- 1163 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşamın İçine Etmek!..
Hayatla dans etmenin ve onunla aynı sahnede olabilmenin farklı yolları var. Silik bir yüzle bir coğrafyadan gelip geçmenin ve ardında hiçbir iz bırakamadan hiç olabilmenin karşılığı da unutuluştur. Bizler o unutuluş çeşmelerinden akan sularla önce ellerimizi, ardından tenimizi yıkarsak o devasa serinliğin farkına varır ve kana kana sular içerek derin oh’lar çekebiliriz.
Artık ne etsek içine sığamadığımız bir yaşam bekliyor bizi. Gölgeler peşimizde arsız bir rakkase gibi izlerken, gözaltlarımızdaki keder torbaları günden güne büyürken amaçsız yaşamlara alıştırıyoruz kendimizi. Özünü ve değerini yitiren besinler yığınağını günden güne tüketiyor, karınca kolonileri gibi her sabah yuvalarımızdan dışarıya çıkıp, yarınımıza yatırımlarımızı hep erteleyerek yaşamın arka sokaklarında kayboluşlarla sonumuzu bekliyoruz.
Bakir düşlerimizin terkisinde bulabildiğimiz, keşfini kendimizin yaptığını sandığımız minik avuntularla özgür bir su birikintisinde gülümsememizi arıyoruz. Donuk yüzümüzde sevgisiz haykırışlar, yorgun gönlümüzde umarsız kayboluşların şifresini çözmek için hiçbir çaba sarf etmiyoruz.
Bir ömür ekranının başında yürek isyanlarımızı susturmayı diledikçe o kocaman gün kısalıyor, günlük koşuşturmacalarla, her gün değişen gündemlerle, avuntumuz olan alışkanlıklarla sözünü ettiğimiz ömür gelip geçiyor. İnsanlar her an farklı iklimlere taşınmaya hazır ve o yerlere yaptıkları yığınaklarla bir anda o güzelim yerlerin de defterini dürüyorlar ve arkalarında bıraktıkları çöp ve hüzün yığınlarıyla yeni yerler keşfetmenin maceralarına atılıyorlar.
Her insanın özlemidir huzura ve mutluluğa yolculuk yapmak. Kısacık ömür saçaklarına sıkı sıkıya tutunarak yeni yerlerde o mutluluğu yudumlamak içindeki en asil uhdedir. Bir zaman makinesinin kulunu çekerek nerelere gitmeyi istemez ki!. Kimi çocukluğunu yeniden yaşamayı, kimi yaşayamadığı tüm güzellikleri bir nebze kucaklamayı, kimi de doyamadığı yaşamın birkaç karesinde tekrar yer almayı diler.
O doyumsuz yaşam karelerine yeniden dönebilmeyi dilediğimiz anlarda en büyük yanılgımızdır aslında içerisinde olduğumuz anların kıymetini bilememek. Bir kasabaya, köye ve ücra bir yerleşim yerine gittiğinizde oradaki bakir yaşamın her karesine kendinizi sığdırmayı bilemediğiniz için hep o iç çekişi yaşarsınız bir zaman sonra. Nefis bir yemek yersiniz, ardından çayınızı, kahvenizi içersiniz, yetmedi üzerine yanıksı bir yayla dondurması yediğinizde, ‘Ohh beee’ diyerek derin bir nefesle damağınızdaki o doyumsuz lezzeti hissedersiniz ve işte o ah yeniden hayatı hazmedersiniz.
Günden güne kaybolan değerlerimize yeni halkalar eklerken, örneğin içerisinde bulunduğumuz Ramazan ayında bir davulcunun davul sesini bile özlerken yeniden düşünmenizi, her kayıp giden günde neleri kaybettiğimizi bir kez daha irdelemenizi istiyorum. Bir ilçede, bir kasabada pencereden esen rüzgarla yanık bedeninizi seviştirirken, yorgun ruhunuzu bu güzelliklerle dinlendirirken gecenin bir yarısında kapınıza gelen ve size eski zamanların manilerini okuyan ramazan davulcusunun o efsunlu sesini ne çok özlediğinizi size kim hatırlatacak bundan sonra, siz istemezseniz!.
