- 1493 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
doğunun etnik yapısı üzerine mütevazi bir çalışma
BİR KÜLTÜR MOZAYİĞİ
DOĞU ANADOLUNUN SOSYAL YAPISI
........................
Daha öncede izah ettiğimiz gibi Anadolu’nun tamamında olduğu gibi Doğu Anadolu’da oğuz akıncıları tarafından fethedilmiştir. 11. asırdan itibaren başlayan Selçuklu akınları Malazgirt’le nüvesini vermiş asırlar sürecek bir hâkimiyet bilek ve yürek kuvvetiyle kazanılmıştır. Malazgirt’ten önce Anadolu’nun sosyal yapısı tarih boyunca sürekli değişikliğe uğramış, kimi zaman istilalarla sarsılmış, kimi zaman farklı farklı kavimlerin yönetimi altına girmiş ve nüfus yapısı da buna göre şekillenmiştir. Hurriler, Hititler, Urartular, Sakalar, Persler, Medler, Makedonyalılar, Müslüman Araplar ve Doğu Romalılar bu bölgede hâkimiyet kurmuşlardır. Bizans’ın bölgedeki hâkimiyetinin ortadan kaldırılmasından sonrada Müslüman Milletlerden başkasının hâkimiyetine girmemiştir.
Şunu ifade etmek gerekir ki, şu an Doğu Anadolu’nun etnik yapısının bir bölümünü oluşturan ve kanaatimizce oğuz boyalarından bir boy olan Kürtlerin Anadolu’ya gelişleri de kanımızca aynı zamana rastlıyor.
Her ne kadar Kürtlerin M.Ö. 10. ve 9. asırda bütün şarkı istila ederek büyük bir imparatorluk kuran Medler’in soyundan ve Ari ırkın bir kolundan olduğu yönünde iddialar var ise de bu iddiaların sağlam delilleri mevcut değildir. Kimileri onları M.Ö. 1900–1800 yılları arasında Süleymaniye yakınlarında yaşayan Guttiler’in soyuna nispet etmiş, kimileri ise M.Ö.401 yıllarında Ksenefon’un Doğu Anadolu’da rastladığı ve Anabasis adlı kitabında sözünü ettiği Karduklar’ın soyundan olduğunu iddia etmişlerdir. (Arvasi,1986,14)
Seyyid Ahmed Arvasi’nin B. Kodaman ve F. Kırzıoğlu’nun bir eserini kaynak göstererek aktardığı hadise bu iddiaların sahipleri tarafından bile tekzip edildiğinin açık göstergesidir. “Kürtçü çevrelerle temas kuran, Kürt Teavün Cemiyeti’nin kurucuları arasında bulunan, Kürtçülük cereyanının bir numaralı savunucularından olan ve faaliyetlerine 1908 yıllarında başlayıp 1933 yıllarında Paris’te yayınladığı (La Question Kurde) Kürt Meselesi adlı kitabı ile gerçekleri görmeye ve hatasını düzeltmeye çalışan Meşhur Dr. M. Şükrü Sekban, adı geçen kitabında, Kürt adını verdiği insan topluluklarının ‘orta asya kökenli turani’ olduklarını itiraf etmek zorunda kalmış ve bu konuda Alman araştırmacılarının tezlerinin doğruluğunu kabul etmiştir.” (Arvasi,1986,15)
Macar bilim çevrelerine göre de durum çok farklı değildir. Onlara göre ise Kürtler M.S. 7. asırda Orta Asya’da yaşayan bir Türk guruptur ve oradan ayrılarak ta Macaristan’a kadar göçmüşlerdir. Elegeş’te bulunan “Kürt El-Kan’ı Alp Urungu’nun anıt mezarı” ise bunun delilidir derler. Zira bu anıt-mezar, Yenisey’in beş kolundan biri olan Ulu-Kem Çayı’na soldan karışan Elegeş suyunun sol kıyısındadır. Topraktan yüksekliği 3.20m ve tek taşlı olan bu anıt-mezarın en geniş yeri 60 cm gelmektedir ve üzerinde Göktürk alfabesiyle yazılmış kitabede şöyle denmektedir.
“ Kürt El-kan Alp Urungu,
altunluğ kişigim bantım belde,
Elim, tokuz kırk yaşım.”
