DENK DÜŞMEYEN SEVDA ZAMANLARI
Aradan çok, ama çok uzun zaman geçmişti. Umut’un aklına zaman zaman, onu bulmak, görmek isteği geliyordu. Yitirdiğin birisini ararsında, bir gün, bir yerde, umulmadık bir zamanda karşına çıkacakmış gibi bir duygu yaşarsın ya, onun içinde hep bunu hissetmişti. Fakat her seferinde boş ver diyordu. Herkes kendi yolunu çizmiş, düzenini kurmuş diye düşünüyordu. Aklına her gelişinde; onu, kazdığı derin çukura gömüp, üzerine bir avuç toprak atıyordu. Şunu sormadan da edemiyordu kendisine, acaba yollarımız kesişseydi daha mı mutlu olurdum? Onu bulabilmesinin olanakları çıkmasına rağmen, yine erteledi. Her zaman ki gibi onu gönlünün derinlerine gömdü, üzerini kapattı.
Şu son zamanlarda her nedense; onu tekrar düşünür oldu, bulmak, görmek isteği yine depreşiverdi. Tesadüf bu ya, bulunduğu birkaç ortamda, ondan bahsedildi. Herkes, onu bulması için gizlice bir işbirliği yapıyor gibiydi kendince. Sanki aradan geçen çok uzun yıllar sonra, onu bulursa sevgisizliği son bulacak, vücudunun önemli bir parçasına kavuşacaktı.
Bu son yıllarda ise sevisiz kendini ne çok eksik görür olmuştu Umut.
Anılara dönüş yaptı yine. Ne çok isterdi onu görmeyi, şimdi karşıma çıkıverse şurada diye. Uzaktan bakmalarla sevmeler, konuşamamalar. Ve bir gün, delikanlının;
“Ben gidiyorum, bekleme” demesi, Umut’un ümitlerinin yok olmasına neden oldu.
Bir daha kesişmeyecek yollar çizdi hayat onlara. Delikanlının yıllar sonra tekrar dönmesi, ayrılıkları engellemedi, çünkü araya başka sevda girdi. Koptular birbirlerinden. Sevda zamanları denk düşmedi bir türlü.
Zaman anıları toptan yok etmek üzere iken, Umut bütün cesaretini toplayıp onu bulma eylemine girişti. Ve bir gün; “Merhaba nasılsınız? Beni hatırladınız mı? “ diye haber yolladı. Biliyordu ki yıllar insanları değiştiriyor. Belki çok farklı bir insanla karşılaşacaktı, belki de beğenmeyecekti.
- “ Ama olsun, en azından sürekli anılarımda yaşattığım ve bu silinmek üzere olan özlemden kurtulacağım” dedi…
Aradan günler geçti, bir haber yok. Pişmanlıkla birlikte, nafile bir çaba içinde olduğunu fark etti, umutları tükenmişti ki, bir gün verilen selama yanıt geldi.
- “Merhaba Umut, nerelerdesin, ne yapıyorsun? Seni aradım, ama bulamadım” diye bir cevap.
- Umut şaşırdı, sevindi, “ Demek ki o da beni unutmamış, aradan geçen bunca yıla rağmen belleklerimiz birbirimizi silmemiş” dedi.
Onu gömdüğü çukurdan tekrar çıkarmaya başladı. Avuç avuç atılan topraklar ne çok olmuş meğerse.
“ Anıları ortaya çıkarmak ne zormuş “dedi Umut.
Konuştukça anılarındaki sevgiliyle, kabuk bağlayan yaralar kanamaya başladı. Ona karşı duygularını anlamaya çalışıyordu. Bu duyulan özlem neyin nesiydi acaba? Akıp giden yıllara mı, yaşanılmayan sevgilere mi, anlamaya çalışıyordu? Umut biliyordu ki sevgi, emek ve paylaşımla gelişir. Ne bir emek, ne bir paylaşım olmamasına rağmen duyulan bu hasret nedir sorusuna yanıt bulamadı bir türlü? Adeta yıllar sonra eksik kalan bir parçasını bulmuş, duygu bütünlüğünü sağlamıştı kendince.
