- 922 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
CEP TELEFONU HASTALIĞI
Dün bir arkadaşımın iş yerindeydim. Yanımda 2-3 kişi daha vardı. O sırada bir telefon çalmaya başladı. Ben genellikle olduğu gibi yine, çok bildiğini sanarak bilgisayarı kurcalayan bir akıllının yaptıklarını düzeltmek ve temizlemekle meşguldüm. Telefon arka arkaya çalıyordu. İçimden "Ne rahat adamlar var yahu, telefonları çalıyor, ilgilenmiyorlar." diyerek kendimce basıyorum kibardan kibardan fırçayı. Derken biri bana dönüp "Hocam ses sizin cebinizden geliyor galiba." demez mi? O an anladım ki fırçalarım kendime kaymış. Yerin dibine geçtim tabii. Olsun yine de Allah’a bin şükür elinde zırt pırt oyuncak gibi oynayanlardan değilim.
Benim cep telefonuna olan ilgisizliğimi tüm dostlarım bilir. Eğer birinden özellikle beklentim varsa veya birini aramam gerekiyorsa o an için açar, işim bitince de kapatır, bir köşeye koyarım. Hatta ihtiyacım olduğunda epeyce aramam gerekir. Kimi zaman günlerce aradığım halde bulamadığım bile olur. Hiç de dert edinmem. Dostlarım bu durumu bilir, bilir ve bana sitem etseler de hoş karşılarlar bu özrümü.
Beni arayan er geç bulur. Eskiden böylesi telefonlar mı vardı? Çok iyi hatırlıyorum, postaneye telefon için müracaat ederdik. Aylarca, hatta yıllarca sıra beklenirdi. Oysa şimdi anlık olay. En önemlisi de telefon, telefon olma özelliğinin dışında her şey kardeş. Hatta adı telefon olmasına rağmen bazen bu özelliğini diğer yeteneklerinden(!) dolayı tam olarak yerine getiremiyor. Zırt pırt ses kesiliyor. Benim cep telefonum sadece telefon. Gerektiğinde "Alo!" diyorum. İstediğimle sorunsuzca istediğim kadar konuşuyorum. Aç-kapa, tamam. Şıkır şıkır düğmeleri de var. Öyle salla parmağını cinsinden değil yani.
Bilimsel veriler, önümüzdeki yıllarda cep telefonlarının insan bünyesinde açtığı hasarlarla ilgili belirtilerin ortaya çıkmaya başlayacağını kesinlikle vurguluyor. Tıpkı yıllar sonra Çernobil’deki patlamanın (26 Nisan 1986 - Ukrayna’da Kiev’e 130 km uzaklıkta yer alan Çernobil Nükleer Güç Santralı) etkilerinin kendini gösterdiği gibi. Bu olay, aradan geçen onca zamana rağmen unutulmayan ve unutulmayacak olan bir faciadır. O dönemlerde etkisi pek görülmemiş olsa da günümüzde bunu pek çok ülkede ve pek çok konuda rahatlıkla görmek mümkündür. Çok basit bir örnekle, o dönemde çoğunlukla süt ve süt ürünleri tüketen çocukların bugünkü yetişkin hallerinde felaketin izlerine bakmak yeterlidir. Yapılan araştırmalarda bu patlamadan etkilenenlerin %65’inde kanser olayı görülmüştür. O dönem doğan çocukların, hatta ana rahmindekilerin dahi bundan etkilendiği ve sakat doğdukları bilimsel açıklamalarda yer almıştır. Benzeri açıklamalarla örneklemeler artırılabilir. Sözü uzatmanın gerekmediği kanısındayım. Bu konuda aykırı düşünen birilerinin varlığını da sanmıyorum.
Radyasyon olayını böylesine acı faturalar ödeyerek yaşayan toplumların bireyleri şimdi gönüllü olarak telefon radyasyonlarına maruz kalıyor. Teknolojinin adeta esiri oluyoruz. Var olanla yetinmiyoruz. Daha yeni model, daha fazla işlevsellik, daha fazla havalı görüntü vb. derken iş çığırından çıkıyor. Tüketim sistemine özendiren sömürü düzeni bu işi çok iyi biliyor ve uyguluyor. Maalesef bizler de bile bile bu tuzağın gönüllü kobayları oluyoruz. Yapılan açılamalarda kesinlikle cep telefonlarının radyasyon yaydığı bilimsel verilerle ispatlanmıştır. Bile bile bu yaklaşıma hâlâ lades demenin zavallılığını anlamak çok zor. Anlaşılan sağlıklı, sevdiklerimizle birlikte uzun ömürlü olmayı, yaşamayı pek umursamıyoruz. Bir şey olmaz diyerek işi şansa bırakmanın bir anlamı var mı dersiniz?
