- 1814 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Aslını Arayan Şiir Konudan Sapan Yazı
Bir yazı başlamak istiyorum şu an. Yazdığım şiirler ile kendim arasındaki kavgalar, çatışmalar, beğeniler, beğenmediklerim, onlarla sohbetlerim, kısacası kendi şiirlerimle yüzleşmemi dile getirecek bir yazı. Bu yüzleşmenin sonunda yüzüm çok kızarabilir belki. Herkesin gözü önünde başarısız bir çalışma ile yazıyı sonuçlandırmak riskli bir şey elbette. Fakat kötü şiirlere borçluyuz kendimizdeki en ufak gelişmeleri. (Leslie Eales Priest: Leslie needs Shopping Bags to upgrade their Level 3 Mall –tık-) Hatalı ve beğenmediğimiz çalışmalarımız olmasa bir adım ilerleyemeyiz diye düşünüyorum. (Linda Walton: Linda Rescues Charlie the King Charles Spaniel! –tık-) İki yüz civarında şiirimi de tamamen yok ettim daha öncelerde. Her neyse, konuya geçmeye geçeceğim de beynimin sinyalleri boş durmuyor ki yalnızca bu konudan bahsedeyim… (RuRu Chiang: Help! I need more US Passport Stamps for my US Embassy! –tık-) Farklı farklı konular, bir yandan cityville oyunu açık, anlık aklıma gelenler sıçrayıp duruyor hayalimde ve yer değiştiriyorlar çoğu zaman. (Mary Jean Marotto: I Need Help Upgrading My Wind Farm! –tık-) Neyse işte, yazacağım yazıda kural olmasın, gelenek olmasın, mantık olmasın, alabildiğine eleştirilebilsin. Bir yazıda olması gerekenler hele hiç olmasın. (Sana 25 Gizemli Yakut Hediye geldi. - Kabul et ve gönder-) Sonunda kendimi eğlenmiş hissedebileyim, farklı olsun.
İşte pencerem açık ve kuş seslerini dinliyorum. (Sensiz Seninle adlı arkadaşına Gizemli Yakut Hediye göndermek istiyor musun? –tık- ) Bu sesleri neden bu kadar çok sevdiğimi anlamaya çalışıyorum. (Viktória Needs Doggie Treats! –tık- aldım kemik-) Kanepeye uzanıp saatlerce kuş sesi dinleyebilirim gibi geliyor bana. Sanki uyuşturucu etkisi yapıyormuş gibi, uyumadan fakat uyuşmuş bir şekilde bu kuş seslerini dinlemek… (Send pencil –tık-) Bağımlılığa eğilimim mi var yoksa diye bir ürperti geçiriyorum. İlaçlar beynin hangi bölgesine etki ediyorsa benim de şu an beynimin o bölgeleri etkileniyor. (Eylül Güney şunu gönderdi: Merhaba! Bana ELEKTRİK TELİ gönderir misin? –tık-) Bilim adamları böyle deneyler yapıyorlardır sanırım beyin üzerinde.