Anılarda sevilenin gerçeğini merak etmiyor değildi hani. Acaba nasıl idi? Yaşam herkesten bir şeyler alıp götürüyordu. İçin acıması, yüzlere, bedene çizikler atıyordu. Umut, aynada yüzüne bakarak, çizgilerini saymaya başladı. Onun da aynı şekilde zamana karşı duramadığını biliyordu, ama gözlerini çok merak ediyordu. Gözler insanın iç dünyasının bir aynası idi. Gözlerini okuyabilirse eğer, onu tanıyabilecekti. Hayata hüzünle mi, yoksa sevgi ile mi bakıyordu, mutlu muydu acaba? Hayaline döndü; yokladı, yüzünü, kaşını, gözlerinin rengini hatırlayabiliyor muyum acaba diye? Hayır, net bir anımsama yok, çünkü birbirlerinin, yüzüne, gözlerine bakacak vakitleri olmamıştı ki! Daha doğrusu birbirleriyle oturup konuşamamışlar, sevgilerini bile dile getirmemişlerdi ki!
Yıllarca derin bir çukurda sakladığı anının gerçeği, ummadığı bir anda, zamanda karşısına çıkıverdi.
-İşte dedi; Umut, “sürekli anılarımda yaşayan sevgili, şimdi karşımda, ne yapacağım?” diyerek şaştı kaldı, adeta dondu.
Konuşamadılar, sadece birbirlerine baktılar, aslında bakamadılar! O ilk karşılaşmanın, fotoğrafını, zamanını ve tarifi mümkün olmayan kalp atışlarını, Umut zihnine kayıt etti, hep o an geldi gözlerinin önüne. Belki de bundan sonrada hep o karşılaşma kalacaktı anılarında. Aradan geçen bunca yıl elbette tende ve altında derin izler bırakacaktı; tıpkı sert bir kayanın, yağmurun, güneşin şiddetine dayanamayıp parçalanması gibi. Anılardaki sevgili de bu hayattan payına düşeni fazlasıyla almıştı. Gözlerini okumakta zorluk çekti, ama derinlerinde hüznü vardı. Bunca uzak kalmışlığa rağmen Umut onu yadırgamadı, sanki hep beraber geçirmişlerdi bu hayatı. Acıları, sevinçleri birlikte paylaşmışlar gibi hissetti. Parçasının yarısını bulmuş gibi geçirdi zamanını onunla birlikte. Hemen kendini toplayıp gerçeklere dönüş yapmak zorunda kaldı. Bir an düşündü, gerçekler can yakar, acıtır, benliğinde derin yaralar açar. Düşlerde sevmek, hırpalamaz, incitmez. Her duygunu kendinle yaşarsın, kırmaz, kırılmazsın.
Kendine sormadan edemedi Umut;
“Bunların altından kalkabilir miyim?”
Etrafına ördüğü görünmeyen duvar yıkılırsa, kendini çok zayıf ve çıplak hissedecekti. Böyle kendini daha güçlü buluyordu.
