BİR RÜYA BİN DÜNYA-IX
..............................
HÜLLECİ’YE SON DERS
Yusuf Çavuş, Hülleci’nin şikâyetlerinden bıkmıştır. Yine şikâyet edilir. Dava konusu ‘kireç’tir. Yusuf Çavuş, o güne kadar kimsenin aklına bile gelmeyen bir kireç yapma işi çıkarmıştır. Üstelik bu kireç için köylüden para bile almamış, ‘salma’ yöntemine başvurmamıştır. Buna rağmen Hülleci mahkemeye verir.
Yusuf Çavuş mahkeme nedeniyle vilâyete gider. Adliyede beklemektedirler. Hemen yanında Hülleci de vardır. Nedendir bilinmez orada bulunan memurlardan birisi Hülleci’yi azarlayıverir. O anda salonu bir an sessizlik alır. Arkasından çok geçmez mübaşir seslenir;
-Bişek Köyü muhtarı Yusuf Gürer, Bişek Köyü’nden Hüseyin İçöz...
Yusuf Çavuş ile Hülleci hemen mübaşirin yanına varırlar. Mübaşir sorar;
-Siz misiniz davalı ile davacı?
İkisi birden karşılık verirler;
-“He, bizik.”
Mübaşir kapının ağzından kenara çekilir; Yusuf Çavuş ile Hülleci sessizce içeri girerler. Herkes yelerini almıştır. Hakim yerindedir. Sessizlik hakimin sihirli bakışlarından sonra yine kendi sesiyle bozulur.
-Evet! Yusuf Gürer...
Yusuf Çavuş, sağ elini hafifçe yukarıya kaldırır. Hakim görür görmez sorar;
-Sen misin Yusuf Gürer? Muhtar Yusuf Gürer...
-Benim, hakimim!
-Peki. Hemen sorduklarıma kısa ve çabuk cevap ver muhtar.
-“..................”
Hakim, Yusuf Çavuş’a tekrar isminden başlar. Ana adı, baba adı, doğum yılı ve yeri, ne iş yaptığı gibi kimlik tanımadan sonra; Hülleci’ye geçer. Ona da aynı kimlik tanıma sorularını sorar. Hakim, ilk sözü Hülleci’ye verir.
-Evet Hüseyin İçöz! İşte mahkeme; şimdi şikâyetini tekrar et bakalım.
-Sayın Hakim Bey! Koyümüzün kâyası olan şahıs, koyün içinden bir yapıyı mektep olarak ayırdı. Buna herkes memnun oldu. Ancah, bu mektebin boyanması için kireç alındı, koyün namına. Kâya bu kireci istediği şahıslara daattı. İstemediği şahıslara vermedi. Hem ayırım yaptı, hem de koyün namına olan malzemeyi şahıslara vermiş oldu. Bu yüzden yüksek mahkemenize şikâyet ettim, Hakim Bey.
Yusuf Çavuş birden heyecanlanır. Daha Hülleci’nin sözü bitmeden el kaldırmış ve hakim de eliyle işaret ederek izin vermemiştir. Hakim Hülleci’nin sözü biter bitmez çok sabırsızlanan Yusuf Çavuş’a söz verir.
-Evet mıuhtar! Şimdi konuşabilirsin. Buyur konuş bakalım.
-Sayın hakimim! Daha bir ay kadar önce, aynı gonudan mahkeme oldum. Benim annıyamadığım da bu. Üstelik ağır ceza mahkemesinde... Ben, aynı gonuda her ay mahkeme mi olacam? Ağır Ceza Reisim ‘bu gonu kapandı’ demişti...
Hakim hemen araya girer.
-Emin misin muhtar, aynı konu olduğuna?
-Yemin ederim isterseniz hakimim. İnanmazsanız hemen sorabilirsiniz.
Hakim eline bir kâğıt alır ve bir şeyler yazar. Mübaşire seslenerek kâğıdı eline verir. Eğilerek kulağına bir şeyler söyler. Mübaşir hemen çıkar gider. Hakim gülümseyerek Yusuf Çavuş’a döner ve seslenir.
