- 7463 Okunma
- 49 Yorum
- 0 Beğeni
BAŞÖRTÜSÜ İLE İLGİLİ BELGE VE GÖRÜŞLER
Değerli Kardeşlerim,
Sitemizde yazılar bölümünde ve bazı kardeşlerimizin yazı ve şiirlerinin altında başörtüsü konusuyla ilgili olarak genelde seviyeli, bazen de üslup dışı, konuyla ilgili bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunarak görüş beyan edenler oldu. Bütün bunlara hoşgörü çerçevesince, düşünce özgürlüğü olarak bakmamız gerekiyordu. Biz de öyle yaptık.
İnsanların birbirine saygı duyarak değişik fikirler ileri sürmesi gayet doğal bir durumdur. Ama kendi görüşünü mutlak doğru görerek karşı görüşleri hiçe sayan bağnaz bir anlayış karşısında bizim de bir şeyler söylememiz gerektiğini, söylemediğimiz takdirde sorumlu olacağımız inancıyla bu yazıyı kaleme almış bulunuyorum.
Kendi görüşlerim dışında konunun uzmanlarının görüşleri ve belgeler kılavuzum oldu. En önemlisi de laik Türkiye Cumhuriyetinin Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun görüşleri önemli olsa gerek. Kişi görüşleri bağlayıcı olmaz ama kurumun görüşleri aklıselim ve sağduyu sahiplerini bağlar diye düşünüyorum.
Öncelikle sözlerim inananlar için. İnanmayanlara bir sözümüz olamaz. “Leküm dîniküm veliyedîn” (Sizin dininiz size, benim dinim de banadır) Ayrıca “Lâ ikrâhe fiddîn” (Dinde zorlama yoktur) ayetince dileyen inanır dileyen inanmaz. Zorlama söz konusu olamaz. Biz de sadece görüşümüzü belirteceğiz o kadar.
Mübarek Kur’an’ın şu ilkelerini hatırlamaya çalışalım.
1. “Bilmediğin şeyi savunma! Şüphe yok ki kulak, göz ve gönül; bunların hepsi elbet savunduklarından dolayı sorumludur.”
2. “Bilmiyorsanız zikir/Kur’an ehline sorunuz.”
3. “Allah’a kulları içinde gereği gibi saygı duyanlar bilenlerdir.”
Değişik konularda insanlardan gelen tepkileri üçe ayırabiliriz.
1. Bilenlerin tepkileri. 2. Bilmediğini bilenlerin tepkileri. 3. Bildiğini zannedenlerin tepkileri. Bu üçüncüsünü de kendi içinde üçe ayırabiliriz: a) Bildiğini zanneden samimi tipler. b) Tüm cehaleti cesaretinden kaynaklanan bilgiç tipler. c) Haddini bilmez tipler.
Değerli Kardeşlerim, bu satırları yazmak zorunda kaldım. Şimdiye kadar bu konularla ilgili olarak sitedeki yorumlara hiç girmedim. Girmekte istemiyordum. Fakat bir tehlike gördüğüm için, müslüman olarak doğru bildiklerimi söylemek gerektiğini hissettim. Çünkü Peygamber Efendimizin (s.a.v) "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" hadisi şerifince üzerime düşeni yapmam gerekiyordu.
Âcizane olarak düşüncelerimi kısaca özetlemek istiyorum. Bu konular buralarda uzun uzun tartışılacak bir konu da değil. Kitaplar dolusu bilgiler buna yetmez. Yıllarını bu işlere vermiş, binlerce öğrenci yetiştirmiş bir eğitimci olarak sitemizin güzel yürekli insanlarına seslenmek istedim.
Ben dâhil her akıl sahibi insan, iyi bildiği konular hakkında konuşsa çok daha iyi olur diye düşünüyorum. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın vebalinin çok ağır olduğunu düşünüyorum.
Bu konuda fikir beyan edecek kurum Cumhuriyetimizin kurucusu M. Kemal Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığıdır. 1980 ve 1993 yıllarında Din İşleri Yüksek Kurulunun başörtüsünün dinin bir emri olduğu konusunda kararları var. Buna rağmen Kur’an’daki Nur ve Ahzab suresindeki ayetleri görmezden gelmek çok zor bir iş olsa gerek.
Dinin emirlerini yapmamak başka, böyle bir emir yoktur demek başkadır. Yapmamak sadece insanı günahkâr ederken, kabul etmemek, böyle bir şey yok demek “Allah korusun” tehlikeli olup kişinin imanını tehlikeye sokar.
Şair67 Kardeşimin;
…
Barışa hasret,
Dürüst, sevecen, zeki
Anadolu insanı ile
Kucaklayalım herkesi
Kucaklayalım, evet herkesi
O, sımsıcak Ana yüreği ile…
Dediği gibi insanımızı kucaklamamız gerekir. Ayrılık değil birlik olma zamanıdır. Yunus Emre’nin “Gelin canlar bir olalım…” dediği gibi. “Birlikte rahmet ayrılıkta azap vardır.” İlkemiz olsun.
Sizleri Âlemlerin Rabbi yüce Allah’a emanet ediyorum. Selam, saygı ve sevgilerimle. Sürçü lisan olmuşsa affola.
***
BAŞÖTÜSÜYLE İLGİLİ DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULUNUN KARARLARI
30 OCAK 1980
Başörtüsünün dindeki yeri konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 28 yıl önce verdiği fetvası
Buna göre 1980 yılında askerî darbenin hemen ardından dönemin Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş, Diyanet’ten başörtüsü konusunda görüş ister. Bunun üzerine toplanan Din İşleri Yüksek Kurulu, kadınların başlarını örtmesinin İslam’ın hükmü olduğunu belirten bir fetva verir. Diyanet’in başörtüsü konusundaki ilk ve son fetvası olan kararda, Kur’an-ı Kerim’de kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmasının emredildiği vurgulanıyor. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun kararında başörtüsünün sonradan ortaya çıkmış bir âdet değil, İslam dininin bir hükmü olduğu belirtiliyor.
Diyanet’in 30 Ocak 1980 tarihli görüşü, sonraki dönemlerdeki açıklamalarına da ışık tuttu. Diyanet o tarihten sonra yeni bir başörtüsü fetvası vermezken yetkililer, bu fetva çerçevesinde görüş ifade ediyor. 1980 askerî yönetiminin okullarda kıyafet yönetmeliği hazırlarken başvurduğu Diyanet’in fetvasının ilginç de bir hikâyesi var.
İmam hatiplerde başörtüsünü yasaklamayı düşünen dönemin Milli Eğitim Bakanı emekli general Hasan Sağlam, Diyanet’in bağlı olduğu Devlet Bakanlığı’na başvurarak kurumun görüşünü öğrenmek ister.
Dönemin Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun acilen toplanması için talimat verir. Kurul, 8 maddelik bir kararla başörtüsü yasağının hem İslam dinine hem de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne aykırı olacağını belirtir. Diyanet’ten istedikleri gibi bir karar çıkartamayan hükümet, bu kez ilahiyat fakültelerinin başörtüsü konusunda karar vermesini ister. Ancak dönemin Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın ’İlahiyat fakültelerinden de farklı bir karar çıkmaz.’ uyarısı üzerine bu girişimden vazgeçilir.
Diyanet’in kararında satır başları şöyle:
* Cenab-ı Hak, Müslüman kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmasını emretmiştir.
* İslam’ın doğuşundan günümüze kadar bütün İslam ülkelerinde her asırdaki uygulama da böyle devam edegelmiştir.
* Müslüman hanımların başlarını örtmeleri, bazı çevrelerce sanıldığı gibi belli bir zümrenin sonradan ortaya çıkardığı bir âdet veya işaret değil, İslam dininin bir hükmüdür.
* Anayasa’da din ve vicdan hürriyeti güvenceye alınmıştır. Din ve vicdan hürriyetinin, dinin emir ve yasaklarını hiçbir baskıya uğramadan yerine getirebilme hürriyeti olduğu şüphesizdir. Örtünmeyi engellemek, bir kişiyi örtünmeye zorlamak gibi hak ve hürriyete müdahaledir.
* Örtünme Atatürk ilkelerine aykırı değildir. Devrim kanunlarında da kadın kıyafetiyle ilgili bir hüküm yoktur. Müslümanlar ’Ya Allah’ın emri ya Atatürk ilkeleri’ gibi vahim bir tercihle karşı karşıya bırakılmamalıdır.
***
T.C. BAŞBAKANLIK DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı
Sayı: B.02.1.DİB.0.10/212
KONU: Tesettür
KARAR NO: 6
KARAR TARİHİ: 3.2.1993
DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARI
İslâm dininde kadının kıyafeti ile ilgili olarak zaman zaman sorulan sorular dolayısıyla konu, kurulumuzca ele alınıp incelendi: Nûr Suresi’nin 30. ayetinde, mü’min erkeklerin harama bakmamaları, namus ve iffetlerini korumaları emredildikten sonra 31. ayetinde kadınlarla ilgili olarak meâlen, “Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (bakmaları haram olan şeylerden) çevirsinler, edep yerlerini korusunlar, -kendiliğinden görünen müstesna- zinetlerini açmasınlar, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar!” buyurulmakta ve ayetin devamında kadınların kendiliğinden görünmeyen zinet yerlerini, kimlerin yanında açabilecekleri belirtilmektedir.
1- HARAMA BAKMAK VE İFFETİ KORUMAK: Görüldüğü gibi bu iki ayette hem erkeklerin hem de kadınların harama bakmamaları, edep yerlerini iyice örtülü tutup, iffet ve namuslarını zina, fuhuş ve onlara sebep olabilecek durumlardan korumaları emredilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v) de “...Gözlerin zinası şehvetle bakmaktır...” buyurarak harama bakmayı, göz zinası olarak nitelemiştir.(1) Ancak, gözün harama tesadüfen ilişmesinin kasıtlı bakmak hükmünde olmadığı da hadis-i şeriflerde belirtilmiştir.(2) İslâm alimleri, yukarıda mealleri yazılı ayetlere ve konuyla ilgili hadislere dayanarak, erkeklerin ve kadınların, nikahlı eşleri dışında herhangi bir kimseye şehvetle bakmalarının haram olduğu üzerinde müttefiktirler. Tedavi, şahitlik ve evlenme maksadı gibi, zaruret veya ihtiyaç halindeki bakmalara, fıkıhta belirtilen şartlar ve ölçüler dahilinde müsaade edilmiştir. Fitne tehlikesi ve şehvet korkusu olmamak kaydı ile, gerek erkeklerin ve gerekse kadınların, kendi yakınlarından ve yabancılardan kimselere ve nerelerine bakıp bakmayacaklarına dair hükümler, delilleri ile birlikte fıkıh kitaplarında mevcuttur.(3)
2- ÖRTÜNME: Nûr Suresi’nin 31. ayetinde zikredilen bu emirlerden sonra kadınların örtünmesi ile ilgili olarak da, -kendiliğinden görünenler müstesna- zinetlerini, zinet yerlerini açmamaları ve başörtülerini yakalarının üzerine salmaları emredilmiştir. Cahiliye devrinde başını örten kadınlar, başörtülerini enselerine bağlar veya arkalarına salıverirlerdi. Allah Teâlâ, bu ayetle, İslâm’dan önceki bu adeti kesinlikle yasaklayarak mü’min kadınların -kendiliğinden görünen hariç- zinetlerini, zinet yerlerini açmamalarını ve başörtülerini; saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun, gerdan ve göğüslerini iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir. Hz. Âişe (r.a), “Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eyleye! Yüce Allah “Mü’min kadınlar başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar!” ayetini indirince, onlar eteklerinden bir parça keserek, onunla başlarını örttüler” der”.(4) Yine Hz. Aişe (r.a) bir gün ensar kadınlarından sitayişle bahsederken, buna benzer bir ifade ile, başörtüsü emrine nasıl uyduklarını anlatır.(5)
3- ÖRTÜLMESİ GEREKLİ OLMAYAN KISIMLAR: Örtülmesi emredilen, zinetten istisna edilen ve mücmel olarak geçen “kendiliğinden görünen” ifadesi; ashabdan Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Ömer, Enes, tabiîlerden Said b. Cübeyr, Atâ, Mücâhid, Dahhâk, Mücahid; imamlardan Ebû Hanîfe, Mâlik ve Evzaî (r.a)’nin de dahil olduğu İslâm alimlerinin çoğunluğu tarafından; “Yüz ve bileklere kadar eller” olarak tefsir edilmiştir.(6)
4- ÖRTÜLMESİ GEREKLİ OLAN KISIMLAR: Ayetteki “kendiliğinden görünen” mücmel ifadeyi -az da olsa- farklı tefsir eden alimler, kadınların, istisna dışında kalan zinetlerini ve zinet yerleri olan saç, baş, boyun, kulak, gerdan, göğüs, kol ve bacakların örtülmesi olarak anlamışlar ve bunlardan herhangi birini açmalarının caiz olmadığı hükmünde ittifak etmişlerdir.(7) Kadınların, bu zinet yerlerini kimlerin yanlarında açabilecekleri ise, ayetin devamında bildirilmektedir. Bu âyet–i kerime nazil olunca, yukarıda rivayet edilen hadislerle de sabit olduğu üzere, ensar ve muhacir kadınların, eteklerinden bir parça keserek, onunla başlarını örtmeye acele etmeleri, Hz. Âişe (r.a)’nin ablası Esmâ (r.a)’nın, ince bir elbise ile Hz. Peygamber (a.s)’ın huzuruna çıktığı zaman, Hz. Peygamber’in “ergenlik çağına gelen bir kadının elleri ve yüzü dışında kalan yerlerini göstermesinin caiz olmadığını” bildirmesi, yine Hz. Peygamber’in, bileklerinin dört parmak yukarısını işaret ederek, “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadına, ergenlik çağına gelince yüzü ve şuraya kadar elleri hariç, herhangi bir yerini açması caiz değildir.” buyurması; söz konusu ayetteki emirlerin vücub için olduğuna, kadınların yukarıda sayılan zinet yerlerini örtmekle yükümlü olduklarına delalet etmektedir.
5- ÖRTÜNMENİN GAYESİ: Dinimizin emrettiği örtünmeden maksat, kadının zinetini ve zinet yerlerini eşi veya mahremi olmayan erkeklere göstermemesi ve yabancı erkekler tarafından görülmesine meydan vermemesidir. Bu itibarla örtünün; saçın, ten renginin veya zinetlerin görülmesine engel olacak kalınlıkta, vücut hatlarını göstermeyecek nitelikte olması gerekir.(8) Bu konuda, yukarıda meali zikredilen hadis-i şerifler dışında, daha pek çok hadis-i şerif bulunmaktadır.(9) Ahzâb Suresi’nin 59. ayetinde de “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle: (Evden çıkarlarken) üstlerine vücutlarını iyice örten dış elbiselerini giysinler! Bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar.” buyurulmaktadır. Bu ayette Müslüman hanımların evlerinden çıkarken, üstlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafeti ile sokağa çıkmamaları emredilmektedir. Nûr Suresi’nin 60. ayetinde ise, yaşlanmış kadınların, 31. ayette örtülmesi emredilen zinet ve zinet yerlerini örtmek kaydı ile (manto, pardesü, çarşaf gibi) dış elbiselerini üstlerine almadan dışarı çıkabilecekleri belirtilerek şöyle buyurulmaktadır: “Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, zinetlerini (yabancı erkeklere) göstermeksizin, dış elbiselerini çıkarmalarında, kendilerine bir vebal yoktur. Yine de dış elbiseli olmaları, kendileri için hayırlıdır.”
NETİCE:
1. Gerek erkeklerin ve gerekse kadınların gözlerini haramdan korumaları,
2. Kadınların, vücudun el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik caiz olan erkekler yanında, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek nitelikte bir elbise (örtü) ile örtmeleri,
3. Başörtülerini, saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmaları, dinimizin; Kitab, sünnet ve İslâm alimlerinin ittifakı ile sabit olan kesin emridir. Müslümanların bu emirlere uymaları dini bir vecîbedir.
TESETTÜRLE İLGİLİ HADİSLER :
1- “Şüphe yok ki Allah, Ademoğluna zinadan payını yazdı (yani onun kendi iradesini kullanarak işleyeceği zina türünü levh-i mahfuz’da belirtti, diğer bir yoruma göre şehvet sevgisini onun fıtratına yerleştirdi). Artık Ademoğlu yazılan payına kesinlikle ulaşır. Gözlerin zinası (şehvetle) bakmak, dilin zinası (haramı) konuşmaktır. Nefis de (zinayı) temenni edip şehvetlenir ve nihayet ilgili organ bunların ortak isteklerini yerine getirmek suretiyle onları tasdik eder ve arzularını gerçekleştirmekten imtina etmekle onları tekzib eder.”(10) buyurur.
2- Ashabdan Cerir bin Abdullah el-Becelî (r.a)’den: Şöyle demiştir: “Ben Rasûlüllah (s.a.v)’e (harama) ani bakışın hükmünü sordum. O, bana, gözümü başka yöne çevirmemi emretti”.(11)
3- “Ey Ali! Harama (tesadüfen) bakışın ardından (kasıtlı) olarak tekrar bakma; çünkü, şüphesiz (tesadüfen olan) birincisi sana (muaf)tır ve (kasıtlı olan) sonuncusu sana muaf değildir”.(12)
4- Hz. Âişe (r.a) “Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eyleye! Allah “Mü’min kadınlar başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar!” ayetini indirince onlar eteklerinden (bir rivayette en kalın olanı) kesip onunla başlarını örttüler.” der.(13)
5- Hz. Âişe (r.a) bir gün ensar kadınlarından sitayişle bahsederken buna benzer bir ifade ile başörtüsü emrine nasıl uyduklarını anlatır.(14)
6- Hz. Âişe (r.a) şöyle demiştir: “Ebû Bekr (r.a)’ın kızı Esmâ (ki Âişe validemizin ablasıdır) ince bir elbise ile örtülü olarak Rasûlüllah (s.a.v’in) huzuruna girdi. Rasûlüllah (s.a.v) ondan yüzünü çevirdi ve kendi mübarek yüzünü ve ellerini işaret ederek; “Ey Esmâ! Kadın erginlik çağına ulaşınca vücudunun şurası ve burası dışında kalan yerlerinin görülmesi (gösterilmesi) caiz değildir.” buyurdu.(15)
7- Yine Hz. Âişe (r.a)’den: Şöyle demiştir: “Rasûlüllah (s.a.v) bileklerinin dört parmak yukarısını işaret ederek “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadın ergenlik çağına varınca yüzü ve şuraya kadar elleri dışında herhangi bir yerini açması helâl değildir!” buyurdu.(16)
8- Ebû Hureyre (r.a)’den: Şöyle demiştir: “Rasûlüllah (s.a.v) “Ateş ehlinden olup, görmediğim iki sınıf insan var: (Birisi) yanlarında bulunan sığır kuyruklarına benzer kamçılarla insanları döğen (işkence yapan) bir kavimdir. (Diğeri) giyinik, çıplak birtakım kadınlardır...”(17) buyurdu.
DİPNOTLAR
1- Buhâri, (Çağrı Yay. İst. 1981), Kader, 9 (VII, 214); Müslim (Çağrı Yay. İst. 1981) Nikâh, 44 (II, 612, Hadis No: 2152, 2153); Beyhaki, VII, 89.
2- Müslim, Âdâb, 10 (II, 1699, hadis no: 2159); Tirmizi, Edeb, 28 (V, 101, Hadis No: 2777) Ebû Dâvûd, Nikâh, 44, (II, 609, 610, Hadis No: 2148, 2149); Müsned, IV, 358, 361; Dârimî (Çağrı Yay, İst. 1981) İstizân, 15 (s. 674); Rikâk, 3 (s. 694); Beyhâki (1. Baskı, Hind, 1353) VII, 90.
3- Serahsî, Mebsût, (Beyrut, 1986) X, 145-165; Nevev;ı Minhâc (Celaleddin Mahalli’ye ait şerh ile birlikte, II. Baskı, Mısır, 1934) II, 206/215; Kashanî, Beda’i’us-Sanayi’ (Mısır 1328/1910) V, 118-125; İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr, (Matba’a-i Amire, İst.) V, 320-329.
4- Buhârî, Tefsir, Tefsir-u Sûreti’n-Nûr, 13 (v, 13) Ebû Dâvud, Libâs 33 (IV, 357); Beyhakî, VII, 88.
5- Ebû Dâvûd, Libas, 32 (IV, 356).
6- Taberî, Câmi’u’l-Beyân, (Beyrut, 1405/1984); X, 117-121.
7-Taberi, a.g.e., Aynı yer; Fahreddin Râzi, Mefatihu’l-Gayb, (Matba’atü’l-Behiyye, Mısır) XXIII, 201, 210; Kurtubi el-Cami’ Li Ahkami’l-Kur’an, (Mısır, 1361/1942) XII, 222-238 Cassâs, Ahkûmu’l-Kur’an (Lübnan, Daru’l-Kitabi’l-Arabi) III, 315-3119; İbnu’l-Arabi, Ahkamu’l-Kur’an (Lübnan, Dâru’l-Ma’rife) III, 1365-1376; Serahsî, a.g.e., X, 145-165; Celâluddin Mahallî, Şerhu’l-minhâc, III, 206-215; Kâshâni, a.g.e, C., 118-125; İbn Abidîn, a.g.e., V, 320-329, İbn Hazma, Merâtibu’l-İcma, s. 29.
8- Serahsî, a.g.e., X, 155; İbn Abidin, a.g.e., V, 320-329.
9- Müslim, Libâs, 34 (II, 1680, Hadis No: 2128), Cennet, 13 (II, 2192, Hadis No: 2128); Müsned, II, 356.
10- Buhâri Kitabü’l-Kader, 8. Bab, Müslim aynı kitab, 5. bab, Ebû Dâvûd, Nikâh, 4. babta, Ebû Hüreyre (r.a)’den.
11- Müslim Kitabü’l-âdâb, 10 bab, Tirmizi, İsti’z’ân 61. bab, Ebû Dâvûd, Nikah Kitabı 44. bab, Ahmed 4/358, Beyhâki 7/90..., Dârimî 2/278, İsti’zân 15.
12- Tirmizi İsti’zân 61. bab, Ebû Dâvûd, Nikâh 44. bab, Ahmed 5/531-532; Dârimî, rikak 3, Beyhâki, 7/90
13- Buhari Nûr Suresinin tefsiri 13. bab, Ebû Dâvûd, Libas Kitabı 32. bab, Beyhâki 88.
14- Ebû Dâvûd, Libas Kitabı, 31. bab.
15- Ebû Dâvûd Libas kitabı, 33. bab.
16- Buhari, Kitabü’l-Kader, 8. bab, Müslim, aynı kitab 5. bab, Ebû Davud, Nikâh, 4. babta, Ebû Hüreyre, (r.a)’den.
17- Müslim, Kitabü’l-Adab, 10. bab, Tirmizi İsti’zân, 61. bab, Ebû Dâvûd, Nikah kitabı 44. bab, Ahmed 4/358, Beyhakî, 7/90..., Dârimî 2/278, İsti’zân 15.bab
İMZA İMZA İMZA
İsmail Öner Doç. Dr. İbrahim Çalışkan Mustafa Ateş
D.İşl.Kr.Bşk. D.İşl.Kr.Bşk .V. ÜYE
(RAPORLU) İMZA İMZA
Dr. Fahri Demir Prof.Dr.Şerafettin Gölcük Haydar Hatipoğlu
ÜYE ÜYE ÜYE
İMZA İMZA İMZA
Prof.Dr.Mehmet Hatipoğlu Yaşar İşcan Doç.Dr.Esat Kılıçer
ÜYE ÜYE ÜYE
İMZA İMZA İMZA
Şükrü Özbuğday Hasan Şakir Sancaktar Lütfi Şentürk
ÜYE ÜYE ÜYE
İMZA İMZA
Seyfettin Yazıcı İrfan Yücel
ÜYE ÜYE
***
Şüphesiz aşağıda alıntı yaptığım kişiler dışındaki âlimlerin görüşleri de vardır. Fakat 1400 yıllık icma (ortak görüş) olan görüşler esas alınmalıdır görüşünde olduğum için bunları aldım. Değişik görüşler tabii ki de vardır. Ama bu görüşler çoğunluk değil çok az bir görüşü temsil etmektedir.
BAŞÖRTÜSÜNÜN FARZİYYETİ
"Amacım yalnızca rabbimin gerçek yolunu Kur’an’dan bulmaktır" diyen bir okurunuz varsa, ciddiye alırsınız değil mi? Ben de, o dinini ciddiye aldığı için onu ciddiye aldım. Bu okur şöyle diyor:
"Ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğu söylenir, baştan bahsedilmez. "Arapçada kadınların başlarına örttükleri şeyin özel adı "hımar" değil "mikna" (doğrusu mikne’a SH) ve "nasıyf"tır. Hangi Arapça sözlüğe bakılırsa bakılsın "mikna (çoğulu mekani)" ve "nasıyfın" hanımların başlarını örttükleri kumaşın adı olduğu yazılıdır." Allah eğer "hımar" kelimesi ile başın örtülmesini isteseydi "hımarürres" gibi bir vurgulama ile başörtüsü diyebilirdi"
Bunlar, başkalarının kesesinden harcanan yalan-yanlış paketi sevgili okur. Kimin kesesinden almışsanız dolmuşa binmişsiniz. Buna, Kur’an’a uymak yerine Kur’an’ı kendinize uydurma sonucunda düştüğünüz çelişkiler de eklenince, iş içinden çıkılmaz olmuş.
Dert şu: Hımar ile başın örtülmesi kastedilseydi, içinde "baş" kelimesi geçerdi!
Peki, bu durumda bir önceki cümlede hanımların başlarına örttüğü şeyin adının "mikne’a" ve "nasif" olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz? Nerede bunların içinde baş?
Kişi hiçbir şey bilmese de haddini bilecek. "Hangi sözlüğü bakılırsa bakılsın" iddiası yapacak bir kişinin, asgariden sözlüklere bakması lazım. Baksaydı ne görürdü?
Tabi ki, Arapça’da kadınların kullandığı örtü mikna (doğrusu mikne’a) ve nasif’ten ibaret olmadığını. Şöyle ortalama bir Kur’an talebesi olsaydı, sözlükte şunları görürdü:
1. Burka’ (veya burku’): Bütün yüzü örter. (Erkeğin kullandığına kına’ denir).
2. Nikab: Bütün yüzü örtmeyip iki gözden birini açarak bağlanan başörtüsüdür.
3. Lifâm: Her iki gözü de burun üstünden itibaren açık bırakan başörtüsüdür.
4. Lisâm: Burun açıkta kalacak şekilde ağız üstünden örtülen örtüdür.
5. Hımar: Yüz hariç başın ve boynun tamamını örten ve Kur’an’da emredilen örtüdür.
6. Nasîf: Hımar’ın daha büyüğü, Anadolu’daki "atkı"ya benzer başörtüsüdür.
7. Mikne’a: Nasif’ten daha büyük olup bel altına kadar uzanan başörtüsüdür.
8. Cilbab: Yüz hariç baştan ayağa her tarafı örten örtüdür.
Hımar, lugat olarak tereddütsüz başla ilgilidir. İçki’ye de aklı örttüğü için aynı kökten "hamr" denilmiştir. İkisi arasındaki ortak nokta "baş" ile ilgili olmasıdır. Mesela küfr de "örtmek" demektir. Ama başa veya akla değil, kalbe nisbet edildiği için farklı kökten kullanılmıştır.
"Hani bunun içinde baş?" sorusu kasıtlı bir tahrif ve saptırma amacı taşımıyorsa, cehaletin daniskasıdır. Yukarıda Arapçada kullanılan tüm başörtüsü isimleri sıralanmıştır. Hiçbirinin içinde "baş" yoktur. Olmasına gerek de yoktur. Türkçede de bu böyledir: Yazma, yaşmak, atkı, bürgü, bürümcek, çarşaf, çar, yağlık, eşarp, tülbent… Bunların tümü de bacak değil başı örter ve içinde "baş" geçmez. Hoş Arapçada na’leyn, huffeteyn, cevrabeyn de ayağa giyilirler, ama içinde "ayak" geçmez. "Hani bunun ayağı?" diyerek bunların ayağa giyilmediğini söylemek ne kadar ciddi ise, "Hani bunun başı?" sorusu da o kadar ciddidir.
Okurumun cebinden harcadığı "kitabına uyduranlar" takımı ne diyor: "Hımar başı örtmez, göğüsleri örter?" Yani? Yanisi şu: Hımar başörtüsü değil, göğüs örtüsüdür.
Peki, aynı mantıkla sormak gerekmez mi: Bir: Nerede bunun içinde göğüs? İki: Sen, örtü ayeti inmeden kadınların göğsü açık gezdiğini söylemiş oluyorsun, haberin var mı?
