- 609 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ARMAĞAN
ARMAĞAN
Baba ile oğul kuşluk vakti dağa gitmek için evden ayrıldılar.Niyazi, oğlu Yaşar da yanında olacağından erken gitmemeyi tercih etmişti.Sabah erken kalkmış, gün ağarır ağarmaz gaz lâmbasını söndürmüştü.Karısı Hatçe’den tarhana çorbası istedi.Sabah sabah, beş kişi bir güzel tencerenin dibini buldurdular.Sonra herkes bir yerlere dağıldı…
Çocuk on yaşlarında bir şeydi.Bu kış günü okul yarıyıl tatilinde olduğundan, babasıyla zeytinliklere çıkmak istemişti.Orada yaşayacağı şeyler, arkadaşlarıyla oynayacağı oyunlardan daha zevkli şeyler değildi.Fakat küçük Yaşar, zeytin dağının havasını, suyunu çok seviyor,ayrıca babasıyla yol arkadaşı olmak, onunla birlikte bulunmak ona mutluluk veriyordu.Üç beş gün önceden zeytin işleri bitmiş, toprak küplerine yağlarını doldurmuşlardı. Fakat zeytin iki yılda bir sefer ürün verdiğinden, hasadın ardından ağaçları iyi bir budamadan geçirmek icap ederdi. Niyazi, baltasını, testerelerini, av malzemelerini bir çuvala koymuş, sol elinde sallarken, sağ omzuna da dedesinden kalma tek kırma av tüfeğini asmıştı.Ne olur ne olmaz, domuzların cirit attığı bu dağlarda hiç değilse güveneceği bir şey olsun, istemişti.
Evlerin bitip de dağlık arazinin başladığı yerde kışın canlanıp, yazın kuruyan, geniş ve dolgun bir dere akar. Bir köprü olmadığından, her seferinde içinden karşıya geçmeleri gerekir.Önce pabuçlarını çıkarıp, elindeki eşyalarını karşı tarafa bırakıp geldi.Sonra oğlunu sırtına bindirip, tekrar karşıya geçti. Soğuktan titreyen ayaklarını umursamadan çoraplarını giymeye başladı. Pabuçlarını ayağına geçirip “Hadi bakalım” sözünü başıyla da tasdikleyerek yola koyuldular. Konuşa oynaşa dağa çıkıyorlardı.
Dağın eteklerinde önce tek tük, sonra kümeler halinde zeytin ağaçları görülür.Zeytin bu tepelerin ve dağların öz evladıdır. Buradaki ağaçları ovalara, düz yerlere dikseniz, dağlardaki verimi ve lezzeti hiçbir zaman bulamazsınız. Bu on binlerce ağaç hep birer delicenin aşılanmasıyla yapılmıştır.Bu yüzden köylü ile ağaçlar adeta akraba gibidir.Her birinde bir emeğin izleri vardır.Aşılanarak yapıldıklarından çoğu ağaç, aile içinde “aşı” diye anılır. Topan aşı, çatal aşı…Ayrı ayrı hikâyeleri bile vardır.Köylü için onlar, hayat ve umut demektir.Dağların daha yükseklerine çıkıldıkça çamlar, kestaneler ve meşeler görülmeye başlanır. Oralar her türlü yeşilin birbirine girdiği bir tablo gibidir.Cins cins canlıyı içinde barındıran bir resim.Çoğu vahşi hayvan varlığını bu ormanlarda sürdürür.Köylü daha çok eteklerdeki elma bahçeleri, sebzelik alanlar ve zeytinleriyle ilgilidirler. Hatta bahçelerine, zeytinliklerine zarar veren domuzlar yüzünden bu ormana kızmaktadırlar bile. Bazılarına fırsat versen bütün ormanı kaldırır, domuzların kökünü kazır.Çünkü tek umutları olan mahsulleri o yaramazlarca talan edilir.Zeytinlerin diplerine yaptıkları sofalar, yine domuzlarca -belediye yıkım ekipleri gibi- darmadağın edilir…
Yaşar’ın zeytinleri fazla yüksekte değildir.Dağın eteklerinde, birçok patikanın geçtiği ve sağ yanı yokuştan aşağıya uzanan bir dereye dayanmış, engebeli, fakat kat kat teras yapılmış olan, yetmiş ağaçlık küçük bir zeytinliktir burası.Zeytinliğin ortasındaki bir yere malzemeleri indirdi.Yiyecek çıkınını bir ağaca astı. Ağaçlarını budaya budaya öğleye kadar ancak bu yere kadar gelebilir, sonra oğluyla bir yemek yerlerdi.Sonra Yaşar’a yatığı (küçük testi) uzatıp :
-Git, şunu Hoca’nın pınarından doldur gel, dedi.