-Muhtar gene de kısaca anlat bakalım.
-Hakimim! Evvela bu kireci gendim aldım. Yani gendi paramla aldım. Koylüden bunun için para toplamadım. Koylüye ‘salma’ salmadım. Öncelikle de koyümüzün mektebi olarak seçtiğimiz yapıyı içi dışı olmak üzere boyadıh. Galanı da kim geldiyse önce ona verdik...
Yusuf Çavuş konuşurken mübaşir içeri girer. Doğruca hakimin yanına varır. Elinde bir dosya vardır. Hakim dosyayı açar. Birkaç dakika geçer. Bu süre zarfında hakim, dosyayı inceler. Salon gayet sessizdir. Hakim sonra dosyayı yavaşça kapatır. İki elini birbiri içine alarak ovuşturur gibi yapar. Sonra konuşur;
-Evet muhtar! Söyleyeceğin bir şey varsa söyleyebilirsin.
-Yoh hakimim. Zaten ben de bitirmiştim lafımı.
-Yaz kâtip. Karar: “Merkeze bağlı Bişek Köyü’nden muhtar Yusuf Gürer aleyhinde açılan ‘Kireç’ vakası asılsız olup, söz konusu kireçin, davalı Yusuf Gürer’in özel şahsına münhasır olduğu anlaşılmış olup, dosyanın kapanmasına. Bir daha bu konunun açılmamasına, karar verilmiştir.”
Mahkeme, Yusuf Çavuş’un lehine sonuçlanır. Mahkeme salonundan ayrılmadan, Yusuf Çavuş birden söz ister. Hakim izin verir.
-Hakim Bey! Mahkemeyi etkilememek için baştan gonuşmadığım bir şeyi şimdi söylemeyi uygun gordüm. Beni mahkemeye veren bu şahıs, bi tür intikam almah için uğraşmahtadır. Hökümetimizin cendermesini bile uğraştırmışlardır. Bu şahsın oğlu, bi asker gaçağı olarah cendermeyi çoh uğraştırdı. Ben muhtar olur olmaz yahaladım ve cendermiye teslim ettim. Onun için her fırsatta benimle uğraşır. Artıh gendine ve ailesine çeki düzen vermesini, huzurunuzda söylemek isterim hakimim.
Hakim, Yusuf Çavuş’un bu konuşmasını beğenir. Sesini biraz yükselterek Hülleci’ye seslenir;
-Bak Hüseyin İçöz! Böyle çürük işlerle uğraşmak insanı küçültür, eritir, yok eder. Şanın, şerefin, itibarın kalmaz toplum içinde. İşte en kötüsü de bu: Toplum nazarında hakir olmak, aciz kalmak, suçlu görünmek... Hiç önemli olmayan bir durumu, yani şahsa münhasır bir vakayı mahkemeye taşıyorsun, üstelik bunda da haksız çıkıyorsun. Sen de muhtarlık yapmışsın. Artık gerçekleri kabul edip, ayağını yere sağlam basmalısın!
O günden sonra Hülleci, bir daha ne Yusuf Çavuş’u mahkemeye ne verir ne de muhtarlık için aday olur; ta ki Yusuf Çavuş muhtarlığı bırakana kadar.
ELİF KIZ SÖZLENİR
Yusuf Çavuş, köyün ağası gibidir; zengindir. Boy boy sürüleri var. Köylerde sürüsü olan zengin sayılır. Yusuf Çavuş, askerden geldikten sonra sürülerini çoğalttıkça çoğaltır. Sürülerin her birinin ayrı ayrı çobanları vardır. Her sürü ayrı bir dağda otlamaktadır. Yusuf Çavuş heyecanla ve sevinçle arada bir atına biner ve dağ dağ sürülerini yoklar.