Bir alıntı daha yapalım "tüm maksadım Kur’an’ı anlamak" diyen okurumuzdan: Ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğu geçer. Yani hımarın başı kapatması değil, ayette açıkça yaka dekoltesini örtmesi istenir. (Yaka açığı manasına gelen ’cuub’ (doğrusu "cuyub" SH) kelimesi hem bu ayette kapanılacak.."
Ey sevgili okur! Kur’an tüm âşıklarına önce haddini bilmeyi öğretir. Çünkü Kur’an haddini bilmezliği "cahiliye" olarak adlandırır ve ebediyen mahkûm eder. Zaten başörtüsü emrini de "haddini bilmezlik çağı" ile "Allah’a kayıtsız şartsız teslim olan insan" anlamındaki "Müslüman" kadına bir kişilik ve kimlik kazandırmak için emreder. Aynı zamanda O’nun "Rabbimin emri başım gözüm üstüne!" deyip demeyeceğini imtihan için emreder.
Ceyb; "aralık, açıklık, yırtık, yırtmaç, kesik, kopuk" anlamlarının tamamını kapsar. Başta aynı kökten türetilmiş olan "cep" olmak üzere, "açık yerler, göğüs yırtmacı, yaka açığı, kol açığı, elbise yırtığı", hülasa elbisenin tek parmağın içine gireceği tüm açık yerlerine denir. Hatta Kur’an, Semud kavminin kayaları yararak vadi oymasını da aynı kökten (cabu’s-sahr) bir kelimeyle ifade eder. Soruyu zihinden "kesip" attığı için "cevab" da aynı köktendir.
Nur 31. ayetin başörtüsünü emreden cümlesi aslında neyi emretmektedir?
Açık ve net olarak şunu: Cahiliye döneminde bir aksesuar olarak başın üzerinden sırta atılan örtüyü bütün bir boynu ve gerdanı da kapatacak şekilde mazbutça örtmeyi.
Tabiî ki bu emir Allah’ın kitabına uyacaklar içindir. Kitaba uymak yerine kitabına uydurmaya ne gerek var? Yalan yanlış türrehatı yayıp vebale girmeye ne gerek var?
Unutmayalım İslam "teslim almak" değil "teslim olmak" manasına gelir.
***
Bektaşi hikâyesini herkes bilir: Hocanın biri Bektaşi’ye "Niçin namaz kılmıyorsun?" der ve "Kur’an öyle emrediyor" cevabını alır. "Allah Allah, nerede emrediyor?" deyince, Bektaşi pişkin pişkin cevabı yapıştırır: "Lâ takrabu’s-salat" (namaza yaklaşmayın) demiyor mu?" Hoca itiraz eder: "Devamını da okusana?" Maksadı kitaba değil kitabına uydurmak olan Bektaşi kaçamak yapar: "Ben hafız değilim."
Bu fıkrada dile gelen gerçek şu: İnsanın derdi hakikate uymak değil de hakikati kendisine uydurmaksa, Kur’an’ı bile buna alet eder. Bu yeni bir şey değil. Bazen kasıtsız, bazen kasıtlı yapılır bu. Daha sahabe döneminden bunun örneklerini biliyoruz.
Hz. Ömer’in hilafeti döneminde iki kafadar kafayı çekmiş, hesabını soranlara da Maide 93’ü göstermişti. Yine aynı dönemde bir kadın erkek kölesiyle zina yapmış, bunu nasıl yaptığını soranlara Mearic 30’u delil göstermişti.
Hariciler siyasi muhaliflerinin bebelerini öldürüyorlar, bunun delilini soranlara Kehf suresinin 74. ayetini okuyorlardı. Yine aynı zümre Hz. Ali’yi dinden dönmekle suçlayıp katlederken, Yusuf suresinin 40. ayetini delil getirdiler. Bir zamanlar biriyle karşılaştım. Kıldığımız namazların Kur’an’ın emrettiği namaz olmadığını söylüyordu. Kur’an’ın emrettiği namazın nasıl kılınacağını sordum. Ayağa kalktı, kıbleye döndü, Fatiha’yı okudu, "İşte bu kadar" dedi. Yine bir zamanlar da bir grup esrarkeş münakaşa etmişler. Ellerine Mushaf’ı alıp "Esrar’ı haram kılan ayeti bize göster" diye yanıma gelmişlerdi.
Görüyorsunuz, iş çığırından çıkınca ortalık çamurdan geçilmez oluyor.
Başörtüsünün farziyyeti konusunda da mesele işte bu düzeyde ele alınıyor. Dini bir meseleyi konuşmanın bir usulü, üslubu ve adabı olduğu hatırlanmıyor. İnsanlar bozulan musluklarını tamir ettirmek için berbere gitmezken, iş dine gelince ilme ve ihtisasa hürmeti kimse hatırlamıyor. "Bilmiyorsanız Kur’an’ı (zikr) bilenlere sorun?" diyen Kur’an değilmiş gibi davranılıyor.
Kur’an’ın ortaya koyduğu bir hüküm yalnız lafızdan yola çıkılarak anlaşılamaz. Ona mana ve maksadı da eklemek şarttır. Maksadı öğrenmek için ise: 1) O konudaki tüm ayetleri iç ve dış bağlamlarından koparmadan tümevarım yöntemiyle okumaya tâbi tutmak; 2) Ahlakı Kur’an olan Hz. Peygamber’in o Kur’anî hükmü hayata nasıl tatbik ettiğini bilmek; 3) O hükmün tatbik edildiği nüzul ortamını bilmek şarttır.
Kur’an başı gökte ayakları yerde olan ilahi bir hitaptır. Başı manayı, ayakları lafzı, bastığı yer dış bağlamı/olguyu, baktığı yer teşri yönünü gösterir.
Geçen haddini bilmez bir tv programcısı, resmen Nur 31’den önce kadınların göğüsleri açık, hatta çıplak gezdiklerini söylüyordu. Buna da delil olarak Kâbe’yi çıplak tavaf etme geleneğini gösteriyordu.
Birincisi bu nadir bir haldi, yaygın bir uygulama değildi. İkincisi, hiçbir Mekkeli Kâbe’yi hiçbir zaman çıplak tavaf etmedi. Onlar Fil olayından sonra kendilerini "Allah’ın halkı" ilan ettiler ve "hums" adını verdiler. Dışardan gelmiş insanlara "hılli" adını verdiler. Bir hılli Kâbe’yi kendi elbisesiyle değil, "hums"tan birinin elbisesiyle tavaf etmeliydi. Böylece bir elbise kiralama sektörü doğdu. Çıplak tavaf, yalnızca elbise kiralayacak gücü olmayanlarla sınırlı nadir bir uygulamaydı. Buradan örtüsüzlüğe ne çıkar? Hiç!
Nur suresi 31. ayette emredilen başörtüsü değil de ğöğüs ya da omuz örtüsü diyenler, bu ayet geldiğinde mümin hanımların göğüsleri açıkta gezdiğini söylemiş oluyorlar. Bu ayet zaten var olan örtünün doğru kullanılmasını emrediyor. Onları yanıltan, ayet geldiğinde kadınların başörtüsünü hiç tanımadıkları ön kabulüdür.
Oysa ki nüzul ortamında örtü yaygın olarak kullanılıyordu. Örtü hürriyet ve saygınlık alametiydi. Hz. Hatice Hz. Peygamber ile evlendiğinde örtülüydü. Örtünün o kadar saygın bir yeri vardı ki, bir kadının başörtüsüyle kesilen savaşlardan söz eder kaynaklar. Muhabbar sahibi şöyle bir olay anlatır: Ümmü Kırfe bt. Rebi’a b. Bedr, Malik oğullarından saygın bir kadındı. Ğatafan’dan iki ordu savaş için karşı karşıya geldi. Tam savaş başlayacaktı ki, bu kadın başörtüsünü iki ordu arasına astırarak savaşı önledi (be’aset hımârahâ fe’ullika beynehum fe’stalehû).
Kur’an "elbise"yi tıpkı ayet gibi Ademoğlu’na "inzal edilen" bir nimet olarak takdim eder (7:26). Giyinmekten maksadın cinselliği örtmek olduğunu, cinselliğin özel bir alan olduğunu dile getirir (7:25). Örtünmenin temelinde cinselliğin kamuya açılmaması ilkesi yatar. Örtünme emri, kadın-erkek ilişkisinin cinsiyet değil şahsiyet üzerinden gerçekleşmesi içindir. İlişkinin zehirlenmemesi içindir.
Örtünmenin sınırlarını koyan, kadını da erkeği de yaratandır. O yarattığını bilir. Mesele O’na güven meselesidir. Zaten imanın ahlaki tanımı "Allah’a güven" değil midir?
Bir sınır yoksa hiç sınır yoktur. Peki, o sınırı kim koyacak? İslam bu soruya "Allah" diyor. Müslüman, buna iman edip Allah’ın hükmüne teslim olan demektir. Gerisi mi? Gerisi, Kur’an’ın (49:16) ifadesiyle "Allah’a din öğretmeye kalkmaktır". Neden kadın? Neden saç? Modern zihin nerede yanılıyor? (Mustafa İSLAMOĞLU)
***
Fıkıh mezheplerinde örtünme:
Hicrî üçüncü asrın ikinci yarısında yaşayan Taberî (ö.310/922), dördüncü asırda yaşayan Ebû Bekri’r-Râzî el-Cessâs (ö.370/980), beşinci asırda yaşayan Şafiî mezhebinden el-Keyâ el-Herrâsî (ö.504/1110), çağdaşı, Mâlikî mezhebinden İbnu’l-Arabî (ö.543/1148) gibi birinci veya ikinci dereceden müçtehit veya mezhebe bağlı âlimlerin, ahkâm âyetleri ile ilgili tefsirleri elimizdedir. Bu tefsirlerde örtünme ile ilgili âyetlerin mânâ ve hükümleri incelenmiş, üzerinde birleşilen noktalar ile ihtilâf edilen hususlar açıkça kaydedilmiştir. Bunlara dayanarak, konunun ne zamandan beri tartışıldığını ve kimin ne dediğini tespit etmek kolaylıkla mümkün bulunmaktadır.
Bizim tespitlerimize göre sahabe müfessirlerinden günümüze kadar her asırda yapılan ve kısmen yazılan tefsirlerde “hür, müslüman kadınların el, yüz ve ayakları hariç, bütün vücutlarının avret olduğu, örtülmesi gerektiği konusunda sözbirliği ve görüş beraberliği vardır. Nûr ve Ahzâb sûrelerinde yer alan âyetler ile bunları açıklayan hadislerin, “yüz, el ve ayaklar” dışında kalan yerlerin örtülmesi gerektiğini kesin ve bağlayıcı olarak ifade ettiğinde birleşilmiştir. Hiçbir fakîh “Başın veya örtülmesi gereken diğer yerlerin, dünya hayatında faydası bulunduğu için ve âdete dayalı olarak örtülmesi tavsiye edilmiştir, fayda ve âdet değişirse örtülmeyebilir” şeklinde bir görüş ileri sürmemiş, müçtehitler bu konudaki talimatın devamlı ve bağlayıcı olduğunda birleşmişlerdir. Örnek olarak bak. (Taberî, Câmi’u’l-beyân, XVIII, 82 vd.; Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, III, 314 vd.)
Namazda örtünme:
Hanefî mezhebinin muteber kaynaklarından biri olan Bedâiu’s-sanâi’ isimli kitapta müellif Kâsânî (v.587/1191) özetle şöyle der:
Kadının ve erkeğin nerelerini örtmesi gerektiği konusu başkadır (Bu konu kitaplarda başka bir bölümde incelenir), namazda örtünmenin (setr-i avretin) hükmü ve ölçüsü başkadır. Namazda da kadının başı avret (örtülmesi gereken yer) olduğu halde Ebu Hanife ve öğrencisi Muhammed’e göre bir organın (mesela kolun, bacağın, başın) dörtte biri, Ebu Yusuf’a göre yarısı örtülmeden namaz kılınırsa bu namazın yeniden kılınması gerekmez (C. I, s. 544).
Büyük Hanefî fıkıh alimlerinden Serahsî (v. 483/1090) bu hükmün gerekçesini şöyle açıklıyor: Her yerde yeterli ve sağlam elbise bulmak kolay değildir, elbise yırtık veya küçük olabilir ve bu takdirde istemeden bazı yerler namazda açılır (C. I, s. 197).
Kendisi de Mâlikî mezhebinden olan İbn Rüşd (595/1198), mutlak olarak (namazın içinde ve dışında ayırımı söz konusu olmadan) setr-i avretin (örtünmenin) İslâm’daki hükmünü şöyle özetliyor:
“Ulemânın çoğuna göre kadının avret yerleri, elleri ve yüzleri hariç bütün bedenidir. (Geri kalan ulemâdan Ebû Hanîfe ayakları da istisna etmiş, Ebû Bekr b. Abdurrahman ile Ahmed b. Hanbel “bütün bedeni avrettir (örtülmesi gerekir)” içtihadında bulunmuşlardır.”
Şu halde İmam Mâlik de dahil, bütün müçtehitler, kadının elleri, yüzü ve ayakları hariç (bunlarda ihtilâf var) bütün vücudunun avret olduğunda, kapatılması gerektiğinde, bakılmasının caiz olmadığında birleşmiş oluyorlar. İbn Rüşd arkadan başka bir bölüm açıyor ve burada, özellikle namazda setr-i avretin hükmünü anlatıyor ve konumuzla ilgili olarak şu satırlara yer veriyor:
“İmam Mâlik’e göre setr-i avret namazın sünnetlerindendir, diğerlerine göre ise namazın farzlarındandır.” “Bütün bu müçtehitler, “avret yerleri açık olarak namaz kılan kadının, ister vakit içinde, ister vakit çıktıktan sonra olsun, namazını yeniden kılması gerekiyor” diyorlar; yalnızca İmam Mâlik “vakit çıkmış ise yeniden kılması gerekmez” içtihadını ileri sürüyor.” (Bidâye, I, 89-91)
Başın tamamı kapatıldıktan sonra arkadan sarkan uzun saçların da kapatılmasında -özellikle kırsal bölgede çalışan kadınlar için zorluk bulunduğundan bazı fıkıhçılar “kadın bunu da kapatmakla yükümlü değildir, ama erkeklerin o saça bakmaları da caiz değildir” demişlerdir.
Buraya kadar özetlediğim doğru bilgi “İslam fıkıh mezheplerinin tanımına göre, nâmahremlere karşı kadının başının tamamının örtülmesi gerektiğini” açık ve kesin olarak ortaya koymaktadır. (Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN)
***
“Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn döneminden itibaren de, Müslümanlar, aralarında ayrıntı sayılabilecek bazı farklılıklar bulunmakla birlikte Resûlullah tarafından getirilen ölçü ve açıklamaları bütün asırlarda ve bölgelerde belli hatlarıyla korumuş ve yaşatmışlar, örtünmeyi ahlâkî ve insanî olduğu kadar dinî bir vecîbe olarak da görmüşlerdir. Örtünmenin iffet ve namusu korumak, tanınmayı ve incinmemeyi sağlamak gibi bazı hikmetleri, yani olumlu sonuç ve yararları bulunduğu doğru olsa bile örtünme vecîbesinin böyle bir gayeye kilitlenerek açıklanması, bu gayenin bulunmadığı veya başka yollarla elde edildiği durumlarda örtünmenin gerekmeyeceği görüşü doğru olmaz. Bunun için de, şekil ve ayrıntı yönüyle mahallî ve kültürel bazı özellikler ve farklılıklar taşıması dinen müsamaha ile karşılanmış olsa bile, esas itibariyle örtünmenin dinin emri ve gereği olduğu hususunda Müslümanlar arasında bir görüş ayrılığı zuhur etmemiştir.”
(İlmihal II İslâm ve Toplum, Türkiye Diyânet Vakfı Yayınları, S: 73)
***
Aşağıda 18 Türkçe 2 yabacı dildeki 20 mealde Nur suresinin ilk ayeti alınmıştır.1. ayette “hükümlerini, uygulanmasını farz kıldığımız” ifadesiyle surede geçen emirler açık bir şekilde bildirilmiş olmasına rağmen, başörtüsüyle ilgili yapılan tartışmaları gözünüzün önüne getirmenizi istiyorum. Başörtüsü dinin bir emri değildir diyenlerin kulaklarını çınlatmak istiyorum.
(NÛR suresi 1. ayet) (Resmi:24/İniş:102/Alfabetik:84)
سُورَةٌ أَنزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَأَنزَلْنَا فِيهَا آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَّعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Okunuş: Suratün enzelnaha ve feradnaha ve enzelna fiha ayatim beyyinatil lealleküm tezekkerun.
Diyanet Çevirisi: Bu, bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik.
Diyanet Vakfı: (Bu) Bizim inzâl ettiğimiz ve (hükümlerini üzerinize) farz kıldığımız bir sûredir. Belki düşünüp öğüt alırsınız diye onda açık seçik âyetler indirdik.
Elmalılı Orijinal: Bir Sûre ki indirdik ve farz kıldık hem içinde açık açık âyetler indirdik gerek ki beller tutarsınız
Elmalılı Sade. 1: Bu indirdiğimiz, farz kıldığımız ve içinde açık açık ayetler indirdiğimiz bir süredir; ola ki iyice belleyip tutarsınız.
Elmalılı Sade. 2: (İşte bu âyetler) bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini üzerinize) farz kıldığımız bir sûredir. Belki düşünüp öğüt alırsınız diye onda açık açık âyetler indirdik.
Ö. N. Bilmen: Bu bir sûredir ki, bunu indirdik ve bunu farz kıldık ve bunda açık açık âyetler indirdik. Gerektir ki, düşünesiniz.
S. Ateş: Bu indirdiğimiz ve uygulanmasını farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda açık açık âyetler indirdik.
A. Bulaç: (Bu) İndirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. İçinde, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik.
Muhammed Esed: YÜCELERDEN indirdiğimiz, açık ve kesin hükümlerle vaz’ettiğimiz bir suredir bu; bu (sure)de (de) apaçık mesajlar indirdik ki belki ders alır da aklınızda tutarsınız.
Y.N. Öztürk: Bir suredir, indirdik onu; farz kıldık onu... Ve içinde açık-seçik ayetler indirdik ki, düşünüp ders alabilesiniz.
S. Yıldırım: Bu, indirdiğimiz ve uygulanmasını gerekli kıldığımız bir sûredir. İyice belleyip dersinizi alırsınız diye onun içinde açık seçik âyetler indirdik.
Tefhimü-l Kuran: (Bu,) İndirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir suredir; içinde umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik.
Fizilalil Kuran: Bu indirip hükümlerini farz kıldığımız bir suredir. Öğüt alasınız diye onda apaçık ayetler indirdik.
A. Gölpınarlı: Bir sûredir ki onu indirdik ve hükümlerini farzettik ve anıp ibret alın diye onda nice apaçık deliller de gösterdik.
H. S. Yeter: (Bu) Bizim inzâl ettiğimiz ve (hükümlerini üzerinize) farz kıldığımız bir sûredir. Belki düşünüp öğüt alırsınız diye onda açık seçik âyetler indirdik.
A. Uğur: (Bu) Bizim inzâl ettiğimiz ve (hükümlerini üzerinize) farz kıldığımız bir sûredir. Belki düşünüp öğüt alırsınız diye onda açık seçik âyetler indirdik.
G. Onan: (Bu) İndirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımiz bir süredir. İçinde umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik.
Ş. Piriş: Bir sûre ki onu indirip, farz kıldık. Düşünüp öğüt alasınız diye onda apaçık ayetler indirdik.
Yusuf Ali (EN):A which We have sent down and which We have ordained: in it have We sent down Clear Signs, in order that ye may receive admonition.
M. Pickthall (EN):(Here is) a Surah which We have revealed and enjoined, and wherein We have revealed plain tokens, that haply ye may take heed.
***
Ayrıca Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Sayın Zeki DUMAN Hocamızın eserlerinden alıntı yaparak konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamak istedim.
① Bu sure de, elçimiz Muhammed’e inzal ettiğimiz; böylece sizin anlayış ve idrak seviyenize yaklaştırdığımız bir suredir. (İnzal kavramı hakkında bkz. Kıyame, 75/16-19; Ayrıca bkz. A’râf, 7/26; Hadîd, 57/25)
② “Âyâtin beyyinât...”, hem kendisi açık; mana ve maksatlarında kapalılık bulunmayan ve tevile ihtiyacı olmayan muhkem, hem de ilgili konuları net olarak açıklayıcı ayetler, anlamındadır. (Bkz. Taberî, Camiu’l-Beyan, XVII/59; Alusi, Ruhu’l-Meanî, XVIII/75-76; Sabunî, Revaiu’l-Beyan Tefsiru Âyati’l-Ahkâm, II/14)
"Bu, indirdiğimiz ve farz kıldığımız bir sûredir. Belki düşünürsünüz diye onda açık seçik ayetler indirdik." (Beyânu’l-Hak, III.Cilt, Prof. Dr. M. Zeki Duman, Fecr Yayınları)
Nur sûresi, diğer sûreler gibi Allah’ın kelamıdır. Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla Arap dili ile "insanların anlayış seviyesine indirdirilmiş, içerdiği hükümleri farz kılınmış, maksat ve mânâları açık olup te’vile ihtiyacı olmayan bir sûredir."5 (Beş Sûrenin Tefsiri, Prof. Dr. M. Zeki Duman, Fecr Yayınları)
***
YORUMLAR
Çok Muhterem Yusuf Ziya Kardeşim,
Allah sizden razı olsun. Bir kitap dolusu bilgileri kısaca özetlemiş, anlayanların istifadesine sunmuşsunuz. Rabbim çalışmalarınızı mübarek eylesin. Her satırınıza katılıyor altına imzamı atıyorum.
Verilebilecek en güzel cevabı Abese Suresindeki mübarek ayetlerle vermişsiniz. Ne mutlu! Hakkı hak bilip Hakka ittiba , batılı batıl bilip ondan ictinab eden kullara.
Selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum efendim. Rabbim yâr ve yardımcınız olsun.
Değerli Ali bey hocam
Bu ikazım ve paylaşımım sadece size ve konudan rahatsız olup, doğruyu izâh etmek için mücadele veren arkadaşlar içindir.İnatla ısrara devame edenlere söyleyecek sözüm yoktur.
Kannatimce, mermer sulamayı bırakıp kurak ve çorak da olsa toprak, çiçek,suya ihtiyaci olanları sulamak daha faydalı olacaktır.
Bin yıl sulasanız bile mermer; bir damla su içine almayacaktır..
Neden?
Adı mermer çünkü !
Şahsi fikrim olan bu tesbiti yaptıktan sonra, K.Kerim'in bu konudaki hükmünü hatırlatarak bir nokta koymama müsade ediniz lütfen..
İslâmın tanınması ve yayılması için büyük mücadele veren Kâinatın efendisi Mekke'nin seçkin toplulukları ile otuyor ve onlara İslâm'ı anlatıyordu. Bu sırada, Resulullah'ın (sav) yanına bir âma geldi (ibni Ümmü Mektum ). Ve dedi ki;
"Ey Allah'ın elçisi, bana da oku, bana da öğret, Allah'ın sana öğrettiklerinden."
Resulullah'ın(sav) içinde bulunduğu şartları ve kiminle uğraştığını bile bile bu sözlerini tekrar ediyor. Hz. Peygamber ikide bir sözünün ve çabasının kesilmesinden rahatsız oluyor ve adamın görmediği yüzünde hoşnutsuzluk ifadeleri beliriyor. Yüzünü ekşitiyor ve onunla ilgilenmiyor. Fakir ve kimsesiz olan ve kendisini bu büyük işten alıkoyan adama aldırmıyor. Çünkü uğraştığı şeyin ardında davası ve dini için büyük umutlar besliyor. Aslında o bunlarla uğraşırken dininin zafere ulaşmasını arzu etmektedir. Çağrısına karşı samimiyetini, islamın çıkarına bağlılığını ve onun yayılması için aşırı isteğini ortaya koyuyor.
İşte tam bu sırada vahiy meseleye el koyuyor. Meseleye el koyuyor ki bu konudaki kesin hükmünü belirlesin. Yolun tüm işaretlerini ortaya koysun. Değerlerin kendisi ile ölçüldüğü kriterleri belirlesin. Şartları ve değerlerin tümünü bir kenara itsin. isterse bu şartlar ve değerlendirmeler insanların ölçüleri ile belirlenen ve davanın çıkarını gözeten ölçüler olsun. isterse bu ölçüler; insanlığın efendisi Hz. Muhammed (sav) belirlemiş olsun..
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
عَبَسَ وَتَوَلَّى )-
Surat astı ve döndü.
أَنْ جَاءَهُ الْأَعْمَى )
Yanına âma geldi diye.
وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى )
Ne bileceksin sen belki o arınacak?
أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّكْرَى )
Yahut öğüt alacak da bu öğüt, kendisine fayda verecek.
أَمَّا مَنْ اسْتَغْنَى )
Kendisini yeterli görüp tenezzül etmeyene gelince.
فَأَنْتَ لَهُ تَصَدَّى )
Sen onunla ilgileniyorsun!
وَمَا عَلَيْكَ أَلَّا يَزَّكَّى )
Onun arınmamasından sana ne?
وَأَمَّا مَنْ جَاءَكَ يَسْعَى )
Fakat koşarak sana gelene;
وَهُوَ يَخْشَى )
Allah'tan sakınarak gelmişken.
فَأَنْتَ عَنْهُ تَلَهَّى )
Sen onunla ilgilenmiyorsun!
كَلَّا إِنَّهَا تَذْكِرَةٌ )
Asla olmaz böyle şey! Kur'an ayetleri birer hatırlatmadır öğüttür.
فَمَنْ شَاءَ ذَكَرَهُ )
Dileyen onu düşünüp öğüt Alır.
Abese Sûresi (80 / 1-12)
Bu mübarek sûrede verilen mesaj çok önemlidir.
Muhakkak ki; İslâm anlatılmalı, emri bil mârûf ve nehy-i ânil münker yapılmalı, insanların aydınlatılması için gayret gösterilmeli..
Ancak; kasıtlı olarak, inat ile yanlışına,küfrüne ısrar eden için Rabbimiz boşa zaman harcamamamızı, bu zamanı daha faydalı olacağımız kişiler ve işlerde tasarruf etmemizi istiyor. Bu konuda Resûlunu bile azarlayan Rabbimizin sözlerine kulak asmalıyız..
Hidâyeti nasip eden O değil mi?
Kısmet etmemişse bir gönüle eğer, biz ne yapabiliriz?
İşte âyetin tefsîri;
"Kendisini yeterli görüp tenezzül etmeyene gelince sen ona yöneliyorsun. Onun arınmamasından sana ne? Fakat koşarak sana gelene Allah'tan korkarak gelmişken sen onunla ilgilenmiyorsun." Sana ve dinine karşı üstünlük taslayan getirdiğin hidayete, iyiliğe, aydınlığa ve temizliğe ilgi duymayan adama gelince, sen ona ilgi gösterip kendisine önem veriyorsun. Hidayete gelmesi için uğraşıyorsun. Senden yüz çevirdiği halde sen habire ona mesajını takdim ediyorsun! Onun arınmamasından sana ne? Eğer o pisliği ve kiri içinde kalmak istiyorsa bu seni ne ilgilendirir? Sen onun günahından hesaba çekilmeyeceksin, onunla üstün gelmeyeceksin, onun desteğiyle ayakta değilsin. "Fakat koşarak sana gelene" seni seçerek ve sana itaat ederek "Allah'tan sakınarak" ve günahlardan sakınarak gelene "sen onunla ilgilenmiyorsun!" iyiliği ve takvayı dileyerek gelen inanmış adamla ilgilenmemek boş işle uğraşmak diye adlandırılıyor. Bu ise ağır bir nitelemedir.
Ardından azarın ibresi biraz daha yükseliyor. Kesin red ve sert tepki sınırına ulaşıyor. "Asla olamaz." Bu ifade bu ortamda gerçekten dikkatle üzerinde durulması gereken bir hitap şeklidir.
Sonra bu davanın gerçekliği, yüceliği, büyüklüğü ve üstünlüğü açıklanıyor. Hiç kimseye, hiçbir desteğe ihtiyacı olmadığı belirtiliyor. Bu dava bizzat kendisine yönelenlere sadece kendisini isteyenlere yönelmelidir. Bu istekli insanın dünya ölçülerindeki değeri ve konumu ne olursa olsun. "Kur'an ayetleri birer hatırlatmadır, öğüttür. Dileyen O'nu düşünüp öğüt Alır. O sahifeler içindedir. Değerli ve şanlı, yükseltilen ve temiz tutulan sahifeler de. Bunlarda taşıyıcıların ellerindedir. Allah katında değeri olan çok iyi yazıcı ve taşıyıcıların." O her yönü ile değerli, şereflidir. Sahifelerinde şereflidir, bu tertemiz sahifeleri melekler yüceler aleminden alıp yeryüzündeki seçilmiş insanlara ulaştırmak için taşıyıp getirmektedir. Onu getiren meleklerde onurlu ve arınmıştırlar. Dolayısıyla o her yönüyle, kendisi ile ilgili her açıdan şanlı tertemizdir. Uzaktan yakından bununla ilgili olan herşeyde öyle. Ve o gerçekten çok değerlidir. Kendisine ihtiyaç duymadıklarını açıkça söyleyen ondan yüz çeviren kimselere takdim edilmez. O sadece değerini bilenler ve O'nunla arınmak isteyenler içindir."