Biliyorum, yazmaya karar verdiğim konular bunlar değildi. (Jane Guevarra şunu gönderdi:Hey! Can you help me out by sending me a Nails? –tık-) Asıl konuya geçmeye çalışıyorum hâlâ. Bir film izlerken aklımdan bin bir türlü düşüncelerin akması gibi işte. Hani hem çayını içersin, çayın tadını alırsın, yanında biri varsa sohbet edersin, bir iş için kalkar işini yapınca gelir filmi tekrar izlersin. Öyle işte… (Get a donut! –tık- Hay aksi kaçırdım donutu!-) Bakın nereden esti bilmiyorum, elimle çenemi tuttum bir an, belki o yüzden aklıma gelmiş olabilir. Cildiniz için pahalı ürünlerden hiç kullanmamanızı tavsiye ediyorum. Bir sırrımı vereyim bu arada sizlere. Biberiye yağı… (Newton Wang: Help! I need more Japan Passport Stamps for my Japanese Embassy! –tık- yakaladım bunu-) Evet, basit ve ucuz bir yöntem. Bir hafta göz çevrenize fazla yaklaştırmadan yüzünüze sürün, bir bebeğin cildi ile aynı yumuşaklıkta bir tene sahip olun. (send one, get one –tık- Tamam aldım-) Sanki reklam cümlesi gibi oldu ama değil. İlk sürdüğünüzde baharat yakması gibi biraz yakıyor, ikinci gün daha az yakıyor. (Send Map Piece –tık- Bunu kaçırdım-) Daha sonra cildiniz alışıyor ve on beş gün kullanmak iyi geliyor. Her şeyin fazlası zarar, bu kadarı yetiyor. (Merhaba! Bana Mor Bayrak gönderir misin? –tık-) (I Found an Action Photo of Stan! –tık-)
Dayanamayacağım, en az on dakika bir ara vermem gerekiyor. Kuşlara dayanamıyorum. Biraz uzanacağım ve uyuşacağım, uyumayacağım.
İki gün sonra…
Yazıya başladığım zaman, bundan iki gün önce öğlen namazı sonrasıydı, şimdi iki gün ve bir akşam geçti. Geceye yürüyor gün ve ben yeniden oturuyorum yazının başına. “Kuşlara dayanamıyorum, uyuşuk uyuşuk uzanacağım.” Dediğim zamanı hatırlıyorum. Benimle inatlaşıyorlardı sanki kuşlar, hiç ötmüyorlardı, kalkıp pencereden bağıracaktım neredeyse “Ötsenize yahu! Sizi dinlemek için uzanmıştım ben buraya!” Yok, yok, yok… İnanın ufacık bir kuş sesi bile yoktu, hepsi de susmuştu. “Kalksam mı, kalkmasam mı?” Diye kendimle cebelleşirken uyumuş kalmıştım. Kuş seslerinin beynimde uyuşturucu etkisi yapma tezim de böylece yıkılmış oldu. Oysa neler düşünmüştüm… Bilim adamları yanımda olup kuş seslerinin beynime etkisini araştırsalardı belki bir buluş yapabilirlerdi, bir ilaç keşfedebilirlerdi. Bu sesler beynimin hangi loblarını etkiliyor ve nasıl etkiliyor? Elektrotlarla bunlar ölçülebilir, bilim dünyasına sayemde bir katkı olabilirdi. Ne yazık ki geceden kalma bir uykusuzluğun etkisinden başka bir şey değilmiş demek. Çünkü uyumadan önce neredeyse “ Haydi ötün!” Diye yalvardığım kuş seslerinden eser yoktu. Kurduğum yanlış bir tez yüzünden bilim kaybetti yine(!)
Hâlâ neden asıl anlatmak istediğim konuya gelemediğimi düşünmüşsünüzdür belki. Düşündünüz ya da düşünmediniz bilmiyorum ama ben düşündüm. Gelemiyorum konuya bir türlü. Konuya gelmediğimin farkında olarak bir türlü konuya gelemiyorum. Aklım sıçrıyor orada burada çünkü. Şu an canım yanıyor ve dikkatim acıyan burnumun içinde, konuya nasıl geleyim efendim? Siz siz olun, elinize burnunuzdan kıl dokundu diye o kılı sakın tutup çekmeyin! Müthiş acıyor. “Burnundan kıl aldırmaz.” Diye bahsettikleri tiplere gıpta ediyorum şu anda canım böyle yanarken. Şu kıllar nelere sebep oluyorlar hayatımızda değil mi? Bir milletvekili de meclis kuaföründe kulak kıllarına ağda yaptırırken kulaklarını kaybediyordu neredeyse. Neyse ben ucuz kurtuldum, burnum sapasağlam yerinde duruyor. Acısı da hafifledi biraz ama bu sefer de karnım acıktı. Beyaz ekmeği az yemeye çalışıyoruz yemeklerde fakat alışmışız ekmeği bol yemeye, az ekmek yiyelim deyince de karın doymuyor. Artık tuzu az, kepeği bol olacakmış ekmeklerin, bir an önce başlasa da karnımız doysa. Yoksa kendiliğimizden dikkat etmiyoruz buna. İyi iyi, sevindiğim bir haberdi bu. Dışarıdan da simitçinin sesi geliyor “Taze taze, çıtır çıtır, eli yanmaya para yok!” Kebap gibi gelir insana taze simitle çayın tadı bazen. Uzaklaşmadan çağırayım hemen.