İlkbaharın sonları, yazın ilk sıcakları ve toprağın kokusunun iyice soluklara karıştığı zamanlar. Bir Perşembe sabahı, güneş yeni doğmakta, ahırdan çıkan kümes hayvanları yine ‘birinciyiz’ der gibi çığlık atmaktalar. Serçeler, çoktan çeşitli konserler vermeye başlamışlar bile. Kimi evin damının üzerinde, kimi küllükte, kimi serpenekte, kimileri de hemen yakınlardaki meyve ve diğer söğüt, selvi ve kavakların dallarında... Kalın ve akordu bozuk bir çalgı aletini andıran mandaların ve boyunlarında tüy kalmamış, nasırlaşmış emektar ve yaşlı öküzlerin sesleri... Her sabah aynı koro, her sabah aynı konserler ve her sabah aynı fasıllar... Yusuf Çavuş, alışıktır bu yüzlere. Onun için bunlar dikkatini çekmez. Çıktığı gibi evinden dışarı, aklındaki neyse, ona doğru yürür gider.
Şu an aklında ve düşüncesinde sürüleri yoklamak vardır. Atına biner ve Killik’e doğru gider. Sürünün biri oradadır. Vardığında, yakınında bir başka sürü daha görür. Kendi çobanına sorar;
-Bu sürü kimlerin Osman?
-Valla, ben tanıyamadım Yusuf emmi. Yalnız Eğecenli olduğunu biliyom. İlk kez buralara geliyolar.
Aradan çok geçmez; yukardan bir ses gelir. İnce ama gür bir ses.
-Yusuf Çavuş... Hele buruya gel...
Yusuf Çavuş, atından yeni inmiştir ve ayaktadır. Bir elini alnına gölgelik eder gibi yapar, yukarı doğru bakar. Gökyüzü açıktır. Güneş görevini sürdürmektedir. Yusuf Çavuş iyice merak eder. Gözlerini patlatır. Çoban Osman’a yavaşça sorar;
-Yahu, çıharamadım! Kim acaba?..
-..................!?
Çoban Osman sadece dudağını bükerek karşılık verir, konuşmaz. Yusuf Çavuş kararsız bir vaziyette dikilip dururken yukardan aynı ses tekrar gelir;
-Yusuf Çavuş! Gel hele, iki laflıyah...
Yusuf Çavuş gene elini alnına götürür ve sessizce gözlerini patlatarak bakar. Yukarıdan bir daha seslenirler;
-Yahu gelsene Yusuf Çavuş!.. Beni tanımadın mı? Eğecenli Memmet Ali Kâ...
Yusuf Çavuş hemen gülümser.
-Allah Allah! Yahu Osman, bu Eğecenin ağası, Memmet Ali Kâ...
Yusuf Çavuş elini yukarı doğru kaldırır ve hafifçe sallar.
-Geliyom Memmet Ali Kâ...
Yusuf Çavuş ağır ağır yukarı doğru yürür gider. Vardığında Mehmet Ali Kâya ayakta karşılar. Mehmet Ali Kâya bir çadır kurmuştur. Hemen çadırın içine girerler. Bir koyu sohbete başlarlar. Bir süre konuştuktan sonra Mehmet Ali Kâya, yetişkin bir oğlu olduğunu ve evermek istediğini söyler. Ancak kendi köyünden münasip bir kız bulamadığını belirtir. Arkasından da içini çekerek konuşur;
-Şöyle, sizin gibi aslı nesli belli olan bir aile gızı ossun, istiyom Yusuf Çavuş.
Yusuf Çavuş, bu istek ve dileğe karşılık verir.
-Gız da var, Memmet Ali Kâ... Benim gızım var, emme daha guççük...
Bununü üzerine Mehmet Ali Kâya hemen bitirici hamleyi yapar:
-Ne demek Yusuf Çavuş? Senin gızın benim de gızımdır. Alır böyütürük...
Yusuf Çavuş daha çadırın içindeyken sanki söz vermiştir;
-Valla, ne deyim Memmet Ali Kâ! Ben, şindik bi şey söyliyemem. Allah’ın dediği olur!