Başka söze gerek var mı?
Bırakın cehennem mahzun kalmasın!
Veselam!
YusufZiyaKarahasanoğlu tarafından 3/31/2008 4:48:16 PM zamanında düzenlenmiştir.
YusufZiyaKarahasanoğlu tarafından 3/31/2008 5:18:58 PM zamanında düzenlenmiştir.
:))
Namazı 50 rekat kılsanız, orucu 6şar saatten 5 ay tutsanız siz kimse bir şey demez:)
Hatta sizi hiç inanmasanız da kimse bir şey demez...
İnsanlar size , ancak müslümanlıkta namaz elli rekattır, oruç altışar saattir dediğinizde, önünüze belge, kanıt, kitap çıkartır ve der ki;
Arkadaş bu senin dediğin İslam ya da müslümanlık değil..
Hadise bu kadar basit...
Yeni bir mezhep oluşturmak serbesttir..Mürid bulabilirseniz, Uluslararası teammüllere göre din sayılabilecek kurumsallaşmayı da tamamlayabilirseniz, hatta yeni bir dininiz dahi olabilir...
O zaman, eğitimci38 hocamızın dediği gibi "sizin dininiz size, benim dini bana" der geçilir..
Ancak, İslamiyette şu şöyledir, dediğinizde belge, kaynak sorulur, karşıu düşünceler de belge ve kaynakla ortaya cevap olarak sunulur...
Siz özdemir İnce hocayı, Ruhat Mengi hocayı belge olarak sunduğunuzda, karşı taraf da Atatürk tarafından hazırlattırılan -ki her kesimce muteber kaynaklardır hala- Elmalılı Hamdi Kuran tefsiri(4 clt), 9 ciltlik hadisler külliyatı vs. türü kaynaklar ortaya konulur...
Başkanı ve üyelerinden bir çoğu profesör olan Diyanet İşleri başkanlığının açıklamaları belirtilir...
İslamiyette de geçen 1400 küsür yıl içinde farklı görüşler ileri sürenler olmuştur, ancak bugünkü gibi bular başörtüsü, namaz rekatları, oruç saatleri vs. türü magazinel sorunlar olmamıştır..:) Bütün dünya müslümanlarının ortak doğrularından farklı, bazı detayları değişik düşünen insanlar için de, men edici bir husus yoktur...Orucu 6 saat tuttuğunda, sorumlusu kendisi olacaktır...İnanmadığı bir eylemi yapmaz insan kötü niyetli değilse...Orucun 6 saat olduğu sonucuna varıyorsa, ve diğer görüşlerin yanlış olduğunu düşünüyorsa, onun 6 ssatlik orucu elbette Allahı ve kendisi arasındadır...
Diğer insanlara, "sizin orucunuz imsak ile akşam arasında olmaz, bu islamiyette yoktur" deme hakkını da kimseye vermez tabii ki..:)
Bütün uygulamalara bireyin inancı doğrultusunda bakıldığında, sorular kendiliğinden çözülecektir diye düşünüyorum...
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:43:09 AM zamanında düzenlenmiştir.
"...Bana kalkıp sokaktaki adamın kafasının bahanesi olarak Arabın 1500 yıl önceki kavimler arası kitabı ile bunun adına yazılmış onlarca yüzlerce kitap getirmeyiniz." demişsiniz.
Yazık! Küfrü inadi durumuna düşmenizden dolayı üzülüyorum. Yüce Kur'ana Arabın kitabı diyecek kadar cahillik yapacağınıza inanmıyordum. Gaflet batağına saplanmış, debelendikçe de batağa daha çok saplanıyorsunuz.
Tebliğ görevimi yapmam gerektiğine inanarak yazışmayı sürdürmüştüm. Gördüm ki boşuna kürek çekmişiz. Size bundan sonra söylenecek sadece şu ayetler olacak. Her yazınızda karşınıza bu mübarek ayetler çıkacak. Umarım yararı olur.
BAKARA SURESİ: 18 "Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar artık dönmezler. "
BAKARA SURESİ: 171 "O küfre sapanların durumu, bağırıp çağırma dışında bir şeyi işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıllarını işletemezler onlar."
EN'AM SURESI : 39 "Bizim ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklara gömülmüş sağır ve dilsizlerdir. Allah, dilediği/dileyen kişiyi şaşırtır, dilediğini/dileyeni de dosdoğru yol üzerine koyar."
ENFAL SURESİ : 22 "Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir."
"Senin dinin sana, benim dinim banadır."
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:43:15 AM zamanında düzenlenmiştir.
****Günümüz Türkçesi ile: "Ve söyle inanan kadınlara: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve saklasınlar cinsel organlarını. Ve göstermesinler ziynetlerini (süslerini). Ve yakaları üzerine bıraksınlar başörtülerini."
Görüldüğü gibi Muhammed bin Hamza’nın çevirisinde "baş örtmek" diye bir şey yok. ********
Bu cümleler, kapı gibi belge diye bahsi geçen cümleler oluyor herhalde?
;))
Yakaları üzerine bıraksınlar örtülerini, ve
Görüldüğü gibi başörtmek yok
düşünceleri nasıl aynı anda bir paragrafta olabiliyor.))
Olmayan başörtüleri mi yakaların üzerine bırakılacak?
;)
Ziynetlerini örtsünler değil söylenen..
Başörtülerini ziynetlerin üstüne kadar uzatsınlar...
Bu tariften, başlarını örtmesinler ama, başörtülerini göğüs yırtmaçlarına vurtsunlar/uzatsınlar anlamı mı çıkar?
Yani, eteğini dizlerine kadar uzat derken, dizlerini ört, ama yukarıları açık bırak türü bir saçmalık olmuş bu kapı gibi belgeler biraz da:)
Atesit forumlardaki kopyala yapıştır türü, her platformda aynı dökümanlar kullanıldığında, bu türden tutarsızlıklar kaçınılmazdır zaten...Üstelik revize edilmeye de gerek duyulmamış...
Bilgi eksikliğini gidermek için, Atatürkün Diyanet işleri Başkanlığına özel talimat ile, hatta o zamanın şartlarına göre çok ciddi bir para olan 20.000 tl kaynak ayırarak yaptırdığı Elmalılı Hamdi Yazır tefsirleri(4 cilt) ve yine Elmalılı Hamdinin hazırladığı 9 ciltlik hadis kaynaklarına da başvurulabilir...
Çoğu şeyi konuşmaya dahi gerek kalmayacak..
İnanıp ,inanmamak tercihi dışında...
;)
Tercih ne olursa olsun, gerçek değişmeyecek ama..
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:43:24 AM zamanında düzenlenmiştir.
Bir kovanın içindeki mermere yapacak hiç birşeyimiz yoktur. Asırlar boyu orada dursalar bir gram su almayacakları kesindir.Bizim derdimiz sünger olanlar iledir.Onlara bir kaç damla ikram etmektir amacımız.
Dileyen mermer olarak kalır, dileyen sünger olarak..
Bu tercih özgür bir tercihtir..
Vesselam
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:43:27 AM zamanında düzenlenmiştir.
Beyefendi,
Bayağı gelişme olmuş bakıyorum. İnananlardan, dindar ve mü'minlerden bahsederek gerçek müslümanları tarif etmişsin.
Yalnız bilmediğiniz ve öğrenmek zorunda olduğunuz şeyler de var. Çok şükür öğrenmeye adım atmışsın. Bu da bir gelişme.
İslam dininin ana kaynakları olan Edille-i Şer'iyye bir değil dörttür. 1- Kitap 2- Sünnet 3- İcma 4- Kıyas
Peygamberimizin görevi (s.a.v) sünneti ve hadisleriyle kıyamete kadar devam etmektedir. Görevi bitmemiştir. Önce iman, sonra da bunları öğrenmeniz gerekecek.
Öğrenmeye istekli olduğuğunuza göre bize tebliğ etmek düşüyor. Biraz sabırlı olur gerçekleri öğrenmek için gayret gösterirseniz Allah (c.c) hidayet nasip edecektir. Yeter ki isteyin.
Görüşlerinizin bazı bölümlerine katılıyorum. Doğru söylüyorsunuz. Her zaman olduğu gibi günümüzde de din ve iman pazarlayıcıları olabilir. Bunlar din üzerinden avanta da bekleyebilir. Gelin bu din pazarlayıcılarına, dinden geçinenlere beraberce lânet okuyalım.
Sadece mübarek Kur'an var diye Sünneti ve Hadisi yok sayamayız. Kur'anda namaz kılınız emri vardır ama kaç rekat olduğunu, nasıl kılınacağını Peygamber Efendimizden (s.a.v) öğreniyoruz. Kur'anın müfessiri Peygamberimizdir.(s.a.v)
Hadis-i Şerifleri redederek, hiç yok sayarak, kabul etmeyerek islamı tam anlamıyla yaşamak mümkün değildir.
Şu sizin dinden geçinen dediklerinizin arasında bazı ilahiyat akademisyenlerinin olduğunu da unutmayın.
İnşaalah satırlarımız hayırlara vesile olur.
Saygılarımla.
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:43:41 AM zamanında düzenlenmiştir.
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:44:09 AM zamanında düzenlenmiştir.
Değerli Ali bey hocam,
Size hatırlatmak haddimiz değil muhakkak.Ve siz çok iyi bilirsiniz ki; tartışmalar ilmi olmadıktan sonra ne yaparsanız yapın sonuca varamazsınız..
Günümüzde, tartışmaların bu özelliklerini kaybettiklerini, her önüne gelenin konuya ehil olduğunu iddi etmesi ve bu iddiaları işine gelenlerin, işine geldiği şekilde şekilde kullanması bir karmaşaya neden olmuştur.
Kaldı ki, İslâmi ilimlerin de tıp ilmi gibi branşlara ayrıldığı ve her branşın ancak kendi sahâsı ile ilgilendiği gerçeği göz önündeyken, bir tasavvufcunun tefsir ila alakalı, bir tefsircinin fıkıh ile alakalı konularda ahkam kesme istekleri bu karmaşayı daha da artırmıştır.
Bunun yanında, bir kova içine atılmış bir mermerin yıllar geçse de ne kadar su çekeceği malûmumuzken, hâla mermer olarak kalmak isteyenlere,
ya da, bir bevliyeciye gidip kalp ameliyatı olmak isteyenlere hiç sözüm yok. Onlar dilediği gibi yaşamak ve haraket etmek özgürlüğündedir.
Şimdi, "efendim; Muhammed bin Hamza şöyle dedi" diyenlere şunu söylemek isterim..
Muhammed bin hamza kimdi? Bu henüz belli değilken, birilerinin çıkıp " Muhammed Bin Hamza, Fatih Sultan Mehmed’in hocası, ünlü İslam büyüğü Akşemseddin’den başkası değildir" demesine şaşıyorum.
Akşemseddin'in manevi dünyasını bilenler yazılanlarla sahibini karşılaştırdığında arada bir uçurum görürler..
Kaldı ki, Akşemseddin dahi olsa, akşemseddin'in tefsir konusunda uzman olduğu kabul edilmemiştir.İslami ilimlerde böyle bir kayda rastlanmıştır.
Bir başka çelişki de şuradadır. İşlerine geldiğinde Akşemseddin'i kaynak gösterenler, ne olurdu onun hayat felsefesini, tarikat ve tasavvuftaki fikirlerini de kabul edebilseler ve benimseyebilselerdi !
Konuyu anlamak ve gerçekleri öğrenmek isteyenlere ise siz gereken cevapları vermişsiniz..
Ben sadece şöyle bir temas etmek isterim.
Akıl nimetiyle şereflenmiş ve buluğa ermiş her insan Allah'ın (cc) buyruklarının muhatabıdır. Bütün semavi dinlerde bu böyledir. Eğer o insanlar Allah'a inanmış iseler 'Ey iman edenler' , eğer inanmamış iseler 'Ey insanlar' hitabına muhatap olurlar. İnanmayan insanlara bizim yapabileceğimiz hiç birşey yok. Onlar için ancak bir insan olarak 'iman etmeleri' konusunda hidayet dileyebiliriz. Ama iman etmiş ve müslüman olmuş insanların hal ve davranışlarını tanzim eden bir temel kaynak, bir de o temel kaynağın kaynağın gösterdiği ikinci bir kaynak vardır. Bunlar Kur'âni Kerim ve Hz. Peygamberin sözleri olan Hadisi Şeriflerdir. Bu iki kaynak dışındaki edille-i şerriye adı altında İslâm ulemasının 'delildir' dediği iki kaynak daha vardır ki, bunlar da; İcmai ümmet ve Kıyas-ı Fükahadır.
İslâmi ilimler ise dört ana başlıkta toplanmıştır. Bunlar; Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Kelamdır.
Bir insanın İslâmi konularda hüküm vermeye yetkili olmasının icazeti bu dört ilimde söz sahibi olmasıdır. Ki, böyle olanlar bile kendi başlarında çoğunlukla hüküm ve fetva vermekten kaçınmış, başka âlimler referans göztererek bu sorumlulukarı en azından bölüşmüşlerdir.
Günümüzde, televizyon ekranlarında boy gösteren, yazdıkları makale, kitaplarla gündeme gelen akademik kariyerleri ne olursa olsun bir çok insan fetva makamı değildir. Çünkü onların branşları sınırlıdır.Nasıl ki, bir çevre mühendisine inşaat projesi çizdirmek gerek yetki gerekse uzmanlık olarak mümkün değilse, ihtisas alanı tasavvuf olan bir hocaya fıkhî meselede hüküm sormak ve onun sözünü muteber kabul etmek aynı ölçüde tutarsız ve akıl dışıdır. Ancak o insanlar kendilerine göre fikir beyan edebilir, görüş açıklayabilirler. Ama asla 'bu böyledir' diye fetva veremezler!
Diğer konuşan, gerek köşe yazarlarını, gerekse 'Aydın' adını kendilerine verenleri bu konu için hiç muhatap almıyorum!
Bahsettiğiniz ve gündem konusu olan TESETTÜR/ÖRTÜNME ile alakalı konuşacak olanlar önce tefsircilerdir.Bu konuda hadiscilerin ve fıkıhcıların da söyleyecek sözleri vardır.
Kur’âni Kerimdeki âyetlerin ne anlama geldiğini iki şekilde anlayabiliyoruz.
Bunlardan biri meâl dediğimiz kelime anlamlarıdır. Çok kısa olarak ayetleri yüzeysel olarak izâha çalışır.
Bir diğeri ve esas olan Tefsir’dir.Ve tefsir İslâmi ilimler içinde çok önemli bir yer tutar.
Tefsir de, rivayet tefsirleri ve dirayet tefsirleri olmak üzere ikiye ayrılır.
Rivayet tefsirleri, bir âyeti açıklarken iki kaynak kullanır.
Biri, âyet (açıkladığından başka bir ayet) , diğeri hadis.
Dirayet tefsirleri ise, âyet ve hadisin yanında, felsefe, akıl ve güncel yorumları da kullanarak izâha çalışır.
Tefsir ilminde Rivayet tefsirleri her zaman daha sağlam kaynak olarak görülmüştür.
Günümüzde tartışılan ve en çok karşılaşılan konu şu. “Kur’âni kerim’de yazandan başkasını tanımam ” düşüncesi.. Eğer siz hadisleri (Peygamberin sözlerini) ortadan kaldırır ya da yok sayarsanız İslâm dinin izâhtaki en büyük dayanağını yok edersiniz ve yorumlanmasını çıkmaza sokarsınız. Ki, bu Kur’âni Kerimin ruhuna, emrine ve Peygamber’i (sav) için Allah’ın (cc) söylediklerine aykırıdır zaten. İşte Namaz hakkındaki “kaç vakittir” tartışmaları ve ehl-i beytin “Namaz”(Salat) sözünden anladığı farklılık buradan kaynaklanmaktadır. Yani hz. Peygamberin (sav) izâhı ve açıklamaları Kur’âni Kerimin anlaşılması noktasında çok önemlidir.
Tesettür ayetlerindeki ihtilaf buradan kaynaklanıyor.
Bu konuda, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yetkili kıldığı diyanetin fetvası “ kadın saçlarını göstermeyecek şekilde örtünmelidir” şeklindedir. (Diyenet işleri başkanı da iyi bir profesördür)
Ehli Sünnet mezheblerinin (dört mezheb) hepsi bu görüştedir.
İslami ilimlerde referans kabul edilen tefsir, hadis ve fıkıhçılara bakıldığında hepsi bu görüştedir.
Ehl-i Beyt görüşü bunun zıddıdır.
Günümüz İlâhiyatçılarının bir kısmı taraf, bir kısmı ise karşıdır.
Hal böyle iken, bu konuda şahsen kendi görüşümü beyan etmekten hayâ ederim. Bu kadar âlimin 'kesin hüküm' olarak delillendirdiği, kabul ettiği ve tartışılmasının bile abesle iştigâl kabul ettiği bir konuda ben kimim ki, onların önüne geçme gafletinde bulunacağım. Buna cüreti olanlar kendilerine güldürmek adı altında varsın devam etsinler.
Fıkıh ilmiyle uğraşan insanlar genellikle İmam-ı Âzam ve İmam-ı Şafii'nin edeb ve terbiyesini esas alırlar.
Ben nasıl olur da, İmam-ı Şafii'nin çok da iyi bildiği konuda tamamen emin olmak için'La ârif' (bilmiyorum)sözünü, at üzerinde giderken bir adamın 'ya imam, atın kaç ayağı var' sorusu üzerine, 'bir dakika bakayım' diyerek attan inen ve atın ayaklarını sayarak 'dört ayağı var diyen İmam-ı Âzam'ın ciddiyet ve ders vermesini unutabilirim.
Unutanlar mı? Onlar benim kalemime girmiyor!
Ben, genelde tesettür, özelde başörtüsü konusunda İslam tefsircilerin Nur Sûresi, 30 ve 31. âyetleri hakkındaki görüşlerini buraya açıklayacağım.
Bu açıklamamda, islami ilimlerde "en büyük" olarak kabul edilen tefsirlercilerin görüşleri olacaktır.
İmam Taberî' / Taberi Tefsiri
30- Ey Muhummcd, mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, edep yerlerini korusunlar. Böyle davranmak onlar için daha temiz ve daha hayırlıdır. Şüphesiz ki Allah, yaptilarmızdan haberdardır.
Allah Teala bu âyet-i kerimede, mümin erkeklerin, gözlerini haramdan sakınmalarını ve avret mahallerini zinadan ve başkalarının görmesinden korumalarını emretmektedir.
Mümin kimse kendisine haram kılınan birşeye bakamaz. Şayet iradesi dışında haram olan birşeyi görürse derhal gözünü ondan çevinnekle mükelleftir.
Bu hususta Resulullah (s.a.v.)çlen şu Hadis-i Şerifler rivayet edilmektedir: 'Cerirb.Abdullahel-Bücelî diyor ki:
'Ben, Resulullah (s.a.v.)den, anî bakışların (Gözün, istemeden görmesinin) hükmünü sordum, O bana, gözümü çevimlemi emretti. [43]
Peygamber efendimiz diğer bir Hadis-i Şerifinde Hz. Ali'ye şöyle buyurmuştur:
'Ey Ali, birinci bakışına ikinci bakışını ekleme. Zira senin birinci defa bakmaya hakkın vardır. Bunun dışında bakmaya hakkın yoktur. [44]
Ebu Said el-Hudrî diyor ki:
'Bir gün Resulullah şöyle buyurdu: 'Sakın yollar üzerine oturmayın.' Bunun üzerine orada bulunanlar: 'Başka çaremiz yok. Yollar bizim toplantı yerlerimiz. Oralarda oturup konuşuyoruz.' dediler. Resulullah da şu cevabı verdi: 'Eğer mutlaka oturacaksanız yolun hakkını verin.' Onlar: 'Yolun hakkı nedir?' diye sorunca Resulullah: 'Gözü kapamak, eziyet etmemek, selam almak, iyiliği emretmek ve kötülüğe mani olmaktır.' buyurdu. [45]
Taberi, bu âyet-i kerimede zikredilen 'Edep yerlerini korusunlar' ifadesinden maksadın, edep yerlerini insanların bakışlarından korumaları olduğunu söylemiş ve buna dair görüşleri zikretmiştir. [46]
31- Ey Muhammcd, mümin kadınlara söyle, gözlerini (Haramdan) sakınsınlar. Edep yerlerini korusunlar. Görünmesi zaruri olanlar hariç, zi-netlcrîni güstcrmcsinler. Başörtülerini, yakalarının zerine doğru örtsünler. Zinctlcrini kendi kocalarından veya babalarından veya kocalarının babalarından veya kendi oğullarından veya kocalarının oğularından veya kendi kardeşlerinden veya kardeşlerinin oğullarından veya ki/kardeşlerinin oğullarından veya kadınlarından veya sahip oldukları cariyelerden veya cinsî iktian olmayan hizmetçilerden veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak çağda olmayan çocuklardan başkasına göstermcsinler. Gizledikleri süslerini başkalarına bildirmek için ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tevbe edin ki kurtuluşa cresiniz.
Âyet-i kerimede mümin kadınların, gözlerini haramdan sakınmaları emredilmektedir. Müfess iri erin çoğu bu âyet-i kerimeye bakarak, kadınların, mahremleri olmayan erkeklere bakmalarının caiz olmadığını söylemişler ve kadınların bakışlarının şehvetle olup olmamasının fark etmediğini ifade etmişlerdir. Bu âlimler, görüşlerine delil olarak şu Hadi.s-i Şerifi zikretmişlerdir.
Peygamberimizin hanımı Ümmü Seleme diyor ki:
'Ben ve Meymune, Resulullah'ın yanındaydık. Bizlere örtünmemiz emredildikten sonra Abdullah İbn-i Ümm-i Mektum bize geldi. Resuİullah bize: 'Onun yanında örtünün.' buyurdu., Biz: 'Ey Allah'ın Resulü, bu kişi âmâ değil mi? O bizi ne görüyor ne de tanyor.' dedik. Resuİullah: 'Sizler de âmâ mısınız? Siz onu görmüyor musunuz?' buyurdu. [47]
Diğer bir kısım âlimler ise, kadınların, kendilerine mahrem olmayan kişilere şehvet gözüyle olmadıkça bakabileceklerini söylemişlerdir. Bunlar da görüşlerine delil olarak şu Hadis-i Şerifi zikretmişlerdir.
Hz. Aişe (r.anh.) diyor ki:
'Bir bayram günü Habeşliler, ellerinde kalkan ve ımzraklarıyla oynuyorlardı. Ya ben, Resulullah'tan onlara bakmama izin vermesini istedim. Veya Resuİullah bana: 'Onlara bakmak ister misin?' dedi. Ben de: 'Evet.' dedim. Resuİullah beni arkasına durdurdu. Yüzüm yüzüne değiyordu, Resuİullah onlara: 'Devam edin Habeşliler.' buyurdu. Ben bakmaktan usanınca Resuİullah 'Yeter mi?' dedi. Ben de: 'Evet.' dedim. Resuİullah: 'O halde içeri git.' dedi. [48]
'Edep yerlerini korusunlar'
Saîd b.Cübeyr ve Mukatil diyorlar ki: 'Bundan maksat, kadınların, edep yerlerini zinadan korumalarıdır. Kataüe ve Süfyan es-Sevrî ise, bundan maksatlın, kadınların edep yerlerini haramdan korumalarıdır.' demişlerdir. Ebul Aliye veTaberi ise, bu ifadeden maksadın, kadınların edep yerlerini kapatacak elbiseler giyerek onları mahrem olmayan erkeklerin bakışlarından korumak olduğunu söylemişlerdir.
Görülmesi zaruri olan yerler dışında, zinet yerlerini göstermeinler. Görülmesi zaruri olun yerlerden neyin kastedildiği hakkında çeşitli izahlar yapılmıştır.
Abdullah b.Mes'ud, Hasan-ı Basrî, İbrahim en-Nehaî, îbn-i Şîrîn ve benzeri âlimler, buradaki 'Görünmesi zaruri olan zinet yerlerinden maksadın, kadınların giydikleri dış elbiseler olduğunu söylemişlerdir.
Saîd b.Cübeyr, Abdullah b.Abbas ve benzeri âlimler ise burada zikredilen 'Görünmesi zaruri olan yerler'den maksadın, sürmenin görüldüğü yüz, kına, yüzük ve bileziklerin görüldüğü eller olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşü destekleyen Mürsel bir Hadis-i Şerifte şunlar zikredilmektedir:
Halid b.Düreyk diyor ki: 'Aişe (r.anh)üan şunları söylediği rivayet edilmiştir.
'Birgün Ebubekir'in kızı Esma (kızkardeşjm), üzerinde bulunan ince bir elbise ile Resulullah'ın yanına girdi. Resulullah (s.a.v.) ondan yüz çevirdi ve ona şöyle dedi: 'Ey Esma, kadın, âdet görme çağına varınca, onun ancak şurası ve şurası görülebilir.' 'Resulullah böyle derken, yüzünü ve ellerini işaret [49]
Ebu Davud bu Hadisi rivayet ettikten sonra, Hadis'in mürsel oduğunu, Halid b.Düreyk'in, Hz. Aişe'yi görmediğini söylemiştir.
Başörtülerini yakalarının üzerine doğru örtsünler.'
Hz. Aişe (r.anh.) diyor ki:
'Bu âyet-i Kerime inince, önce hicret eden kadınlar, peştemallannı dile-rek başörtüsü ed indiler. [50] Burada geçen 'Yaka' ifadesinden maksat, boyun ve göğüslerdir.
Zinctlcrini kendi kocalarından veya babalarından veya kendi oğula-rından başkasına göstermesini er.
Âyet-i kerimede, kadınların zinetlerini, kocalarından ve mahremleri olan diğer kişilerden başkalarına göstermemeleri emrediliyor. Buradaki 'Zinef'den maksat, küpe, halhal, kolye, vb. zinet eşyalarının takıldığı yerlerdir. Kadının buralarını, mahremleri dışındaki insanlara göstermeleri haramdır.
Âyet-i kerimede, Müslüman kadının, zinet yerini kendi kadınlarına göse-rebileceği ifade ediliyor. Burada geçen, 'Kendi kadınlarına' ifadesinden maksat, Müslüman kadınlardır. Bu itibarla bir Müslüman kadının, Müslüman olmayan kadınlara da zinet yerlerini göstermesi caiz değildir.
Hz. Ömer (r.a.) Ebu Ubeyde b.el-Cerrah'a mektup yazarak şöyle demiştir: 'Bana gelen haberlere göre bazı Müslümanların kadınları, müşriklerin kadınlarıyla bilikte hamamlara gidiyorlarmış. Bu senin bölgende oluyor. Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kadının avret mahallerine, kendi dininden olmayan bir kadının bakması haramdır.
Âyet-i kerimede, Müslüman kadınların, mahrem yerlerini, sahip oldukları kölelerden saklamak zorunda olmadıkları zikrediliyor. Taberi, buradaki 'Köleler' ifadesinden maksadın, müşrik olan cariyeler olduğunu söylemiştir. Buna göre mümin kadınlar, mümin olmayan kadınlara avret yerlerini gösteremezler. Ancak, mümin olmayan cariyeler bu hükmün dişındadırlar.
Fakat müfessirlerin çoğunluğu, âyette zikredilen 'Köleler' ifadesine, cariyeler yanında erkek kölelerin de dahil olduğunu ve mümin bir kadının erkek olsun kadın olsun kölelerine karşı örtünmek mecburiyetinde olmadığını söylemişlerdir.
Bu hususta Enes b.Mâlik, diyor ki:
'Resulullah, Faüma'ya hediye ettiği bir köleyi getirdi. Fatıma'nın üzerinde bir elbise bulunuyordu. Onunla başını örttüğünde ayaklarına yetişmiyordu, ayaklarım örttüğünde de başına yetişmiyordu. Resulullah (s.a.v.) Fatıma'nın bu haline görünce ona şöyle dedi: 'Bunda senin için bir mahzur yoktur. Zira burada senin baban ve kölen vardir. [51]
Âyet-i kerimede, kadınların, zinet yerlerini, cinsî iktidarı olmayan hizmetçilerden saklamak mecburiyetinde olmadıkları beyan edilmektedir. Burada söz konuş olan hizmetçilerin, kadınlara yaklaşma ihtiyacı hissetmemeleri ya da cinsel iktidarsızlıklarından veya geri zekâlılıklarından yahut da karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen tufeylilik vb. şeylerden olabileceği zikredilmektedir.