Çayı ısıttım, simidimi aldım ve keyfim de yerinde. Düşüncelerin sıçramasından kurtarayım kendimi ve konuya geçeyim. Efendim, işin aslı şu: kendim bizzat kendi şiirlerim ile kavga ediyorum. Aman kavga deyince taşlı sopalı filan değil. Medenice tartışma yani. Kavgalardan hele de taşlı sopalı olanlarından hep ürkmüşümdür. Bir küfür yüzünden birbirinin burunlarını kıran, yüzlerini parçalayan kişiler oluyor bazen. Bir caddede aniden bir kavga başlayabiliyor ve olanca millet dövüş seyretmeye birikiyor. Sanki arenaya gösteriye çıktı gladyatörler. Kadınların korktuğu belli de erkeklerin çoğu zevk alıyor gibi sanki. Bir tempo tutmadıkları kalıyor yani. Küfür yüzünden cinayetlere bile şahit olunuyor, artık nasıl ve ne şekilde denmişse, orasını da siz düşünün… Kavga, tartışma deyince bir de sarhoşlar aklıma geldi şimdi. Kavga çıkarma potansiyeli güçlü patlayıcı madde yüklenmiş bombalar… Çocukluğumdan beri sarhoş olma ihtimali ile yalpalayan birini gördükçe yol değiştiririm. Annem “Çocuk kadar aklı olmaz onların.” Derdi hep.
Neyse, ne diyordum az önce? Aaa, evet! Şiirlerim ile aramdaki tartışmalar… İşte efendim kendi şiirlerimde beğenmediğim yönlerini kendi yüzlerine söylerim. Bazılarını biraz daha fazla severim. Acımasız eleştirileri en çok da kendi şiirlerime yaparım. “Şu bu kadar beğeniyi hak etmedi, şundaki kafiyeler zengin olmadı, şu şiir sırtına kazık yemiş gibi duruyor, şuna bak yahu sanki tekerleme söyler gibi. Bak bu şiirdeki can alıcı cümle şu işte. Bu cümle çözülmezse şiiri okuyan boşuna okumuş olur. Biraz düşündürmek iyidir canım, aşk şiiri yazmaktan pek hoşlanmıyorum ama biraz arabesk katmak da yakışıyor doğrusu vs vs.” Şu an aklıma gelmeyen daha da acımasız eleştiriler veya beğeniler yaptığım oluyor yazdığım şiirlere. Eleştirilerin birazını da başkalarına ait şiirleri okurken kullanmak üzere saklıyorum. Önce eleştirel gözle bakarım, okurum, sindirmeye çalışırım. “Güzel” dediğim bir şiir karşısında da teslim bayrağını çekerim. Küçük İskender’in bir giriş cümlesine rastladım geçenlerde “Ne komünizm, ne kapitalizm, ne ateizm, ne sosyalizm; KISMETSİZİM!” Diye yazmış. Arabesk söylemin zirvesi bir cümle bu. “Bu kadar arabesk eklesem yeter.” Dediğinizde bile hayatı arabeske çevirmiş oluyorsunuz işte. Laf aramızda; arabesk yazmam diye fikir beyan edenlerin de yazdıkları beni tebessüm ettirmiştir bazen. Baştan sona arabesk doludur yazdıkları.