*
Çok geçmez, dokuz gün sonra Eğecen’den dünürcü geleceği haberi ulaşır. Bunu duyan Mahi Hatun şaşırır, tam anlamıyla şoka girer. Mahi Hatun çok sinirlenir. Hemen kocası Yusuf Çavuş’u bulur. Mahi Hatun, sanki kabir soruları sormaya başlar Yusuf Çavuş’a;
-Ne bu dünürlük işi herif? Eğecen de n’oluyo? Kim bunlar? Kim söyledi bunlara? Ben, Eğecen’e meğecene gız vermem. Ben gurbetele gız mız veremem. Yosam sen mi söz verdin? Benim el gadar gızımın olduğunu kim bilir dışardan? Bu senin başının altından çıhıyo. Sensin sen...
-Yusuf Çavuş, Mahi Hatunun ‘ahret sorgusu’ karşısında edeta erir. Mahi Hatun, Yusuf Çavuş’u sorularla sanki kevgire çevirir. Yusuf Çavuş, nerden başlayacağını şaşırır. Nasıl cevap vereceğini bilemez. Gene gözlerini patlatır;
-Gız get şu yanından. Ben söz möz vermedim. Killik’in yüzünde garşılaştık. Oturduh, gonuştuh ecik. Oğlan everecamiş. ‘Gız var mı?’ dedi. Ben de, ‘benim gızım var ya daha guccük’ dedim. Valla hepsi bu yahu! Başka bi şey demediydim...
Ayakta, vücudu yarı dönük ve iki eli belinde olan Mahi Hatun, çok sinirli bir vaziyette karşılık verir;
-Tabi, n’olacah! Siz ‘ağa’sınız. Ağzınızdan çıhan ganundur... Mutlah olması lâzım... Elin adamına, bal gibi söz vermişsin işte.
Mahi Hatun, sert bir biçimde odadan dışarı çıkar. Tekrar geri girer. Eli belinde, Yusuf Çavuş’a bağırmaya devam eder;
-Ben, gız mız vermiyom. Tamam mı?..
Yusuf Çavuş, gayet yavaş şekilde seslenir;
-Yahu kadın, sen çoh ayıp ediyon. Hele bi gelsinler... Baharsın sen de gabul eden... Niye böyütüyon bunu?
Yusuf Çavuş ne söylese boştur. Mahi Hatun kararını vermiştir.
-Madem öyle, ben, aha ağamın evine gediyom. Ne halın varsa gor!
Mahi Hatun gerçekten babası evine çıkıp gider. Yusuf Çavuş ne yapacağını şaşırır. Dünürcüler geldi gelecek... Bütün çocukları bir korku, bir telaş alır. Kimsede sevinç işareti görülmez. Hiç kimse dünürcüleri düşünmez. Herkes, Mahi Hatunun nasıl gönlü yapılacak onu düşünmeye başlar. Mahi Hatun, kardeşi Hamza’nın yanındadır. Hemen arabulucular gönderilir. Mahi Hatunun gönlü edilir. Mahi Hatun, akşama doğru evine gelir. Geldiğinde her şey olup bitmiştir. Dünürcüler evde oturmaktadırlar. Mahi Hatuna sadece hürmet etmek düşmüştür.
YUSUF ÇAVUŞ YORULUR
Elif, gelin gideli iki sene olur. Mehmet Ali Kâya, oğlu Ali ile gelini Elif’i getirir. Daha önce, geçen iki sene içinde Ali ile Elif ayrıca birkaç kez gelmişlerdir. Mehmet Ali Kâyanın birlikte ikinci gelmesidir. Mehmet Ali Kâya muhtarlığı bırakmıştır; bugünlerde canı iyice sıkılmıştır. Sanki köyde duramaz. Bu sebeple Bişek Köyü’ne oğlu ve geliniyle gelir. Hem kafa dengi ve sohbeti hoş Yusuf Çavuş vardır. Kafasının dumanının dağılacağına inanır. Yusuf Çavuş hâlâ muhtardır.
