ZEYNEP'İN YANIK YÜREĞİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Zeynep’in Samsundaki evlerinin penceresinden Canik Dağları görünüyordu. Dağlar bu sabah hüzünlenmiş, için için yanıyordu. Beyaz parlak tüylü bir güvercin Zeynep’in, yatağının başucunda bulunan pencerenin pervazına konmuş, acı acı ötüyordu. Güvercin, hiç durmadan kendi ekseni etrafında dönüyor, ince, uzun gagasından guk guk sesleri çıkararak, sanki kötü bir haber veriyordu.
Aynı anda Zeynep, gördüğü bir rüyanın etkisiyle kan ter içinde kalmış, yatağında kıvranıyordu. Güvercinin acı acı ötüşüyle, kör uykusundan aniden uyandı. Başını, üzerine koyduğu kuş tüyü yastığından kaldırdı. Bütün vücudu terden sırılsıklam olmuştu. Bedeniyle beraber ta kalbinin derinliklerinin ürperdiğini hissetti. Biraz önce gördüğü rüyayı hayalinde canlandırmaya çalıştı.
Düşünde, bir kartal dağların doruklarından havalanarak kendini boşluğa bıraktı. Gökyüzünde kanat çırpmadan daireler çizerek dolandı... Dolandı... Süzülerek yere doğru alçaldı. İrice bir kayanın dibinde, toprağın üzerine sere serpe uzanmış, yeşil elbiseli birinin başucunda döndü... Döndü... Döndü... Bu kişinin yüzü, toprağa dönük olduğu için tam olarak seçilemiyordu. Yere yüzükoyun uzanmış, kanlar içerisinde hareket etmeden, öylece toprağın üzerinde yatıyordu...
Zeynep’ in gözleri gördüğü düşün etkisiyle irileşmişti. Kendi kendine,
“Allah’ın, ne olur Gökhan’ıma bir şey olmasın! Sen Gökhancımı koru!” diye dualar ediyordu.
Yatağında doğrularak kar beyazı çarşaflarla kaplı nevresimlerin üzerine oturdu. Diğer gecelerden farklı olarak o gece uykusunda hissettiği kötü kâbuslar aklından bir türlü çıkmıyordu. Yüreği daralarak, nefes alamaz oldu. Yüzünü ateşler basmış, alnı boncuk boncuk terlemiş, bütün vücudu kan ter içerisinde kalmıştı. Vücudunu saran ateş, yüreğinin derinliklerini başka şiddetle yakıyordu. Karyoladan süzülerek ayağa kalktı, başucundaki pencerenin perdesini araladı. Perde aralanınca, pencerenin pervazına konan ak güvercin sanki Zeynep’e haber veriyormuş gibi gözünün içine bakıyordu. Güvercinin bu hâli Zeynep’in yüreğine işledi. Yalnızken her zaman huzur duyduğu oda, bu sabah ona huzur vermemişti. Yüreği daralıyor, sanki bir el yüreğini sıkıyordu. Her zaman ona huzur veren oda, üzerine üzerine geliyor, duvarlar sanki üzerine yıkılıyordu.
Hızlıca üzerini giyindi, sonra da bir kâğıda not yazıp masa üzerine bıraktı, ardından, kendini çabucak dışarıya attı. Sabahın alaca şafağında caddelerde etrafı süpüren çöpçülerden başka kimsecikler yoktu. Hafif bayır olan sokaktan aşağıya yavaş yavaş iniyor, köşe başlarında çöpleri karıştıran sokak köpekleri karşısına çıkıyordu.
Köşedeki simit fırınından yayılan sıcak hamur kokuları caddeye kadar geliyordu. Fırının önüne gelerek camı tıklattı. Uykusuzluktan kan çanağı olmuş gözlerle etrafa bakan, anlı hafif dışarıya doğru çıkık fırıncı, çatlak bir sesle,
“Buyurun. Ne istemiştiniz?”
Zeynep elindeki bozuk paraları fırıncıya uzatarak,
“İki simit verir misiniz?”