Çocuk önce yüzünü ekşitti.Sonra hızlı hızlı terasları inmeye başladı.Niyazi, doğruca çalılıkların arasına sakladığı ağaç merdivenini çıkardı.Tepedeki ilk ağacın başına çıkıp, bazen testereyle, bazen baltayla sık olan dalları kesmeye, indirmeye başladı.Suyu getiren çocuğa:
-Hadi oğlum, sepetini al, başak topla, diye gönderdi. Mahsulden sonra mal sahiplerinden kalanı, fakir fukara devşirir.Bu bir gelenektir.Buna “başak toplamak” denir.Küçük çocuk elindeki sepetle gözden kayboldu…
Öğleleyin bir zeytin sofasına oturdular. Çıkınlarından yeni tatlandırılmış bir kavanoz zeytinle bir çanak zeytin yağlı çökelek ve iki baş soğan çıktı.Afiyetle yemeklerini yediler. O kış Niyazi’nin işi iyi gitmemişti.Üç çocuk da büyümüş, giderler artmıştı. Eve bir çuval un alabildiği zaman, kendini bahtlı görüyordu bu günlerde. Çocuklarına epeydir bir kilo et alamamış, şöyle kemikli bir nohut yahnisi yedirememişti.Her gün ot yemeklerine, hamurlulara talim ediyorlardı.Oğlu eğer iyi çalışırsa, akşamleyin bakkaldan bir kilo helva alacaktı.Fazla parası yoktu.Olanı da en acil durumlar için saklıyordu.Bu yıl hava soğuk gitmemişti.Eğer havalar soğuk olsaydı çırpanla kuş avlayacak, karısına övüne övüne, kuş etli tarhana çorbası veya topalak yemeği yaptıracaktı.Fakat havalar sıcak gitmişti.Kuşlar istedikleri yiyeceği bulabiliyordu.Bir kaç batak veya karatavuk kuşu yakalasa ne güzel olurdu.Köylüler, at kuyruğundan kestikleri kılları, bir ip gibi kullanarak, zeytin delicesi veya çalı çubuklarından hazırladıkları değneklerin ucuna, bu at kıllarını geçirerek kuşlara tuzak kurarlar.Niyazi değişik yerlere kış boyunca böyle bir sürü çırpan kurar. Karısı Hatçe de pek sabırlı insandı doğrusu.Yoksa Niyazi, kendi başına olsa çocukları perişan olurdu.Kadıncağız her gün gündeliğe gider, kocası, parasını çar çur eder. Yine de sesini çıkarmaz; evinin çarkını döndürürdü.
Zeytinlik Niyazi’ye babasından kalmıştı.Buraya geldiği her zaman, adeta rahmetli babasının huzuruna çıkar gibi ciddiyetle çalışır, hareket ederdi.” Hayatta ne yaparsan yap, bu zeytinliği katiyen satma, burası elinde oldukça sırtın hiçbir zaman yere gelmez” demişti , babası.Bu yüzden hayatında en güvendiği ve rahat ettiği yer, işte bu dağlar ve bu zeytinlikti.Yağını, zeytinini, odununu hep buradan elde ediyordu.Kıştan bahara geçerken , buralar türlü otların , kekiklerin , çalıların hem renkleriyle, hem de kokularıyla iç içe geçtiği bir tabiat tablosu gibidir.Hele zeytinliklerin içinde kalmış olan az sayıda çam ağaçlarının çıkardığı hışırtılı sesler, bu tabloyla bütünleşince, insana doyumsuz bir zevk verir.Buralar, insanın ruh dünyasını tedavi eden bir açık hava hastahanesidir.
Akşama doğru sırtında götüreceği kadar odunu iple bağladı.
