Benlik Karşısındaki Ağlamaklı İç Çekişler
Boş bir koridorda dolu gözlerle beklerken, hayat yanlış intiba bırakır yüreklerde.
Resmiyete dökülmemiş ölüm raporu gibidir o kimlik. Dolarken kül tabakları o beyinler nasıl çırpınır bir bilseniz. Evet, ben biliyordum. Gözümün önünde beynim, sıcacık asfaltla o kadar güzel kaynaşmış ki. Bende şaşırdım etrafta ki insanlar kadar. Beynim gözümün önünde ve ben bunun farkındaydım. O kadar berrak düşünebiliyordum ki çevredeki acı dolu bakışmalardan rahatsız bile olmuştum. Kalkıp, beynimi kucaklayıp “ne bakıyorsunuz ulan, ölmüyorum a**” diyesim geldi. Ama bu durumda şartları zorlamak bir hayli abes olurdu. İnsanların arasından bana doğru yaklaşan bir afeti görünce bir rahatlık geldi.
“Hadi tatlı çocuk, seni bekliyoruz” demeseydi akşama kadar orada yatabilirdim. Hiç kusura bakma ağabey, zaten ölmüştüm ben, bu hatunu bari kaçırmayayım. Tatlı çocuk dedi inanabiliyor musun? Cansız bedenimi olay mahallinde bırakıp uzaklaştık. Koluma girmesini beklerken Pegasus’una doğru koştu, bindi ve elini uzattı. Haddinden fazla güçlü kollarıyla kaldırdı beni. Havalandık.
“Cenaze törenime geleceğim mi ?”
“Daha 2 gün var, birlikte geleceğiz” dedi. At çok hızlıydı. Gözlerim yaşardı. Çok geçmeden de uyuyakalmışım.
Cama çarpan acemi dinazorun gürültüsüyle zıpladım yataktan. Uyandığımda uyanmak istemeyeceğiniz bir yataktaydım. 5 yıldızlı bir otelin suiti gibiydi. Daha önce suit görmedim ama ancak bu kadar güzel olabilirdi. Artık odamdan çıkmalıydım zira nerede olduğum düşüncesi beni mahvediyordu. Hemen etrafı gezmeliydim.
O kadar serbest bir yönetici var ki odamdan çıktığım gibi kiliseye gittim. Bilirsiniz “elalem ne der ?” baskısı beni de vurmuştu dünyada ve hep merak etmişimdir kiliseyi. Kilisede çalan müzik insanı alıp götürüyordu düşsel harbe. Oturdum boş bir koltuğa. Karşımda çarmıha gerilmiş İsa. İlk kez bu kadar büyük bir çarmıh görüyor olmam garip bir his yarattı. Fazla durmadım zaten içerde. Zira meraklı gözlerim rahatsız edebilirdi musikişinas Hristiyanları.
Burada ki ilk günüm şerefine barın yerini bulmalıydım. Köşe başında GPS cihazı gördüm. Tam karşıdan karşıya geçerken bir çocuk gözlük camlarımı silmeye yeltendi. O kadar çocuktu ki paçamdan tırmanmaya başladı. Güç bela silkeledim yere. Barın yerini öğrendim ve ilk kez okula gidiyormuşcasına bir heyecanla yürüdüm. Ne kadar içtiğimi bilmiyorum ama bilincim iflasın eşiğindeydi.
Gözümü açtığımda kumsaldaydım ve yalınız değildim. Kocaman bir baş ağrısı da vardı. Yemin ederim hiçbirşey hatırlamıyordum. İlk sarhoşluğumdu Dilara’dan sonra. Her erkeğin unutamadığı birisi vardır mutlaka. Dilara ne zaman gelecek buraya acaba. Aşırı derecede hastalıklı düşünmeye başladım. Bir insan sevdiğini görebilmek için ölmesini dileyebilir mi ?