( Kürt ilhanı Alp Urungu’yum
Atunlu okluğumu bağladım belde,
Elim/ devletim, otuz dokuz yaşında öldüm).
Yine meşhur Macar âlimi Rasonyi, eski Macar kabileleri arasında Kürt ismine rastlanıldığını ve bunların Türk anıtlarında ismi geçen Türk boyuna bağlı olabileceklerini söylemektedir. Türk tarihçisi Hüseyin Orkun ise bu tezi savunarak Rasonyinin sözünü ettiği bu gurubun varlıklarını asırlarca sürdürdüklerini, bunların Selçuklularla akraba oldukları görüşündedir. Bir aşiret yada boy adı olarak Kürt kelimesine ilk defa yukarıda sözü edilen Yenisey’deki Göktürk kitabelerinde rastlıyoruz. Ve anlaşılan o ki; bu Kürt aşireti Göktürkler içinde yaşıyordu ve Alp Urungu adında bir beye bağlı idiler.
Bu gün ülkemizde muson rüzgârlarını aratmayacak derecede ırkçılık rüzgârlarının estirildiği acı ve açık bir gerçektir. Aynı ırkın mensuplarının birbirine bu denli düşman edilmesinin ya da düşmanmış gibi gösterilmesinin bu halklardan başka herkesin işine yaradığı da bir gerçektir. Aralarında bu denli kültürel bağların bulunduğu bu halkların aralarına saçılan ayrılık tohumlarının çok çabuk yeşermesinin sorumlusu da ne yazık ki yine bin yılları aşan bu kültür birlikteliğinden bihaber kalmış halkların kendisidir. Müslüman kültür bütünlüğünü bozmak isteyen unsurların etnik bir mana vermeye çalıştıkları “Kürt” kelimesi üzerinde kısaca durmakta yarar var.
“Kürt” kelimesinin orijini hususunda çeşitli tezler ortaya atılmıştır. Th. Nöldeke, M. Hartmann, Weissbach gibi şarkiyatçıların çürüttüğü bir görüş vardır ki oda Tarihçi Ksenefon’un kitabında sözünü ettiği Karduk ve Kardu’larla olan bağlantıdır. Ki sözünü ettiğimiz şarkiyatçılara göre Kardu terimi ile Kürt terimi arasında etimolojik herhangi bir bağ bulunmamaktadır. Diğer bir bağlantı ise Kaldelilerle olan bağlantıdır. Bu bağlantıda, dil bilginlerinden F. Rödiger ve A.F. Port’un diller arasında yaptıkları karşılaştırma sonucunda reddedilmiştir.
“ Diğer yandan, Asur salnamelerinde, ne Kardu nede Kürt kelimesine tesadüf edilmektedir. Asurlular, bu isimde bir millet tanımıyor. Bu tarihi gerçekler “Kürt” isminin bir millet ismi olması nazariyesini tamamen çürütmektedir. Diğer bir nazariyede, Kürt adı altında toplanmak istenen aşiretler, İrani menşee bağlanmak istenmektedir. Bu husustaki, ilk akla gelen isimler F. Rödiger, A.F. Pott olup menşee meselesinde İran unsurunu kabul ederler. Bu konuda araştırmaları ile tanınan Minorsky de Med-İskit menşeini kabul eder.