Ancak, Resulullah (s.a.v.), Hunsa, yani, hem erkeklik hem de kadınlık organı bulunan bir kimsenin, hanımlarının yanına girmesini yasaklamış ve: 'Bu bir daha sizin yanınıza girmesin.' buyurmuştur. [52]
Veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak çağda olmayan çocuklar.
Bu ifadeden maksat, erginlik çağına yaklaşmamış olan küçük çocuklardır. Zira bunlar, kadınların tavır ve hareketlerinden herhangi bir şey anlamazlar. Bu sebeple kadınların yanlarına girmelerinde bir mahzur yoktur. Fakat erginlik çağına ]aklanmış olan ve kadınlarla ilgili meseleleri anlamaya başlayan çocuklara, kadınların, zinet yerlerini göstermeleri caiz değildir.
Gizledikleri süslerini başkalarına bildirmek için ayaklarını da vurmasınlar.
Cahil i ye döneminde kadınlar ayaklarına 'Halhal' denen, halka şeklinde bilezikler ve boncuklar takarlar ve yürürken bunlarla ses çıkararak dikkatleri çekerlermiş. Allah Teala, mümin kadınların bu şekilde davranmalarını yasaklamıştır.
Kadınların, evlerinin dışında başkalarına'hissettirmeleri haram olan şeylerden biri de, üzerlerine sürmüş olduktan kokulardır. Bu hussuta Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:
'Herhangi bir kadın koku sürünür sonra da kokusunu hissetsinler diye bir topluluğun yanından geçecek olursa o kadın zina etmiştir. [53
kaynak;
[43] Müslim, K.el-Âdâh, bab: 45, Hadis No 2159/Ebu Dâvûd, K. en-Nikâh, bab: 44 Hadis No 2148/Tirmizj K.el-Edib, bab: 28, Hadis no 2776
[44] Ebu DâvÛd, K. en- NikSh, bab: 44, Hadis no 2149/Timıtzî, K. el- Edeb-bab: 28 Hadis No 2777
[45] Buhadi, K. el-Mezalim. bab: 22/Müslim, K.d-Übas, bab: 114 Hadis no 2121/Ebu DâvÛd. K. el- Edcb, bab: 13, Hadis No 4815
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/136-137
[47] Ebu Dâvıl, K.el-Lihas, bab: 37, Hadis n» 7112/rirmizî, K.cl Hdd hah: 29 Hadis no 2778
[48] Butıudi, K.el- Cihml, bub: Sl/Miisliın. K. Sulalül lydcyn, hah: 19, Hadis mı 892
[49] Ebu Dâvûd, K.el- Libas, bab: 34, Hadis no 4104
[50] Buharı, K. Tefsir el-Kuran, sure: 24, bab: 12
[51] Ebu Davıd, K. el-Lihas, bab: 35, Hadis No 4016
[52] Bkz. Müslim , K. es-selam, bab: 32-33,Hadis No 2180,2181/Ebu Davud, K. el Libas bab: 36 Hadis No 4107
[53] Nesai, K. az-zinet bab: 35, Hadis No 5129/Ebu Davud, K. et-Tereccül, bab: 7 Hadis No 4173/ Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 35,Hadis No2786 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi,
ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR /Tefisiri
30- Müminlere yani mümin erkeklere- söyle, gözlerini indirsinler; gerek dışarda, gerek içerde ve gerekse başkalarının evlerine girip çıkarken, otururken kalkarken gözlerini dikmesinler, harama bakmaktan, ayıp bir şey görmekten sakınsınlar. Sofiyeden Şiblî (k.s.)'ye: ' ne demektir? diye sormuşlar, demiş ki: 'Baş gözlerini haramlardan, kalp, gözlerini Allah'tan gayri şeylerden çeksinler.' Irzlarını da korusunlar, apış aralarını tamamen koruyup haramdan, bakmaktan saklasınlar, avretlerini örtüp ırz ve namuslarını korusunlar.
FÜRÛC, Fercin çoğuludur. Ferc, aslî mânâsında iki şey arasındaki açıklık demektir. Bu şekilde gerek erkek, gerek dişi insanın bacakları arasındaki açıklığa da gerçek olarak bu isim verilir ki, dilimizde apışarası denir ve bu deyim ile avret mahallinden kinaye de edilir ki, Kur'ânda bu mânâ ile geçmiş ve onun için erkeğe de dişiye de kullanılmıştır. Sonra özellikle kadının ön avretinden kinaye olarak kullanılması fazla yapılmış ve kinaye değil, sarih denecek derecede bu şekliyle kullanılmıştır. 'Fercini korudu' (Enbiya, 21/91) bu mânâdadır. 'Fercleri koruma' emri haramdan fevkalade korumakla ırzı muhafazadan kinayedir. Ve bu muhafazayı ifade ederken daha evvel konulduğu mânânın delaletiyle avret mahallinin örtülmesi emrini de içinde bulundurur. Bundan başka kinaye mânâsının gereğini ifade ederken hakikatini de iradeye mani olmadığından füruc kinayesi avret mahallinin sınırlarına da işaret eder. Yani insanın avret mahalli, bilinen cinsel organdan ibaret değil, apış arası denilen açıklık boyunca uzar ki, bunun âzamisi topuklara kadar varırsa da en yakin bilinen azı, diz üstü oturulduğunda belirleneceği üzere göbek altından dizlere kadardır. Bunun için erkeklerde korunması ve örtülmesi farz olan bir avret mahalli bu bilinen en az miktarıdır. Fazlası müstehabdır. Kadınlarda da bundan sonraki âyetin delaletiyle tepeden topuğa kadardır. Demek ki, iki diz arasındaki açıklığı örtmeyen elbise, avret mahallinin örtülmesine yeterli, denemeyecektir.
Şüphe yok ki Allah her yaptıklarından haberdardır. Erkeklerin nelere göz diktiklerini, istekleriyle nelere doymak istediklerini, organlarını ne gibi duygularla tahrik ettiklerini, ne maksat beslediklerini, ne düzenler kurduklarını, ne işler çevirdiklerini, ne sanatlar yaptıklarını bilir. Hiçbiri O'na gizli kalmaz. Bundan dolayı, Allah'ın razı olmayacağı şeylerden sakınmak gerekir.
31-Önce erkekler hakkındaki bu emir ve ihtardan sonra müslümanlar, şimdi de kadınlar hakkındaki şu emre dikkat etsinler.
Müminelere de, yani mümin kadınlara da söyle: Gözlerini indirsinler, helal olmayan erkeklere bakmaktan sakınsınlar, zira bakmak, zinanın postacısıdır, derler. Ve avret yerlerini korusunlar, tamamiyle örtüp, zinadan korunsunlar. Ve zinetlerini teşhir etmesinler. Kadının zineti denince örfte, taç küpe, gerdanlık, bilezik ve benzeri takılar, sürme, kına ve benzerleri ve elbise süsleri gibi şeyler akla geliverir. A'râf Sûresi'nde 'Ey Adem oğulları! Her mescide gidişinizde zinetli elbiseler giyin' (A'râf, 7/31) âyetinde zinetin elbise demek olduğu da geçmişti. O halde bu zinetleri açmak bile yasaklanmış olunca, bunların mahalli olan vücudu açmak öncelikle yasaklanmış olur. Yani vücudlarını açmak şöyle dursun, üzerlerindeki zinetleri bile açmasınlar. Bununla birlikte bir kısım âlimler, burada zinetten maksadın, zinetin takıldığı, kullanıldığı yer olduğu fikrini kabul etmişlerdir ki, yüz, sürme ve allık yeri; baş, taç yeri; saç, örgü ve büklüm yeri; kulaklar, küpe yeri; boyun ve göğüs, gerdanlık yeri; el, yüzük ve kına yeri; bilekler, bilezik yeri; pazular, pazubent yeri; baldırlar; halhal yeri; ayaklar da, eller gibi kına yeridir. Bunlardan başka vücudun kısımları da aslında açılmaz.
Bu âlimlerden bazıları muzaafın hazfi veya zikr-i hâl, irade-i mahal ile 'ziynet yeri' takdirinde bir mecaz gözetmiştir. Buna delil olarak da, kadının vücudundan ayrı olduğu zaman o zinetlere normal olarak bakmak ve alıp satmak ittifakla caiz ve mübah olduğunu ifade ve kabul etmişlerdir. Bazıları da yine bu delil ile, kadının asıl zineti, vücudunun güzel yaratılışı, zinet yapmaktan gaye de vücudun süslenmesi olduğunu kabul ederek bu zinetten maksadın, yalnız vücut olduğunu kabul etmişler ve kadınların birçoğu yapmacık zinetten uzak bulunmakla zaten zinetli oldukları halde yaratılış zinetinin zaten hepsinde bulunması ve her kadın bedeninin özünde bir zinet olması hükmün genelliği hakkını yerine getirme noktasından bu tahsisin bir destekleyicisi olduğunu söylemişler ve buna göre şu mânâyı vermişlerdir: Kadınlar yaratılıştan zinetleri demek olan vücudlarının hiçbir tarafını açmasınlar.
Doğrusu, doğal olan güzelliklere, zinet denilmekten çok 'cemal' denilmesi daha yaygın ve zinet tabiri yapma şeylerle süslenen takılarda meşhur ise de 'Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten...aşırı sevgi ile bağlanılan bu gibi şeyler insanlar için bezenip süslendi' (Âl-i İmrân, 3/14) âyetinin delaletiyle zinet kavramının yaratılıştan olana da sonradan yapmaya da şâmil olduğunda şüpheye yer yoktur. Zinet ve güzelliğin hakkı da meydana çıkarılmasını kendi sahiplerine tahsis edip başkalarından gizlenmektir.
Ancak görünen kısımları müstesna, O zinetlerden dışa gelen örtülse bile görünmesi doğal olanı, bu hükümden müstesna ve başka bir hükme tabidir ki, bunlar örtünün dış tarafıyla el ve yüz zinetleridir. Çünkü örtünün kendisi de kadının bir zinetidir. Tabiîdir ki, bunun dışı görünecektir. El ve yüzün de, namazda görünmesi adettir. Ebu Davud'un Müsned'inde rivayet edildiği üzere, Peygamber (s.a.v) Hz. Esma'ya 'Ya Esma, kadın bülûğa erince ondan görülebilecek olan ancak şudur.' buyurmuş ve kendi mübarek yüzüne ve avuç içlerine işaret etmişlerdir. İş yaparken, gerekli eşyayı tutarken ve hatta örteceğini örterken bile elin açılması gerekli olduğu gibi ,zarurî olan bakma ve nefes alma sebebiyle yüzün diğerleri gibi örtülmesinde zorluk vardır. Bir de şahitlikte, mahkemede, bir de nikahta yüzün açılmasına ihtiyaç vardır. Bundan dolayı zaruretler kendi miktarınca takdir olunmak üzere bunların açılmasında sakınca yoktur. Fakat bunlardan geriye kalanlarının açılması, görülmesi, bakılması haramdır ve nâmahremden örtülmesi gerektir.
Buyuruluyor ki ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar, başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, göğüslerini açık tutmayıp bu şekilde sımsıkı örtünsünler ve o halde bu emri yerine getirebileck baş örtüsü kullansınlar. Tefsircilerin nakline göre cahiliye kadınları da hiç baş örtüsü kullanmaz değillerdi. Fakat yalnız enselerine bağlar veya arkalarına bırakırlar, yakaları önden açılır, gerdanları ve gerdanlıkları açığa çıkardı, zinetleri görünürdü. Demek ki, son zamanlarda asrîlik sayılan açık saçıklık böyle eski bir cahiliye âdeti idi. İslâm böyle açıklığı yasaklayıp baş örtülerinin yakalar üzerine örtülmesini emir ile tesettürü farz kılmıştır.
Görülüyor ki, bu emirde tesettürün yalnız vacib oluşu değil, özel bir şekli de gösterilmiştir ki, kadın edeb ve temizliğinin en güzel ifadesi budur. Görülüyor ki bu emir ev içinde veya dışında diye kayıtlanmamıştır. Bu bakımdan mutlaktır. Ancak görünen istisna edildiği gibi, gizlenen zinetlere bakmanın helal olanları da istisna ile bu tesettürün, yani örtünmenin vacib oluşunun, nâmahreme karşı olduğunu anlatmak için bu vücubun kuvvetini ve önemini göstermek üzere bir daha tekid ile buyurulmuştur ki, öyle örtsünler ve zinetlerini açmasınlar, açık bırakmasınlar ancak kocalarına veya kendi atalarına, yani babalarına, dedelerine ki amca ile dayı da nikah düşmeyeceğinden bunlara dahildir veya kocalarının atalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının oğullarına veya kendi erkek kardeşlerine veya erkek kardeşlerinin oğullarına veya kız kardeşlerinin oğullarına veya kendi kadınlarına; müminlerin kadınları, yani müslüman kadınlar veya hizmet veya sohbetlerinde özel yeri bulunan kadınlardır.
Demek ki, özelliğini bilip tanımadıkları yabancı kadınlara da açılmaları caiz olmayacaktır. Önceki müfessirlerin çoğunluğu demişlerdir ki; müminlerin kendi kadınları demek, kendi dinlerinde olan müslüman kadınlar demektir. Bundan dolayı müslüman kadınları müslüman olmayan kadınlara açılmamalıdırlar. Fakat bazıları da bunu istihsane hamlederek müminlerin kadınları, hizmet veya sohbetlerinde bulunan gerek müslüman, gerek müslüman olmayan kadın cinsi demek olduğunu söylemiştir ki, Fahreddin Râzî buna 'mezhep budur' demiştir. Önceki daha ihtiyatlı, bu ise daha uygundur. '
Seyyid Kutub / Fi Zilali'l Kur'an Tefsiri
30- Mü'min erkeklere gözlerini harama bakmaktan sakındırmalarını ve mahrem yerlerini korumalarını söyle. Bu onlar için en güvenceli arınma yoludur. Hiç şüphesiz onlar ne yaparsa Allah ondan haberdardır.
31- Mü'min kadınlara de ki; gözlerini harama bakmaktan sakındırsınlar, mahrem yerlerini korusunlar. Kendiliğinden görünenleri dışındaki süslerini teşhir etmesinler. Baş örtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar. Süslerini ve cazibelerini kocalarından, babalarından, kayınbabalarından, öz oğullarından, üvey oğullarından, erkek kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, müslüman kadınlardan, elleri altındaki kölelerden, cinsel arzuları sönmüş erkek hizmetçilerden, kadınların avret yerlerinin henüz farkında olmayan erkek çocuklarından başka hiç kimseye göstermesinler. Yabancı bakışlardan gizledikleri süsleri ve cazibeleri belli olsun diye ses çıkaracak adımlarla yürümesinler.
Ey mü'minler, hepiniz tövbe ederek Allah'a yöneliniz ki, kurtuluşa eresiniz.
İslâm, şehevi duyguların tahrik olmadığı kan ve etten kaynaklanan dürtülerin galeyana gelmediği tertemiz bir toplum kurmay hedefler. Çünkü sürekli baştan çıkarılma, tahrik edilme durumları ile karşı karşıya kalma; giderilmeyen, hiçbir durumda tatmin olmayan şehevi doyumsuzlukla sonuçlanır... Davet-kâr bir bakış, baştan çıkarıcı bir hareket, gösterişli bir takı ve çıplak bir beden... Bütün bunlar bu çılgın hayvani doyumsuzluğu azdırmaktan, sinir ve irade dizgininin elden çıkmasına neden olmaktan başka sonuç doğurmazlar. Bundan sonra, ya hiçbir sınır tanımayan cinsel anarşizm, ya da baştan çıkarılmasına, tahrik edilmesine rağmen tatmin olmasına engel olmanın doğurduğu sinirsel hastalıklar, psikolojik kompleksler... Bu ise hiç kuşkusuz işkence kadar acı verir insana...
Her türlü pislikten arınmış bir toplum kurmak için islâmın başvurduğu yöntemlerden biri, bu kışkırtıcı ve baştan çıkarıcı davranışların önüne geçmek, iki cins arasındaki derin fıtri arzuyu, doğal gücünde ve yapay kışkırtmalarla harekete geçirmeksizin sağlıklı halinde bırakmak ve bu arzuyu güvenilir ve temiz bir yerde tatmin etmektir.
Bir zamanlar, karşı cinslerin serbestçe bakışıp konuşmalarının, rahatça birarada bulunmalarının, zevkle oynaşmalarının, baştan çıkarıcı gizli yerleri kolaylıkla görebilmelerinin, insanların deşarj olmalarını, rahatlamalarını, tutsak arzularının serbestçe tatmin olmalarını, onların içe kapanmaktan, ruhsal komplekslerden korunmalarını, cinsel baskının şiddetinin ve onun ötesinde güven vermeyen olumsuz tepkilerin hafiflemesini sağlayacağı düşüncesi yaygınlaşmıştı.
Bu düşünce özellikle Freud'inki insanın kendisini hayvandan ayrılmasını sağlayan özelliklerden soyutlanması, çamura batmış hayvansallık düzeyine indirilmesi temeline dayalı bazı materyalist teorilerin yayılmasının ardından yaygınlaşmıştı. Ne var ki, bu düşünceler teorik birer varsayımdan öteye geçememişlerdir. Her türlü toplumsal, ahlaki, dini ve insani bağdan soyutlanmışlığın, serbestliğin son noktasına kadar sağlandığı ülkelerde bu teorilerle çelişen, onları temelden çürüten olayları bizzat gözlerimle gördüm.
Evet, açılıp saçılmaya, bütün şekil ve görünümleri ile karşı cinslerin beraberliğine tek bir engellemenin sözkonusu olmadığı ülkelerde, bütün bu uygulamaların cinsel isteklerin düzene girmesini, terbiye edilmesini sağlamadığını gördüm. Tersine bütün bu serbestliklerin,dinmeyen, tatmin olmayan çılgın bir doyumsuzluğa, cinsel saldırganlığa, cinsel açlığa dönüşmüş olduğuna şahit oldum. Cinsel ilişkilerin sınırlandırılmasından, yasaklanmasından, karşı cinse duyulan ilginin engellenmesinden kaynaklandığı kabul edilen psikolojik hastalıklara, komplekslere şahit oldum. Her türlü cinsel sapıklığın rahatça sergilenmesine rağmen, bu tür hastalıkların çok yaygın olduğunu gördüm. Hiç kuşkusuz bu, herhangi bir bağ kabul etmeyen, bir sınır tanımayan, karşı cinslerin tam anlamıyla birbirlerine karışmış olmalarının, her şeyin serbest olduğu iki cins arasındaki arkadaşlığın, yollarda gezinen çıplak vücutların, baştan çıkarıcı hareketlerin, davetkâr bakışların, uyarıcı sürtünmelerin ürünüdür. Ancak gözle görülen realitenin temelden yalanladığı bu teorileri yeniden gözden geçirme gereğini dile getiren olayları ve kanıtları bütün çıplaklığı ile burada sergileme imkanına sahip değiliz.
Erkek ve kadın arasındaki fıtri eğilim, bedenin organik yapısında yer alan köklü bir eğilimdir. Çünkü yüce Allah, yeryüzündeki hayatın devamını ve insanın yeryüzündeki halifeliği gerçekleştirmesini bu eğilime bağlamıştır. Bu, sürekli bir eğilimdir, bir süre tatmin olsa da tekrar kendini gösterir. Bu eğilimi her zaman kışkırtmak azgınlığını arttırır, onu tatmin etmek için somut bir saldırganlığa iter. Eğer tatmin olmazsa tahrik olmuş sinirler yorulur. Bu ise, sürekli işkence etmek kadar acı verir insana. Davetkâr bir bakış insanı tahrik eder, baştan çıkarıcı bir hareket tahrik eder, bir gülücük tahrik eder, erkekle kadın arasındaki bu eğilimi çağrıştıran bir sözlü vurgu tahrik eder... Güvenli yol ise, bu eğilimi doğal sınırları içinde bırakacak şekilde bu tür tahrik edici davranışları azaltmak sonra da bu eğilimi doğru yoldan tatmin etmektir. İşte İslâmın seçtiği yöntem budur. Bunun yanında karakteri terbiye etme, insan enerjisini hayat için gerekli olan başka alanlarda harcama, tek çıkış yolunun bu tatmin şekli olmaması için sırf et ve kanın dürtülerine cevap vermek amacı ile kullanılmaması da islâmın bu konuda seçtiği yöntemin bir gereğidir.
Sunulan şu iki ayette, iki yönlü baştan çıkarılma, sapma ve fitneye düşme olasılığını en aza indirmenin örnekleri yer almaktadır.
'Mü'min erkeklere gözlerini harama bakmaktan sakındırmalarını ve mahrem yerlerini korumalarını söyle. Bu, onlar için en güvenceli arınma yoludur. Hiç şüphesiz onlar ne yaparsa Allah ondan haberdardır.'
Erkekler açısından gözleri harama bakmaktan sakındırmak ruhsal bir edeptir. Yüzlerde ve bedenlerdeki güzellikleri ve baştan çıkarıcı unsurları görme arzusunu yenme girişimidir. Sonra, tahrik olma ve günaha girme pencerelerinden ilkini kapatma eylemidir. Zehirli okun hedefine ulaşmasını önleme amaçlı pratik bir çabadır.
Mahrem yerleri korumak da gözleri harama bakmaktan sakındırmanın doğal sonucudur. Ya da iradeyi kontrol altında tutmanın, denetim mekanizmasını uyarmanın ve daha ilk aşamasında olan cinsel arzuyu yenmenin ikinci adımıdır. Bu yüzden iki adım, sebep ve sonuç olmaları ya da hem vicdan aleminde hem de pratikte birbirlerini izleyen ve birbirlerine son derece yatkın iki adım olmaları itibariyle bir ayette birlikte sözkonusu ediliyorlar.
'Bu onlar için en güvenceli arınma yoludur.' Duygularının temizlenmesi için en güvenceli yoldur. Bu duyguların yasal ve temiz yolun dışında şéhevi azgınlıklarla kirlenmemesi, aşağılık hayvani düzeye yuvarlânmaması için en garantili yoldur. Bu yol toplum için, saygınlığının ve şerefinin ayrıca teneffüs ettiği havanın korunması için en temiz yoldur.
Onlara bu korunma yöntemini gösteren yüce Allah, onların ruhsal ve fıtri birleşimlerini bilir, ruhlarının ve organlarının hareketlerinden haberdardır. 'Hiç şüphesiz onlar ne yaparsa Allah ondan haberdardır.'
'Mü'min kadınlara da de ki; gözlerini harama bakmaktan sakındırsınlar, mahrem yerlerini korusunlar.'
Erkeklerin içlerindeki gizli fitne unsurlarını uyaracak cezb edici kaçamak ya da baştan çıkarıcı anlamlı bakışlarını göndermesinler. Tertemiz bir ortamda fıtri isteklere cevap vermek için gerekli olan helal ve iyi yolun dışında mahrem yerlerini açmasınlar. Böylece bu yolla dünyaya gelen çocuklar toplum ve hayatla karşı karşıya kalırken utanç duymazlar.
'Kendiliğinden görünenleri dışındaki süslerini teşhir etmesinler.' Kadın için süslenmek helaldir. Bu kadının fıtratından gelen bir isteğe cevap niteliğindedir. Bütün kadınlar güzel olmaya, güzel görünmeye meraklıdırlar. Süslenme kavramı ise, çağdan çağa değişir. Ama süslenmenin fıtrattaki esası tek ve değişmezdir. O da güzel olma, güzelliği tamamlama ve bunu erkeklere gösterme isteğidir.
İslâm bu fıtri isteğe karşı çıkmaz. Sadece onu düzene koyar, kontrol altına alır. Onu hayatı paylaştığı erkeğe doğru yöneltir, başkasının göremediği şeyleri sadece ona gösterir. Bir sonraki ayette sözkonusu edilen ve bu süsleri görmekle içlerinde şehevi duygular uyanmayan, mahrem olmayan akrabalarında bu erkekle birlikte bazı şeyleri görmelerinde bir sakınca yoktur.
Fakat yüz ve ellerde, kendiliğinden görünen süslerin açıkta olmaları caizdir. Çünkü Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- Hz. Ebubekir in -Allah ondan razı olsun- kızı Esma'ya 'Ya Esma, bir kadın hayız (aybaşı hali) görmeye başlayınca (Buluğ çağına gelince) -yüz ve ellere işaret ederek- bunların dışında herhangi bir yerinin görünmesi doğru değildir' (Ebu Davud rivayet etmiş ve 'mürsel' bir hadistir demiştir.) demekle el ve yüzün görünmesinin caiz olduğunu vurgulamıştır.
'Başörtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar.
Ayette geçen 'Ceyb' elbisenin göğüs kısmındaki açıklıktır.
'Khimar 'ise; baş boyun ve göğüs örtüsüdür. Bu, kadınların baştan çıkarıcı yerlerini örtmeleri, aç bakışları sunmamaları içindir. Kasıtsız ve ani bakışlar da bunun içindedir. Şayet kadının baştan çıkarıcı ve uyarıcı yerleri açıkta olursa, Allah'tan korkanlar bu kasıtsız ve ani bakışın devam etmesinden veya tekrarlanmasından sakınsalar bile, meydana gelişinden sonra içlerinde gizli bir arzu kalır.
Kuşkusuz yüce Allah, kalplerin bu tür bir bela ile denenmesini, sınanmasını istemez.
Süs ve güzelliği göstermeye ilişkin fıtri isteklerine râğmen bu yasaklamayla karşı karşıya kalan ve kalpleri Allah'ın nuru ile aydınlanan mü'min kadınlar yasağa uyma hususunda hiçbir tereddüt göstermediler. Cahiliye döneminde kadın -bugünkü modern cahiliyede olduğu gibi- göğsünü pervasızca açarak erkekler arasında dolaşırdı. Çoğu zaman boynu saç uçları ve kulaklarındaki küpeleri de görülürdü. Yüce Allah kadınların baş örtülerinin uçlarını boyun ve göğüslerinin üstüne kadar sarkıtmalarını, kendiliğinden görünen kısmı dışındaki süslerini göstermemelerini emredince Hz. Aişe'nin -Allah ondan razı olsun- anlattığı durumu aldılar. 'Allah ilk hicret eden kadınlara rahmet etsin. 'Baş örtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar' ayeti inince fistanlarını parçalayıp onunla örtündüler' (Buhari) Safiye binti Şeybe şöyle der: Hz. Aişe'nin -Allah ondan razı olsun- yanında bulunduğumuz bir sırada, bazı kadınlar Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ettiler. Bunun üzerine Hz. Aişe, şöyle dedi. 'Kureyş kadınlarının üstünlüğü inkâr edilmez, ama Allah'a andolsun ki, Ensar kadınlarından daha iyi Allah'ın kitabını tastik edene, indirilen hükümlere daha iyi inanana rastlamadım. Nur suresindeki 'Baş örtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar' ayeti inince kocaları, yanlarına dönüp yüce Allah'ın indirdiği ayeti okudular. Her koca, karısına, kızma, bacısına ve yakınlarına, bu ayeti okuyordu. Onlardan hiçbiri, Allah'ın kitabında indirdiği ayetleri tastik etmek ve imanım vurgulamak için fistanını başına sarmadan yerinden kalkmadı. Sanki başlarında bir karga varmış gibi örtünerek Hz. Peygamberin arkasında yer aldılar.' (Ebu Davud)
Kuşkusuz İslâm, müslüman toplumun zevkini yükseltmiş, güzelliğe karşı olan duyarlılığını arındırmıştı. Artık güzellikle istenen hayvansal özellik değildi. istenen ve anlaşılan insani yöndü. Bedensel çıplaklığın güzelliği, hayvansal bir güzelliktir. Her ne kadar bir ahenk ve bir bütünleşme sözkonusu olsa da, insan bu güzelliğe hayvansal bir duyguyla saldırır. Ama haya unsurunun egemen olduğu güzellik ise, tertemiz bir güzelliktir. Bu, güzelliği zevkini yücelten, onu insana yaraşır bir duruma getiren, algıda ve hayalde onu temizlik ve arınmışlık duygulan ile kuşatan bu haya duygusudur.
Bugün, genel zevkin büyük düşüş kaydetmesine, hayvansal karakterin açık saçıklık, çıplaklık ve hayvanlar gibi azgınlaşma eğiliminin bu zevke galip gelmesine rağmen, İslâm mü'min kadınların saflarında aynı yüceliği yaşatmaktadır. Çünkü onlar açılıp saçılan, hayvanın hayvana kur yaptığı gibi kadınların erkeklere kur yaptığı bir toplumda kendi istekleri ile vücutlarındaki baştan çıkarıcı yerleri örtüyorlar.