Bakın bir araştırma sonucunda neler ortaya çıkmış: Cep telefonları kanser riskini artırır. Kulakta veya kulağa yakın mesafede 50 dakikadan fazla tutulmasıyla sağlıklı bir bireyin beyninde değişikliklere yol açar. Telefonla görüşme halinde olmadığımız zaman, baz istasyonu ve cihaz arasında var olan mikrodalga, radyasyondan kaynaklanan zarardır. Vücut ve beyin her an cep telefonlarının yaydığı bu mikrodalga radyasyonun yarısını emer. Telefon ile konuştuğumuz zamanlarda mikrodalga radyasyon nedeni ile beyin hücrelerimizin bir kısmı ölmeye başlar. Günde iki saat cep telefonu ile konuşan erkeklerin sperm miktarı da yüzde 30 oranında azalır. Eh daha ne olsun. Gayrı siz düşünün gerisini.
Bir de deney aktarmak istiyorum: Bu deney fareler üstünde Atina Üniversitesi’nde gerçekleştirilmiş. Labirentin bir çıkışına konan peyniri her defasında kolayca bulabilen kobay fareler bir süre cep telefonunun etkilerine maruz bırakılmış. Daha sonra ise peynirin yerini bulamamaya başlamışlar. Acaba neden dersiniz, karınları tok olduğu için mi?
Son olarak konunun beni en çok ilgilendiren tarafına değineceğim. Okullarda her ne kadar cep telefonu taşımak, kullanmak yasak dense de önüne geçilemiyor. Her öğrencinin elinde son model telefon. Moda neyse o olmak zorunda. Bırakın teneffüsü, derslerde bile masa altından zırt pırt işler çeviriyorlar. Bu işin bizi, yani öğretmeni ilgilendiren tarafı, öğrencinin derse olan ilgisinin telefon sevdası yüzünden azalmasıdır. Hadi bunu aştık diyelim, peki bu çocukların maruz kaldığı radyasyon etkisine ne demeli? Yine yapılan araştırmalarda, kafataslarının yetişkinlere oranla daha zayıf olmaları nedeniyle çocukların yetişkinlerden daha fazla mikrodalga radyasyon emdiği ortaya çıkmıştır. Bu sonuçla beyin yetişkinlerden çok daha kısa sürede olumsuz etkilenmektedir. Bu durumda gençlerde 10 yıldan daha kısa bir süre içerisinde 4 ila 5 kat daha fazla beyin kanseri görüleceği, eğer çocukken mikrodalga radyasyona maruz kaldıysa bu sürecin daha da kısalacağına dikkat çekilmiştir.
Şimdi sayın anne, babalara seslenmek istiyorum. Kardeşim siz çocuğunuzu ders saatlerinde nereye gönderiyorsunuz? Okula. Ders saatlerinin başlama ve bitiş zamanını bilmiyor musunuz? Biliyorsunuz. O halde neden illa ki çocuğa telefon verip okula öyle gönderiyorsunuz. Neymiş efendim merak ediyormuşsunuz. Bırakın canım bu safsatayı. Bu sadece “Çocuğuma söz geçiremiyorum!” diyememenin süslü bir kılıfı. Sizin, çocuğunuza mı, okula mı, yoksa kendinize mi güveniniz yok? Dersin ortasında bile çocuklarınızı aramanın nedenini açıklayabilir misiniz? Onlara son model telefonları vererek gönüllerini kazanmanın marifetini anlamakta çok zorlanıyorum. Onları böylesi yapay sevgi gösterileriyle elinizin altında tutamazsınız, tutamayacaksınız bunu unutmayın. İnsanın çocuğunu sevmesi onun her isteğini yerine getirmesi demek değildir. Bazen istediklerini yapmamakla ne kadar sevdiğinizi göstermenin daha etkili olacağını bilmeniz gerekir. Hele ki uzun vade düşünme yeteneğiniz varsa, ki olmalı. Sevgi sadece anlık değil, uzun vadeli ve kalıcılığıyla kendini ispatlar.
Olmasın demiyorum. Zaman ve gereksinimler doğrultusunda elbette telefonlarımız olsun. Olsun, ama oyuncak olmasın. Bizi bağımlı yapmasın. Bizi esir almasın. Bize hükmetmesin. Bizim istediğimiz doğrultuda o bize hizmet etsin. Neyi, nerde ve ne zaman değerlendireceğimizi bilmediğimiz sürece teknolojinin esiri ve kurbanı olacağımızı unutmayalım.
Tahsin MELAN