lanettir...
Ferdî ve ictimai dertlerimizin hece hece, mısra mısra satırlara dökülmesi; gergef misali nakış nakış işlenmesidir...
Yürek yangınını söndüren bir esintidir...
Sevgi paylaşımıdır...
Hayatı anlamlı kılma gayretidir kısacası...
Asırlardır acı ve sıkıntılarla boğuşagelmiş; zengin tarihi, kültürü, dili, folkloru, geleneği ile insanlarının duygu yoğunluklu yaşadığı, şiir koklanıp şiir solunan bir çevrede, Elbistan’ımızda, beşerî hisleri en kesif şekilde harekete geçiren bu olgular karşısında türün güzel örnekleri verilmiştir.”
Ömer Hakan, sözlerinin devamında, ölüm için şunları söylemekteydi:
“Her faninin tadacağı;
Peygamberleri, cihangirleri... dahi çaresiz bırakan; insanoğluna acziyetini itiraf ettiren, dünya hayatında karşılaşılan en ağır olgudur;
Hasret, elem, hüzün, korku, nedamet, kaygı gibi karışık ve karmaşık hislerin harmanlandığı; bilinmezlikleri ve gizemiyle, uyandırdığı ürperti ve korkuyla beşerî duyguların en yoğun şekilde yaşandığı bir vakıadır.”
Ağıt derlemenin güçlüğü, derleme yapılan kişilerin fazla yaşlı olmasından kaynaklanmıyor; hakkında ağıt yakılan olayların, fazla hatırlanmak istenilmeyen şeyler olmasından ileri geliyordu. Derlemenin güçlüğü bununla da sınırlı değildi tabii ki; insanların mahremi konumunda olan birtakım şeylerin fâş edilmesi esnasında uygun bir dil kullanmak da gerekiyordu.
Coğrafyada ne çok şeyin kaybolduğunu, ağıt peşinde koşarken daha iyi müşahede etmiştim. Az daha geç kalınsa daha nelerin kaybolacağı, derlememiz henüz yayımlanmadan bazı kaynak kişilerin vefatı üzerine daha iyi anlaşılmıştı. Yaptığımız bu iki ciltlik –ki üçüncü cilt için de gerekli malzeme hazırdır– çalışma, tüm zorlukları aşarak ne denli kıymetli bir malzemeyi bir araya getirdiğimizi göstermektedir.
“Kahramanmaraş Anadolu’nun en eski şehirlerinden biridir. Tarihî geçmişine bakıldığında birçok kültür ve medeniyete beşiklik etmiş ve tarih sahnesinde birçok olaya sahne olmuştur. Asırlar boyu süren geçmişinde kazandığı kıymetler ve sahip olduğu tabii zenginliklerle bir şehir ruhu kazanmıştır. Milletleri ayakta tutan ve sonsuza dek yaşamasını sağlayan en önemli ögeler, kültür değerleridir. Bize düşen en büyük görev de kültür değerlerimizin yaşatılması, geleceğe aktarılmasıdır” diyerek, bize, emeğimizin boşa gitmediğini hissettiren Kahramanmaraş belediye başkanı Mustafa Poyraz Bey başta olmak üzere Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları’na katkı yapan herkese çok teşekkür ediyorum.
iletişim adresi
Kahramanmaraş Belediyesi
Basın Yayın ve Halkla ilişkiler Müdürlüğü
tel: (0344) 228 46 00
YORUMLAR
Gözükara'm,Sevgili Kardeşim! K.Maraş'ta 13 yıl çalıştım.Yarı "K.Maraşlı" sayılırım.K.Maraş'ta Doğuş,İstiklal,Aksu,K.Maraş'ın Sesi,Bu Gün gibi gazetelerde yazdım.K.Maraş Ekspres'te Muhsin Toprak adıyla yazı ve yorumlarım yer aldı.Hani derler ya:"Ne gariptir şu Maraş'a,gelen ağlar giden ağlar."diye. Şimdi Maraş'tan ayrıyım.Ama Maraşlı Şeyhoğlu gibi bir yanım Maraş'ta kaldı."K.Maraş Yöresi Ağıtları"nın yayınlanmasına çok sevindim.Kitapları görüp incelemek ve düşüncelerimi yazmak isterim.Elbistan Ağıtları'nı da merak ediyorum.Mehmet Göçer'in "Un Sandığı"nda bu ağıtlardan var mı ki acep? Elbistan'ın Sesi'ne selam olsun.Sizi kutluyorum.Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.Selam ve saygıyla...
Gözükaram
adresinden ulaşıp okuya bilirsiniz...
Bu güzel dilek ve temenniler için çok teşekkür ederim.
Selam sevgi ve muhabbetle Kalınız Mustafa bey...