- 544 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Renkli Gözlü Çocuk
Renkli Gözlü Çocuk/Havva GÜLBEYAZ
Duyarlılık ya da farkındalık özümüzde varolan olgular. Keşfini zamanından epey sonra algıladıklarımız.
İnsan olarak hayvanlardan bizi ayıran konuşma yeteneğimiz ve düşünmek. Düşünebilmek, hayatı onun getirdiklerini ve getirebileceklerini…
Bireyselliğin dışında toplumsallık farkındalığın yegane göstergesi….
Düşünce dünyamız hayvanlarınkinden daha karmaşık ve örgüleri ince ince. Lakin o örgülerin içinde işlenmiş motifleri bazen görmüyoruz ya da görmek istemiyoruz.
Toplumsal bir varlık olarak bizler makineleştik mi? Hayvanlar bizlerden bir basamak önde mi?
Neden?
Bu soruyu her ferdin kendine yönlendirmesi gerekir açıkçası.
Bugünlerde kendime sıklıkla sorduğum sorudur bu.
Ben makine miyim yoksa duyguları olan bir insan mı?
Duyguları olan bir insanım diye sesleniyor içerden biri.
Ama değilim, ya da olamıyorum.
Konuya girmeden sonuca yüklendiğimin bilincindeyim. Önce vurguyu yapıp, ardından mevzuya hızlı bir giriş yapmak istedim bilerek ve isteyerek.
Birkaç hafta önceydi, işyerinin kapısına çıktım. Renkli gözlü, temiz bir çocuk dikkatimi çekti. Gözleri okulun bahçesindeki çocuklara takılmıştı. Elindeki şekerleri satmak için bekleşirken; uzakta bıraktığı hayalleriyle yüzleşiyor olmalıydı. Yanına yaklaştım yavaş yavaş.
Merhaba adamım, deyiverdim.
Gülümsedi, hafifTen.
“Okula gidiyor musun?” diye sordum.
Bu çevredeki birçok çocuk gibi okuldan sonra çalışmak zorunda kaldığını düşündüğüm için sormuştum.
“Yok” dedi.
“Neden”
“Okuyup ne yapcam. Hayatı öğreniyom” dedi.
Hayatı öğrenmek bir çocuk için büyük laflardı. Yaşının 14 olduğunu ve Mardin’den geldiğini öğrenince annelik damarım tuttu. Acıma duygusuyla yaklaştım.
“Gel seni okutalım burada” dedim.
“Para kazanacağım”
“Tamam okul çıkışında çalış” dedim
Her soruma olumsuz bir yanıt veriyordu.
Mardin’den neden gelmişti ve annesi nasıl göndermişti?
Bir süre sonra ayrılmak zorunda kaldım onun yanından. Aklım ona takılı kalacaktı, biliyordum.
“Sen hep buralara gel olur mu” dedim.
Aynı masum gülümseyişiyle başını salladı. Birkaç gün gözlerim onu aradı, göremedim. O hafta hiç gelmedi, korkmuş olabilir miydi?
Belki kendisini polise şikâyet edeceğimden ürkmüştü. Başka yaşanmışlıkları ve farklı bir hikayesi… Yoksa töre kurbanı olarak mı seçilmişti? Annesi o yüzden mi kurtlar kapanı metropole göndermeyi yeğlemişti. Hepsi kafamda soru işaretiydi.
Onun düşündüğünü yapsam elime ne geçecek?
Birkaç ay sonra yine gelecek buralara belki daha kötü semtlere. Uyuşturucu, alkol ve daha birçok pis işlere bulaşacaktı.
Sürekli bu çocuğu düşünüp çaresizce zihnimde onunla meşgul oluyordum. Annesi babası hangi yürekle bu pisliğin içine atmıştı onu.
Artık gelmiyordu. Daha hiç göremeyecek miydim? Görmeliydim, ona elimi uzatmalıydım. Mardin- Midyad’ın bir köyünden birkaç hafta önce gelmiş bir çocuk buralarda harcanmamalıydı.
Sonunda görmüştüm onu, otobüsteydim. Elinde şeker çubuğuyla yol kenarında yürüyordu, diğer elinde sigara.
Her şey sigarayla başlamaz mıydı? Ardından diğerleri ardı sıra gelecekti. Otobüs durak harici durmadığı için inemedim.
Birkaç gün sonra yine bizim ordaydı. Elinde şekerleri, o bilindik gülüşüyle. Mahallenin tatlı maskotu olmuştu. Herkes Mardin’den neden geldiğini, nerde kaldığını sormaya başlamıştı. Gittim yanına heyecanla…
“Sen nerelerdesin, gözümüz yollarda kaldı. Başına bir şey mi geldi, diye merak ettik” dedim
Yine gülümsedi, sanırım annesini görmüştü bende…
“ Nerde kalıyorsun?” dedim.
Bu defa daha cesaretliydi. Dayısının oğlu ve birkaç arkadaşıyla gelip bir evde kaldıklarını 250 lira kira verdiklerini anlattı. En büyükleri on beş yaşında olan beş genç…
“Bu işten kaç lira kazanıyorsun günlük” diye sordu bir arkadaş.
“Altmış lira” dedi.
“Hepsi sana mı kalıyor?”
“Kırk lira” dedi.
yirmi lira birilerinin cebine giriyordu. Yine aynı sorumu sordum kendisine. Olumsuz yanıt alacağımı bile bile… Öğleye kadar şeker yaptıklarını, öğleden sonra yaptıkları şekerleri sattıklarını söyledi. Arkadaş onunla şakalaşmaya başladı.. Bir taraftan da üzerini yokluyordu. Sigara, bıçak taşıyıp taşımadığını kontrol etmekti amacı. Başını salladı çocuk temiz bağlamında.
“Anneni özledin mi?”
“Ne biçim soru abla, analar özlenmez mi hiç… Gurbette yaşamaya, değil karnımızı doyurmak için gelmişiz buralara.” Dedi.
“Hadi söyle bakayım, seni askere mi alacaklardı da kaçtın geldin.”
“Yok valla”
“Annenler mi gönderdi”
“He! Biraz ağladı ama olsun…”
Yine akşam… O kendi zindanına ben kendi zindanıma çekildim. Kim bilir bu saatlerde nerede ne iş yapıyor? Bizim masum çocuğumuz karanlıkların gölgesine sığınamaz da… Olsun ama her gün onu görmek yetiyor. Sağlıklı bir şekilde iki ay sonra evine gittiğinde üzerimden ağır bir yük kalkacak. Çünkü kış gelince evine gideceğini söylemişti. Aslında birlik olup onun bir ayda biriktirdiği parayı toparlasak ve onu evine göndersek… Ya da sosyal yardımlaşmaya mı haber versek?
Elimiz kolumuz bağlı bir şekilde izliyoruz yalnızca.
İşte farkındalık ve bütüncüllük düşüncesinin yoksunluğu yüzünden onlarca çocuğumuzu sokaklara atıyoruz. Türlü sorunların sorumluluğunu attığımız çocuklarımız doğmadan büyümüş, büyümek eksik hatıraların eşliğinde gerçekleşmiş. Hatıralar eksik değil yaşanmamış çocukluklar….
Kurtarıcı bile aramıyorlar, arayamazlar. Hayat yolcusu olmak adına erken gelmişler istasyona…