Evde koyu bir sohbet başlar. Evin içi dopdoludur; iğne atılsa yere düşmez. Yusuf Çavuş’un kardeşleri ve amca oğulları Eşref, Havuz Hüseyin, Abdil, Kolsuz Salih, Seyfullah, Ese’nin İrbehem ve diğer komşular... Mehmet Ali Kâya ne kadar davarı, malı var anlatır. Herkes gıpta eder. Anlattığına göre Bişek Köyü’nde onun kadar malı olan pek yok gibidir. Bir Yusuf Çavuş’ta, bir Kaya’nın oğullarında, bir de o kadar olmasa da Bölük Emin’de vardır. Şu an, sohbet meclisinde sözü edilen zenginlerden kimse yoktur; tabi Yusuf Çavuş hariç. Evin içerisine iki ayrı sofra kurulur. Yemeklerini yerler. Kahvelerini, sofra hemen kalktıktan sonra içmeye başlarlar. Yusuf Çavuş sakladığı tütünü getirir, ikram eder herkese. Ancak kendisi içmez. Orada bulunanların çoğu, başlar tütün sarmaya. Acemi olanlar vardır; başkası hemen alır, sarar. Odanın içi duman altı olur birden. İki kanatlı pencereler, açılır sonuna kadar. Gene de duman tamamen sıyrılıp gitmez. İçmeyenler daha çok rahatsız olur; öksürmeye başlarlar. Kimi dışarı çıkar, kimi öksürerek, aksırarak oturur. Bazıları bunu fırsat bilerek takılırlar. Eşref seslenir hemen;
-“Ulan oğlum, bu mereti içmesini bilmiyon da ne diye azına alın?”
Delik Mustafa gülerek Eşref’i destekler;
-“Anasının memesi sandı Eşref emmi!”
Hafız Hüseyin araya girer;
-“Bırahın, aleşmeyi canım! Üç gun sona alışır nasılsa!”
Kaya’nın Paşa da duramaz;
-“Alışamaz Hüseyin ağa!”
Gara Etem gülümseyerek karışır;
-“Nerden biliyon Paşa?”
-“Çünkü, böyle otlahçılığı bi daha nerden bulacah.?”
Topuz Ali, kendisi için konuşanlara inat dumanı bolca çeker ve odanın içine üfler. İstifini bozmadan Gara Etem’e döne ve karşılık verir;
-“Ne diyon la sen? Ben seni bile satın alırım ,oğlum.”
Bu lafın üzerine herkesi bir gülme alır. Bir süre hep birlikte gülerler. Sonra Yusuf Çavuş, Memmet Ali Kâyaya dönerek konuşur;
-Ee, Memmet Ali Kâ, kayalığı bırahmışsın. Hayırlı olsun canım. Yeter. Ecik de gençler uğraşsın, boş ver. Eyi etmişsin valla.
-Sen bırahmıyon mu Yusuf Çavuş? Aha oğlun var, kardaşların var, emmiyin uşahları var...
-Bah, eyi dedin Memmet Ali Kâ. Aha yüzleri; kim isterse ona bırahacam, ganaatin olsun!
Yusuf Çavuş’un bu sözü üzerine Mehmet Ali Kâya odanın içine gülümseyerek iyice göz gezdirir. O, göz gezdirirken sanki soru sorulmuş gibi her biri, bakışlara cevap verirler adeta; Hafız Hüseyin kendi kendine söylenir;
-“Ben nidiyim kâyalığı mayalığı”
Eşref araya girer;
-“Hele bana gore heç daal.”
Abdil sesini yükseltir;
-“Kim uğraşacak, gendini bilmezlerinen canım.”
Seyfullah başını yavaça sallar;
-“He valla, al benden de o gadar...”
Kolsuz keyifli bir edayla işaret eder;
-“Bana galırsa, aha Hasan!..”
İrbehem, Kolsuza karşılık verir;
-“İşte senin bildiğin bu gadar... Hasan eskere gidecek aslanım.”
Hamdi, İrbehem’i destekler;
-“Doğru söylüyo İrbehem ağa. Eskerliğini etmiyen kâya olamaz.”
Boz Etem şapkasını yukarı kaldırır;
-“Tamam da, Yusuf Çavuş, kâyalığı mı bırahıyo da kâya arıyoh biz?”
Kolenin Mahmut, Etem’e destek olur;
-“He canın, sanki Yusuf Çavuş kâyalığı bırahtı...”