Okumadan geçirdiğim vaktim çok nadirdir. Çoğu zaman bir iki işi birden yaparım ve evdekiler tarafından bana kızıldığı da oluyor bazen. Eğer bilgisayarda oyun oynuyorsam bir tarafta mutlaka okuyacağım bir yazı açıktır ekranda. TV bakarken defter elimde, evde iş yaparken de yazı dosyam ekranda açık olur. Dolanır dolanır, bazen ayakta yazmak istediklerimi yazar, tekrar iş yapmaya dönerim. Dışarıda gezme vakitlerim de aynı zamanda okuma vakitlerimdir. Kitapların çoğunu da bedavaya getiriyorum e-booklar sayesinde. İş yerinde de işim çoğu zaman bilgisayar başında zaten. Kitap okumak gerçekten güzel fakat bence bir kötü yanı var. Çok fazla okunduğunda yazarların stillerini karıştırıyorum. Örneğin şu yazdığım yazı… O kadar eminim ki ünlü bir yazar böyle bir tarz kullanmış, bir türlü anlatmak istediği konuya kasıtlı olarak gelmemiş, araya tonlarca konular eklemişti. Ama gel gör ki, kimdi bu yazar? Hatırlayamıyorum işte. Hatırlayan biri bana da söylese ve bu merakımı giderse ne güzel olurdu…
Gelelim yine şiirciklerime… Cik cikleyerek şiircikler yazarım ara sıra. Şiirlerim de hemen uyar armoniye ve vahk vahklayarak acılarıma ortak olmaya çalışırlar. Bu yüzden onlara minnettarım elbette, yalnız bırakmıyorlar beni. Fakat hakkımda yazdıkları son şikâyet dilekçesini nankörce bir davranış olarak değerlendirdim. Çok ağladığım gerekçesi ile ilham makamına müracaatta bulunmuşlar. İlham makamı dilekçeyi bana gösterdiğinde tekrar ağlamaya başlamayayım mı? Gözlerimi elindeki mendil ile kurularken bir yandan da “Hay Allah! Böyle üzüleceğini bilseydim göstermezdim, keşke okumasaydım sana dilekçeyi.” Diyordu. “Yok, yok meleğim! Öğrendiğim iyi oldu. Galiba asıl sorunum şu: Ben gülmeye alışamadım efendim.” Diye cevap verdim. Hüzünle yüzüme bakıyordu şimdi. İlham hüzünlendi, ben hüzünlendim; ben hüzünlendim, ilham hüzünlendi. Bu döngü içinden birimizin çıkabilmesi gerekiyordu. Bütün hafıza gücümle en mutlu olduğum saatleri aklıma çekmeye çalıştım, çalıştım, çalıştım… Ağzımdan çıkan tek bir cümle ile bu döngüden birbirimizi çıkaracak kişi olmayı seçtim ve o cümleyi söyledim.
“Söz veriyorum ilham meleğim! Gelecek bütün yarınlar hariç B/AŞKA ağlamayacağım.”
… Sesli, eleştirili bölüm. ŞİRİN KELEBEK ( FUNDA MAVİ) Seslendirme için sonsuz teşekkürlerimle…
Bütün yarınlar hariç
Gün yeşil kokulu
Gece gözyaşı rengi
Çeyrek asra çeyrek mutluluk
Bahtıma gökten düşen
Akşamı üzen
Bir masalım var
(Arabesk ama fena değil. Kelimelerin uyumu iyi, giriş güzel. Farklı bir deyiş ya da buluş yok, akılda kalıcı yeni bir imge yok. Çok sıradan bir giriş bölümü. Tokat hak etti ama medeniyetten çıkmayayım şimdi, daha fazla eleştirirsem kalbi kırılacak. )
Bir varmış bir yokmuş ile başlayan
Anılarla dolu sözcük yağışı
Her damlanın görünen anlamını
Bir de gizli anlamını biriktiriyor
Üstü hiç kapatılamayan
Kalp çukurlarında
O kadar çok ki söylenememiş mânâlar
Sükût taşkınlarından kurtulamıyor
Alt yapısız metinlerde boğulan harfler
Kendi birikimimde nefessiz
Kendi çukurumda sessiz kalıyorum
(Burayı yarı yarıya sevdim, farklılık var. Daha kısa olabilirdi bu bölüm. İlk dize fazlalık duruyor. “Biraz daha üzerimde durulsa bir şeye benzeyecektim” Der gibi bakıyor bana.)
