- 1044 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLDÜRÜLEN ŞAİRLER(23): İsmail Maşûkî
Mustafa CEYLAN
************************
“Ey gönül bir derde düş kim anda dermân gizlidür
Gel eriş bir katreye kim anda ummân gizlidür
Terkedüp nâm ü nişânı giy melâmet hırkasın
Bu melâmet hırkasında nice sultân gizlidür
Tut Hak’ı bilmek dilersen ehl-i irşâd eteğin
Niceler bilmediler kim böyle erkân gizlidür
Değme bir hor ü hakîre hor deyu kılma nazar
Kalbinin bir kûşesinde arş-ı Rahmân gizlüdür
Bu cihân dervîş nam oldu hicâb-ender-hicab
Sen hicâb altında kaldın sanma sultân gizlidür”
İsmail Maşûkî
*
Hacı Bayram Veli erenlerinden birisi olan İsmail Maşûkî aleyhinde, padişah Kanuni’ye bir çok şikâyet götürülür.Fitne ve fesat hortlatılmıştır. Padişah, bu fitnenin durdurulmasını ister. Ama, Maşûkî, “Ben âkıbetimi biliyorum” diyerek bu isteğe olumsuz cevap verir. Ve sonunda on iki talebesiyle beraber Üçler Mescidi’ nin olduğu yerde idam edilir, cesedi ve kesik başı denize atılır.
Maşûkî’nin talebelerinden Hasan Efendi, Hocasının öldürüldüğü yerde kardeşiyle beraber bir mescid inşa eder ve bu mescide Üçler Mescidi adı verilir.
*
İsmail Maşûkî, Hacı bayram çizgisinde, Ayaşlı Bünyamin’in müritlerindendir. 1508 yılında doğduğu ve 1539 yılında 31 yaşındayken idam edilerek öldürülen şairlerimizdendir. Babası Aksaraylı Pir Ali Dede’dir. İsmail’e Maşûkî adını veren önderi-hocası Ayaşlı Bünyamin’dir.
*
Kanuni Sultan Süleyman, zaman zaman tebdil-i kıyafetle halk arasına, çarşı pazara çıkar, “halk ne yiyor, ne diyor, ne düşünüyor”, bizzat kendi araştırıp sorarmış.
Gene, günlerden bir gün, Aksaray’da Pir Ali Dede’nin mehdilik iddiasında olduğu Kanuni’ nin kulağına çalınır. Padişah İran Seferi için hazırlık yaparken, tebdil-i kıyafetle Aksaray’a Pir Ali Dede’nin yanına uğrar. Pir ile görüşür. Kendisine kadar gelen şikâyetlerin asılsız olduğunu bizzat kendisi öğrenir. İran Seferi dönüşünde de dost edindiği Pir Dede’ ye uğrar ve ona ikramlarda bulunur. Bu ikramları kabul etmeyen, “dünya nimetinde gözümüz yok” diyen Pir Dede’ye Padişah:
-“Madem öyle, oğlunuzu İstanbul’da görmek dileriz.” Der.
Dede:
-“Oğlumuzun adı İsmail’dir, kurban olmaktan dönmez” der ve Padişahın isteğini kabul eder.
*
Henüz pek genç yaşta olmasına rağmen İstanbul’un en önemli camilerinde vaazlar veriyordu. Genç yaşı sebebiyle halk arasında Oğlan Şeyh adıyla meşhur olmuştu.
Gölpınarlı’nın aktardığı bir rivayete göre Maşuki, müritlerine bazen "Allah, Allah" zikri yerine "Allahım, Allahım" dedirtirmiş. Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle oniki öğrencisiyle birlikte padişahın yanına gelen İsmail Maşuki, padişahın önündeki sorgulamasında Vahdet-i vücud’a dair görüşünde ısrar etmiş ve Şeyhülislam İbn Kemal’in fetvasıyla öğrencileriyle birlikte idam edilmiştir.