-Bu günlük bu kadar, yarın devam ederiz oğlum, dedi.Bazı eşyalarını koymak için, bir çalı kümesine yürüdü.Sonra geri geri sessizce gelip,Yaşar’a sessiz olmasını işaret ederek, eline tüfeğini aldı.Eğilerek, yavaş yavaş çalılığa yaklaştı.Tüfeğini büyük bir dikkatle çalılıktaki bir hedefe yöneltti.Göz, gez, arpacıktan sonra tüfeğini ateşledi.Ardından hemen çalılığa daldı.Bu iri bir keklikti.Budundan tutup oğluna gösterdi.
-İşte, deli oğlan, dedi. Bugünkü en büyük kazancımız!Baba oğul çılgınlar gibi sevindiler.Nihayet ağız tadıyla bir et yemeği yiyeceklerdi.Dönüş hazırlıklarını yapıp yola koyuldular.Artık mağrur ve savaş kazanmış bir komutan gibi dönüyorlardı köye.Baba odunları ve çocuğun topladığı zeytin çuvalını sırtına alıp, sepeti ve kuşu çocuğa vermişti.Dağdan ovayı gören yere gelince, Niyazi, sırtındakilerle birlikte yere oturdu.
Dağın tepesinden bakılınca, uzakta, boylu boyunca uzanan Büyük Menderes Ovası görülür.O dünyadaki birçok toprak parçasından başkacadır.Çünkü dört mevsim hep yeşildir.Yazın her karışı ekili,dikilidir.Güzün, kışın ve baharın zaten hep yeşildir.Ya ziraat yapmak için, ya hayvanları yetiştirmek için bu yeşilliklerle meşguldürler.Bu yüzden insanların boş zamanları hemen hemen hiç yoktur.Hatta tabiata ayırdıkları zamanı birbirilerine ayıramazlar.Ömürler, yazın pamuk ve incir ile kışın zeytinin arasına sıkışmış kalmış gibidir.Yine de boş zamanları kalırsa, o zamanlarını ineklerine, koyunlarına harcarlar.Fakat akşamları kadınların evlere gitmesini, erkeklerin bir müddet kahvelere uğramalarını hesaba katmazsanız, birbirleriyle hasbıhâl etmeleri için, ramazanlardaki teravih namazları ile bayramları beklemek gerekir…
Dağın eteğinden köyün girişine indiler.Eve gitmek için-yorgundular ama-acele ediyorlardı.İlk köşeye döndükleri harap evde bir manzara gözlerine çarptı.İki yıl önce ölen Salih Dayı’dan kalan yoz köpeği yavrulamış, renk renk, alacalı bereceli beş yavruya meme vermeye çalışıyordu.Eğer cins köpek olsaydı, mutlaka değişik gerekçelerle onlara sahip çıkan birisi olurdu.Ancak, Kınalı yoz bir köpekti.Bu yüzden, diğerlerine verilen şans ona hiç verilmez.Çocukluğu da, yetişkinliği de hep perişanlık içinde geçmelidir.Anne olması, beş yavrusu olması da talihini değiştirmeye yetmez.Bir meziyetinin bulunmaması, onu, dünyada insanlardan gelecek bütün şefkat duygularını gölgeler.Böylece bomboş karnıyla kendine bile yetmeyen vücûdu, yavrularına ne verebilirdi ki?Yavrularına sevgiyle bakan gözleri, onlardan ayrılınca, boş ve endişeli bakışlara dönüşüyordu.
Niyazi, sırtındaki yükü indirdi.Oğluna:
-Ver şu kekliği, diye emreden bir ses tonuyla bağırdı.
-Ne yapacaksın?Anneme pişirteceğim.Çocuk, babasının ses tonundan irkilmişti.Butlarından sallayarak babasına uzattı.Niyazi, onu iki eliyle avuçladıktan sonra, yavaş yavaş Kınalı’ya yaklaştı.Köpek yavruları için endişesinden hırlamaya başladı.Niyazi:
-Korkma kızım, bak nasibinde ne varmış, diyerek koca kekliği köpeğe fırlattı.Köpek şaşkınlığın ardından, ok gibi fırlayarak, kuşu çıtır çıtır parçalayıp yemeğe başladı.Çocuk et yeme hülyasının bitmesiyle kahroldu.
-Neden öyle yaptın baba?Dedi, o nihayet bir köpek.
-Hayır oğlum, o, bir köpek değil, bir anne, diyerek oğlunun başını okşadı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.