Hiç kuşkusuz bu utanma, bu sakınma duygusu fert ve toplumun korunma yöntemlerinden biridir. Bu yüzden Kur'an, fitneden emin olunduğu durumlarda bu korunma yönteminin terkedilmesinde bir sakınca görmez. Bu yüzden cinsel bir arzuyla yaklaşmayan, şehevi duyguları uyanmayan, yakın akrabaları bu yasaklamanın dışında tutar. Kur'an'ın genel yasaklamanın dışında tuttuğu yakın akrabalar şunlardır:
Babalar ve oğullar, eşlerin babalan ve oğulları, kardeşler ve onların oğulları, kız kardeşlerin oğulları... Mü'min kadınlar da yasaklamanın dışındadırlar: 'müslüman kadınlardan...' Fakat müslüman olmayan kadınlar güzelliklerini ve cazibelerini görmemelidirler. Çünkü bu kadınlar eğer müslüman kadınların tahrik edici yerlerini ve ayıp yerlerini görürse gidip kocalarına, kardeşlerine ve yakınlarına anlatırlar. Buhari ve Müslim'de yer alan bir hadiste şöyle buyurulmaktadır. 'Bir kadın kocasına bir başka kadının güzelliklerini görüyormuş gibi anlatmasın.' Müslüman kadınlar ise güvenilir kimselerdir. Kocalarına, bir müslüman kadının bedenini ve süslerini anlatmalarına dinleri engel olur. Aynı şekilde 'elleri altındaki köleler' de bu yasaklamanın dışında tutuluyor. Bununla sadece cariyeler kastediliyor denmiştir. Erkek köleler de buna dahildir. Çünkü erkek köle efendisi olan kadına karşı cinsel arzu duymaz diyenler de olmuştur. Birincisi daha tutarlıdır. Çünkü erkek köle bir dönem özel bir statüye sahip olsa bile bir insandır, onun da içinde insana özgü şehevi duygular uyanır. Ayrıca 'cinsel arzuları sönmüş erkek hizmetçiler' de bu yasağın dışında tutuluyor. Bunlar delilik, bunaklık, erkeklikten mahrum bulunma iktidarsızlık gibi erkeğin kadını arzulamasına engel olan birtakım nedenlerden dolayı kadınlara karşı cinsel istek duymayan erkeklerdir. Bu durumda baştan çıkarılma, günah işleme korkusu olmaz. Bir de 'kadınların avret yerlerinin henüz farkında olmayan erkek çocuklar' bu yasağın dışında tutuluyor. Bunlar, kadınların bedenlerini görmekle cinsel istekleri uyanmayan, çocuklardır. Ama her şeyin farkında oldukları zaman, erginlik çağına ulaşmamış olsalar bile cinselliğin bilincine varınca onlar da yasağın kapsamına alınıp, istisna edilen grubun dışında tutulurlar.
Eşlerin dışında sayılan bu grupların, göbek altından diz kapağının altına kadar olan kısmın dışında kadının vücudunu görmelerinde ne kendileri ne de kadın için bir sakınca yoktur. Çünkü örtünmeyi gerektiren fitne unsuru ortadan kalkmıştır. Koca ise karısının tüm vücudunu istisnasız görebilir.
Bu uygulamanın amacı korunma olduğu için, ayet fiilen türlerini göstermeseler bile mü'min kadınların saklı süslerini açığa çıkaracak, gizli cinsel istekleri harekete geçirecek, uyuyan duyguları uyaracak davranışlarda bulunmalarını da yasaklıyor:
'Yabancı bakışlardan gizledikleri süsleri ve cazibeleri belli olsun diye ses çıkaracak adımlarla yürümesinler.'
Hiç kuşkusuz bu, insanın psikolojik yapısına, etki ve tepkilerine ilişkin derin bilginin ifadesidir. Çünkü kimi zaman şehvetin uyanması bakımından hayal kurmak gözle görmekten daha etkili olur. Kadının ayakkabısını, elbisesini ya da takısını görmekle, bizzat kadının vücudunu görmekten daha çok şehevi duyguları uyanan birçok insan vardır. Yine karşılarındaki kadından çok, hayallerinde canlandırdıkları kadının sureti karşısında cinsel istekleri uyanan birçok insan vardır. Bunlar günümüzde psikiyatristlerce bilinen psikolojik hastalıklardır. Kadının takılarının çıkardığı sesleri duymak, süründüğü kokuları uzaktan almak, birçok erkeğin duygularını galeyana getirir, sinirlerini harekete geçirir, karşı koyamadıkları azgın bir fitneye düşürür. İşte Kur'an bütün bunların önüne geçiyor, yollarını tıkıyor, çünkü Kur'an yüce yaratıcının katından inmiştir. O bilir, yarattıklarını . O latiftir, her şeyden haberdardır.
En sonunda bütün kalpler Allah'a döndürülüyor; bu ayetler inmeden önce işle-dikleri suçlara karşılık tövbe kapısı açık tutuluyor.
'Ey mü'minler hepiniz tövbe ederek Allah'a yöneliniz ki, kurtuluşa eresiniz.'
Bununla, Allah'ın gözetimine, şefkat ve himayesine, Allah bilinci ve Allah korkusu gibi hiçbir şeyin kontrol edemediği bu derin fıtri eğilim karşısındaki zayıflıklarından ötürü yüce Allah'ın insanlara yönelik yardımına ilişkin duyarlılık harekete geçiriliyor.
Fıkıh konusunda da çok etkin olan;
Fahruddin Er-Râzî / Tefsir-i Kebir Mefâtihu'l-Gayb
Cenâb-ı Hak, şöyle buyurmuştur: 'Mümin erkeklere söyle: 'Gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için çok temizdir. Şüphesiz ki Allah, kullarının (ne) yapacaklarından hakkıyla haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar. Irzlarını korusunlar. Zinetlerini, açmasınlar. Bunlardan görünen hsmı müstesna. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapayacak surette) örsünler. Zinet (mahallerini) kendi kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının babalarından/yahut kendi oğullarından, yahut kocalarının oğullarından, yahut kendi erkek kardeşlerinden, yahut kendi erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kızkardeşlerinin oğullarından, yahut kendi taamlarından, yahut kendi ellerindeki memlÛklerden, yahut erkeklikden yana hüyacı olmayan (yani erkeklikten kesilmiş bulunan) hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına
göstermesinler. Gizleyecekleri zinetleri bilinsin diye, ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allah'a tevbe edin, ey müminler. Ta ki, korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız'
(Nûr, 30-31).
Bil ki Allah'u Teâlâ, 'Mümin erkeklere söyle' buyurmuş ve bu işi, müminlere etmiştir. Çünkü mümin olmayanların, gözlerini helâl olmayandan sakındırmaları ı da, helâl olmayandan korumaları gerekmez. Çünkü bu hükümler, İslâm'ın fürûu gibidirler. Mü'minler, bu hükümlerle doğrudan doğruya emrolunmuşlardır. Kâfirler ise daha önce, bu hükümlerin kendisine tâbi olduğu şey (iman) ile emrolunmuşlardır. Yapılmaması halinde bir cezaya müstehak olma hususunda, her ne kadar kâfirlerin durumu müminlerin durumu gibi olsa dahi, ancak ne var ki mümin, bu tâata, herhangi ibir mukaddime olmaksızın imkan bulur, kafir ise, buna ancak daha önce bulunması gereken bir şey (iman) ile imkan bulur ki, bu da kafirler için mükellefiyetin gerekliliğine mani teşkil etmez.
Bil ki, Cenâb-ı Hak, erkeklere gözlerini yummayı, ırzlarım korumayı emretmiş, kadınlara da, erkeklere emrettiği şeylerin aynısını emretmiş, kadınlarınkine hususi bir takım kimseler hariç, zinetlerini göstermemeleri hükmünü de ilave etmiştir.
Cenâb-ı Hakk'ın 'Gözlerini sakınsınlar' ifadesine gelince, bununla ilgili birkaç mesele vardır. [239]
Birinci Mesele
Ekseri ulemâ, bu ifadenin başındaki edatının, 'tebîz' için olup, kastedilen manantn, kişinin gözünü, haram olan şeylere kapaması ve helâl ile yetinmesinin kastedildiği kanaatindedirler. Ahfeş ise, bu (min)'in zait olabileceğini söylemiştir ki, bunun bir benzeri de, 'Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur' (Hûd, k]) ve 'Sizden, onu koruyacak hiç kimse de yoktur' (47) ayetleridir. Sibeveyh ise, bunu kabul etmemiştir. Buna göre şayet, 'Bu edat niçin trzı korumayı ifade eden ifadeye rieğil de gözü kapamayı ifade eden cümleye gelmiştir?' denilirse, biz deriz ki: Bakma işinin çok geniş olduğuna delâlet etmek için... Baksana, kişiye mahrem olan, (dinen nikahı düşmeyen kimselerin saçlarına ve göğüslerine bakmasında bir sakınca yoktur. (Ümmü veled olmayan) cariyeler de böyledir. Ama, avret mahallinin durumuna gelince, bunun işi incedir. İstisnai durumlar hariç, bakmanın mubah oluşu ile, istisna durumlar hariç, cimâ'nın yasak oluşu bu hususta fark olarak sana yeter... Bazıları Cenâb-ı Hakk'ın ifadesine, 'bakışlarını 'kıssınlar' manasını vermişlerdir. Binâenaleyh göz bakmadığı zaman o, o işten alıkonulmuş ve men edilmiş demektir. Bu manaya göre, bu ifadenin başındaki ne zaittir, ne de tebîz ifade eder. Tam aksine, bu edat, 'gözü yummak' fiilinin sılasıdır... Nitekim Arapça'da, 'Hakkını noksan ettiğinde', 'Falancanın hakkını eksilttim' denilir. [240]
İkinci Mesele
Bil ki, avrat mahalleri dört çeşittir: Erkeğin erkeğe karşı avreti, kadının kadına karşı avreti, kadının erkeğe karşı avreti erkeğin kadına karşı avreti...
Erkeğin erkeğe karşı avretine gelince, bir erkeğin diğer bir erkeğin, avret mahalli hariç, bütün bedenine bakması caizdir. Erkeğin avret mahalli ise, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Göbekle diz kapaklarının bizzat kendileri avret değildir. Ebu Hanife (r.h)'ye göreyse, avrettir. İmâm Mâlike göreyse, uyluk, avret değildir. Bunun delili, Huzeyfe
ir.a)'dan rivayet edilen şu hadistir: Peygamber (s.a.s/ mescidde, uyluğu açık iken, Huzeyfe'ye rastladı da, bunun üzerine, ''uyluğunu ört, çünkü o, avrettendir [241] buyurdu. Ve yine Hz. Peygamber, Hz. Ali (r.a)'a 'Uyluğunu açma ve, ne ölünün ne de dirinin uyluğuna da bakma'[242] demiştir. Binâenaleyh, eğer o kimsenin, mesela tüysüz ve parlak, çekici olması gibi bir sebepten dolayı, yüzüne veya bedenin diğer yerlerine banmasında bir şehvet veya bir fitne korkusu bulunuyorsa, ona bakmak helâl olmaz. Her biri, yatağın birer tarafında olsa bile, erkeğin erkekle (aynı) yatakta yatması caiz değildir Çünkü. EbuSaidel-Hudri, Hz. Peygamber(s.a.s)'in 'Aynı yorgan aynı battaniye altında, ne erkek erkeğe, ne de kadın kadına yaklaşabilir... (Yani, yatamazlar)...'[243] buyurduğunu rivayet etmiştir. Kucaklaşmak ve şefkatinden dolayı, çocuğu hariç, yüzü tipmek mekruhtur, ama musafaha ise müstehabtır, hoştur. Çünkü, Hz. Enes Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: 'Bir adam, 'Ey Allah'ın Resulü, koden birisi, kardeşi veya dostu ile karşılaştığında, ona tazimle eğilir mi?..' dediğinde, Hz. Peygamber, 'Hayır' dedi. Peki o, onu kendine yapıştırıp öpebilir mi? deyince 3b. yine 'Hayır' cevabını verdi. 'Peki, onun elinden tutup onunla musafahada Duonabilir mi?' deyince de, 'Evet' buyurdu.
Kadının kadına karşı avreti ise, tıpkı erkeğin erkeğe karşı olan avreti gibidir, ıaleyh, göbeği ile diz kapağı arası hariç, bir kadın diğer bir kadının bütün bir tine bakabilir. Ama, fitne endişesi güdülürse, caiz değildir. Kadının kadınla yatması da caiz değildir. Zimmi bir kadının müslüman bir kadının bedenine bakması midir? Bunun, tıpkı bir müslüman kadının diğer bir müslüman kadının, (istisna yerler hariç) bedenine' bakmasının caiz olması gibi, caiz olduğu ileri ıüşse de, din ayrılığı söz konusu olduğu için, doğru olan bakmasının caiz ıasıdır. Çünkü Allah'u Teâlâ, 'yahut kendi kadınlarından...' buyurmuştur, ıi olan kadın ise, bizim kadınlarımızdan değildir.
Kadının erkeğe karşı avretine gelince, bu durumda bakılır, kadın ya yabancı veya îm (nikah düşmeyen) birisi ya da kendisinden yararlanılan cariyedir... Eğer, yabancı olursa bu durumda bu kadın ya hürdür, ya da cariyedir. Eğer hür olursa, cadının bedeninin tamamı avrettir. O erkeğin, bu kadının yüzü ve elleri hariç, ; bir yerine bakması caiz değildir. (Bu iki yerin müstesna tutulması da), kadının »içverişte yüzünü açma; bir şeyi alıp ya da vermek için de, elini çıkarma ihtiyacını »•eMtiğindendir. 'el-keffu' sözüyle biz, elin bileklere kadar olan kısmını, hem i#ni feejH de üstünü kastediyoruz. Elin üstünün, avret sayıldığı da ileri sürülmüştür.
Bil ki biz, o kadının bedeninden bakılması caiz olmayan yeri ile, el ve yüz gibi, i» ması caiz olan yerlerini zikrettik. Ama bu iki hükmün de istisnaları vardır.
Kadının, yüzüne ve etlerine bakmanın caiz olması sözüne gelince, bil ki bu da, üç kısma ayrılır:
a) Zira, bu bakmada ne herhangi bir maksat ve gaye vardır, ne de fitne.
b) Bu bakışta, bir maksat söz konusu olmadığı halde, fitne söz konusudur.
c) Bu bakışta, hem bir maksat bulunur, hem de fitne söz konusudur.
Birinci ktsma gelince, bil ki herhangi bir maksat olmaksızın yabancı bir kadının yüzüne bakmaya kastetmesi caiz değildir. Eğer onun gözü o kadına ansızın takılmışsa, bakmışsa Cenâb-ı Hakk'ın, 'Mümin erkeklere söyle; 'gözlerini sakınsınlar...' ifadesinden dolayı, gözünü yumar. Fitneye sebebiyyet vermeyecekse, tek bir defa bakmanın caiz olduğu ileri sürülmüştür ki, bu hüküm Ebu Hanife (r.h)'a aittir. Kişinin, Cenâb-ı Hakk'ın 'Çünkü kulak, göz, kalb: Bunların her biri bundan mesuldür' (isrâ, 36) ayetinden dolayı, tekrar bakması caiz değildir. Bir de Peygamber (s.a.s) 'Ey Ali, ardarda, peşpeşe bakma. Haydi diyelim, birincisi senin hakhn olsun, ama diğeri senin hakkın değildir'[244] buyurmuştu. Cabir (r.a)'ın da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah'ın Resulüne ansızın bakmanın hükmünü sordumda, bana gözümü çevirmemi, bakmamamı emretti. Bir de, genelde ilk bakıştan kurtulmak mümkün değildir; binâenaleyh ister kasten isterse kasıt olmaksızın bakılsın, bu bakış ahledilmiştir.
Kendisinde bir maksad bulunup bir fitnenin bulunmadığı ikinci kısma gelince, bu da şunlardır:
a) Bir kimse bir kadınla evlenmek istediğinde, yüzüne ve ellerine bakar. Ebu Hureyre (r.a) şunu rivayet etmiştir: Birisi, bir ensarlı kadınla evlenmek istedi de, Allah'ın Resulü ona, 'Ona bak, çünkü ensarlilann güzlerinde bir kusur vardır' buyurdu. Yine Hz. Peygamber (s.a.s) 'Sizden birisi bir kadına evlenme teklifinde bulunmak istediğinde, ona sırf evlenmek niyetiyle bakarsa, ona bakmasında bir beis, sakınca yoktur'[245] buyurmuştur. Muğire İbn Şu'be de şöyle demiştir: Bir kadına talip oldum, bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), 'Ona baktın mı?' deyince, ben de 'Hayır' dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber, 'Bak, çünkü bu bakış aranızda (evlendikten sonra) katık olmaya lâyıktır. (Evlendiğinde, hanımın güzelini almışsan, yüzüne baktıkça doyarsın)'[246] buyurdu. Bütün bunlar, kişinin maksadı, onunla evlenmek olduğu müddetçe, o kadının yüzüne ve ellerine şehvetle (istekli ve arzulu olarak) bakabileceğine delâlet ederiz. Bunun böyle olduğuna, Cenâb-ı Hakk'ın, 'Bundan sonra kadınla,'! (alman) ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helâl olmaz' (Ahzât], 52) ayeti de delâlet eder. Onun güze'liği ona ancak, onların yüıünü görürse, hayranlık verir...
b)Bir kimse, bir cariye satın alsa, o kimsenin o cariyenin avret olmayan kısımlarına takması caizdir.
c)Alışveriş yaparken, ihtiyaç anında, kim olduğunu ortaya koyabilmesi için, o taftnm yüzüne dikkatlice bakması caizdir.
d) Şehâdetini üstleneceği zaman, o kadına bakabilir. Ama onun yüzünden başka mrne de bakamaz. Çünkü şehâdet konusundaki bilgi, bu yolla elde edilir.
O kadına şehvetlice bakması demek olan üçüncü kısma gelince, bu yasaktır. Hz. F^gamber (s.a.s) çünkü Oüjî 'Gözler de zina ederler'[247]buyurmuştur. Cabir (r.a)'dan Hz. Peygamber (s.a.s)'e ansızın bakmanın hükmünü sordum da bana çevirmemi emretti, dediği rivayet edilmiştir. Tevrat'ta şöyle yazıldığı ileri ıüştür, (Harama) bakmak, kalbe şehvet tohumunu düşürür, çoğu şehvet ise, bir hüznü ve kederi doğurur...
Yabancı bir erkeğin, yabancı bir kadının bedenine bakmasının caiz olmaması -,5-suna gelince, ulemâ, bu husustan şu maddeleri istisna etmişlerdir.
1) Sünnetçinin tıpkı, sünnet ettiği kimsenin avret mahalline bakmasının caiz olması r D*, güvenilir bir doktorun da müdahelede bulunması için kadına bakması caizdir. Çjnkü bu nokta, zaruret noktasıdır...
2) Zina hususunda şehâdeti üstlenmek ilcin, zina eden tarafların avret mahallerine takmaya kastetmesi caizdir. Yine bu kimsenin, doğum şehâdeti ile emzirmeye dair şahadeti üstlenebilmesi için, kadının tercine ve memelerine bakması caizdir. Ebu Satd el-fstahvî ise şöyle demiştir: 'Erkeğin, bu yerlere bu maksatlarla bakması caiz aeğildjr. Çünkü, bir kere zinanın saklı tutulması, ifşa edilmemesi teşvik edilmiştir. Doğum ve süt emzirme meselesinde ise, kadınların şehâdeti makbuldür. Binâenaleyh, şehâdette bulunmak için, erkeklerin bakmasına hacet yoktur...'
3) Şayet bir kadın, boğulmaya yanmaya maruz kalmışsa, onu ordan kurtarmak için, erkeğin onun bedenine bakması caizdir.
O yabancı kadının cariye olması halinde, bazıları onun avret mahallinin göbeği ve diz kapakları arası olduğunu söylerlerken diğer bazıları onun avret mahallinin sinden ve zanaatından dolayı ortaya çıkmayan kısımları olduğunu söylemişlerdir. Binâenaleyh, bundan o kadının başı, kolları (diz kapağına kadar olan) baldırları, göğsü, ooğaz... istisna tutulmuştur. Dolayısıyla bunlar, avret mahalli sayılmazlar. Onun sırtı ve karnı ve (dirsek omuz arasındaki) kısma gelince, buralar hakkında, yukarda bahsedilen İhtilâf söz konusudur. Binâenaleyh, ne o erkeğin o kadını; ne de o kadının o erkeği, ne kan almadan ne de sürme vb. şeyleri yapmaktan dolayı tutması caiz değildir. Çünkü, tutmak bakmadan daha kuvvetlidir. Bunun delili şudur: Tutmadan ve dokunmadan dolayı gelen meni, orucu bozduğu halde, bakmadan dolayı gelen meni orucu bozmaz. Ebu Hanife (r.h) ise şöyle demiştir: 'Erkeğin cariyenin bakması helâl olan kısımlarına dokunması caizdir.'
Bu kadın eğer, o erkeğin sülâle cihetinden süt emme cihetinden ya da evlenme cihetinden bir mahremi ise, o kadının o erkeğe karşı avret mahalli, tıpkı erkeğin avreti gibi, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Diğerleri ise, o kadının avret mahallinin, ancak iş esnasında, görülmeyecek kısımları olduğunu söylemişlerdir ki, bu da Ebu Hanife (r.h)'ın görüşüdür. Diğer tafsilata gelince, bu mufassal açıklama, bu ayetin tefsirinde gelecektir.
O kadının, tıpkı kişinin hanımı ve kendisinden istifâde etmesi helâl olan cariyesi gibi, 'müstemte'a' (yani kendisinden yararlanılan kadın) olması haline gelince, o erkeğin bu kimselerin bedenin tamamına hatta avret mahalline bakması caizdir. Ancak ne var ki erkeğin, hem kadının avret mahalline, hem de kendisinin avret mahalline bakması mekruhtur. Çünkü bunun, körlüğe sebebiyet verdiği rivayet edilmiştir. Erkeğin, hanımının fercine bakmasının caiz olmadığı da söylenmiştir. Bu konuda bahsedilen cariyenin mücerret, vasıfsız köle veya 'müdebber' veya 'ümmü veled' veyahutta merhûne olması arasında bir fark bulunmamaktadır. Binâenaleyh, eğer bu cariye mecusî veya mürted, yahut putperest ya da müşterek, yahut evli veyahutta mûkâtebeli olursa, bu tıpkı yabancı kadının hükmünü alır. Amr İbn Şuayb'ın babasından, onun da dedesinden, dedesinin de Hz. Peygamber'den rivayetine göre, Hz, Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: 'Sizden bitiniz, cariyesini kölesiyle veya işçisiyle evlendirdiğinde, artık onun daha göbeği ile diz kapağı arasındaki kısımlarına bakamaz...'
Erkeğin kadına karşı avret mahallerine gelince, burada düşünmek lazım. Eğer o erkek o kadın için bir yabancı ise, o erkeğin o kadına karşı avret mahalli, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Tıpkı, kadının erkeğe karşı avret mahallerinin neresi olduğu meselesi gibi, yüzü ve elleri hariç, erkeğin bütün bedenin avret mahalli olduğu da ileri sürülmüştür. Ama, birincisi daha doğrudur. Erkek için kadın, böyle değildir. Çünkü, erkek karşısında kadının bedeni avrettir. Bunun delili ise, kadının namazını, bedeni açık olarak kılmasının sahîh olmayışıdır. Ama erkeğin bedeni, böyle değildir. Fitne endişesi duyulduğunda, erkeğin kadının yüzüne kasten bakması ve bakışların, tekrarlaması caiz değildir. Çünkü Ümmü Seleme'den şu rivayet edilmiştir: 'Hem Ümmü Seleme hem de Meymûne, Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında oldukları bir sırada, İbn ümmi Mektûm çıka gelmiş ve derken, onların yanına girmiş... Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), 'Hışt, siz ikiniz, ondan ötürü örtünün' buyurmuş. Bunun üzerine Ün.nü Seleme, 'Ey Allah'ın Resulü, o bir amâ değil midir? Bizi görmüyor k?' der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), 'siz ikiniz kör müsünüz ki! Sizler onu görmüyormusunuz?..'[248]buyurun.
Eğer bu erkek o kadının mahremi ise, bu erkeğin o kadına karşı avret mahalli, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Yok eğer, bu erkek, o kadının kocası yahutta onunla cinsi münasebette bulunması helâl olan efendisi ise, o zaman o kadının, erkeğin bedeninin tamamına bakması caizdir. Ancak ne var ki, tıpkı erkeğin hanımı karşısındaki durumu gibi, onun avret mahalline (zekerine) bakması mekruhtur. Erkeğin, ıssız bir yarde çıplak olarak oturması caiz değildir. Onun, avret mahallini örtmesi gerekir. Çürttü rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber'e bu mesele sorulmuş, o da 'Allah kendisinden utanılmaya daha müstehaktır.'[249]cevabını ermiştir. Yine rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.s) 'Aman ha, çıplak durmaktan sakının, çzrJtü tuvalette bulunmanız ve kişinin hammıyla cinsi münasebette bulunması dorumu hariç, sizinle beraber, sizden hiç ayrılmayan kimseler (melekler, cinler...) vardır.[250] buyurmuştur. Allah en iyisini bilendir. [251]
Üçüncü Mesele
Şiblî'ye Cenâb-ı Hakk'ın ifadesinin ÜÇÜNCÜ MESELE tefsiri sorulmuş da, o da bunun üzerine 'Baş gözlerini haramlardan; gönül gözlerini de Masivâllah (Allah'ın ^nda kalan her şey)den çevirmektir' cevabını vermiştir...
Hak Teâlâ'nın 'İrzlarını korusunlar' ifadesi 'helâl olmayan- korusunlar' manası kastedilmiştir. EbuVAliye'nin 'Nûr sûresindekiler Kur'ân'da geçen bütün ve şeklindeki ifadeler'zinâdan korunsunlar' manasınadır. Ama Nûr sûresindekilerin t ise, 'onlara yani avret mahallerine hiç kimse bakmasın' şeklindedir' demiştir. bu görüş zayıftır. Çünkü bu, delil olmaksızın ayeti tahsisdir. Zahirin gerektirdiği ise, o kimsenin zina dokunma ve bakma gibi Allah'ın haram kıldığı herşeyden sini muhafaza etmesidir. Bir de eğer bununla, sırf bakma yasağı kastedilmiş ae. dokunmak ve cinsi münasebette bulunmak, haydi haydi kastedilmiştir. Çünkü bu kişi, bakmadan daha ileridir. Binâenaleyh eğer Cenâb-ı Hak, bakma hususunda -ass (ayet) indirmiş ise, bu hitabın içinde, cinsi münasebet ve dokunma yasağını gerektiren şey de vardır. Bu tıpkı 'Ana-babana 'öf bile deme... '(iBrâ. 23) ayetinin, bunun ilerisinde olan sövme ve dövme gibi şeylerin yasakltğını göstermesi gibidir.
Hak Teâlâ'nın 'Bu kendileri için çok temizdir' ifadesi 'Bu hususa, smstkı sarılıp riayet etmeleri, onlar için daha temiz, daha iffetli olandır. Çünkü bu kişilerin sayesinde tezkiye olundukları, medhû senaya müstehak oldukları şeylerdendir' demektir. Şöyle de denebilir: 'Allah Teâlâ, işte bu sayede mü'minleri lezkiye etmek istediği için, bu hitabı sadece mü'minlere yöneltmiştir. O halde bu ttfiriere lâyık değildir.
Ayetteki 'Mümin kadınlara da söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar' ifadesi hakkındaki söz, daha önce geçtiği üzeredir. Buna göre eğer, 'Gözleri yumma (sakınma), niçin ırzları korumadan önce zikredilmiştir?' denilirse, biz deriz ki: Bakmak, zinanın habercisi, ve fısk-u fücurun öncüsüdür. Bu husustaki belvâ-i umûmi, daha fazladır. Dolayısıyla, neredeyse bundan korunulamaz.
Ayetteki 'Zinetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısım müstesna...' ifadesine gelince, bu, genelde kadınlara ait hükümlerdendir. Biz, bunun genelde böyle olduğunu söyledik, zira kendisinde bir fitne bulunduğu için, erkeklerin de takı, elbise ve şâire gibi zinetlerini yabancı kadınlara göstermeleri haramdır. Burada bir kaç mesele vardır: [252]
Birinci Mesele
Müfessirler ayetteki 'zinetlerini' ifadesi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bil ki 'zinet' sözü, Allah'ın yarattığı güzel
şeyler manasına geldiği gibi, insanın elbise, takı ve şâire şeyler gibi, süslenip bezendiği şeyler manasına da gelir. Bazıları zinet sözünün, yaratılıştan olan güzelliklere kullanılmasını yadırgayarak, 'Yaratılıştan (hılkî) olanlar için, neredeyse hiç, 'Bu, onun zinnetidir' ifadesi kullanılmaz. Bu ancak, kadının, sürme, boya ve şâire gibi, sonradan yaptığı (süslere) denilir' demişlerdir.