*
Denize atılmıştır Maşûkî’ nin kesik başı ve vücudu ya, rivayet edilir ki, talebelerinden birisinin rüyâsında:
-“Başım cesedimden sonra varacak Rumeli Hisarı civarına. Kayalar mezarlığı var, oraya, defnedin e mi!” diye seslenir.
*
Oğlanşeyh Camiinin avlusunda bir mezar… Taşında şunlar yazılıdır :
“Ya Hu !
Tarikat-ı Aliye-i Bayrâmiyye Ricâlinden
Aksaraylı Pîr Ali Efendi’nin Mahdûmu
Kutbü’l-Ârif’in ve Gavsi’l-Vâsilîn
Şehîd İsmâil Ma’şûkî
Hazretlerinün Rûh-i Saâdetlerine
Lillâhi’l-fâtihâ
Sene
935
*
Anlatılır:
Kanuni Sultan Süleyman Topkapı Sarayı’nda dinlenmek için denize nazır bir yerde otururken denizden çıkan İsmail Maşûkî ve müridlerinin semaya başlayıp ‘Ne yaptık biz size de bizi öldürdünüz? Suçumuz neydi ey padişahımız? ‘ dedikleri ve bunun üzerine padişahın da çok ağladığı söylenir.
*
Vahdet-i Vücut felsefesine inanıp, onu savunan Melâmiler, tarih boyunca takıbata uğramışlar, sürülmüşler, zulüm görmüşler ve de idam edilmişlerdir. Maşûkî, bir melâmî şairidir. Coşkun yüreği, iman ve inancıyla yoğurmuştur vaazlarını ve şiirlerini. Ayasofya ve Bayezıd camilerinde vaaz ederken coşkunluğu sebebiyle çevresinde çok sayıda insan toplanmış ve bu insan topluluğu onun melâmiliğini “zındıklık” olarak niteleyenlerce, korku ile karşılanmıştır. Saraya götürülen dedikoduların temelinde bu yatar.
*
SON SÖZ İSMAİL MAŞÛKÎ’ DEN OLSUN :
Demiştir ki :
“Gel ey sofi bizi men’eyleme aşk-ı tevellâdan
Muhabbetdür ezelde kısmet olan bize Mevlâ’dan
Şarâb-ı aşkıyla yarün ezelden olmuşam bî-hûş
Ebed ayrılmazam andan gönül geçmez bu sevdâdan
Gel ey aşk odına yanmış gönül âyînesin pâk it
Cemâlin göstere cânân ki tâ kalb-i mücellâdan
Şu dil kim âteş-i aşka yanup küllî kül olmaya
Ne bilsün zevkini aşkın ne duysun hâl-i şeydâdan
Gçnül mürğı uçar her dem o dildârın hevâsından
Anın aşkı kanadıyla geçer arş-ı muallâdan
Gönüldür menzil-i cânân gönüldür vâsıl-ı Rahmân
Gönüldür âşık-ı sâdık değil hâl-i temennâdan
Firâkın nârına yandım yetiş ey Yûsuf-i Mısrî
Hicâb-ı hicrüni kaldır ki bu Ya’kub-i âmâdan
Senin hüsnündürür yâ Râb ki Yûsuf’ da eder cilve
Senin aşkındurur yâ Râb zuhûr eder Zelihâ’dan
Bu gün ey dil temâşâ kıl cemâl-i vech-i cânânı
Şu kim görmez anı bugün yarın olur ol a’mâdan
Kamû eşya eğerçi kim haber virür cemalinden
Veli insan olan ismin nişân virür müsemmâdan
Düşübdür derbeder âşık taleb eyler dilârâyı
Dilârâdur gönül içre haber ister dilârâdan
Kanı Ferhâd ile Şîrîn kanı Vâmık ile Azrâ
Kanı Mecnûn-i ser-gerdân haber vir bana Leylâ’dan
Çü sensün âşık u ma’şûk çü sensün tâlib ü matlûb
Haber vir gel nedür şahum murâd olan bu gavgâdan.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.