Kavun ve karpuz ekili bir tarlada yürürken, ayçiçeği tarlalarından kopup gelen sessizliğin ve o muhteşem şölenin hangi karesinde olmak istersiniz!. Amaçsız yaşamaların, banka ve ödeme şubelerinde kaybettiğiniz yaşam prosedürlerinin tamamını hallettikten sonra neler yapmak istiyorsunuz! Sorusuna hangi yanıtı verirsiniz!. Cızırtılı bir plaktan yükselen sesle her irkildiğinizde ve içinizi içinize katlayarak geçirdiğinizde yüreğinizdeki ve gönlünüzdeki özlem ateşini kim ne yaparak söndürebilir ki!.
Günler birbiri peşi sıra tükenirken her gün bir tanıdık yüzün aramızdan ayrıldığını, minarelerden yükselen ölüm salalarıyla, ‘Aramızdan ayrılan kim!’ sorularıyla ömrümüzü yeniden resetlediğimiz, her gün göz ucuyla yaşamın başladığı yerlere bakıp, ‘acaba ne kadar kaldı’! dediğimiz bir düşler sahnesinde alkıştan başka nedir beklediğimiz!.
İlkbahar, yaz, sonbahar kış. Meğer 4 mevsimi yaşamak ne kadar maharet istermiş!. Birbiri peşi sıra akıp giden günlerin tozlu sokaklarında büyüdük, serpildik, hayatla kimi hüzünlendik, kimi seviştik ve gün gelip zehrini içerken, gün geldi güzelliklerini yudumladık. Yaşamın her zerresini gönlümüze bezerken durup bir köşede soluklanmadık ve düşüncelerimizi kendimize bile söyleyemedik. ‘Nerede yanlış yaptık, neleri yaşarken kıymetini bilmedik, neleri yaşamak uğruna elimizdekileri heba ettik!.
Hangi açıdan bakarsanız bakın hayat iki boyutlu bir film. İlk boyutunda yaşam, diğerinde ölüm. Bizler sona yaklaştığımızda, yani her şeyin, her güzelliğin kıymetini bildiğimizde ne yazık ki çok geç oluyor, ‘Sigara paketlerini buruşturup bir köşeye attığımız ve yenilerine sarıldığımız anlarda, ‘bana bir şey olmaz’ dediğimiz, sonrasında da onun zehriyle ve riskleriyle bir köşeye itildiğimiz odalardan yaşamı izlemek gibi gerçek. Taşa vurduğumuz başlarımızdan bir gram kan akmıyorsa, elden ayaktan kesildiğimiz ve o düşler sahnesinde rolümüzü beklediğimiz bir bekleme odasında son kez şu soruyu soralım kendimize yüreklice.
“Yaşadığımız her an yaşamın içine ettik, acaba tüm bunları ederken kendimize mutlu olabilmek için hangi yaşam elbisesini biçtik”!..
Yaşamın kıymetini her an bilebilmeniz dileğimle…
YORUMLAR
Yaşadığımız her an yaşamın içine ettik, acaba tüm bunları ederken kendimize mutlu olabilmek için hangi yaşam elbisesini biçtik”!..
Yaşamla savaştığımız anlarda oldu,,daha güzele iyiye doğru..Ama bazen ne yaparsanız yapın tüm gayretler boşa çıkıyor,,Her şey kısmetin kadar,,Kaderci değilim asla,,savaşçı bir ruhum var ama,,çoğu şeye gücüm yetmiyor,ama asla yenilmiyorum da hayata,ite kaka yaşıyoruz aslında..Adaletsiz bir dünya,anlamadım gitti...Ne kadar iyi olsakta,mıknatıs mı yuttukta bu kadar olumsuzluk ve bencil insan karşımıza..İyi olmak suç olmuş dünyada..