- 1640 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA
ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA
Dünyanın çivisinin çıktığı muhakkak, fakat çivisi çıkan dünyanın insanlar için ne sürprizler yaptığını daha öğrenmiş değiliz. Aslında “çivisi çıkmış” değimi ile anlatılmak istenenlerin tamamını bütün insanlar anlamaktadır.
Bu tabiri kullanan insanı incelediğimizde, dünyanın hangi tarafından çivisinin çıktığını daha iyi anlarız. Dünyanın bazı taraflarından çıkan çivilerin bazılarına iyi geldiği aşikârdır. Bence çivi dünyanın hangi tarafından çıkarsa çıksın bir dengesizlik ve eksiklik vereceği, insanların düzenini bozacağı aşikârdır.
Son zamanlarda aynı adla yayınlanan ve iyi satan bir kitap var. Kendisi aslen Lübnan’ lı olup Avrupa da oturan yazar Amin MAALOUF. Kitabının adı da “Çivisi Çıkmış Dünya”.
Bu ünlü yazar daha önceki eserlerini benim bildiğim ve okuduğum kadarıyla roman türünde veriyordu. Güzel ve heyecanlı romanları var. Şimdi de türünü değiştirip “deneme” türünde bir eser yazmış. Eseri güzel, akıcı ve bizim bildiğimiz veya bilemediğimiz Ortadoğu’da oynanan oyunları kendi penceresinden güzelce anlatmış. Gerçektende güzel anlatmış. Ama bana göre bazı yerlerde üzerine farz olmayan konuları da değinmiş. Elbette yazarın fikir özgürlüğü var. Yazabilir ama o zaman bize de yanlış gördüğümüz bölümler hakkında söz söyleme hakkı doğuyor.
Yazar kitabında demiş ki:
-“Komünizm sadece mücadele ettiği güçler tarafından yenilgiye uğratılsaydı, yeraltında varlığını sürdürür, ardından da güçlü, laik bir inanç olarak bütün dünyaya yayılırdı. Ama tabii ki, öyle olmadı. “Sınıf düşmanları” tarafından yenilgiye uğratılmadan önce de, zaten büyük ölçüde gözden düşmüştü. Sanata yaklaşımı çok baskıcı bir hal almıştı, düşünce özgürlüğü anlayışı Engizisyon dönemi anlayışını andırıyordu, iktidar uygulaması da başa geçtiklerinde tahtı kaybetme korkusuyla erkek kardeşlerini ve yeğenlerini kılıçtan geçiren Osmanlı padişahlarını akla getiriyordu.”(Çivisi Çıkmış Dünya syf.124)
Yazarın komünizm özlemi olabilir. Komünizmi de iyi incelemiş olabilir. Ama incelerken saydıklarını bakarken devenin: Nerem doğru ki? Sözünü hatırlamamak imkânsız. Ancak Osmanlı devleti gibi bir devleti: Dünyaya nizam ve intizam verme Allahın emir ve yasaklarını dünyada hâkim kılma, kardeşlik, adalet ve hoşgörü abidesiyle kıyaslamasının ve değerlendirmesinin bir tek sebebi olabilir.
Bilindiği üzere yazarımız aslen Lübnanlıdır. Ne kadar Avrupa’da otursa da eskiye dayanan bir husumetin olacağı göze çarpmaktadır. Zaten onlar yüzyıllardan dolayı Osmanlı hakkındaki düşüncelerini millileştiremediler. Hep haçlı gözüyle baktılar. Daha ilerideki sayfalardaki eleştiri veya örneklere baktığımızda yıllarca romanlarında tam belli edemediği kin, nefret veya sevgilerini nasıl ortaya çıkardığını göreceğiz.
Onun Rus Komünizmi ile karşılaştırmak için eleştirdiği yasayı çıkaran Fatih Sultan Mehmet’e şimdi başta yazar olmak üzere bütün dünya hayran ve muhtaçtır. Dolayısıyla Osmanlı’nın bıraktığı topraklardaki kan, gözyaşı ve siyasi istikrarsızlığı bilen ve gören ve belki bunun için memleketinde oturmayan yazar ve tüm Ortadoğu halkı Fatih’e kurbandır.
Osmanlı Devletinin hüküm sürdüğü yaklaşık dört yüz yıl ile sonrasının dünyasını karşılaştırma gücü ve bilgisine sahip olan, yazara sesleniyorum!
—Hadi! Bir eserde o konuda yaz.
Ama mesele “üzüm yemek değil, bağcı dövmekse” o zaman söylenecek söz yoktur.
-“Genelde André Malraux’ya mal edilen, ama büyük olasılıkla kendisinin ağzından çıkmamış olan bir cümleye göre, 21.yüzyıl “ya dindar olacak, ya da (var) olmayacaktır. Sondaki “ya da olmayacaktır” sözünün, çağdaş yaşamın labirentinde ruhsal bir pusula olmadan yönün bulunamayacağı anlamını taşıdığını düşünüyorum.
Bu yüzyıl daha genç, ama daha şimdiden insanların bu yüzyılda dinle yollarını yitirebilecekleri biliniyor, tıpkı onsuz da yollarını yitirebilecekleri gibi.” (a.e.140–141)
Şimdi bu açıklamaları okuyan birisinin ne düşüneceğini bilemiyorum. Aynı pencereden bakanlar belki aynen katılıyorum diyeceklerdir. Fakat şimdi burada yazar:
—Başkasının sözündeki dine muhtaçlığı kabullenmediğini ve aynı zamanda insanların dinle yollarını yitirebileceklerini yazıyor.
Şimdiye kadar ilahi dinlerle yolunu kaybeden, özellikle İslam diniyle yolunu kaybeden birisinin olduğu görülmüş müdür?
Yazarın devamında Sovyetler birliğindeki dinsizliğin zararını kabul ederken, aynı zamanda aşırı dincilikle örnek verdiği Cicero, İbn Rüşd, Spinoza, Voltaire zamanlarını gösteriyor. Neden samimi ve kuralların yaşandığı bir dönemden veya kişilerden bahsetmiyor ki?
Yazar eğer art niyetli olmasaydı, özellikle İslam dininin yaşandığı, uygulandığı ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)dönemini inceler oradaki güzellikleri görmek isterdi. Hatta bu dönemle bulunduğumuz dönemi kıyaslasa ve bundan sonra kitabını aynı başlıkla çıkarsaydı daha iyi olurdu.
“Saadet dönemi” veya “gül dönemi” diye anılan ve insanlara çivisi çıkmamış bir dünyanın nasıl olduğunu gösteren dönemi yazar neden görmemezlikten geliyor. Neden kendi tabiri ile aşırı dincilerin zararını anlatırken Dinlerin peygamberlerinden örnek vermiyor.
Demek ki, dünyanın çivisini çıkaranlarla, çıkaranlara yardımcı olanlara günümüzden mehdiye yazanların bundan şikâyet hakkı yoktur.
Daha tarihimiz ve büyük şahsiyetlerimiz hakkında da söylediklerini gündeme alacaktım ama bu günlük bu kadarla bırakalım.
Ama atalarımıza ve milletimize düşmanlık beslemekle şimdiye kadar bir arpa boyu yol alan millet ve insanlar yoktur.
Muhabbetle!..
Osman GİRGİN
13 Ekim 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.