Hayal gücümün sigortaladığı
Zengin değil ama gururlu şiirler
Dik başlı burnumun boşluklarında ikamet ediyor
Ve dışarı çıkmayı bekliyordu
Günü geldiği zaman
Belki de tam şu an
Boşaltacağım onları
Bütün hikâyeleri, bütün anıları (Özellikle de seni)
Bozuk düzen öykülerin keşke kanallarına
İfrâzât fazlası olarak atacağım
( Giriş ve final güzel, biraz farklılık var. Parantez içi eklemeyi hiç sevmedim. Anlatılmak istenen buna ihtiyaç duymadan anlatılabilirdi. “Bütün hikâyeleri, bütün senli anıları” denebilirdi örneğin. Giriş narin başlamışken burada bir sert ifadeye dönüşüyor, dik başlılıktan bahsediliyor. Tempo değişmiş, öfkeye dönüşmüş. Başı sonu ayrı ayrı oynayan dansözler gibi – anlarsınız işte-)
Ömürlerini tükettiğim hüzün dolu şiirler
Fazla gözyaşlarımdan ötürü
Çektirdiğim acıların sona ermesini dileyerek
Hakkımda şikâyet formu doldurdular
Edebiyat âlemi makamına saygılarını sundular
Ve kınandım
Ve ikâz edildim
E-dipler tarafından
Korktular evet, evet! Gözyaşlarımdan korktular
Bulut babanın soyunu, toprak ananın suyunu
Tüketirim diye korktular
( E ve dip, aynı zamanda da edip(!) şikâyete gidilen ilham makamı oluyor efendim, konuya geldi nihayet şiir. Fakat anlamak ne mümkün? Edip deyince bütün yazar ve şairler kendisine sanabilir bu hitabı, riskli bir hitap. Belirginleştirecek veriler gerekiyor burada. Giriş kısmından tamamen kopuk bir konu. Şiirlerdeki gözyaşlarının, geçmişe bağlı yaşananlar olduğunu anlatmak için buraya kadar üç bölüm yazılmış. Fakat asıl konuya geçiş çok zayıf ve tam olarak neyi hedeflediği belirli değil, gelişme bölümü çok yetersiz. )
Söz veriyorum benden şikâyetçi olan
İçine bol bol arabesk dolan bazı şiirlerime
Gelecek bütün yarınlar hariç
B/aşka ağlamayacağım
(Konunun aslı sonuçta ancak belirginleşiyor. Son iki bölüm tamamen ayrı bir havadan çalıyor. Burayı kısmen sevdim, ironi var son iki dizede)
Görüldüğü üzre; çatısı sağlam kurulmamış bir şiirden şiircik de çıkmıyor. Şiir ile aramdaki tatlı tartışma sonucunda hiç benimsemeyeceğim bir çalışma ortaya çıktı ve şiir kendini inkâr ediyor. Kısa cümlelerle, örnek olsun diye eleştiriler ekledim. Daha can alıcı şekilde eleştiri yapmak isteyenlerin görüşlerini merak ediyorum. Dilediğinizce eleştiri yazabilirsiniz. Farklı bir kaynak olacağını düşünüyorum. Hatta daha eğlenceli geldi bana. Yazıya da mantıksızlıklar ve sapmalar yerleştirdim. Haydi, vuralım abalıya ve buyurun biraz eleştiri eğlencesine.
