- 720 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"TOPRAK DAMLI EVİMİZ"
TOPRAK DAMLI EVİMİZ
Bir mahallenin kırsalında çatısı topraktan olan bir evimiz vardı, mevsimlerden sonbahar ve dışarıda insanın kanını donduracak bir soğuk ve çok yoğun şekilde yağan kar tanecikleri vardı, İşsiz bir babanın beş çocuğu olan ve hepside tek odasında sobası bulunan kısımda tavukların pineklemesi gibi pineklerdik sobanın yanı başına, yer kapma savaşı olurdu aramızda ve bu yüzden çıkan kavgalarımız, bunu gören evin reisi yani babam bir hışımla ayaga irkilerek o derin ve kalın sesiyle bize kızar uslu durmamızı isterdi.
Evimizin çatısı topraktı en ufak bir yağışta hemen hemen bir kaç odasında akıntılar olurdu, Arada bir Babam çatıya merdivenle çıkar ve damın akan kısımlarını bizim oraların tabiri ile ( LOĞ ) denen silindir şeklindeki bir betondan yapılmış bir aletle bir o yana bir bu yana toprağın zemini sertleştirmeye çalışır ve üstüne arada bir saman serpiştirerek daha kuvvetlenmesini ve akıntı bırakmamasını sağlardı. Bir seferinde öylesine üzücü bir olay geldi ki babamın başına hepimiz çok korkmuştuk, babam yine her zaman ki gibi toprak damlı evimizin çatısını loğlamaya çıkmıştı ve ben o esnada annemle evin iki metre genişliğinde olan bahçe kısmındaydık babam işini bitirmiş damın karlarını temizlemiş ve merdivenin basamaklarından yavaş yavaş inmeye çalıştığı esnada daha ilk basamağa basmamıştı ki pata küte damdan aşağı yere düşüverdi, hepimiz o an ne yapacağımız şaşırmış telaş içinde bir o yana bir bu yana koşuşturuyorduk, Annem babamın kolundan irkilmesi için çabalıyor bizlerse korkunun şiddetiyle öylesine bakınıyorduk. Annem Babamı ağrı ve sızılarla ayağa kaldırdı odaya sobanın yanı başına minderlerin üstüne boydan boya yatırdı. Ve ben hayatımda erkek adamın ağladığına hiç şahit olmamıştım hele hele o heybetli uzun boylu babamın, gözlerinden buharlı buharlı öyle bir yaş geliyordu ki içleri sızlatan bir yaş, fakirliğin ne zalim ve acımasız olduğunu, elleri kolları nasıl bağladığını şimdi yeni yeni fark etmiş ve anlamıştım, çocuk aklımız pek ermiyordu varlığa ya da yokluğa, ama o an en anlamlı şekilde anlatmıştı kader bizlere hem de gözlerimizin önüne sererek. Babam o akşam sabaha kadar acılar içinde kıvranarak hiç uyumadı garip anacığım sabaha kadar onun başında nöbet tutmuş o da sabaha kadar hiç gözünü kırpmamıştı. Bizlerse yarı uyuyor yarı babamın iniltisiyle uyanıyorduk.
Sabahleyin annem sobayı yeni yakmış babamsa sobanın yanı başında yarı uzanmış bir şekilde öylesine uzun uzun dalmış gitmişti düşüncelere, bizlerse beş kardeş yavaş yavaş ve teker teker kalkıyorduk sıcacık yatağımızdan, Annem buz kesen mutfakta çay suyunu koymuş kahvaltı hazırlıyordu bizlere, oradan içeriye doğru hadi biriniz ekmek alıp gelsin diyordu ama kimseden ses çıkmıyordu en zor en çekilmez bir işti, hele hele böyle soğuk bir sabahta dışarı çıkıp ekmek almak, lakin birilerinin alması gerektiğini akıl edemiyorduk hep kaçmaya çalışıyor birbirimizin üstüne atıyor o gitsin ben gitmem bana ne deyip aradan sıvışmaya çalışırdık diğer taraftan kardeşimse ben gitmem üşüyorum o gitsin hem ben dün aldım sıra onda diyordu, annemse bana hadi oğlum alıverin gelin bak çay hazır diyordu çaresiz gittim aldım geldim ve kavga içinde paylaşamadığımız kahvaltıyı bitirdik,her kahvaltıda mutlaka kardeşler arasında ya ekmek kavgası ya da yumurta tabağını son kalan lokması için savaşırdık.
Bu fakirlik ne amansız bir hastalık ne illet bir durum böyle, babamın herhangi bir işi yoktu bizlerse küçük olduğumuzdan eve herhangi bir gelir sağlamıyorduk.
Babamın yaşlı bir atı vardı onunla dağa çıkar dağdan odun toplar bir kısmını eve yakacak olarak ayırır bir kısmını satmaya çalışırdı hayatımız sadece buna bağlıydı ve bununla beş çocuklu evin geçimi sağlanırdı, Allah korusun babam bir ölseydi diye bazı zaman hiç ermeyen aklıma bu tür sorular takılırdı ve çocuk aklıyla tekrar unuturdum.
Hiç sevmezdim kışı ben hiç hoşlanmazdım. Çünkü kış çok zor geçerdi bizim için babam çalışamaz arada bir havanın durumuna göre giderdi odun getirmeye, bir de oyun oynamak için çıkamazdık çıksak ta annem kızardı bizlere, güya üstümüzün pis haliyle eve giriyor ve evin halılarını pis pas ediyoruz diye.
Derken yıllar ardı ardına gelip geçti babam kale dibinde bulunan postaneye işçi olarak girdi, ablalarımdan ikisi evlenmiş bense Yozgat ta bir okulu kazanmıştım, küçük kardeşimse okumayı tercih etmemiş ve bir akrabamızın yanında işe girmiş orada çalışıyordu, diğer kız kardeşim kalmıştı sadece annem ve babamla birlikte o da telli duvaklı gelin olacağı günü bekleyerek.
VE....
Akıp giden yılların ardından,
O derme çatma çatısı akan tek sobalı evimizin beş çocuklu hanesi birer birer hayatın akışına kapılmış ve her birimiz o çetin soğuk kış gecelerinin o fakirliğin acı yüzünden bir nebzede olsa kurtulmuş, "Her yeni doğan güneşe merhaba" umutlarıyla hayatın dallarına tutunmuşuz.
SAYGILARIMLA
MURAT KAYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.