Doğruya en yakın olan görüşün ise, hılkî (yaratılıştan) olanların da 'zinet' sözüne dâhil olmalarıdır. Bunun böyle olduğuna şu iki husus da delâlet eder:
a) Pek çok kadın, hılkî (yaratıştan) olan vasıfları bakımından, zinet sayılan diğer şeylerden ayrılırlar. Binâenaleyh bu kelimeyi, 'hılkî' olan güzellikler için de kullanırsak, umûmi olan bu kelimenin hakkını tastamam vermiş oluruz. Hılkî olanların dışındakilerin de bu ifadenin içine dâhil olmasına bir mâni yoktur.
b) Ayetteki, 'Başörtülerini yakalarının üstüne örtsünler' ifadesi, 'zinet' sözünün hem hılkî olanları, hem diğer süsleri (güzellikleri) içine aldığına delâlet eder. Böylece Cenâb-ı Hak sanki, başörtüleri ile bu gibi yerlerini örtmelerini farz kılmak suretiyle, kadınların hilkaten güzel olan yerlerini göstermekten menetmiştir.
'Zinet' kelimesinin, hılkî olanlar dışındaki süs ve güzellikleri için kullanıldığını söyleyenler de, bunu şu üç manaya hasretmişlerdir:
1) Sürme ve kaşları boyama, yanaklara allık vurma, el ve ayakları kınalama gibi boyalardır.
2) Yüzük, bilezik, halhal, pazubend, gerdanlık, taç, kemer ve küpe gibi takılar.
3) Elbiseler... Çünkü Cenâb-ı Hak, 'Ey Âdem oğulları, her mescide gidişinizde zinetlerinizi alın (takının, giyin)' (A'raf. 31) buyurarak, bu 'zinet' ile elbiseleri kastetmiştir. [253]
İkinci Mesele
Âlimler Hak Teâlâ'nın ''Bunlardan görünen kısmı müstesna' ifadesi ile neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir: Ayette bahsedilen 'zineti', yaratılıştan olan güzellik ve süs manasına alanlardan Kaffal şöyle der: 'Ayetin manası, 'insanın, t'-rürlükte olan adete göre, gösterebildikleri şeyler müstesna' şeklindedir ki bunlar da. kadınlarda el ve yüzler; erkeklerde de yüz, eller ve ayaklar gibi, bedenin uç -zuvlandır. Binâenaleyh insanlar, zarureten açılması gerekmeyen yerlerini örtmekle emrolunmuşlardır. Fakat insanlara, açık olması örfî (alışılmış) olan ve zarureten aç iması gereken yerler hususunda ruhsat verilmiştir. Çünkü İslâm şeriatı, haniftir, oiaydır ve müsamahakârdır. Yüzün ve ellerin açılması ve zaruret gibi olunca, alimler Ou iki yerin (kadın için) avret sayılmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Fakat ayakların açık olması zarurî değildir. Binâenaleyh hiç şüphesiz alimler, ayakların 'avret' olup olmaması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu hususta iki izah vardır: Doğru olan, ayaklar : tıpkı ayakların üstü gibi avrettir. Kadının sesi hususunda da iki izah yapılmıştır: En doğru olanına göre, ses 'avret' değildir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s)'in tanımları, hadisleri erkeklere rivayet ediyorlardı.
Ayette bahsedilen 'zinet' sözünü, hılkî (yaratıştan) olan güzellikler dışındaki süsler manasına alanlar da şöyle demişlerdir: Hak Teâlâ zinetten bahsetmiştir. Çünkü o z netlerin, kadının üzerinde takılı olmadıkları sürece, onlara bakmanın helâl olduğu hususunda şüphe yoktur. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak, o zinetlere bakmayı, onların kadının üzerinde olması şartına bağlı olarak haram kıldığına göre bu, kadınların uzuvlarına bakmanın haram oluşunu göstermede, te'kidli bir ifade olmuş olur. (Yani bu, o uzuvları bîr tarafa, onlarda takılı olan zinetlere bile bakmayın demektir.) Bu görüşe göre, kadının yüzündeki dövme, allık, bedenin diğer yerlerindeki boya ve yüzük ;ıbi zinetlere bakmak helâldir. Elbise de böyledir. Bunlara bakmanın caiz oluşunun sebebi, kadının onları örtmede zorluk çekmesidir. Çünkü kadın mutlaka elleriyle d nakım şeyleri alıp-verme durumundadır. Şâhidlik yapmak, davalaşmak ve evlilik gibi konularda da yüzünü açması gerekmektedir. [254]
Üçüncü Mesele
Âlimler, ayetteki 'ZinetJerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı müstesna...' ifadesinin, cariyelerle değil de sadece hür kadınlarla ilgili olduğunda ittifak etmişlerdir ki bu açıktır. Çünkü câriye, sanki bir maldır. Alınıp-satılması hususunda, tedbirli davranmak gerekir. Bu ise, ona iyice dikkatlice bakmakla olur. Ama hür kadınlar böyte değiller...
Hak Teâlâ'nın 'Başörtüleriniyakaiannm üstüne örtsünler' fadesindeki, 'humur' kelimesinin müfredi, 'himâr' olup, 'başörtüsü' demektir. Müfessirler şöyle demişlerdir: 'Câhiliyye kadınları, başörtülerini, arkadan bağlarlardı. Yakaları (elbiselerinin açılan kısımları) önde idi. Bundan dolayı onların boğazları, gerdanları ve döşleri açık oluyordu. Böylece onlar, boyunlarını, boğazlarını buraları kuşatan saçları, kulak ve gerdandaki takılar gibi zinetlerini ve bunların takıldıkları yerleri örtsünler diye, başörtülerinin uçlarını yakaları üzerine salıvermekle em rol undular. Ayette 'örtme' manasında 'darb' (vurma) kelimesinin kullanılması, başörtüsünün uçlarını buralara salıverip buraları iyice örtme manası kastedilmesi içindir. Ayetteki bâ harf-i cerh, 'ilsâk' içindir: Hz. Âişe (r.ah)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: 'Ensar kadınlarından daha hayırlı olanını görmedim. Bu ayet nazil olunca, tascv karvdl çac^atma koştu ve onu alıp, onunla tepeden tırnağa büründü ve sanki başlan üzerinde kargalar varmış gibi oluverdtler.'[255]Ayetteki 'cuyüb' kelimesi, yâ harfinden ötürü, cimin kesresi ile de okunmuştur, 'buyût' kelimesi de, bu şekilde okunmuştur.
Hak Teâİâ'nın, 'Zinetlerini göstermesinler ifadesine gelince, bil ki Hak Teâlâ, daha önce mutlak manadaki zinetten bahsedince, burada da, o kadınları yabancılara göstermekten nehyettiği gizli zinetlerden bahsetmiş ve bu gizli zinetlerin, bütün herkesten saklanılması gerektiğini beyan buyurmuştur. Sonra şu on iki kısım insanı, bundan müstesna tutmuştur:
1) O kadınların kocaları,
2) Babalan... Bu herne kadar gerek kadın gerek koca tarafından, babaların babaları ve dedeleri, annelerin babaları ve dedeleri gibi yukarı doğru bütün babaları da içine alır.
3) Kocalarının babaları...
4-5) Oğulları ve kocalarının oğulları... Buna, mesela oğulların oğulları, kızları oğulları gibi, kadın ve koca tarafından aşağı doğru olan bütün çocuklar ve torunlar dahildir.
6) İster baba bir, ister ana bir, ister ana-baba bir olsun, kadının kardeşleri...
7) Kardeşlerinin oğulları,
8) Kız kardeşlerinin oğulları... Bütün bunların hepsi, kadına mahremdir (onunla nikahlanamaz). Burada şöyle bir kaç soru var:
Birinci soru: Mü'mine iken insanın mahremi olan kadın hakkında erkeğe helâl olmayan şeyler cariye veya kâfire olduğunda, ona helâl olur mu?
Cevab: Kişi, mahremi olan bir kadına cariyesi olarak mâlik olduğunda, şehvet nazarıyla değil de, aksine bu husustaki insanlar arasındaki ihtilaftan ötürü, mülk olarak elde edilen o kadının üstünlük ve meziyetlerini anlamak için, onun karnına ve sırtına bakabilir.
İkinci soru: Amca ve dayının durumu nedir?
Cevab: Açık olan görüşe göre, bunların bakmalarının caiz oluşu hususunda, bunlar da diğer mahremler gibidir. Bu, Hasan el-Basri'nin görüşüdür. Hasan el-Basrt şöyle demiştir: 'Çünkü ayette, 'süt emme ile meydana gelen mahremlik zıkrediimemiştir. Halbuki bu da, tıpkı neseb bakımır.Jan olan mahremlik gibidir. Ahzâb sûresinde ise, Cenâb-ı Hak, 'Onla, için ne babaları, ne oğullan ... hakkında bir veba! yoktur' [Ahzâb. 55) buyurmuş ve Nûr sûresinde bahsedildikleri halde, burada kocalardan ve kocalarının oğullarından bahsetmemiştir. Çünkü bazan, hepsine dikkat çekmek için, bir topluluğun bir kısmı zikredilebilir. Şa'bi de şöyle der: 'Allah Teâlâ, arcayı oğlu ile birlikte yine dayıyı da oğlu ile birlikte vasfetmemek, aynı katagoriye sokmamak için amca ile dayıyı burada zikretmemiştir. Bu, 'Diğer akrabalar, mahremiyyet hususunda kadının babası ve oğlu gibidir. Fakat amca iledayı ve oğulları rcyie değil. (Çünkü amca ile dayı mahrem olduğu halde oğulları namahremdir). finAenaleyh kadını, dayı ve amca oğlunun babası gördüğünde çoğu kez, oğluna onu anlatabilir. Oğlu da o kadına mahrem değil. Dolayısıyla oğlu, o kadını görüp
antetmastyla onu tahayyül edebilir. Bu ise, kadınların tessettüre ne denlü önem «örmeleri gerektiğine delâlet eden beliğ ifadelerdendir.
Üçüncü soru: Ayette bahsedilenlerin, kadının zinetlerine Lokmalarının mubah ♦caiz) oluş sebebi nedir?
Cevab: Çünkü sayılan bu kimseler, o kadınlarla haşır-neşir, içli-dışlı olmak mecburiyetinde olanlardır. Bir de bunlar tarafından, bir fitne meydana gelmesi enderdir. Kişilerin karakterlerinde, yabancılarla oturup-kalkmadan ötürü memnun çımama duygusu vardır. Kadın da, yolculuklarında, inip binmelerinde mahremi olan erkeklerin yardımına ve beraberliğine muhtaçtırlar.
9) ''Kendi kadınları' Bu ifade hususunda da şu iki görüş ileri sürülmüştür:
a) Bununla, kadınların kendi dinlerinde olan diğer kadınlar kastedilmiştir. Bu, ekseri selef âlimlerinin görüşüdür. İbn Abbas (r.a) şöyle der: 'Müslüman bir kadın, z Tim? kadınlar arasında soyunamaz. Kâfir bir kadına da, kendisinin cariyesi olması :^*umu hâriç, ancak yabancı erkeklerce görülebilecek yerlerini gösterebilir. Çünkü Hak Teâlâ, '...ellerindeki memlûkelerden (cariyelerden) başkasına gösteremez' Duyurmuştur. Hz. Ömer {r.a), Ebu Ubeyde (r.a)'ye. 'Ehl-i kitabın kadınlarının, mü'min kadınların girdiği hamamlara girmelerini yasaklamasını' yazmıştır.
b) Bu ifade ile, bütün kadınlar kastedilmiştir. Bizim mezhebimiz de budur. Selefin görüşü ise, müstehab ve evlâ olana hamledilmiştir.
10) 'Ellerindeki memlûkeler...' Bu ifadenin zahiri, köleyi ve cariyeyi içine alır. Âlimler, ihtilaf etmişler ve kimisi ayeti bu zahiri manasına alıp, 'Bu kadınların, ancak mahremlerine gösterebilecekleri zinet yerlerini, kölelerine de gösterebileceklerini iddia etmişlerdir ki bu, Hz. Âİşe (r.ah) ile Ümmü seleme (r.ah)'den rivayet edilmiştir. Bu görüşte olanlar, hem bu ayetle istidlal etmişlerdir ki bunun nasıl olduğu açıktır, hem de Hz. Enes (r.a)'den rivayet edilen şu haberle istidlal etmişlerdir: 'Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Fatma (r.ah)'ya: 'Ona hibe ettiği bir köleyi getirdi. O sırada, Hz. Fatma'nın .zerinde bir elbise vardı. O onunla başınt örtse, ayakları açık kalıyor; ayaklarını örtse naşı açık kalıyordu. Hz. Peygamber (s.a.s), onun halini görünce 'Bunda, senin için bir beis yok. Çünkü o (yaşlı olduğu için sanki) baban gibidir ve kölendir' buyurdu.
Mücâhidin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: 'Mü'minlerin anneleri (Peygamber (s.a.s)'in hanımları), mükateb kölelerinde alacakları olduğu sürece, onların yanında örtünmezlerdi.'[256] Hz. Âişe (r.ah)'in, kölesi Zekvân'a, 'Sen, beni kabre koyup, kabirden çıktığın an hürsün' dediği rivayet edilmiştir. Yine Hz. Âişe (r.ah)'nin, taranırken kölesinin kendisine baktığı (yanında olduğu) rivayet edilmiştir.
İbn Mes'ûd, Mücâhid, Hasan el-Basrî, İbn Sirîn ve Sa'id b. Müseyyeb (r.ahm) de, kölenin sahibesi otan kadının saçlarına bakamayacağını söylemişlerdir. Bu, aynı zamanda Ebu Hanlfe (r.a)'nin görüşüdür. Onlar bu hususta şöyle istidlalde bulunmuşlardır:
1) Hz. Peygamber (s.a.s) 'Allah'a ve ahiret gününe inanmış bir kadının, yanında mahremi olmaksızın, üç günlük bir yolculuğa çıkması helal değildir'' [257] buyurmuştur. Köle, kadının mahremi değildir. Binâenaleyh onunla yolculuk etmesi caiz değildir. Kölenin, o kadınla yolculuk etmesi caiz olmadığına göre, tıpkı yabancı hür bir erkek gibi, sahibesinin saçlarına da bakamaz.
2) O kadının köleyi mülk edinmesi, mülk edilmezden önce köleye haram olan şeyleri, helal kılmaz. Çünkü kadınların erkekleri mülk edinmesi, erkeklerin kadınları mülk edinmesi gibi değildir. Zira alimler, erkeğin cariyesinden istifade ettiği gibi, kadının da kölesinden istifade etmesinin mubah olmadığı hususunda ihtilaf etmemişlerdir.
3) Kölenin, her ne kadar sahibesiyle evlenmesi caiz değilse de, bu haramlık (caiz olmayış), tıpkı dört hanımı olan kimseye olduğu gibi, geçicidir. Binâenaleyh bu haramlık ebedi olmadığına göre, köle tıpkı diğer yabancı erkekler gibi olmuş olur. Bu sabit olunca da ayetteki, 'Ellerindeki memlûkelerinden' İfadesi ile cariyelerin kastedilmiş olduğu ortaya çıkmış olur. Buna göre eğer, 'cariyeler, ayatteki 'yahut kendi kadınlarından' ifadesine dahildirler. Binâenaleyh bu şekilde tekrar zikredilmelerinin faydası nedir?' denilirse, deriz ki: Zahir olan odur ki hem 'kendi kadınları' ifadesiyle, hem de 'ellerindeki memlûkeler' ifadesi, ite hür ve câriye kadınlardan, o kadınlara arkadaş olanlar kastedilmiştir. Bunu şöyle izah edebiliriz: Hak Teâlâ önce, erkeklerin durumunu, 'Zinetlerini kocalarından ... başkasına göstermesinler' buyurarak zikretmiştir. Birisi erkekler, ya kadının mahremi ya namahremi oldukları için bu hüküm onlara tahsis edilmiştir sanabilir. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak, daha sonra bu mübahlığın sırf hür kadınlara mahsus olduğu sanılmasın diye, 'kadınları' ifadesine dâhil olduğu kabul edilen cariyelere, 'ellerindeki memlûkeler' ifadesini atfetti. Çünkü ayetteki, 'yahut kendi kadınları' ifadesinin zahiri, cariyeler manasına değil, hür kadınlar manasınadır. Bu tıpkı, 'erkeklerinizden iki şâhid'(Bakara. 262) ifadesinin, erkeklerin bize nisbet edilmiş olmalarından ötürü, hür manasına olması gibidir. Binâenaleyh bu ayetteki, 'kendi kadınları' ifadesi kadınları içine alır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, bunlar üzerine cariyeleri atfedip, tıpkı hür kadınlara mubah olan şeylerin mubah olduğunu bildirdi.
11) 'Erkeklikden yana ihtiyacı olmayan hizmetçiler' Bu ifade ile ilgili birkaç vardır: [258]
Birinci Mesele
Bunların, yemeklerin artıklarını yemek için, insanların arkalarında dolaşan, kadınlara ihtiyacı (şehevi hissi) olmayan kimseler olduğu ileri sürülmüştür. Çünkü bunlar, nedir bitmeyecek derecede ahmaktırlar. Yahut bunlar sâlih, ;aşlı kimselerdir. bunlar da, kadınlarla birlikte olduklarında gözlerini yumarlar. [adım edilmiş, kudreti kalmamış kimselerin ve benzerlerinin çımaya kudretleri olmasa bile bazan cima dışında kadından diğer bakımlardan faydalanma kudretleri vardır. Onların Jan diğer hususlarda faydalanabilir olmaları, ayetin bu ifadesi ile kendilerinin ıesine mânidir. Binâenaleyh ayet ile, ya şehvet yoksulluğundan, yahut kadın bilmeme sebebinden, yahut da fakirlik ve miskinlikten ötürü, cima dışında da ılardan istifade etme güç ve kudretleri bulunmayanların kastedilmiş olması dr. Alimler, işte bu üç değişik görüşü belirtmişler, kimileri, bunların fakirliğin kavurduğu muhtaçlar olduğunu söylerlerken; kimileri de bunların, ahmaklar, tartaklar ve çocuklar olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bazıları da, bunların ihtiyarlar ile şehvetsiz kimseler olduğunu söylemişlerdir. Bütün bunların ayetin muhtevasına olmaları imkansız değildir. Hİşâm b. Urve, Zeyneb bintl Ümmi Seleme'den, »da annesinden şunu rivayet etmiştir: 'Yanlarında (Heyt adında) bir muhannes •xnsa, kadınımsı erkek) varken, Hz. Pegamber {s.a.s) içeri girer. Tam o sıra da, -ühannes Ümmü Seleme'nin kardeşine eğilir ve 'Ey Abdullah eğer Allah yarın ze Tâif'in kapılarını açarsa, sana Gaylân'ın kızlarını gösteririm. Çünkü onların göbekleri, dört ileri sekiz geri katlanmıştır (kat kattır)' der. Bunun üzerine Hz. Psygamber (s.a.s), 'Bunu yanınıza sokmayın' buyurdu, bu demektir ki, Hz. Peygamber (s.a.s) onu, 'erkeklikten yana ihtiyacı olmayan'lardan sandığı için, bunun Ittnımlarının yanına girmesine ses çıkarmamış, mubah kabul etmiştir. Binâenaleyh sunun, kadınların durumları ve özelliklerine muttali olduğunu anlayınca, erkeklikten tana birşeyleri olduğunun farkına varıp, onu evlere girmekten menetmiştir. Hadım canlar erkeklik uzvu dipten kesik olanlar hakkında ise şu üç görüş ileri sürülmüştür:
a) Kadınların gizli zinetlerlni bunlardan saklamamaları mubahtır,
b) Haramdır,
c) Hadım olana göstermek haram, diğerine göstermek mubahtır. [259]
İkinci Mesele
'Irbe' kelimesi, 'mişye' ve 'cilse' kelimelerinin 'meşy' (yürümek) ve 'culûs' (oturma) masdarlarından oluşu gibi, 'el-Erbü' masdarındandır. 'Erb' ise, birşeye ihtiyaç hissetmek, düşkün olmak ve arzu duymak demektir. O halde 'irbe' kadınlar ihtiyaç hisseden şehevi duygulan olan demektir. Bu kelime, 'akıl' manasına da gelir. 'Eryeb' kelimeside ihtiyaç manasınadır. [260]
Üçüncü Mesele
Bu ifadedeki 'gayr' kelimesi iki şekilde okunmuştur; İbn Âmir, Âsım'ın râvisi Ebu Bekir ve Ebu Cafer, istisna veya hal olarak nasb ile okumuşlardır ki buna göre bu, 'kadınlar âciz olarak, bulunan hizmetçiler demektir. İkinci kıraat ise, sıfat olarak bunun mecrûr okunuşudur.
12) 'Yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklar' Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır: [261]
Birinci Mesele
'Tıfl' kelimesi, müfreddir. Fakat cins isim olarak kullanıldığı için, burada cemîmanasındadır. Bununla cemî manasının murad edilmiş olduğunu, bu kelimeden sonra gelen ifadeler gösterir. Bunun bir benzeri de, 'sonra sizi bir tıfl olarak çıkardık' (hacc, 5) ayetidir. [262]
İkinci Mesele
Bir şeye zuhur (muttali olma) iki şekilde olur:
a) Onu bilmek suretiyle... Mesela 'Eğer onlar size zuhur ederse, yani sizden haberdar olurlarsa, sizi taşlayarak öldürürler' (Kohi. 20) ayetinde bu manadadır.
b) Gâlib olmak ve hükümrân olmak, 'Onlar zahirin oldular, yani hükümran oldular' (San, u) ayetinde olduğu gibi... Birincisine göre mana, 'Kadınların avret mahallerini tasavvur edemeyen ve küçük olduğu için bunun ne demek olduğunu bilemeyen çocuklar' şeklindedir. Bu İbn Kuteybe'nin görüşüdür. İkincisine göre ise 'kadınlarla birleşme gücüne ve yaşına erişmemiş çocuklar' manasınadır. Bu, Ferrâ ve Zeccâc'ın görüşüdür. [263]
Üçüncü Mesele
Küçük olduğu için, kadınların avretine muttali olmayan çocuğa karşı kadınların da avreti, (şehevi bir duygusu)
yoktur. Eğer çocuk küçük yahut mürahik olmasına rağmen, bu tür şeyler dikkatini çekiyorsa, ona karşı kadının göbeği ile diz kapağı arasını örtmesi (ona göstermemesi) gerekir. Bu yerlerin dışında kalan yerlerin örtünmesi hususunda şu iki izah yapılmıştır: a) Bu gerekmez. Çünkü kalem (mesûliyyet) henüz bu çocuk için başlamamıştır, b) Bu, o tıpkı bir erkekmiş gibi, gerekir. Çünkü hem o böyle birşeyi arzuiayabilir, hem de kadın onu arzu edebilir. İşte ayetteki, 'henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklar' ifadesinin manası budur. İhtilam çağına gelinceye kadar olan bütün çocukları bu ifade içine alır. Şehveti olan ihtiyar, tıpkı bir genç kabul edilir. Şehveti olmayan ihtiyar için ise iki görüş belirtilmiştir:
a) Kadınların, gizli zinetlerini ve yerlerini ona karşı gizlememeleri mubahtır. Kadınların, ona karşı olan avretleri (gizlemeleri gereken yerler) ise, göbek-dizkapak arasıdır.
b) Görünen zinetleri hariç, kadının bütün bedeni o ihtiyara karşı da avrettir ımesi gereken yerlerdendir). Allah Teâlâ'nın bu ayette istisna tuttuğu kimseler, son bulmuştur.
Hasan el-Basrî şöyle der: 'Bunlar, her ne kadar kadının gizli zinetlerini görebilme 'da birlikte zikredilmiş iseler de, üç kısma ayrılırlar:
a) Bunların ilki, kocadır. Kocanın, diğerlerinde bulunmayan bir yakınlığı vardır. Dolayısıyla kadının herşeyi ona helâldir. İkinci derece yakın olanlar, oğul, baba, «ardeş. dede, kayınbaba ve diğer bütün mahremlerdir. Süt emmeden dolayı meydana frien mahremiyyet, tıpkı neseben olan mahremiyyet gibi olup, bu kimselerin de kadınların saçlarına, göğüslerine, diz kapaklarına kadar ayaklarına, dirseklerine kadar ellerine ve benzeri yerlerine bakmaları mubahtır. Üçüncü derecede yakın olanlar ise, iikten yana ihtiyacı olmayan hizmetçiler ve ihtiyarlardır. Kadının memlükesi de lir. Binâenaleyh genç bir kadının çarşafı (dış örtüsü) olmaksızın, kalın bir elbise kalın bir başörtüsü içinde, bu üçüncü kısmın yanında durmasında bir sakınca Bunların, o kadınların saçlarını ve cildlerini görmeleri helâl değildir. Yine de ı, hepsinin yanında tesettürlü olması en efdal olanıdır. Genç bir kızın, başörtülü . bile, yabancı erkeklerin önünde dikilip durması helâl değildir. İşte bu üç derece ılığın izahı budur.
Ayetteki 'Gizledikleri linetleri bilinsin diye apaklarını da vurmasınlar' ifadesi hakkında, İbn Abbas (r.a) ve Katâde şöyle der: Kadınlar, insanların yanından geçerken, halhallarının sesini duysunlar diye ayaklarını hızlı hızlı vurarak yürürlerdi. Kadınlara düşkünlüğü ile meşhur ve bu özelliği gâlib erkeklerin, halhâlların sesini duymaları halinde, o kadınlara bakmaları ve seyretmeleri için, bunun ilave bir sebeb olacağı malumdur. İşte bundan ötürü, Hak Tealâ, 'zinetleri bilinsin diye' demek suretiyle bunun sebebini bildirmiş, yasağa sebeb olan şeyin, o kadınların takı ve şâire gibi zinetlerinin bilinmesi olduğuna dikkat çekmiştir. Ayette birkaç incelik vardır:
Birinci İncelik: Cenâb-ı Hak, zinetin bulunduğunu gösteren sese kulak vermekten nefyettiğine göre, bu zineti açıkça göstermekten men'e haydi haydi delâlet eder.
İkinci incelik: Kadın, yabancılara sesini duyuracağı için, yüksek sesle konuşmaktan da nehyedilmiştir. Çünkü onun sesi, halhalinin sesinden daha galiptir sana çok fitne uyandırır. İşte bundan ötürü alimler, kadınların ezanını mekruh kabul genişlerdir. Çünkü ezanın yüksek sesle okunması gerekir. Kadının ise, sesini yükseltmesi nehyedilmiştir.
Üçüncü incelik: Ayet, fitneye sebeb olacaksa, kadının yüzüne şehvet (ve arzu) e bakmanın yasak olduğuna delâlet eder.
Hak Teâlâ'nın 'Hepiniz Allah'a tevbe edin, ey mü'minler. Tâ ki felah bulasınız' ifadesi ile ilgili birkaç mesele vardır: [264]
Birinci Mesele
Tevbenin ne demek olduğu hususunda şu iki izah yapılmıştır:
a) Zayıf olan kulun, çalışip-çabalasa, kendisine hâkim olmak istese bile Allah'ın mükellef tuttuğu her şeye
harfiyyen uyması adeta imkansızdır. Mutlaka onun bir kusuru olur. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak bütün mü'mtnlere tevbe ve istiğfarı emretmiş, tevbe ve istiğfar ederlerse, kurtuluşun söz konusu olabileceğini bildirmiştir.
b) İbn Abbas (r.a) bu ayete şu manayı vermiştir: 'Câhiliyye döneminde yapmış olduğunuz şeylerden tevbe edin. Belki o zaman dünya ve ahirette sa'id bahtiyar olursunuz.' Buna göre eğer, 'Kişi müslüman olduğu zaman, zâten sahih bir tevbe yapmış olur. Müslüman olma ise, daha önce yapılmış olan şeyleri siler ve onlarla ilgili mes'uliyeti kaldırır. Binâenaleyh ayrıca bu tevbe etmenin manası nedir?' denilirse, biz deriz ki: 'Bazı alimler şöyle demişlerdir: 'Günah işleyen, sonra da tevbe eden kimsenin, o günahı her hatırlayışında, yine tevbe istiğfar etmesi gerekir. Çünkü kişi, Rabbisinin huzuruna varıncaya, ölünceye kadar, bu pişmanlığını sürdürmeli.' [265]
çııÖÖçş[239] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/32-40
[240] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/40
[241] Tirmizl, Edeb, 40(5/110).
[242] İbn Mftce, Cenâiz, 8 (1/469).
[243] Müslim, Hayz, 74 (1/206): Tirmizi, Edeb, 36 (5/109).
[244] Tirmizi, Edeb, 28 (5/101).
[245] Ebû Dâvûd, Nikâh, 18 (2/228).
[246] İbn Mace, Nikah, 9(1/599) Tirmizi, Nikâh. 5 (3/397).
[247] Müsned, 2/343-344.