Fırıncı bozuk paraları alarak, çekmecenin içine attı. Tezgâhın üzerinde bulunan fırından yeni çıkmış simitlerden iki tanesini poşetin içine koyarak müşteriye uzattı. Zeynep simit torbasını alır almaz, fırıncı küçük cam pencereyi çat diye üzerine kapattı. Zeynep fırının önünden ayrılarak ağır ağır büronun yolunu tuttu.
Çalıştığı büronun önüne gelmişti. Omzuna taktığı siyah çantasından anahtarını çıkartarak cam kapıyı açtı. Bürodan içeriye girdi. Asma merdivenden üst kata çıktı. Çalışma masasının üzerine elindeki torbaları bıraktı. Üzerine giyindiği motif işlemeli el örmesi hırkasını çıkartarak askılığa astı. Masasına oturarak dünkü gazeteleri önüne serdi. Bir taraftan küçük lokmalar kopardığı sıcak simidini atıştırıyor, bir taraftan da göz ucuyla önündeki gazeteyi okuyordu.
Yüreğini kaplayan tarif edemediği sıkıntı bütün şiddetiyle devam ediyor, bütün benliğini kaplıyordu. Sıkıntı içerisinde, büroda ki işlerini yapmaya koyuldu. Önüne açtığı muhasebe defterlerine yazacağı rakamlar gözünde büyüyor, eli rakamları yazmaya bir türlü gitmiyordu. Öğlene kadar isteksizce çalıştı. İçini daraltan sıkıntı bir türlü gitmemiş, o gün büroda olmak yüreğini daha da daraltmıştı. Vücudunu bütün yüreğini ateşler kaplamıştı. Akşamı dar etti. Akşam olmadan bürodan ayrıldı. Caddelerde yavaş yavaş yürüyor, yürüdükçe nefesi daralıyordu. Yanından geçerken sağına, soluna çarpan insanları bile fark etmiyordu.
Eve varıp, zili çaldı. Sokak kapısını yaşlı annesi açtı. Kızının genç ve körpe yüzünün kireç gibi solduğunu görünce, kızında bir tuhaflık sezinledi. Daha fazla sabredemeyerek kızına sordu:
“Nen var kızım hasta mısın?”
Kızı ağlamaklı bir ses tonuyla annesine kısa bir cevap verdi.
“Bir şeyim yok anne. Sadece yüreğim daralıyor.”
Annesi meraklı gözlerle kızına baktı. Akşam yemeği için hazırlık yaptığı mutfağa geri döndü. Tabakları masaya koyunca, odasına çekilen biricik kızına seslendi:
“Kızım yemek hazır, gel de bir şeyler ye!”
Odasında, iş elbiselerini değiştirerek, rahat bir şeyler giyen kızı mutfağa gelerek, annesinin karşısındaki sandalyeye oturdu. Annesinin çorba doldurduğu tabağı isteksizce kaşıklamaya başladı. Lokmalar boğazına düğümleniyordu. Ağzına bir iki kaşık çorba koydu. Lokmalar boğazından bir türlü geçmiyordu. Tabağını yarım bırakarak, başka bir şey yemeden sofradan aceleyle kalktı. Hayalleriyle yalnız kalabilmek için tekrar odasına çekildi.
Peşinden bakan yaşlı annesi, kızının bu solgun hâline çok üzülüyor, yine de kızını üzmemek için, kızına bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. Kızının için için eridiğini gördükçe ana yüreği daha da parçalanıyordu. Annesi, kendi elleriyle hazırladığı sofrayı kaldırıp, bulaşıkları yıkarken, kızının yürek paralayan hâli onu daha da tedirgin ediyordu.
Odasına çekilen Zeynep, yatağına boylu boyunca uzandı. Aklından çıkaramadığı Gökhan’ını düşünmeye devam etti. Sevgilisi kendinden kilometrelerce uzakta acaba şimdi ne yapıyordu?
YORUMLAR
Heyecanlandıran,düşündüren ve merakta bırakan bir hikaye ! Sonunu bekleyeceğim.