Yusuf Çavuş araya girer ve konuşur;
-Ben artıh sağa sola gidemiyom eskisi gibi. Valla, ne etsem aha şu dizlerim ağrıyo. Ecik yörüyüncek sıhışıyom. Yosam onemli daal. Hasan eskerden gelsin hayırlısıynan, kâya ederim. Emme şindik kim olur, onu bilemem.
-Valla, ecik de sağlığına bah, Yusuf Çavuş. Elin gahrı fazla çekilmez. Adamın ömrünü alıyolar da fargına varmıyon. Bırah canım! Bi sürü ahraban var nasılsa. Biri yapar elbet. Sen gendine bah ecik de canım!
-He, doğru söylersin Memmet Ali Kâ. Öyle edecam ben de. Yoruldum gaylin. Aha bunlar almazsa, bizim gayına teklif ederim. O da almazsa, kim alırsa assın, norüyüm.
Mehmet Ali Kaya araya girer;
-Senin gayınlar Hamza’ynan Paşa daal mi?
-Hee.
-Paşa’yı bek bilmem de Hamza yapar canım!
Hamza’nın adı geçer geçmez odadan sesler çoğalıverir. Eşref tüm bedenini sallar;
-“Bence de Hamza yapar.”
Hafız Hüseyin araa girer;
-“Hamza’nın ohumuşluğu da eyi canım!”
Hamdi adeta sevinir;
-“Yapar, yapar. Hamza’yı bütün koylü sever de.”
Mehmet Ali Kaya gülümser;
-“Yahu siz kâyayı buldunuz işte!..”
Kolenin Mahmut endişeli vaziyette konuşur;
-“Bahalım Hamza gabul edecek mi, bi de o var.”
Yusuf Çavuş sesini az yükselterek araya girer ve konuşmaları adeta engeller;
-Durun bahalım canım! Hele o gün gelsin, düşünürük. Şindi bırahan yoh, yahu!
Aradan sadece on beş gün geçer. Duyulur ki Yusuf Çavuş mührü Hamza’ya vermiştir.
**
Yusuf Çavuş, köyün ardında harman kurar. Bu yıl ekinler bu taraftadır; köyün kuzeyi ve biraz da batı tarafı... Kendisini her zaman olduğu gibi arayanlar olur. Mutlaka bir konuyu danışacaklardır. Harmana gelen ekinleri bekler. Sabah erkenden çıkar evinden. Kuşluk namazını bile çoğu kez harmanda kılar. Namaz kılarken bazen başındaki foteri çıkarmaz. Ona iyi alışmıştır. Gerçi yazın sıcağında da çok iyidir. Başına güneş sıcağı geçmesini önlemektedir.
Muhtarlığı bıraktığı bu günlerde kendisini hepten dışarı atmıştır. Köyün içinde pek durmaz. Harman bir meşgaledir onun için. Bu sıralarda arayanlar daha çok ya harmanda, ya değirmende, ya da ‘oda’da bulurlar.
Yusuf Çavuş’u çok küçükler bile tanıyıverir. Ne kadar uzakta da bulunsa, herkes onu tanır. ‘Bak, bu Yusuf Çavuş!..’ derler. Bişek Köyü’nde tek foterli biri varsa o, kesinlikle Yusuf Çavuş’tur. Arandığında, herkes kolayca bulabilir. Hatta çocuklar bile rahatlıkla bulabilirler. Yusuf Çavuş’un yanına kadar gitmeye gerek kalmaz. Arayanlara, onu uzaktan bile görmüş olanlar, yerini hemen söylerler;
-“Yusuf Çavuş, bağa gidiyordu...”
-“Değirmenin Önü’nde dolanıyordu.”
-“Çatalkaya’nın ardına gidiyordu.”
-“Az önce ‘oda’da konuşuyordu.”
-“Bahçeye doğru gidiyordu...”
-“Harmanda namaz gılıyordu...”
“ ……………………”
Yusuf Çavuş’u mutlaka biri görür ve kolay bulurlar.
______ romanın devamı var _____ EKREM GÜRER