[248] Buhari, Gusul, 20; Tirmizî, Edeb, 22, 29 (5/102).
[249] Tirmizî, Edeb, 29 (5/102).
[250] Tirmizi, Edeb. 2 (5/112).
[251] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/40-45
[252] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/45-46
[253] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/46
[254] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/47
[255] Nihaye, 3/352
[256] Ebû Dftvûd, Libas, 32 (4/62).
[257] Ebû Dâvûd, Talâk. 43 (2/290).
[258] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/47-51
[259] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/51
[260] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/51-52
[261] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/52
[262] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/52
[263] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/52
[264] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/52-53
[265] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/54
Ve, Diyanet işleri başkanının açıklaması;
'Diyanet işleri başkanı Bardakoğlu;
'Başörtüsü için “dini” hüküm vermeye kalkanları uyardı: Sözlük alıp ayet tefsir etmek baltayla saat tamir etmeye benzer..'
Hüküm net;
'Müslüman kadınların başörtüsünün dini hükmü çok açık ve nettir. 14 asırdır Müslüman kadınların başını örtmesi dini bir gerekliliktir. Bazıları “madem ben yapmıyorum bu dinde yoktur ”a getiriyorlar işi. Bu doğru değildir..... '
Bütün bunlardan sonra söyleyebileceğim şudur.
Dileyen, dilediği gibi inanmak ve hareket etme özgürlüğüne sahiptir. Kur'âni Kerim'de 'kalp mühürlenmesi' başlığında, Rabbin nefretini kazanma ve rahmetten (tövbe etmeden) pay alamayacaklar olanlar vardır. Her insan bu duruma düşmemesi gerektiğini, Âhiret hayatında Cennet olduğu gibi Cehennem'inde olduğunu hatırlamalıdır.
Rabbin rahmeti sonsuzdır ama gazabı da vardır!
***Anlayana sivrisenek saz, anlamayana davul zurna az.***
BAŞÖRTÜSÜNÜN FARZİYYETİ
"Amacım yalnızca rabbimin gerçek yolunu Kur’an’dan bulmaktır" diyen bir okurunuz varsa, ciddiye alırsınız değil mi? Ben de, o dinini ciddiye aldığı için onu ciddiye aldım. Bu okur şöyle diyor:
"Ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğu söylenir, baştan bahsedilmez. "Arapçada kadınların başlarına örttükleri şeyin özel adı "hımar" değil "mikna" (doğrusu mikne’a SH) ve "nasıyf"tır. Hangi Arapça sözlüğe bakılırsa bakılsın "mikna (çoğulu mekani)" ve "nasıyfın" hanımların başlarını örttükleri kumaşın adı olduğu yazılıdır." Allah eğer "hımar" kelimesi ile başın örtülmesini isteseydi "hımarürres" gibi bir vurgulama ile başörtüsü diyebilirdi"
Bunlar, başkalarının kesesinden harcanan yalan-yanlış paketi sevgili okur. Kimin kesesinden almışsanız dolmuşa binmişsiniz. Buna, Kur’an’a uymak yerine Kur’an’ı kendinize uydurma sonucunda düştüğünüz çelişkiler de eklenince, iş içinden çıkılmaz olmuş.
Dert şu: Hımar ile başın örtülmesi kastedilseydi, içinde "baş" kelimesi geçerdi!
Peki, bu durumda bir önceki cümlede hanımların başlarına örttüğü şeyin adının "mikne’a" ve "nasif" olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz? Nerede bunların içinde baş?
Kişi hiçbir şey bilmese de haddini bilecek. "Hangi sözlüğü bakılırsa bakılsın" iddiası yapacak bir kişinin, asgariden sözlüklere bakması lazım. Baksaydı ne görürdü?
Tabi ki, Arapça’da kadınların kullandığı örtü mikna (doğrusu mikne’a) ve nasif’ten ibaret olmadığını. Şöyle ortalama bir Kur’an talebesi olsaydı, sözlükte şunları görürdü:
1. Burka’ (veya burku’): Bütün yüzü örter. (Erkeğin kullandığına kına’ denir).
2. Nikab: Bütün yüzü örtmeyip iki gözden birini açarak bağlanan başörtüsüdür.
3. Lifâm: Her iki gözü de burun üstünden itibaren açık bırakan başörtüsüdür.
4. Lisâm: Burun açıkta kalacak şekilde ağız üstünden örtülen örtüdür.
5. Hımar: Yüz hariç başın ve boynun tamamını örten ve Kur’an’da emredilen örtüdür.
6. Nasîf: Hımar’ın daha büyüğü, Anadolu’daki "atkı"ya benzer başörtüsüdür.
7. Mikne’a: Nasif’ten daha büyük olup bel altına kadar uzanan başörtüsüdür.
8. Cilbab: Yüz hariç baştan ayağa her tarafı örten örtüdür.
Hımar, lugat olarak tereddütsüz başla ilgilidir. İçki’ye de aklı örttüğü için aynı kökten "hamr" denilmiştir. İkisi arasındaki ortak nokta "baş" ile ilgili olmasıdır. Mesela küfr de "örtmek" demektir. Ama başa veya akla değil, kalbe nisbet edildiği için farklı kökten kullanılmıştır.
"Hani bunun içinde baş?" sorusu kasıtlı bir tahrif ve saptırma amacı taşımıyorsa, cehaletin daniskasıdır. Yukarıda Arapçada kullanılan tüm başörtüsü isimleri sıralanmıştır. Hiçbirinin içinde "baş" yoktur. Olmasına gerek de yoktur. Türkçede de bu böyledir: Yazma, yaşmak, atkı, bürgü, bürümcek, çarşaf, çar, yağlık, eşarp, tülbent… Bunların tümü de bacak değil başı örter ve içinde "baş" geçmez. Hoş Arapçada na’leyn, huffeteyn, cevrabeyn de ayağa giyilirler, ama içinde "ayak" geçmez. "Hani bunun ayağı?" diyerek bunların ayağa giyilmediğini söylemek ne kadar ciddi ise, "Hani bunun başı?" sorusu da o kadar ciddidir.
Okurumun cebinden harcadığı "kitabına uyduranlar" takımı ne diyor: "Hımar başı örtmez, göğüsleri örter?" Yani? Yanisi şu: Hımar başörtüsü değil, göğüs örtüsüdür.
Peki, aynı mantıkla sormak gerekmez mi: Bir: Nerede bunun içinde göğüs? İki: Sen, örtü ayeti inmeden kadınların göğsü açık gezdiğini söylemiş oluyorsun, haberin var mı?
Bir alıntı daha yapalım "tüm maksadım Kur’an’ı anlamak" diyen okurumuzdan: Ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğu geçer. Yani hımarın başı kapatması değil, ayette açıkça yaka dekoltesini örtmesi istenir. (Yaka açığı manasına gelen ’cuub’ (doğrusu "cuyub" SH) kelimesi hem bu ayette kapanılacak.."
Kur’an tüm âşıklarına önce haddini bilmeyi öğretir. Çünkü Kur’an haddini bilmezliği "cahiliye" olarak adlandırır ve ebediyen mahkûm eder. Zaten başörtüsü emrini de "haddini bilmezlik çağı" ile "Allah’a kayıtsız şartsız teslim olan insan" anlamındaki "Müslüman" kadına bir kişilik ve kimlik kazandırmak için emreder. Aynı zamanda O’nun "Rabbimin emri başım gözüm üstüne!" deyip demeyeceğini imtihan için emreder.
Ceyb; "aralık, açıklık, yırtık, yırtmaç, kesik, kopuk" anlamlarının tamamını kapsar. Başta aynı kökten türetilmiş olan "cep" olmak üzere, "açık yerler, göğüs yırtmacı, yaka açığı, kol açığı, elbise yırtığı", hülasa elbisenin tek parmağın içine gireceği tüm açık yerlerine denir. Hatta Kur’an, Semud kavminin kayaları yararak vadi oymasını da aynı kökten (cabu’s-sahr) bir kelimeyle ifade eder. Soruyu zihinden "kesip" attığı için "cevab" da aynı köktendir.
Nur 31. ayetin başörtüsünü emreden cümlesi aslında neyi emretmektedir? Açık ve net olarak şunu:
Cahiliye döneminde bir aksesuar olarak başın üzerinden sırta atılan örtüyü bütün bir boynu ve gerdanı da kapatacak şekilde mazbutça örtmeyi.
Tabiî ki bu emir Allah’ın kitabına uyacaklar içindir. Kitaba uymak yerine kitabına uydurmaya ne gerek var? Yalan yanlış türrehatı yayıp vebale girmeye ne gerek var?
Unutmayalım İslam "teslim almak" değil "teslim olmak" manasına gelir.
***
Bektaşi hikâyesini herkes bilir: Hocanın biri Bektaşi’ye "Niçin namaz kılmıyorsun?" der ve "Kur’an öyle emrediyor" cevabını alır. "Allah Allah, nerede emrediyor?" deyince, Bektaşi pişkin pişkin cevabı yapıştırır: "Lâ takrabu’s-salat" (namaza yaklaşmayın) demiyor mu?" Hoca itiraz eder: "Devamını da okusana?" Maksadı kitaba değil kitabına uydurmak olan Bektaşi kaçamak yapar: "Ben hafız değilim."
Bu fıkrada dile gelen gerçek şu: İnsanın derdi hakikate uymak değil de hakikati kendisine uydurmaksa, Kur’an’ı bile buna alet eder. Bu yeni bir şey değil. Bazen kasıtsız, bazen kasıtlı yapılır bu. Daha sahabe döneminden bunun örneklerini biliyoruz.
Hz. Ömer’in hilafeti döneminde iki kafadar kafayı çekmiş, hesabını soranlara da Maide 93’ü göstermişti. Yine aynı dönemde bir kadın erkek kölesiyle zina yapmış, bunu nasıl yaptığını soranlara Mearic 30’u delil göstermişti.
Hariciler siyasi muhaliflerinin bebelerini öldürüyorlar, bunun delilini soranlara Kehf suresinin 74. ayetini okuyorlardı. Yine aynı zümre Hz. Ali’yi dinden dönmekle suçlayıp katlederken, Yusuf suresinin 40. ayetini delil getirdiler. Bir zamanlar biriyle karşılaştım. Kıldığımız namazların Kur’an’ın emrettiği namaz olmadığını söylüyordu. Kur’an’ın emrettiği namazın nasıl kılınacağını sordum. Ayağa kalktı, kıbleye döndü, Fatiha’yı okudu, "İşte bu kadar" dedi. Yine bir zamanlar da bir grup esrarkeş münakaşa etmişler. Ellerine Mushaf’ı alıp "Esrar’ı haram kılan ayeti bize göster" diye yanıma gelmişlerdi.
Görüyorsunuz, iş çığırından çıkınca ortalık çamurdan geçilmez oluyor.
Başörtüsünün farziyyeti konusunda da mesele işte bu düzeyde ele alınıyor. Dini bir meseleyi konuşmanın bir usulü, üslubu ve adabı olduğu hatırlanmıyor. İnsanlar bozulan musluklarını tamir ettirmek için berbere gitmezken, iş dine gelince ilme ve ihtisasa hürmeti kimse hatırlamıyor. "Bilmiyorsanız Kur’an’ı (zikr) bilenlere sorun?" diyen Kur’an değilmiş gibi davranılıyor.
Kur’an’ın ortaya koyduğu bir hüküm yalnız lafızdan yola çıkılarak anlaşılamaz. Ona mana ve maksadı da eklemek şarttır. Maksadı öğrenmek için ise: 1) O konudaki tüm ayetleri iç ve dış bağlamlarından koparmadan tümevarım yöntemiyle okumaya tâbi tutmak; 2) Ahlakı Kur’an olan Hz. Peygamber’in o Kur’anî hükmü hayata nasıl tatbik ettiğini bilmek; 3) O hükmün tatbik edildiği nüzul ortamını bilmek şarttır.
Kur’an başı gökte ayakları yerde olan ilahi bir hitaptır. Başı manayı, ayakları lafzı, bastığı yer dış bağlamı/olguyu, baktığı yer teşri yönünü gösterir.
Nur suresi 31. ayette emredilen başörtüsü değil de ğöğüs ya da omuz örtüsü diyenler, bu ayet geldiğinde mümin hanımların göğüsleri açıkta gezdiğini söylemiş oluyorlar. Bu ayet zaten var olan örtünün doğru kullanılmasını emrediyor. Onları yanıltan, ayet geldiğinde kadınların başörtüsünü hiç tanımadıkları ön kabulüdür.
Oysa ki nüzul ortamında örtü yaygın olarak kullanılıyordu. Örtü hürriyet ve saygınlık alametiydi. Hz. Hatice Hz. Peygamber ile evlendiğinde örtülüydü. Örtünün o kadar saygın bir yeri vardı ki, bir kadının başörtüsüyle kesilen savaşlardan söz eder kaynaklar. Muhabbar sahibi şöyle bir olay anlatır: Ümmü Kırfe bt. Rebi’a b. Bedr, Malik oğullarından saygın bir kadındı. Ğatafan’dan iki ordu savaş için karşı karşıya geldi. Tam savaş başlayacaktı ki, bu kadın başörtüsünü iki ordu arasına astırarak savaşı önledi (be’aset hımârahâ fe’ullika beynehum fe’stalehû).
Kur’an "elbise"yi tıpkı ayet gibi Ademoğlu’na "inzal edilen" bir nimet olarak takdim eder (7:26). Giyinmekten maksadın cinselliği örtmek olduğunu, cinselliğin özel bir alan olduğunu dile getirir (7:25). Örtünmenin temelinde cinselliğin kamuya açılmaması ilkesi yatar. Örtünme emri, kadın-erkek ilişkisinin cinsiyet değil şahsiyet üzerinden gerçekleşmesi içindir. İlişkinin zehirlenmemesi içindir.
Örtünmenin sınırlarını koyan, kadını da erkeği de yaratandır. O yarattığını bilir. Mesele O’na güven meselesidir. Zaten imanın ahlaki tanımı "Allah’a güven" değil midir?
Bir sınır yoksa hiç sınır yoktur. Peki, o sınırı kim koyacak? İslam bu soruya "Allah" diyor. Müslüman, buna iman edip Allah’ın hükmüne teslim olan demektir. Gerisi mi? Gerisi, Kur’an’ın (49:16) ifadesiyle "Allah’a din öğretmeye kalkmaktır". Neden kadın? Neden saç? Modern zihin nerede yanılıyor?
En sağır kim? Duymak istemeyen !..
En kör kim? Görmek istemeyen...
Son sözüm yine her zaman olduğu gibi;
"Senin dinin sana, benim dinim banadır."
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:45:59 AM zamanında düzenlenmiştir.
Madem ki yukarıdaki yazımı okuma özrünüz var. O zaman bilgi ve belgeleri burada sunmak zorunda kaldım.
***
Mübarek Kur’an’ın şu ilkelerini hatırlamaya çalışalım.
1. “Bilmediğin şeyi savunma! Şüphe yok ki kulak, göz ve gönül; bunların hepsi elbet savunduklarından dolayı sorumludur.”
2. “Bilmiyorsanız zikir/Kur’an ehline sorunuz.”
3. “Allah’a kulları içinde gereği gibi saygı duyanlar bilenlerdir.”
Değişik konularda insanlardan gelen tepkileri üçe ayırabiliriz.
1. Bilenlerin tepkileri. 2. Bilmediğini bilenlerin tepkileri. 3. Bildiğini zannedenlerin tepkileri. Bu üçüncüsünü de kendi içinde üçe ayırabiliriz: a) Bildiğini zanneden samimi tipler. b) Tüm cehaleti cesaretinden kaynaklanan bilgiç tipler. c) Haddini bilmez tipler.
Nûr Suresi’nin 30. ayetinde, mü’min erkeklerin harama bakmamaları, namus ve iffetlerini korumaları emredildikten sonra 31. ayetinde kadınlarla ilgili olarak meâlen, “Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (bakmaları haram olan şeylerden) çevirsinler, edep yerlerini korusunlar, -kendiliğinden görünen müstesna- zinetlerini açmasınlar, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar!” buyurulmakta ve ayetin devamında kadınların kendiliğinden görünmeyen zinet yerlerini, kimlerin yanında açabilecekleri belirtilmektedir.
1- HARAMA BAKMAK VE İFFETİ KORUMAK: Görüldüğü gibi bu iki ayette hem erkeklerin hem de kadınların harama bakmamaları, edep yerlerini iyice örtülü tutup, iffet ve namuslarını zina, fuhuş ve onlara sebep olabilecek durumlardan korumaları emredilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v) de “...Gözlerin zinası şehvetle bakmaktır...” buyurarak harama bakmayı, göz zinası olarak nitelemiştir.(1) Ancak, gözün harama tesadüfen ilişmesinin kasıtlı bakmak hükmünde olmadığı da hadis-i şeriflerde belirtilmiştir.(2) İslâm alimleri, yukarıda mealleri yazılı ayetlere ve konuyla ilgili hadislere dayanarak, erkeklerin ve kadınların, nikahlı eşleri dışında herhangi bir kimseye şehvetle bakmalarının haram olduğu üzerinde müttefiktirler. Tedavi, şahitlik ve evlenme maksadı gibi, zaruret veya ihtiyaç halindeki bakmalara, fıkıhta belirtilen şartlar ve ölçüler dahilinde müsaade edilmiştir. Fitne tehlikesi ve şehvet korkusu olmamak kaydı ile, gerek erkeklerin ve gerekse kadınların, kendi yakınlarından ve yabancılardan kimselere ve nerelerine bakıp bakmayacaklarına dair hükümler, delilleri ile birlikte fıkıh kitaplarında mevcuttur.(3)
2- ÖRTÜNME: Nûr Suresi’nin 31. ayetinde zikredilen bu emirlerden sonra kadınların örtünmesi ile ilgili olarak da, -kendiliğinden görünenler müstesna- zinetlerini, zinet yerlerini açmamaları ve başörtülerini yakalarının üzerine salmaları emredilmiştir. Cahiliye devrinde başını örten kadınlar, başörtülerini enselerine bağlar veya arkalarına salıverirlerdi. Allah Teâlâ, bu ayetle, İslâm’dan önceki bu adeti kesinlikle yasaklayarak mü’min kadınların -kendiliğinden görünen hariç- zinetlerini, zinet yerlerini açmamalarını ve başörtülerini; saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun, gerdan ve göğüslerini iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir. Hz. Âişe (r.a), “Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eyleye! Yüce Allah “Mü’min kadınlar başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar!” ayetini indirince, onlar eteklerinden bir parça keserek, onunla başlarını örttüler” der”.(4) Yine Hz. Aişe (r.a) bir gün ensar kadınlarından sitayişle bahsederken, buna benzer bir ifade ile, başörtüsü emrine nasıl uyduklarını anlatır.(5)
3- ÖRTÜLMESİ GEREKLİ OLMAYAN KISIMLAR: Örtülmesi emredilen, zinetten istisna edilen ve mücmel olarak geçen “kendiliğinden görünen” ifadesi; ashabdan Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Ömer, Enes, tabiîlerden Said b. Cübeyr, Atâ, Mücâhid, Dahhâk, Mücahid; imamlardan Ebû Hanîfe, Mâlik ve Evzaî (r.a)’nin de dahil olduğu İslâm alimlerinin çoğunluğu tarafından; “Yüz ve bileklere kadar eller” olarak tefsir edilmiştir.(6)
4- ÖRTÜLMESİ GEREKLİ OLAN KISIMLAR: Ayetteki “kendiliğinden görünen” mücmel ifadeyi -az da olsa- farklı tefsir eden alimler, kadınların, istisna dışında kalan zinetlerini ve zinet yerleri olan saç, baş, boyun, kulak, gerdan, göğüs, kol ve bacakların örtülmesi olarak anlamışlar ve bunlardan herhangi birini açmalarının caiz olmadığı hükmünde ittifak etmişlerdir.(7) Kadınların, bu zinet yerlerini kimlerin yanlarında açabilecekleri ise, ayetin devamında bildirilmektedir. Bu âyet–i kerime nazil olunca, yukarıda rivayet edilen hadislerle de sabit olduğu üzere, ensar ve muhacir kadınların, eteklerinden bir parça keserek, onunla başlarını örtmeye acele etmeleri, Hz. Âişe (r.a)’nin ablası Esmâ (r.a)’nın, ince bir elbise ile Hz. Peygamber (a.s)’ın huzuruna çıktığı zaman, Hz. Peygamber’in “ergenlik çağına gelen bir kadının elleri ve yüzü dışında kalan yerlerini göstermesinin caiz olmadığını” bildirmesi, yine Hz. Peygamber’in, bileklerinin dört parmak yukarısını işaret ederek, “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadına, ergenlik çağına gelince yüzü ve şuraya kadar elleri hariç, herhangi bir yerini açması caiz değildir.” buyurması; söz konusu ayetteki emirlerin vücub için olduğuna, kadınların yukarıda sayılan zinet yerlerini örtmekle yükümlü olduklarına delalet etmektedir.
5- ÖRTÜNMENİN GAYESİ: Dinimizin emrettiği örtünmeden maksat, kadının zinetini ve zinet yerlerini eşi veya mahremi olmayan erkeklere göstermemesi ve yabancı erkekler tarafından görülmesine meydan vermemesidir. Bu itibarla örtünün; saçın, ten renginin veya zinetlerin görülmesine engel olacak kalınlıkta, vücut hatlarını göstermeyecek nitelikte olması gerekir.(8) Bu konuda, yukarıda meali zikredilen hadis-i şerifler dışında, daha pek çok hadis-i şerif bulunmaktadır.(9) Ahzâb Suresi’nin 59. ayetinde de “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle: (Evden çıkarlarken) üstlerine vücutlarını iyice örten dış elbiselerini giysinler! Bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar.” buyurulmaktadır. Bu ayette Müslüman hanımların evlerinden çıkarken, üstlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafeti ile sokağa çıkmamaları emredilmektedir. Nûr Suresi’nin 60. ayetinde ise, yaşlanmış kadınların, 31. ayette örtülmesi emredilen zinet ve zinet yerlerini örtmek kaydı ile (manto, pardesü, çarşaf gibi) dış elbiselerini üstlerine almadan dışarı çıkabilecekleri belirtilerek şöyle buyurulmaktadır: “Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, zinetlerini (yabancı erkeklere) göstermeksizin, dış elbiselerini çıkarmalarında, kendilerine bir vebal yoktur. Yine de dış elbiseli olmaları, kendileri için hayırlıdır.”
NETİCE:
1. Gerek erkeklerin ve gerekse kadınların gözlerini haramdan korumaları,
2. Kadınların, vücudun el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik caiz olan erkekler yanında, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek nitelikte bir elbise (örtü) ile örtmeleri,
3. Başörtülerini, saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmaları, dinimizin; Kitab, sünnet ve İslâm alimlerinin ittifakı ile sabit olan kesin emridir. Müslümanların bu emirlere uymaları dini bir vecîbedir.
TESETTÜRLE İLGİLİ HADİSLER :
1- “Şüphe yok ki Allah, Ademoğluna zinadan payını yazdı (yani onun kendi iradesini kullanarak işleyeceği zina türünü levh-i mahfuz’da belirtti, diğer bir yoruma göre şehvet sevgisini onun fıtratına yerleştirdi). Artık Ademoğlu yazılan payına kesinlikle ulaşır. Gözlerin zinası (şehvetle) bakmak, dilin zinası (haramı) konuşmaktır. Nefis de (zinayı) temenni edip şehvetlenir ve nihayet ilgili organ bunların ortak isteklerini yerine getirmek suretiyle onları tasdik eder ve arzularını gerçekleştirmekten imtina etmekle onları tekzib eder.”(10) buyurur.
2- Ashabdan Cerir bin Abdullah el-Becelî (r.a)’den: Şöyle demiştir: “Ben Rasûlüllah (s.a.v)’e (harama) ani bakışın hükmünü sordum. O, bana, gözümü başka yöne çevirmemi emretti”.(11)
3- “Ey Ali! Harama (tesadüfen) bakışın ardından (kasıtlı) olarak tekrar bakma; çünkü, şüphesiz (tesadüfen olan) birincisi sana (muaf)tır ve (kasıtlı olan) sonuncusu sana muaf değildir”.(12)
4- Hz. Âişe (r.a) “Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eyleye! Allah “Mü’min kadınlar başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar!” ayetini indirince onlar eteklerinden (bir rivayette en kalın olanı) kesip onunla başlarını örttüler.” der.(13)
5- Hz. Âişe (r.a) bir gün ensar kadınlarından sitayişle bahsederken buna benzer bir ifade ile başörtüsü emrine nasıl uyduklarını anlatır.(14)
6- Hz. Âişe (r.a) şöyle demiştir: “Ebû Bekr (r.a)’ın kızı Esmâ (ki Âişe validemizin ablasıdır) ince bir elbise ile örtülü olarak Rasûlüllah (s.a.v’in) huzuruna girdi. Rasûlüllah (s.a.v) ondan yüzünü çevirdi ve kendi mübarek yüzünü ve ellerini işaret ederek; “Ey Esmâ! Kadın erginlik çağına ulaşınca vücudunun şurası ve burası dışında kalan yerlerinin görülmesi (gösterilmesi) caiz değildir.” buyurdu.(15)
7- Yine Hz. Âişe (r.a)’den: Şöyle demiştir: “Rasûlüllah (s.a.v) bileklerinin dört parmak yukarısını işaret ederek “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadın ergenlik çağına varınca yüzü ve şuraya kadar elleri dışında herhangi bir yerini açması helâl değildir!” buyurdu.(16)
8- Ebû Hureyre (r.a)’den: Şöyle demiştir: “Rasûlüllah (s.a.v) “Ateş ehlinden olup, görmediğim iki sınıf insan var: (Birisi) yanlarında bulunan sığır kuyruklarına benzer kamçılarla insanları döğen (işkence yapan) bir kavimdir. (Diğeri) giyinik, çıplak birtakım kadınlardır...”(17) buyurdu.
DİPNOTLAR
1- Buhâri, (Çağrı Yay. İst. 1981), Kader, 9 (VII, 214); Müslim (Çağrı Yay. İst. 1981) Nikâh, 44 (II, 612, Hadis No: 2152, 2153); Beyhaki, VII, 89.
2- Müslim, Âdâb, 10 (II, 1699, hadis no: 2159); Tirmizi, Edeb, 28 (V, 101, Hadis No: 2777) Ebû Dâvûd, Nikâh, 44, (II, 609, 610, Hadis No: 2148, 2149); Müsned, IV, 358, 361; Dârimî (Çağrı Yay, İst. 1981) İstizân, 15 (s. 674); Rikâk, 3 (s. 694); Beyhâki (1. Baskı, Hind, 1353) VII, 90.
3- Serahsî, Mebsût, (Beyrut, 1986) X, 145-165; Nevev;ı Minhâc (Celaleddin Mahalli’ye ait şerh ile birlikte, II. Baskı, Mısır, 1934) II, 206/215; Kashanî, Beda’i’us-Sanayi’ (Mısır 1328/1910) V, 118-125; İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr, (Matba’a-i Amire, İst.) V, 320-329.
4- Buhârî, Tefsir, Tefsir-u Sûreti’n-Nûr, 13 (v, 13) Ebû Dâvud, Libâs 33 (IV, 357); Beyhakî, VII, 88.
5- Ebû Dâvûd, Libas, 32 (IV, 356).
6- Taberî, Câmi’u’l-Beyân, (Beyrut, 1405/1984); X, 117-121.
7-Taberi, a.g.e., Aynı yer; Fahreddin Râzi, Mefatihu’l-Gayb, (Matba’atü’l-Behiyye, Mısır) XXIII, 201, 210; Kurtubi el-Cami’ Li Ahkami’l-Kur’an, (Mısır, 1361/1942) XII, 222-238 Cassâs, Ahkûmu’l-Kur’an (Lübnan, Daru’l-Kitabi’l-Arabi) III, 315-3119; İbnu’l-Arabi, Ahkamu’l-Kur’an (Lübnan, Dâru’l-Ma’rife) III, 1365-1376; Serahsî, a.g.e., X, 145-165; Celâluddin Mahallî, Şerhu’l-minhâc, III, 206-215; Kâshâni, a.g.e, C., 118-125; İbn Abidîn, a.g.e., V, 320-329, İbn Hazma, Merâtibu’l-İcma, s. 29.
8- Serahsî, a.g.e., X, 155; İbn Abidin, a.g.e., V, 320-329.
9- Müslim, Libâs, 34 (II, 1680, Hadis No: 2128), Cennet, 13 (II, 2192, Hadis No: 2128); Müsned, II, 356.
10- Buhâri Kitabü’l-Kader, 8. Bab, Müslim aynı kitab, 5. bab, Ebû Dâvûd, Nikâh, 4. babta, Ebû Hüreyre (r.a)’den.