Bu deniz, bu kumsal hep aynı etkiyi yaratıyor. Efkar. Her giden dalga tek darbeyle geri dönüyor. Dalga ile hemhal mi oluyoruz acaba. Geçmişimiz tek anıyla canlanıyor. Neyse ki kendimi bile kandırabiliyorum unuttuğuma.
Sıcak simit kokusu bastırıyor hüznümü. Olduğum yerde iki tam tur attıktan sonra ancak görebiliyorum büfeyi. Kum üzerinde patinaj çekerek varıyorum.
“İki simit alabilir miyim?”. Garson kız ( büyük ihtimal insan değildi) o kadar nazik davranıyor ki hayatımı sıfırlayasım geldi. Şansımı biraz daha zorlayarak :
“Beni 10 dakikalığına sevebilir misiniz?” dedim. Su içmek için eğilen ceylan ürkekliğiyle baktı. O gözler içinizi yakar. Sessizliği tokat gibi indi uyku kokulu yüzüme. Simitleri alıp uzaklaştım hemen.
Sahil boyunca aheste aheste yürüdüm. Beynimi boşaltırcasına ağladım yalnızlığıma. Ağırdan bir şarkı çalmaya başladı kulağımda. Tanrının bana bir kıyağı olduğunu düşündüm. Bir kez de onun için ağladım. Ceplerim, cüzdanım ağlamak dolu sanki, herkese harçlık dağıtır gibi ağlıyorum.
“3. Gün”
İnanamazsınız. Burada bile tüm inançlara saygı var. 50 metre uzağımda Budistler “ooum” eşliğinde kendinden geçiyorlar. Hemen önümde çanlar çalıyor. Biraz ilerisinde ezan sesleri. Bu sesleri ilk kez bir arada işittim. İnsanın içi kıpır kıpır oluyor. Enteresan bir his. Neyse ki bar geldi aklıma yine. İnanmak belli bir derece umursamayı gerektirir ki ben bunu hiç başaramadım. Bundandır alkolün çekiciliği.
Bir miktar demlendikten sonra çıktım bardan. Galiba Budistlerle takılma vakti geldi. Ruh göçü yapmayı düşünürken zaten ruh olduğum gerçeğiyle sarsıldım ve vazgeçtim. İkileme düşmek gerçekten can sıkıcı bir süreç. Bilgisayar oyunu alıp kafa dağıtmam lazım. Ölmek kalbimi kırdı biraz. En kaliteli bilgisayarda son sürüm Call of Duty 10 oynamak iyi bir deneyim oldu. Oyuna kendimi nasıl kaptırdıysam odama giren afeti görmedim. Omzuma dokundu, kulak tırmalayıcı bir çığlıkla yüzünü görüp sakinleşmem bir oldu. Cenaze törenimi unutmuşum. Acilen çıktık evden. Atladık Pegasusa dünyaya gittik. Bizim mahalleye. Evin önü araba dolu. Yakınımız, yakınanımız, haberi duyan herkes gelmiş. Hepsine tek tek teşekkür ettim ama görmediler. Hani görseler bu sefer hakikaten öldürürler (sanki hakikaten ölmemişim gibi). Bir ara oturanlar arasında dedemi gördüm. O da bana doğru baktı. Gidip elini öptüm. Çok özlemişim :
“Evlat, nasıl oldu bu olay?” dedi.
“Ah dedem. Sığırın biri kırmızı ışığın dur anlamına geldiğini bilmiyormuş. Bende onu görmedim. Malumun, kafa bir yere gövde bir yere fırladı” dedim.
“Neyse geçmiş olsun. Yerin yurdun belli oldu mu? Bir sıkıntın var mı?”
“Yok dede. Şimdilik alışma sürecindeyim”.