Not: Yazı ve şiir olarak kötü örnekleri ortaya koymaya çalışırken de gerçekten epey bir çabam oldu. Esprili bir dil kullanarak eğlenceli olmasını hedefledim. Şiir bölümünde devamı vardı, uzun olmaması için kısalttım. Selamlarla…
22.06.2012 Müjgân Akyüz/MAJ
YORUMLAR
efendim insan bazen kendi kendine hayıflanır ya ah şimdiki aklım olsaydı onu öyle yapmaz böyle yapardım nede güzel olurdu diye şiir yazarken o anki duygularını aktarıyorsunuz kağıda siyah denilecek yerde kara yazılmış olabiliyor şiirin üzerinden on senede geçse sürekli bir eksiklik bulmak mümkündür bence insan aklı sabit olmadığı süre böyledir bekirce bir yorum oldu bağışlayın saygılarımla selamlar
YAZINIZI OKURKEN İÇİNDE KAYBOLDUM KENDİMDEN O KADAR PARCALAR BULDUMKİ YA BENLİĞİM YADA DİMAM DURAKLAMA DEVRELERİ YAŞADI...NE GÜZEL İNSANIN KENDİSİYLE HESAPLAŞMASI DEFTERDE PAYLAŞAMADIĞIM O KADAR ŞİİRİM VARKİ..GÜN GELDİ KENDİ ŞİİRLERİMİ YAKMIŞTIM GÜN GELDİ AĞLADIM ..GÜN GELDİ KENDİMİ OKUMAYA VERDİM.GÜN GELDİ UYKUSUZ GECELERİM OLDU...HALEN ŞİİR YAZMAYA ÇALIŞIYORUM BİR ÇIRAK BİLE OLAMADIM..NEYSE BAŞINIZI AGRITMIYAYIM...O GÜZL YÜREĞİNİZİ KUTLUYORUM ...DİLERİM DEVAMI OLUR
Serbest bir şiirinizi okuyacaktım..
Ama özellikle bu şiiri seslendirmemi isteğinizdeki en büyük nedeni okurken hissettim, şimdi daha iyi anladım Müjgan hanım.. Amacınız, anladığım tarzda ise ŞİRİN KELEBEK tasarımı olacak diye düşünmüştüm.
O yüzden iki versiyon hazırladım. Eğer dinleyicilerinizle dertleşmek ise, ikinci yaptığım kayıt olmalıydı..Dingin, klasik.
Ben bu açıklamınızla da, zaten anladığım amaç üzerinde seçimimi yaparak ŞİRİN KELEBEK TASARIMI olanı seçmiştim aslında..
DİĞER VERSİYONU_____
http://soundcloud.com/user138326/funda-b-t-n-yar-nlar-hari-v1-m
O açıklama,terimleriniz, zaten öyle anlaşılır ki..
Yerinde... Hedefinde!
Yazarlar, kitaplara benzer yazılar yazmamıza gelince.. Öyle doğal ki bu.
Bazen altına isim yazmadığım notlarımdan, aradan yıllar geçtiyse, kendim bile emin olamıyorum.
Benim miydi?
Ben teşekkür ederim size , yazınızdaki dik, sağlam tutum ve öz eleştiri yaparken gösterdiğiniz dürüstlük için... Değerli şaire Sevgilerimle..
Şirin Kelebek tarafından 7/9/2012 10:18:35 PM zamanında düzenlenmiştir.
Müjgan Akyüz
Emeklerin için çok teşekkürler.
Farklı çalışmalar benim için de iyi oluyor. Sevgilerimle
aklını ve mantığını iyi kullanan bir yazarın,kendi iç dünyasından yansımalar bu güzel yazıda.
bir iç hesaplaşmanın felsefe alanına kayarak yorumlanması.
ağır fakat anlamlı bir yazı.
en güzel eleştiri şairin kendisi tarafından yapılmış.
söyleyecek tek şey başarılı çalışmalar efendim.saygılarımla.