Umut nereye kadar sevebilirdi, ne kadar sevilirdi, bunları bilemezdi ki yaşamadan? Çivileme kurulu düzene atlana bilinir miydi? Bu düzende yer alabilir miydi, katlana bilir miydi? Sıkıştırılmış zamanlara sığacak mıydı bu sevda? Gençliğinden kalan bu hayali sevgi, yaşlanmaya yüz tutan bedenlerini tazeleyecek miydi, sevgi yoksulu yüreklerini varsıllaştıracak mıydı? Aynı saflıkta ve heyecanla yaşanacak mıydı? Acaba kavuşamamak mıydı, bu sevgiyi tutkuya dönüştüren? Ah ne çok soruları vardı, bitmek, tükenmek bilmeyen yanıtsız sorular! Umudu, belki başka bir zamana kalacaktı. Belki de hiç kalmayacaktı. Kapatacaktı gönlünün gözünü. Tıpkı yıllarca yaptığı gibi; etkisi ayrıca tartışılır, zaman denilen ve önerilen ilacı kullanacaktı. Donduracaktı gözyaşlarını. Şiirlerden, şarkılardan, türkülerden etkilenmeyecek, sızlamayacaktı yüreği. Uykusuz geceleri olmayacaktı, sebepsiz yere gözlerinden yaşlar süzülüvermeyecekti yanaklarına. Anasını, babasını kaybetmiş çocuklar gibi ikide bir iç çekmeyecekti. Yıllarca özlem duyduğu sevgiye, sevgiliye uzaktan bakacaktı. Ondan uzak yaşamak; yüreğine, bir akrebin kıskacına girmiş gibi acı veriyordu. İçi parçalanırken, gülümseyecekti yaşama.
Sevginin gerçeğini yaşamak çok zor dedi Umut. Elinden kayan hayatı, yılları Umut’u tedirgin etmeye başladı.
-“ Ne çok yarım kalan işlerim var “dedi.
Bu hayattan çok alacağı vardı. Yaşayamadığı, ertelediği sevgileri, özlemleri tahsil etme zamanı gelmiş ve geçmek üzere idi. Yaşam kendisine artık ödemeliydi bunları. Geri alınabilir miydi, yaşanılamayan sevdalar, özlemler? Anı yaşayan biri olmamıştı ama yarınında çok geç olabileceğini düşünmeye başlamıştı. Sevginin sıcak dokunuşu, kokusu ile yarım kalan işlerini tümleyecekti. Hayalde yaşayan sevdalar artık yetmez oldu Umut’a. Onu bulduktan sonra, onsuzluk çığ gibi büyüyordu içinde. Hasret denilen bıçak, günde kaç kez vücuduna saplanıp, saplanıp çıkıyordu.
-Umut; “ Keşke, bir seferinde işimi bitirse de, günlerce bu acıyla yaşamasam!” diye düşünür oldu.
Durup dururken gözlerinden süzülen yaşlar sessiz isyanın ilk belirtileriydi. Çıkan isyanın tarafları arasında kıyasıya bir savaş yaşanıyordu. Savaş alanında kimler yoktu ki; Doğrular, yanlışlar, değer yargıları, gelenekler, görenekler, sevgiler, özlemler, kayıp yıllar velhasıl birçok taraf mevcut idi. Umut, bu çok taraflı savaşta, hangisinin yanında yer alacağına karar veremiyordu, ortada kalıvermişti adeta. Hangi taraf yengi veya utkuyla çıkacaktı?
“Artık bunu zaman belirleyecek .” dedi Umut kadın, “zaman”!
Hangi taraf baskın çıkacaktı kestiremedi o an. Aradan geçen; saatler, günler ve aylarca taraflar arasında çatışma tüm şiddeti ile devam ediyordu. Yarınla ilgili bir umut yoksa aşkta, ölebilirdi bu meydanda. Belki de korkup kaçacaktı. Bu aşkla baş edemediği için kendine saklanacaktı. Çünkü orada kendinden başka kimse zarar veremezdi ona. Korunaklı bir sığınak olmuştu kabuğu.
Aklına okuduğu bir romandan şu satırlar geldi: “Aşka hazır olmayanlar aşka tutulduklarında ne yapacaklarını tam olarak bilemezler. Onların aşkında kaçınılmaz sonu hazırlayan tuzak daha kolay barınır. Her ne kadar aşk, genç kalplerin işi olsa da aşkı yaşamak tecrübeyle kazanılmış donanım ister. Gençken kolay sahip olunamayacak bir donanım.” (1)
-Umut; ” Mademki aşk, tecrübeyle kazanılmış bir donanım ister, peki nedir benim bu halim?” diye sormadan edemedi kendine.