“Hadi, millet camiye gidiyor. Bir arada yanıma uğra”
Tabutum musalla taşında. Pek bir şey hissedemedim. Tiyatro oyunu gibiydi. Babam. Zar zor ayakta duruyor. Tüm kainatı yok edecek gibi bakıyor. İlk kez o kadar çaresiz gördüm onu. Gözlerim kızarmaya başladı. Ağabeylerimi gördüm. Bıraksalar canlandıracaklar beni. Cami avlusunun diğer köşesinden donmuş bir şekilde izliyorum. Yine o insani duygu. Gözlerim ağlamaklı, yutkunmak güç, bağırmak içten sessizce. Ben boyut değiştiriyorum ve geride kalanlara büyük bir acı veriliyor. Sebep ! Anlamsız, gereksiz. Bir insan dünyaya gelir. Aile kurulur. Çok büyük ve güçlü bağlar oluşur ve tek tek elinden alınır o insanlar.
Envai çeşit dualarla toprağa verilişimi beklemeden gitmek istiyorum. Evet, kendimden kaçıyorum.
“3. Ay”
Tam 3ay kendime gelemedim. Dört duvar arasında saç sakal kardeş oldu. Bu harikalar dünyasının hengamesi anlaşılan o ki beynimi ele geçiremedi.
Her nereye baksam o eski heyecan bulamıyorum. Herkes çok mutluydu, nasıl başarabiliyorlar anlamıyorum. Yıllar geçtikçe bende onlar gibi mi olacaktım. Düşünmez, sorgulamaz ve her koşulda aptal aptal gülücükler mi saçacaktım. Aynı duygular ben ölmeden önce de vardı. Yoksa dünya bir önceki hayatımızın “harikalar diyarı” mıydı ve biz asimile mi olmuştuk orada da farkına varamaz hale gelmiştik. Artık her şey gözüme batar hale geldi. Sonsuza kadar böyle mi devam edecekti? Sonsuzluk kavramı ne korkunç ama. Sonu olmayan. Eğlencenin sonunun olmadığını bir düşünsenize. 100 yıl bir insan aynı şeylerle eğlenebilir mi ?
“4. Ay”
Çoğu zaman, hayattayken bedenim bir hapishane gibi gelmiştir bana. Gözlerimden fırlayıp çıkacak gibi oluyordum derin düşüncelere daldığımda. Şimdi ise o derin düşüncelerin ulaşabileceği son noktaya geldim. Fakat yine aynı his. Bu sefer ölerek de kurtulamam. Burada neredeyse dördüncü ayım. Artık ilgime çekecek bir şey kalmadı. Tamam, ne istersen bulabiliyorsun da her şeyi gördükten, tadını çıkardıktan sonra yapacak bir şey kalmıyor geriye. Faniliğin çekici tarafı sınırlı olmasıydı. Hayat dolu dolu geçiyordu. Düşünsenize, luna parkta müebbet hapis yattığınızı. İnsanı eğlenceden soğutur. Keza eğlenceden soğudum. Hüzünden, neşeden, gülmekten ve aklınıza gelebilecek her türlü histen. Bizi biz yapan fani hayatın öğrettikleri burada bir işkenceye dönüşüyor. Sonsuz bir ızdırap.
Sonsuz bir yaşamı kim ister ki ?
YORUMLAR
bi kez daha masal tadında bi son beklerken yine bir soruyla bitiriyosun... beni bu kadar şaşırtmayı bıraktığın zamanı düşünemiyorum ama eminim sen yine de bulursun.. zaten üsluba filan değinmiyorum bile artık o konuda yeterince kanıtladın kendini..:) ama ufak bi gözlem diyeyim, sanırım kendini cenentte sandın, bu kadar buhran sıkıntı ve çekilmezlik varsa neden cehennem olmasın devamında dilara.yı da al yanına öptüm kocaman..:)
plasebo
plasebo
Okutmanın doruğunda bıraktın, kaldım...
Önceki eserlerinde harika ve ötesi gibiydi...
Söylesenize ölmeden ölmüş gibi yapmak ve bunu yazmak nasıl bir hissti! ( Şaka tabi)
Ben pek övgü kelimeleri kullanmayı sevmem ancak nutkum tutulduğundan,
Tek cümle ile yetineceğim...
" Harikulade bir kaleme sahip, harikulade kelamların var..."
Tebriğimle...