11- Müslim Kitabü’l-âdâb, 10 bab, Tirmizi, İsti’z’ân 61. bab, Ebû Dâvûd, Nikah Kitabı 44. bab, Ahmed 4/358, Beyhâki 7/90..., Dârimî 2/278, İsti’zân 15.
12- Tirmizi İsti’zân 61. bab, Ebû Dâvûd, Nikâh 44. bab, Ahmed 5/531-532; Dârimî, rikak 3, Beyhâki, 7/90
13- Buhari Nûr Suresinin tefsiri 13. bab, Ebû Dâvûd, Libas Kitabı 32. bab, Beyhâki 88.
14- Ebû Dâvûd, Libas Kitabı, 31. bab.
15- Ebû Dâvûd Libas kitabı, 33. bab.
16- Buhari, Kitabü’l-Kader, 8. bab, Müslim, aynı kitab 5. bab, Ebû Davud, Nikâh, 4. babta, Ebû Hüreyre, (r.a)’den.
17- Müslim, Kitabü’l-Adab, 10. bab, Tirmizi İsti’zân, 61. bab, Ebû Dâvûd, Nikah kitabı 44. bab, Ahmed 4/358, Beyhakî, 7/90..., Dârimî 2/278, İsti’zân 15.bab
Tapu gibi belgeler sizi tatmin ettimi acaba. Yine de bunlar yetmez derseniz devamı gelecek.
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:47:15 AM zamanında düzenlenmiştir.
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:52:17 AM zamanında düzenlenmiştir.
Okuma ve anlama konusunda bir özrünüz mü var anlayamadım. Onlarca yediğiniz ekmek çuvalları belli oluyor. Çürüten bilgiler dedikleriniz çürümüş kafaların eseridir.
Benim başörtüsü yazıma karşı siz ne cevap verebildiniz ki çürüten bilgiler diye kendinizi avutuyorsunuz. Sizin ileri sürdüğünüz şeyler bir ateist görüş dışında islam aleminde kabul görmemiş bir görüş. Siz buna gerçek görüş gibi sarılmışsınız. Kendi görüşünüzün mutlak doğru olduğunu karşı görüşleri hem de çoğunluk görüşünü göremeyen zavallı durumuna düşüyorsunuz. Gerçek bir taassub budur işte.
Diyanetin ve islam alimlerinin başörtüsü konusundaki görüşlerine karşı niye birkaç cümle söyleyemiyorsunuz. Ne oldu ilmi bilgi ve belgelerinize. İflas mı etti gerçekler karşısında.
"Muhammed bin Hamza’nın çevirisinde "baş örtmek" diye bir şey yok." diyerek inciler dizmişsiniz. Yukarıdaki yazımda başörtüsünün gerekliliğini bilgi ve belgeler ışığında açıkladım. Ama okumak ve görmek istemeyenler için ne diyebilirim ki.
BAKARA SURESİ: 171 "O küfre sapanların durumu, bağırıp çağırma dışında bir şeyi işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıllarını işletemezler onlar."
Bu ülkede dini konularda görüşü Diyanet İşleri Başkanlığı veriyor. Ateist kafaların verdiklerinin bir önemi yoktur. Bu ülkenin çoğunluğu müslümandır. Ve kararları müslümanlar verir. Ateistler değil. Sizinki züğürt tesellisidir. Siz bunlarla avunun.
Yazdıklarımı okumamakta ısrar ederek, görmezden gelerek laf kalabalğı yapıyor güya kendinizi açıkgöz sanıyorsunuz. Bizim ne yaptığımız kaç çuval ekmek yediğimiz site ve dergi yazılarımızdan, yetiştirdiğimiz yüzlerce öğrenciden, yaptığımız radyo programlardan belli.
Siz benim muhatabım bile olamazsınız. Sadece "Haksızlık karşışında susan dilsiz şeytandır" "Haksızlık gördüğünüz zaman elinizle, engel olamıyorsanız dilinizle onu da yapamıyorsanız kalben buğz ediniz." hadisince cevap vermek için bunları yazdım.
Ateist fikirlerinizle bizleri meşgul etmeyin. Bizim yazdıklarımız bilgi olmuyor da sizinkiler mi bilgi oluyor. Kendinizi zavallı durumuna düşürüyorsunuz. Yapmayın, kendinizi gülünç duruma sokuyorsunuz. Köhne fikirlerinizle sayfamı kirletmeyin.
En sağır kim? Duymak istemeyen !..
En kör kim? Görmek istemeyen...
Son sözüm yine her zaman olduğu gibi;
"Senin dinin sana, benim dinim banadır."
Rabbimden hidayet diliyorum.
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:56:15 AM zamanında düzenlenmiştir.
Sayfanızı bana engellediniz zannederim. Bir türlü sayfanıza giremiyorum. Belli ki yazdıklarımdan ve kimliğinizin açığa çıkmasından rahatsız oldunuz.
Sayfanıza ulaşabilseydim şunları yazacaktım. Orası duvar olduğuna göre kendi sayfama yazmak zorunda kaldım.
Ne oldu yazdıklarımdan rahatsız mı oldunuz ki özel mesajdan yazmamı istiyorsunuz. Kimliğinizin açığa çıkması rahatsızlık mı verdi.
Sizin bilgi zannettikleriniz çok küçük bir azınlık ve ateist görüşlerden ibarettir. Laf kalabalığından başka bir şey değil.
Başörtüsü ile ilgili yazımın gerçek bilgi ve belgelere dayalı düşünce ve fikir yazısı olduğunu okuyun ve görün. Bunlar tapu gibi bilgi ve belgelerdir. Tabii görmek istiyorsanız.
Yazdıklarımızın ilmi olması için ateist görüşe göre mi yazılması lazım. Ayet ve hadisleri, İslam âlimlerinin görüş ve düşüncelerini bilgi ve belge olarak kabul edemiyorsanız o sizin sorununuzdur.
Son sözüm yine her zaman olduğu gibi;
"Senin dinin sana, benim dinim banadır."
Rabbimden hidayet diliyorum.
Profilime girip bakarsanız yıllarımızı nelerle geçirmişim öğrenirsiniz. Tabii okuyup anlama kâbiliyetiniz varsa.
Senin bilgi ve belge dediklerin buysa vay haline. Bilgi ve belgeyi anlayabilmen için çuval dolusu ekmek yemen lazım. Bilgi ve belge dediklerin küçük bir azınlık ve ateist görüşün safsatalarıdır. Bilgi ve belge istiyorsan yukarıda yazdıklarım gerçek bilgi belgelerdir. Tabii ayet ve hadisleri, islami kaynakları belge ve bilgi olarak kabul ediyorsan. Bir şeyin ilmi olması için ateist görüşü yansıtması mı gerekiyor.
Sizin okumadan cevap yazdığınız belli oluyor. Anlaşılıyor ki konuşmamız nafile. En zor iş laf anlamayana laf anlatmaktır.
İnançlı biriyle başörtüsü ile ilgili konuyu konuşmak uygundur. Dini inancı olmayanla dini olan bir konuyu nasıl konuşacağız. Bunlar iman konusudur. İmandan nasibi olmayana her zaman yazdığım gibi cevabım Kafirun suresi ayetleri olacaktır.
"Sizin dininiz size, benim dinim banadır."
Rabbim hidayet versin
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:54:01 AM zamanında düzenlenmiştir.
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:54:17 AM zamanında düzenlenmiştir.
Ateist bir kafayla o kadar gülünç, akla ziyan yorumlar yapılmış ki. Başörtüsü yokmuş. Niye örtü değil de başörtüsü. Başörtüsü denildiğine göre başka yerler mi örtülecek. Bu başörtüsü değil de ferç örtüsü mü?
Ferci korumak ırzı korumak değil mi? İnananlara göre böyledir. Sizin ki farklıysa onu bilemem. İslam âlimlerinin genel görüşü budur. Bu böyle değildir demeniz gerçeği değiştirmez.
Ne zamandan beri ateistler Mübarek Kur'an ayetleri hakkında yorum yapıyorlar. Hem kabul etmeyeceksiniz hem de inananların başörtüsüne hakaretler yağdıracak, üniforma diyeceksiniz, zorla örtüyorlar, para karşılığı örtüyorlar diyeceksiniz.
Başörtüsü inananların dini bir görevidir, ateistlerin değil.
Siz inananların değerlerini aşağılamayı bırakın da kendi işinize bakın. Bırakın bu konuda İslam âlimleri konuşsun. Konuşuyorlar da. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 1980 ve 1993 kararlarında ve İslam âlimlerinin ortak görüşlerinde başörtüsünün bir gereklilik olduğu görüşü hâkimdir.
Yazımı iyice okuyun, anlayın ve o zaman görüşünüzü açıklayın. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayı da bırakın.
Yine son söz: ""Sizin dininiz size, benim dinim banadır."
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:52:52 AM zamanında düzenlenmiştir.
BU SİTEDE KULLANICILARIN BAŞKA KULLANICILARI ENGELLEME MEKANİZMASI VAR.
KULLANICILAR BAZI KİŞİLERİN DÜŞÜNCELERİNİ VEYA BAZI DÜŞÜNCELERİ KENDİ ESERLERİNİN ALTINDA GÖRMEK İSTEMEYEBİLİRLER.
OLABİLİR.
ANCAK, BİRİNİ HEM ENGELLEYİP HEM DE ENGELLEDİĞİNİZ KİŞİNİN YORUMLARINI ALIP EDİTLEYEREK VE CIMBIZLAYARAK İŞİNİNE GELENLERİ KENDİ İLETİNİZ ALTINDA SIRALAMAK SURETİ İLE MEKANİZMANIN BU ŞEKİLDE KULLANILMASI YAZIN SANATI VE İLETİŞİMİNİN AHLAKINA DA, ERKANINA DA HEM SIĞMAZ HEM DE YAKIŞMAZ.
BUNUN BU ŞEKİLDE UYGULANMASI, BUNA SEYİRCİ KALINMASI...
...
YAZIN ADABININ BU DERECE SUİSTİMAL EDİLMEBİLECEĞİ AKLIMA GELMEZDİ.
BİR ORTAMI YANSITAN ÜYELERİDİR, BİR ÜYEYİ YANSITAN ORTAMDIR.
DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİN EMEK HALİNE DÖNÜŞTÜĞÜ BU ORTAMLARDA İNSANLARIN YAZILARINI HEM ALIP KIRPACAK DEĞİŞTİRECEKSİN HEM DE GÜNÜN YAZISINI YAZMIŞ OLARAK ÖDÜLLENDİRİLECEKSİN.
BANA GELMEZ BÖYLE İŞLER.
HOŞÇAKALIN.
noa tarafından 5/1/2008 12:52:44 AM zamanında düzenlenmiştir.
noa tarafından 5/1/2008 12:53:23 AM zamanında düzenlenmiştir.
sevgili hemşerim.
hakikatın ne olduğunu..
kabul eden kadar...etmeyen de inan bana çok iyi biliyor.
yaptıkları sadece şu.
-uçsada oğlak , kaçsada oğlak.
birikimini , bilgilerini ''sun'' ama asla kendini üzme..
emeğine,yüreğine,ellerine sağlık.
YÜCE RABBIM SENDEN RAZI OLSUN.
en derin sevgi ve saygılarımla...
Allah eksikliğinizi vermesin hocam.
Sağolun varolun.
Çok Sayın Göktürkmen Beyefendi;
Cevap verme lütfunda bulunmuşunuz. Çok teşekkür ederim. Size çok zahmet olmuştur. Bu kadar zahmete katlanıp değerli görüşlerinizi serdetmişsiniz.
Kendi ifadenizi aynen alıyorum.
"Diyanet İşleri başkanlığı ve Atatürk ha !.. Çok komiksiniz.. " demişsiniz. Komedi filmlerini çok izliyorsunuz galiba. Bunun neresi komik anlayamadım.
Zahmet edip araştırmış olsaydınız Diyanet İşleri Başkanlığının 3 Mart 1924 yılımda Cumhuriyetimizin Kurucusu Atatürk zamanında onun izniyle kurulduğunu görecektiniz.
Günümüzde insanlar maalesef bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyorlar. Bu da bizi üzüyor.
Yine zâti âlinizin sözlerine müracaat ediyorum.
"En sağır kim?
El cevap: Duymak istemeyen !..
En kör kim peki?
El cevap: Görmek istemeyen.."
Hayatım boyunca binlerce öğrenci yetiştirdim. Cennet yurdumun değişik bölgelerinde çok değerli insanlarla beraber oldum. Mutluluk ve huzur içinde görev yaptım.
Görüşlerine katılmasam da insanlara hep saygı ve sevgi duydum. Hiç bir zaman polemiğe girmedim. Bu ve benzeri sitelerde yazdığım sürece de hoşgörü çerçevesinde olaylara yaklaştım.
Siyasi mülahazalarda bulunmadım. Çünkü inancımızda " Yaratılanı severiz yaratandan ötürü" prensibi doğrultusunda herkesi sevdim. Her ne kadar görüşlerinize katılmasam da size de sevgi ve saygı duyuyorum. İnsanların farklı düşünmeleri gayet doğaldır. Ülkemizde çok şükür düşünce özgürlüğü var.
Ama doğru fikirleri komik bulmak, bunun ardında Amerika, GBOP vb. aramak ne derece doğru bilemiyorum. Şahsım olarak Türkiye Cumhuriyetinin yetiştirdiği bir vatansever olarak Türk milletinin değerlerinden başka hiçbir değere önem vermedim.
Türk Milletinin düşmanlarına karşıyım. Ülkemizi bölmek, parçalamak isteyen, insanların arasında fitne-fesat çıkaran görüşleri de lanetliyorum. Siz onu Amerika ve GBOP sevdalılarına anlatın.
Bizler eğitimciyiz. Ülkenin geleceği için binlerce genç yetiştirdik. Çok şükür yetiştirdiğimiz bu gençler aziz milletimiz için canla başla çalışıyorlar.
Anayasada ifadesini bulan Türkiye laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Bunu hazmedemeyenleri komik bulabilirsiniz.
Atatürk ve Diyaneti İşleri Başkanlığını bir arada görememenize hayret ettim doğrusu. Biraz araştırmanızı öneririm. Bizim ömrümüz araştırmakla geçti ve de son nefesimize kadar da bu böyle devam edecek.
Amacımız, üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi?
Kaygılarınız olabilir. Bunları da makul görüyorum.
"Gelin canlar bir olalım" "Birlikte rahmet ayrılıkta azap vardır".." görüşleri doğrultusunda olmalıyız diye düşünüyorum. Sürçü lisanımız olmuşsa affola...
Selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum efendim.
***
Diyanet işleri Başkanlığının Kuruluşu ile bilgiler:
"Osmanlı Devleti’nde din işleri Meşihat Makamlığı’nca Şeyhülislam eliyle yürütülürdü. 1920 yılında Ankara'da kurulan Meclis Hükümetinde Meşihat, “Şer’iye ve Evkaf Vekâleti” adıyla "Bakanlık" olarak yer almış, 1924 'e kadar da bu statü aynen devam etmiştir.
Din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması gerçeğinden hareketle 3 Mart 1924 tarihinde Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak yerine, 429 sayılı Kanunla, Başvekâlet bütçesine dahil ve Başvekâlete bağlı Diyanet İşleri Reisliği, bugünkü adıyla Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
Millî Mücadele yıllarında büyük hizmetler vermiş, idarî tecrübesi olan ve uzun zaman Ankara Müftülüğü görevinde bulunan Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi, 1 Nisan 1924 tarihinde Diyanet İşleri Reisliğine getirilmiştir. En yüksek devlet memuru maaşı alan Diyanet İşleri Reisine, bakanlara verilen kırmızı plakalı bir makam aracı tahsis edilmiş ve protokoldeki yeri de bu özelliklere göre belirlenmiştir. "
***
egitimci38 tarafından 2/20/2008 2:22:29 AM zamanında düzenlenmiştir.
egitimci38 tarafından 2/20/2008 2:24:01 AM zamanında düzenlenmiştir.
egitimci38 tarafından 2/20/2008 2:27:25 AM zamanında düzenlenmiştir.
Çok sayın Eğitimci Beyefendi:
Cumhuriyet ve ATATÜRK tepeleyiciliği yapanlara bakın, kim var arkalarında!..Kime güvenipte bunları yapabiliyorlar, fütursuzluklarının ve cesaretlerinin kaynağı Allah mı gerçekten?
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Atatürk ha !.. Çok komiksiniz..
Sanki bu ülke 1938 sonrası olanları adım ve adım yaşamamış, gericiliğin emperyalizmle işbirliği hiç olmamış ve yokmuş,biz uyduruyormuşuz gibi rahat fetvalar vermenizi de yadırgadım!
Eğitimcisiniz ama şunu anlamamış olmanızı anlamadım:
Allah kimseye arkasına ABD/AB emperyalizmini alarak,dincilik,Ilımlı İslamcılık yapma yetkisi vermedi.
GBOP eş başkanlığı, dinlerarası diyalog, İbrahimi dincilik uyduruculuğu görevi safsatası ile ülke sömürgeleştirmek yetkisini Batı karşısında; zelil olan Doğu ve bağlamında müslümanlık olarak bakınca hiç vermedi !
Sonra neden herkes ille de ille Eşari/şafi/selefi/ticani kafada düşünmek zorunda?
Maturidi ve araya kimseleri sokmadan, dinsel ve yaratıcı ismi geçen sözcükleri, imla işareti gibi hoyratça kullanma reklamasyonuna girmeden de bu yapılabilir.Bu da birinci dereceden ihlaslı itikat, iman,ibadet olacaktır. Böyle idda ediyorum!
Nasrettin Hocayı anımsıyorum: "Artık tuvalette sakız çiğneyip çiğnememeyi" dahi fetva ile önemser olmuşsak, "Alo fetva" hatları filan işte, biz zaten sürü olmuşuz, çobanı kanıksamak oldukça normaldir!..
Normali öznel ve nesnel ayırabiliyoruz. Özneliniz doğru olarak "nesnel doğru" olmuyor..Zaten görüntüde de olsa en adaletli dağıtılan şey "akıl", herkes ne olsa ve aklı pazara çıksa, gidip yine kendi aklını beğenecek,beğeniyor !
Biz zaten kul olmuşuz da kimin kulu olmuşuz? Bunu anlayıp, ayırabilene selamlar olsun.
Ve biz;gürühla toplum farkını dahi ayıramaz olmuşuz ki: Alçaltmakla yükseltmek farkı arasındaki çizgi silikleşmiş..
Hakaret etmek "hayır", "hasenat" reklam, "aşağılamak "sa yüceltmek olmuştur. Bakın görürsünüz..
Görmek duymak istemeyene ise çare yok..
Bildik sloganımsıyı tekrar edeceğim, tam yeridir.
En sağır kim?
El cevap: Duymak istemeyen !..
En kör kim peki?
El cevap: Görmek istemeyen..
Son olarak önermemi şu şekilde bitiriyorum:
Gücünü Allah'tan, bilgiden ve emperyalistten almak çok farklıdır.
Algı kırılması ve kavram kargaşası hali; nisyan ile malulluğumuzun açıklamasıdır !
Ferketmezsek; ardı çok feci ve kötüsünden hicrandır !
Esenlikler dilerim.
Göktürkmen tarafından 2/23/2008 9:52:55 AM zamanında düzenlenmiştir.
BİR AYDINLATMA DA BEN YAPMAK İSTİYORUM
MÜSADENİZLE
Atatürkçü geçinenlere ve Atatürk’ten geçinen sözde Atatürkçülere şunu söylemek istiyorum. Atatürk, 1923′ te, tesettürlü eşi Latife Hanım’la birlikte Konya Kızılay Kadınlar Kolu’nun düzenlediği bir davete katılarak tesettür hakkındaki görüşlerini dile getirdi. Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan konuşma, 1962′ de “Yakın Tarihimiz” mecmuasının 34-35. sayılarında da yer almıştır. Atatürk bu konuşmasının bir yerinde Müslüman Türk kadının dış görünüşü ile alakalı olarak “Eğer kadınlarımız dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin gerektirdiği bir hareketle içimizde bulunur, milletin bilim, sanat ve toplum hareketlerine katılırlarsa, bu hali, emin olunuz, milletin en müteassibi bile takdir etmekten
kendini alamaz. Aksine o halin aleyhinde söylenecek sözlere karşı belki onun öncülerinden fazla savunucusu olur.” demiştir. Ayrıca, kadınların erkeklerle düşünce ve nur yolunda yarış edercesine yürüdüklerini belirterek söyle demiştir: “Lakin kadınlarımız bununla mağrur olmalı değil, bilhassa aydın hanımlarımız yabancıların ve içimizdeki kötü düşüncelilerin kendilerine yakıştıracakları noksanların yersiz, haksiz olduğunu göstermeliler”..
Üstelik Atatürk bununla da kalmayarak, 1923’te Konya’da sarf ettiği bu sözlerin ardından, 1925 te kılık kıyafet devrimi yapan Atatürk, 1927 de okuduğu NUTUK’unda, da Müslüman türk kadınının tesettürünü anlatırken şöyle demiştir: “Muhterem hanımlar, düşmanlarımızı aldatan bu manzara-yı hariciye bilhassa kadınlarımızın şeklinden tarz-ı telebbüsünden (kıyafet şeklinden) ve sureti tesettüründen neşet ediyor. Onların aldanmalarına saik olan diğer bir nokta da Ecnebilerle temas edebilecek mevkide bulunan kadınlarımızın etvar ve harekâtının milli etvar ve harekâtımızın timsali olmayı, belki Avrupa etvar ve harekâtının mukallidi olarak görülmesidir. Filhakika memleketimizin bazı yerlerinde, en ziyade büyük şehirlerinde tarzı telebbüsümüz, kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır! ..
Dinimizin tavsiye ettiği tesettür (örtünme) hem hayata, hem fazilete uygundur...
Tarz-ı telebbüsümüzü (kıyafet şeklimizi) ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklid edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus ananesi, kendine mahsus âdeti, kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi olmamalıdır.
Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz hüsrandır. Tarzı telebbüsümüzde milletin ruhi ihtiyacını tatmin için İslam ve Türk hayatını iptidaden bugüne kadar lâyıkiyle tetkik ve etrafiyle tavzih etmekliğimiz lazımdır. Bunu yaparsak görürüz ki, tarzı telebbüsümüz ve kıyafetimiz onlardan başkadır, lâkin onlardan daha iyidir diyemeyiz. Bizim kadın hayatımızda kadının tarzı telebbüsünde teceddüt (yenilik) yapmak meselesi mevzubahis değildir.”
(Merak edenler için, Türk Tarih Kurumu Basımevi’nde basılmış 1959 tarihli “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” nin 2. Cilt, 2. baskı ve 149-151. sayfalarında mevcuttur bu konuşma.)
UMARIM GERÇEKLER GERÇEK OLUR
TEBRİKLEİRMLE
ARZŞİVİME EKLEİDM BU YAZINIZI
Sevgili Kardeşim,
Hassasiyetiniz için teşekkür ederim. Alıntıda sehven 59 yerine 60 yazıldığını farkettim. Uyarınızla düzeltildi.
Rabbim; taklidi imandan tahkike geçenlerden, hakkı hak bilip ona uymayı, batılı batıl bilip ondan kaçınmayı cümlemize nasip eylesin.
Sayfamı şereflendirdiğiniz için müteşekkirim. Rabbime emanet olunuz. Selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum efendim.
sevgili eğitimci,
ben yandaş ya da karşıt herhangi bir görüş belirtmedim. sadece yayınladığınız yazıda kur'an'dan bir alıntı benim o anda elimde olan okuduğum kur'an'daki ile aynı değildi. bana ilave var gibi geldi. çünkü aynı sure ve ayet önümde açıktı ve öyle bişey yazmıyordu. sadece bunu belirtmek istedim.
tabi ki. emin olun ki tesettür konusunda yeterince bilgi sahibiyim. bilgilerim kulaktan dolma değil başvurabileceğim en kesin kaynaktan üstelik. umarım bazı konulara taraf ve karşı olanlar da duyduklarıyla değil araştırarak edindikleri bilgilerle konuşuyorlardır.
tekrar sevgiler ve saygılar.
Değerli Suat Kardeşim,
Ben sizin iyi niyetli olduğunuzu düşünen bir kardeşinizim. Kardeşinizim diyorum çünkü Rabbimiz: " Müminler ancak kardeştir" buyuruyor. Aynı zamanda Rabbimin yarattığı her şeyi "Yaratılanı severiz yaratandan ötürü" prensibiyle sever ve saygı duyarız.
Size de saygı duyuyorum. Ama görüşlerinize katılmıyorum. Sizde benim görüşlerime katılmak zorunda değilsiniz. Doğru bildiklerinizi ifade ediyorsunuz. Bu saygı duyulacak bir şey.
Önemli olan bizlerin görüşleri değil Laik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinin Diyanet İşleri Başkanlığının görüşleridir. Bu kurulun işi bu ve benzeri konularda fikir beyan etmektir. Ben bunu arz etmek istedim.
İnanıp inanmamak kişilere aittir. Din İşleri Yüksek Kurulu kararlarına inanmayanlar olabileceği gibi inananlar da olacaktır. Başı açığı da kapalısı da bizim kardeşimizdir. Hepimizin ailesinde başını örten olduğu gibi örtmeyen de var. Buna kişinin kendi inancı ve bireysel özgürlügü olarak bakarsak sorun olmaz diye düşünüyorum.
Sizi Rabbime emanet ediyorum. En iyisini Cenab-ı Allah bilir. "O ne güzel vekil ne güzel yardımcıdır."
Seviyeli ve nezaket içeren satırlarınız için teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum efendim.
hocam hassasiyetiniz için Allah razı olsun. hakkınızı helal. herşeyi açıklığa kavuşturan bir yazı sizin içiniz rahat olsun insAllah...Allah yar ve yardımcımız olsun...yüreğinize sağlık.
yaşamak yaşayarak olgunlaşmak ve okumak uzunluğuna bakmadan sıkılmadan içindekini bilmek için öğrenmek için yanlışlarımı düzeltmek için okumak ve bundan huzur duymak beni olgunlaştıran şeylerdendir,saygıyı sevgiyi hoşgörüyü bilmiyorsam da öğrenmek için çaba sarfetmem kurtuluşumdur....Allah razı olsun tekrardan hocam.
sevgili eğitimci. ben elimdeki kur'an'ı okudum ve kimin yazdığı önemli değil bir yazıda benim elimdeki kur'an ile aynı olmadığını gördüm ve bunu belirttim.
Ahzâb Suresi’nin 59. ayetinde de “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle: (Evden çıkarlarken) üstlerine vücutlarını iyice örten dış elbiselerini giysinler! Bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar.” buyurulmaktadır.
diye kim yazmış olursa olsun ben yine bunu belirtirim. meallerde kelime farklılıkları olabilir ama ayet sayısı heralde değişmez meale göre.
Müslüman olarak doğru bildiklerimi söylemek gerektiğini hissettim. Çünkü Peygamber Efendimiz: (s.a.v) "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" hadisi şerifince üzerime düşeni yapmam gerekiyordu.
yukarıdaki satırlar size ait ve benim için de geçerli.
"Bu, onların iffetli bilinmelerini " diye bir ifade bulunmuyor ve bu ayette örtünmenin amacı tanınıp incitilmekten sakınmaktır.
"başka ayetlerde başka amaçlar da belirtilmiştir ama bu ayette değil" diye özellikle de belirttim. siz de benim yorumumu zahmet olacak ama yeniden okursanız sevinirim.
umarım anlatabildim kendimi.
saygılar.
sevgili eğitimci. ben elimdeki kur'an'ı okudum ve kimin yazdığı önemli değil bir yazıda benim elimdeki kur'an ile aynı olmadığını gördüm ve bunu belirttim.
Ahzâb Suresi’nin 59. ayetinde de “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle: (Evden çıkarlarken) üstlerine vücutlarını iyice örten dış elbiselerini giysinler! Bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar.” buyurulmaktadır.
diye kim yazmış olursa olsun ben yine bunu belirtirim. meallerde kelime farklılıkları olabilir ama ayet sayısı heralde değişmez meale göre.
Müslüman olarak doğru bildiklerimi söylemek gerektiğini hissettim. Çünkü Peygamber Efendimiz: (s.a.v) "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" hadisi şerifince üzerime düşeni yapmam gerekiyordu.
yukarıdaki satırlar size ait ve benim için de geçerli.
umarım anlatabildim kendimi.
saygılar.
yorum yapılamayacak kadar uzun bir yazı. ancak Ahzab Suresi (60. değil)'nin 59. ayetinin meali aynen şöyle:
"Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle: (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar; onların tanınıp incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayan ve çok esirgeyendir.
(Prof.Dr.Süleyman ATEŞ'in meali)
"Bu, onların iffetli bilinmelerini " diye bir ifade bulunmuyor ve bu ayette örtünmenin amacı tanınıp incitilmekten sakınmaktır. başka ayetlerde başka amaçlar da belirtilmiştir ama bu ayette değil.