Birer iddiadan ileri geçmeyen bu nazariyeler, ister istemez ilim adamlarını menşe araştırmalarında dil ve sosyal yapıya eğilme yoluna itmiştir görülmüştür ki, “Kürt” adı verilen toplulukların dillerinde mevcut olmayan “Kürt” terimi menşe olarak gösterilmek istenen İrani unsurlarda ( Pers, Med, Sasani), Ari dillerde yoktur. Arapça’ya ise bu terim Türkçe’den geçmiş olup Türk! ün çoğulu Etrak nasılsa, Kürdün çoğulu Ekrad da o şekilde alınmıştır. Kürd veya Ekrad olarak Arap kaynaklarında görülen bu terim, en eski devirlerden itibaren, Araplarca “göçebe/konar-göçer” yerine kullanmıştır. Bunu, konuya oldukça açıklık kazandıracak bir misalle belirtmek mümkündür. 451 yılında, Kafkasya üzerinden Mugan’ın güneyine yerleşmiş Akhun Türklerinden XII. Yüzyılda, Harzemşahlar döneminde Mugan Türkmenleri olarak bahsedilmektedir. Hâlbuki bu Türkmenler Arap kaynaklarında “ekrad-bila sükkan”, yani, “iskân edilmemiş Kürtler” olarak geçmektedir. Bu husus açıkça, Arap kaynaklarının yerleşik hayata geçmemiş Türkmenleri, diğer topluluklardan ayırdetmek için “Ekrad” adıyla belirttiklerini ve bunun herhangi bir ırki anlamı olmadığını göstermektedir”. (Arvasi,1986,18-19)
Oysa Türkçe’mizde bu kelime oldukça zengin manalar ifade etmektedir. Kar yığını, çığ, dallarından yay, kamçı, değnek gibi şeyler yapılan bir çeşit kayın ağacı, ayva ağacı, kürüd şeklinde yazılanı ise Merih yıldızı demektir. Uygur Türkçe’sinde de manası anlaşılamayan bir Kürdüş kelimesi vardır. Beyşehir gölü kenarındaki Kürtler köyünde (ki bir Türkmen köyüdür), kelime süpürge otu manasına gelmektedir. Diğer Türk lehçelerinde de durum çok farklı değildir. Örneğin Kazakça’da kalın kar yığını; Şor Türkçe’sinde çığ; Tarançilerde, yeni yağmış kar; Kazan Tatarcasında kar yığını; Çuvaşça’da kar yığıntısı; Uygurca’da (körtük) kar denizi veya kar çölü; Yakutlar’da (körtçük) kar yığını anlamında geçmektedir. (Arvasi,1996,19)
Hasılı bakın ne güzel söylüyor Kur’an-ı Kerim;
“Siz kendilerine apaçık deliller, ayetler geldikten sonra, parçalanıp ayrılanlar, ihtilafa düşenler gibi olmayın”. (Al-i İmran/105).
Aslında hepimiz Âdem’in çocukları değil miyiz sonuçta? Bu düşmanlık niye? Bizi bize yabancılaştıran unsur ne, ya da kim? Velev ki farklı ırklardan olunsa bile, bu, ırkların düşmanlığı anlamına gelmez ki. Farklı renklerin farklı ırkların bir tanışma vesilesi olduğunu haber vermiyor mu Allah?
ne diyor Yunus.
İşte sevginin, muhabbetin, kardeşlik öğretisinin başöğretmenlerinden biri. Asırlar ötesinden eteğinde gelinciklerle, kucak kucak kardelenlerle gelen aşk metfunu miskin Yunusun dizeleriyle bitirelim...
Gelin (tekrar) tanış olalım
işi kolay kılalım
sevelim sevilelim
(inanın)dünya kimseye kalmaz...
yunus emre- Hayatı-Sanatı- Etkisi -2006
Mustafa Tilci
BİBLİYOGRAFYA:
1- Abdulbaki Gölpınarlı, vilayet-name Manakıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, İnkılâp Kitabevi
2- Aşıkpaşaoğlu Tarihi M.E. B. Yayınları İstanbul,1992
3- Osman Turan, Selçuklular Tarihi Ve Türk İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yayınları,1993
4- Ahmet Kabaklı, 100 büyük edip 100 büyük şair, Yunus emre Divanı, toker yayınları, 1972
5- Alevilere Söylenen Yalanlar, Teoman Şahin, Armağan Kitap Ve Yayınevi, Ankara, 1995
6- Esad Coşan, (30.10.1194 Çeşme / IZMIR Konferanstan bir bölüm.),( Son Mesaj, sayı: 5, Mayıs 1995)
7- Faruk K. Timurtaş, Yunus Emre Divanı, 101 temel eser, Tercüman yayınları
8- Faruk Yılmaz, Yunus Emre, Hayatı, Düşüncesi, Etkisi,
9- Hacı Bektas Veli’nin Hayatı Ve Eserleri Konulu Makale, Prof. Dr. Abdurrahman Güzel
10- Hak Dini Kur’an Dili Kur’anı Kerim Meali Elmalılı Hamdi Yazır, İslamoğlu yay. 1993
11- Hayati Ülkü, Başlangıçtan Günümüze İslam Tarihi Akit Gazetesi Yayınları.
12- Mustafa Ergün Sanal Eğitim Kütüphanesi
13- Seyyid Ahmed Arvasi, Doğu Anadolu Gerçeği, Burak Yayınevi,1986
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.