- 1037 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Güneşin Işıklarında Saklıydı Zaman
Güneşin Işıklarında Saklıydı Zaman
Eskileri düşündüm bugün. Güneşin, ilk ışıklarıyla bana göz kırptığı anlardı ve ben balkonumda, çifte kavrulmuş, çift kaynamış, şekersiz, çay bardağı dolusunca kahvemi büyük bir hazla yudumluyordum. Gözlerim güneşle, dilim kahvenin buruk ve keskin tadıyla, beynim yaşadıklarımla raks ediyordu sürekli.
Düşündüm aklıma gelenleri…
İlk andan başlayıp, unuttuklarımı üçer beşer atlayarak, unutmadıklarımı hasretle sarıp sarmalayarak, hatta o anları tekrar yaşayarak düşündüm.
Sadece düşündüm mü ki? Hayır. Sanırım biraz da düşledim. Ama geçmişi, bir masal prensi haşmetiyle yaşamaya giderken, hep balkonumda idim ve heyecanlanıp hiç düşmedim.
Babamın gözleriyle saçtığı sevgi dolu otoritenin suskunluğuna, annemin şefkat dolu sesiyle anlattığı masalları kattım. Dedemin Hicaz’daki çeyrek asra yaklaşan esaret acılarını, ninemin yaptığı benzersiz yemeklere baharat olarak ekledim ve gördüm ki okula başlama zamanına ulaşmışım.
Geçmişten yolculuk, baktım ki hız sınırını aşmış ve tadı damakta kalacak; bastım acı acı frene. “Yaşa önce o anları” dedim kendime, “Sanki her zaman mı gidiyorsun?”
Sahne hazır… Kuzenler, kardeşler bir arada. Üçerli ve karşılıklı oturmuşuz, ayaklarımızı birbirine uzatmışız iç içe. Hile olmasın diye sayıyoruz ayakları. Üçerli iki grubuz madem, her grubun altı ayağı olmalı. Bu demektir ki, iç içe uzatılmış on iki tane ayak bulunmalı. Sayalım o halde... Sayalım ve ilk saymaları, anaokulları olmadığı halde, bilmeden uyguladığımız yöntemlerle öğrenelim böylece.
Bir, iki, üç, dört… On bir, on iki… Doğru. Hile yapan yok. O halde sayışma başlasın.
“Minare bucak bucak,
İçinde billur ocak,
Hey aleydim aleydim,
Aş pişirdim yiyeydim,
Ondan sonra ö-ley-dim.”
Kimin ayağına rast geldiyse ayağını çekmeli ve sayışma devam etmeli. Ta ki son ayak kalana kadar… Son ayak sahibi de, galibiyetin yüksek hazzını yudum yudum içmeli, böbürlenmeliydi; hem de kahkahalar atarak…
Burada oyun sürsün. Ben hemen yandaki sahneye gideyim.
Oturan bir genç kadın… Anne ya da nine veya yenge… Etrafında pür dikkat oturan ben, kardeşim, kuzenlerim, komşu çocukları. Hepimizin gözleri korkuyla kısılmış. Babası, kızı Ayşe’yi, üvey anne istedi diye dağa azdırmaya götürüyor. Ayşe neşeli, baba ağlamaklı…
Evet evet! Ağlamaklı. Anlatan anne, nine ya da yenge yine de insaflı. Olmayan üvey anneyi, olabilirliği ihtimaline karşılık, bertaraf etmek olsa da amaç; yazık yine de babaya… Ağlamaklı yapalım zavallıyı rolünde… Ne de olsa evimizin direği. Değil mi ya?
Baba bırakıp gitti işte. Ayşe yalnız. Uzaklardan bir ses:
“Tak tak tabacık
Ayşe’yi azdıran babacık”
Bu yaşımdaki ben; o yaşımdaki, gözleri kısık, korku dolu bana iyice baktım. Tekrar bakıp, şu anki halime attım birkaç çimdik. Öyle ya; üvey anne kuma olarak gelirse eve, çocuklar mücadele etsin diyerek, o korkuları yaşadığımdan dolayı hala akıllı kalabilmişsem, hala babamın ölümü için gözyaşı dökebilmişsem, bir mucize gerçekleşmiş demektir benim üzerimde.
Sahnedekilere bakıp yine de düşündüm işte. Tiyatro böyle bir şey demek ki; düşündürüyor…
Sahi; babam o öyküleri dinleyip, üvey anne de getirmediği halde, neden gülümserdi hep? “Çocukları yanlış şeylerle bana karşı kışkırtıyorsunuz!” diyerek neden kızmazdı ki?
Düşünce zincirinde yeni bir yazı konusu çıktı işte…
Neden kızmazdı?
Neden?
YORUMLAR
Güneşin ışıklarında saklıydı başlıklı yazınızı okurken dilime Anladım gelmez geri o çocukluk günleri şarkısı dolandı .(Sadece düşündüm mü ki? Hayır. Sanırım biraz da düşledim. Ama geçmişi, bir masal prensi haşmetiyle yaşamaya giderken,) cümlenizde hikayenizi bize sunarken, masalımsı anlatışınızın büyüsüne kapıldım hafızanızda yer etmiş yaşanmışlıkları anlatımınızda 3erli ve karşılıklı oturmuş aile bireyi çocukların çocukça oyunu ve orda yananın çıkması için söylenen tekerleme tadındaki mısralarda hoştu ben çocukken böyle oyun bilmezdim:))“Minare bucak bucak,
İçinde billur ocak,
Hey aleydim aleydim,
Aş pişirdim yiyeydim,
Ondan sonra ö-ley-dim.”
