GAZOZ TADINDA YILLAR VAR BELLEĞİMDE
Bana özen gösteren annemin,ekmeğin üstüne sana yağı sürüp elime tutuşturduğu günlerin tadındaydı geçmiş.Elim de ekmeğim fırlardım sokağa;arsalarında kafa göz kırarcasına yarattığımız oyunlara.Kalın bir dilim ekmek,üstüne sana yağı ve tuz,bir de çocuk bağırışlrındaki masumiyet,neşe.Ayak üstü evde ekmeği yememe kızardı annem.Kırıntılara çıldırırdı.El süpürgesiyle temizlik yapamazdı,beli ağrıyordu.Babama söylemişti,saplı gır gır süpürgelerinden almasını,onunla daha rahattı temizlik.Komşu da görmüştü ve heves ediyordu;bana telli arabalarımı hatırlatıyordu.Babam alsa diyordum,akşama kadar gır gır:müthiş bir arabam olurdu.Almadı.Sana yağlı ekmeğimi evde yiyemedim ben de.
Babam:saçları siyah,bıyığı sarıydı.Kartal Tibet gibi bir adamdı.O yıllarda oynadığımız filmin jönüydü.Dar gömlekler giyerdi,yakaları kocaman,düğmelerini göbeğine kadar açardı.İspanyol paça pantolonlarını ve sivri burunlu ayakkabılarını giydiğinde çok afilli olurdu.Büyüyünce ben de öyle olacaktım.Ama,kafam kocamandı,gözlerim pörtlek ve şişmandım.Filtreli Samsun sigarası içer,paketi çorabında taşırdı.Bacağını kaldırıp,dizini bükerek çorabından sigara çıkartmasına ve muhtar çakmağı ile yakmasına delirirdim.Annem,’Git babandan pazar parası al!’ diye kahveye gönderdiğinde,beni yaşıtıymış gibi karşılar,’Hoş geldin’der ve yanındaki sandalyede yer gösterirdi.Sonra bir Çamlıca gazoz söylerdi;pişti oynamasını kesmez,bana niye geldiğimi sormazdı.Ben de niye geldiğimi anımsamazdım.Sessizce gazozumu içer kalkardım.Eve dönmeyide unuturdum.
Mini etekli güzel kadınlar dolaşırdı kentin sokaklarında.Abiler de onların peşinde,ben de hem onların hem abilerin.Ne kadar ulaşılmaz güzellikteydi bu kadınlar.Her şey onlar içindi.Yılmaz Güney,Cüneyt Arkın,Serdar Gökhan abilerim bu güzellik için canına okuyorlardı dünyanın.Sonunda o güzelliğe sarılıp,öpebilmek için.
Ben de çok kavga ettim.Sınıf arkadaşlarımın kafasını gözünü patlattım;sadece Şebnem beni sevsin diye.Ama,Şebnem çığlık atıp kaçardı.Okul Müdürümüz Erol Taş’ın eline tutsak düşer,sayısız işkencelere uğrardım.Şebnem bir gün anlayacaktı onu çok sevdiğimi.Her filimde iyiler kazanırdı,hep iyiler;akşam haberlerinde iyi abilerimizin pusuya düşürülüp öldürüldüklerini dinlerdik.Babamla annemin gözü dolar,yüzleri asılırdı biraz.Sonra kahvehane kavgası başlardı.Babam kahveye,annemle biz yazlık sinemaya giderdik.
Kadınla erkeğin arasındaki temasın sadece öpüşmek olmadığını ilk Kadıköy As sinemasında öğrendim.Emmanuella,Silvia Kristal filimleri çocukluğumun masumiyetinden çıkartmaya başladı.Tüm kadınları çıplak düşünüyordum artık.Emmanuella özgür bir kadındı.Onu kavga ederek elde edemezdiniz.O canı isterse iyilerle,canı isterse kötülerle de beraber olabilirdi.
Sinemalarda,bir kapitalist Alaska-Frigocu - Aynı zamanda yer gösterirdi feneriyle-bir de kapitalizmin vahşetine boyun eğmiş,sesi çıkmayan emekçi’Makinist’bulunurdu.Alaska-Frigocu,yani yer gösterici için,paranız yoksa bir hiçtiniz.Karanlıkta girdiğiniz dünya da bir başınıza bırakacak kadar haindi.Canı istediğinde filim bitmeden,feneri makinist odasına tutar ve sırf daha fazla kazanmak için filmi kestirirdi.Kabadayı ve ağzı bozuktu.Haracını vermeliydiniz,yoksa büyülü dünyaya bir daha giremezdiniz.Filmin başlaması,onun çok kazanmasına bağlıydı.Ona duyulan öfke,elektrik kesintisinden ve ya teknik bir arızadan dolayı filim koparsa makiniste yönelirdi.Küfürler,ıslıklar...Makinist sesini çıkarmazdı,hoşgörülü ve entelektüeldi.Tüm hüneriyel o büyülü dünyanın kapısını tekrar açardı.
...sonra:Alaska-Frigocular geldi,makinisti öldürdüler;film hiç başlamamak üzere koptu...