Gönül kırgınlıkları, acısı olmamış değildi ama bu bir başka yakıyordu için. Tıpkı denizin ortasında fırtınaya kapılmış bir gemi gibi hissetti kendini. Omurgası kırılmış, deliklerden sular girmeye başlamıştı. Sağa, sola yalpalıyor, delikleri kapamaya çalışıyordu. Yer gök zifiri karanlık, yol bulmakta imkânsız gibi.
” Ama yol gösteren bir ışık olmalı” dedi kendi kendine yüksek sesle,” bir ışık olmalı!”
Yaşamının sonbaharında; gönlünün isyanlara kalkması, fırtınaya kapılması, onu bir o yana, bir bu yana savuruyordu. Biliyordu ki her gecenin bir sabahı var, şu an geceyi yaşama sürecindeydi. Öyle anlar oluyordu ki; bu geceden ömür boyu, güne uyanmak bile istemiyordu. Bir taraftan da kendine karşıda insaflı olmaya çalışıyordu. Çünkü böyle bir fırtınaya kapılacağını hiç düşünememişti ki. Gönlünde, kendince yarattığı bu aşka o kadar çok anlam yükledi ki! Bütün bunların farkında olmasına rağmen isyana engel olamıyordu.
-Yine dedi;” Yıllar öncesinde olduğu gibi denk düşmeyen sevda zamanını yaşıyorum.”
Denk olmayan sadece sevda zamanı da değildi ki! Her bir yanı imkânsızlık akıyordu bu sevinin.
Umut günlerce bu duygularla başa çıkmaya ve anlamaya çalıştı. Biliyordu ki bu seviyi düşlerinde kendisi yaratmıştı. Onu gönlünün baş tacı yapmıştı. Yoksa sevilenin, sevgisi, ilgisi, emeği değildi. Çünkü bunlar gerçekte yoktu ve düşlerdi. Umut üzerine çöken bu düş halinden uyanmak istiyordu. Kendini nasıl bir ateşe attığının farkına, günler geçtikçe daha bir varır oldu. Bir mum gibi yandıkça eriyordu. Ve bu düşlerde yaşatılan; kaybolmaya yüz tutan sevgi tekrar canlanmasına rağmen, yaşaması olanaksız görünüyordu. Zamanında yaşanamayan duyguların, yıllar sonra telafisi hiç mümkün değildi ki! Sevgili tekrar ait olduğu yere, yani anıların çukuruna gömülmeli; üzeri kalın bir toprak ile örtülmeli ve herhangi bir işaret konulmamalıydı. İşaret konulmamalıydı ki, tekrar bulunup, ortaya çıkarılmasın.
Aylar ve günlerce süren bu gönül isyanının mağlubu Umut olmuştu.
Eline beyaz bir mendil alıp salladı ve bağırarak;
“Tamam, teslim oluyorum sizlere; ezberleri bozamam, sevdiklerimi üzemem, önümdeki kocaman engelleri aşamam, gücüm yetmez, tamam teslim oluyorum” dedi.
Ve bir daha anıların kovanına çomak sokmamaya yemin etti… Umut’un vücudu sanki ateş ile dağlanmış gibiydi. Öyle yorulmuştu ki yüreği; ilk günlerin coşkusu, sevinci, gitmiş yerini derin bir hüzne bırakmıştı. Sevgili ise çok uzaklarda ve çok uzaktan bakıyordu. Ama biliyordu ki sevgili; gönül gözüyle bakıyordu, çünkü onun da üstesinden geleceği bir durum değildi. Umut’un gözlerinden yaşlar süzülerek inerken yanaklarında aşağıya;
“ Bu yüreğe, kocaman bir taş bağlayıp denize atmalı ki, bir daha böyle düşlere kapılmaya” dedi.
Tüm yenilenler gibi, içindeki dipsiz boşluğu ile kendini zorlayarak tekrar ayağa kalktı, takatsiz bir şekilde, bir yanı eksik, yaşama doğru yürümeye başladı.
(1)Murathan Mungan’ın Şairin Romanı’nda
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.