Vallahi bir kaç kez sayfanızda bu yazınızda turladım tekrar tekrar okudum Babanızla ilgili bölümde en mantıklı cevap ne verebilirimde takıldım üvey Anne getirmediği halde bıyık altından gülümseyen kızmayan Babanız evet demek çok olgun vede espriye açık vede kadının korkusunu bilen yada Annenizi çok seven olduğundan sadece gülümsemekle yetiniyordu vallah bulamıyorum en mantıklı doğru cevap neydi
Turgay COŞKUN
Evet... Geçmişe yolculuk, hep olması gerekenlerden sanırım... Babamın neden sustuğunu ben de bulamadım ki :)))) Ondan sordum zaten :)
Teşekkürler yoruma...
Selamlar...
Gecikerek okuduğum için önce özürlerimi bildireyim, değerli kalem arkadaşım.
Düşününce ne çok yaşanmışlıklar üşüşüyor hayat sahnesine sahiden, insan hayrete düşüyor.
Oysa ki çok uzaklarda kaldığını sandıklarımız, an geliyor, capcanlı gözlerimizin önünde resmi geçit yapıyor.
Devamı gelirse, ilgiyle okurum.
Tebrikler değerli kalem saygılarımla.
Turgay COŞKUN
Özüre hiç gerek yok Handan Hanım. hayat öyle bir mücadele gerektiriyor ki, çok zaman değil okumak, bakamıyoruz bile hiç birşeye.
Nice yazılarda görüşmek üzere...
Saygılar, selamlar...
Geçmişten geleceğe düşündüren sorular silsilesi kalıyor yazının hemen akabinde...çocukluğumuzdan yetişkinliğimize, gülmelerimizden bizde iz bırakan acılarımıza, mutlu günlerimizden özlemlerimize, burukluklarımıza ve daha bir çoğuna taşıyor yazar bizi...belki bir nevi zamanı sorguluyor, belki bir kıyaslama içinde, belki de hepsi birden...bir an düşündüm de acaba gerçekten güneşin ışıklarında mı saklıydı zaman?..bu bile başlı başına düşünmeye sevkeden bir cümle...yazının en sonunda yine bir soruyla bitiriyor yazarımız yazdıklarını, bu kez babasını sorguluyor ;
Sahi; babam o öyküleri dinleyip, üvey anne de getirmediği halde, neden gülümserdi hep? “Çocukları yanlış şeylerle bana karşı kışkırtıyorsunuz!” diyerek neden kızmazdı ki? diyerek...bence babanız o öyküleri çocukça bir oyun olarak değerlendirip, tabiri yerinde olursa bıyık altından gülümsüyordu...öyküde anlatılan babayla kesinlikle özdeşleştirmiyordu bile kendini, kızmamasının sebebi bu olmalı...
Değerli yazarım, her zaman ki gibi tadında ve özenli bir çalışmaydı okuduğum, başarılarınız daim olsun diyor, sevgilerimi, saygılarımı bırakıyorum sayfanıza...daha nice paylaşımlarda buluşmak dileği ile, esen kalın...
Turgay COŞKUN
Çok teşekkürler... :)
Selamlar...
ÖYLESİNE SUSKUN ÖYLESİNE EFSUNDU BAKIŞLAR BENİ ALDI GÖTÜRDÜ ÇOK ÇOK UZAKLARDA BİR KIVILCIM YANDI SEVGİYE DAİR KOCAMAN YÜREKTEKİ BABALAR SONSUZ OKYANUSTA YAŞAR TEBRİKLER GÖKYÜZÜNDEKİ YILDIZLARIMI BIRAKTIM GERİDE *.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*.*
Turgay COŞKUN
Selamlar...
ben eleştrimi olumsuz yönde yapacağım hocam:))
neden bu yazınızı seslendirmediniz:((
sizin sesinizle kendimizi sahne gerisinde izleyen izleyici olarak görecektik:)
her zaman ki gibi başarılı bir anlatımdı
kutlarım yürekten
saygı ve hürmetlerimle
Turgay COŞKUN
Ama bu kez beğenilmemiş... Okunma sayısı çok az oldu.
Üzülmedim.. :) Demek ki kalem tarzım beğenilmedi... Değişim yapmam lazım artık...
Selamlar...
Kalemın susmasın, güzel yazıyorsun arkadaşım , kutlarım.... selamlar)
Turgay COŞKUN
Saygılar...
Bazen geçmişle aramıza bir perde koyar, ara sıra o perdeyi aralayıp maziye bakarız. Bir çeşit hayat tiyatrosu... Hem de acı bir kahve eşliğinde gidip gelmek, çocukluğumuzu ninemizin masallarını anımsamak. Kah hüzünlenip kah gülümsemek bu olsa gerek.
Tebrikler Turgay. selamlar...
Turgay COŞKUN
Hayat tiyatro... Hayat bir yolculuk.. Ne sayarsak sayalım; ama bir şey var ki, hayat ilerledikçe geriye bakış artıyor.. :)))
29 gün arayla nihayet bir yazı ekledim ve burda ekleyecek kadar bulunabildim..
Teşekkürler... Selamlar...
Kim bilir neden kızmazdı. Belki de onun da hoşuna gidiyordu farkındalık, biraz hayal... Yine güzeldi değerli arkadaşım. Tebrik ediyorum. selamlar
Turgay COŞKUN
Çok rastladım da, genelde babalar bir şey demiyor. Anneler ise o an kavga ediyor :))))
Teşekkürler güzel yoruma...
Selamlar...