- 837 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İŞÇİYSEM SEVEMEZMİYİM?
Her zamanki gibi geceden kalma ayazın hunharca titrettiği yüreklerimizi ısıtmak için, Ledra palace ‘sınır’ kapısını(1) geçer geçmez soldaki ilk kahvehane olan Helen’in yerinde, arka bahçede, yarısı kesilmiş varillerin içine doldurduğumuz inşaat tahtalarını yakıyorduk. Barikattan geçen işçiler de dalga dalga gelmeye devam ediyorlardı. Kimisi vakit kazanmak için sabahın ve ara bölgenin uçsuz bucaksız ıssızlığını ve sessizliğini fırsat bilip kahve siparişlerini haykırıyorlardı yüz metre beriden; ’’HELEN! ENA İSGETTO, ENA METRİO!’’...(2) Helen Çinli, sempatik bir genç kız dı. Doğmacadan bildiği Çincenin yanısıra, çok şeker Türkçe, yarım yamalak Rumca ve su dere İngilizce biliyordu. Bütün işçileri ses tonundan tanıyor ve not tutmamasına rağmen siparişlerinde hiç yanılmıyordu. Yapayalnız yüreklerini bakımsız sakallarının ardına gizleyen işçiler, ne berberdekiler gibi memleket kurtarırlar, ne de köy kahvehanelerindekiler gibi hükümet kurup hükümet bozarlar dı. Onlar daha çok, en iyi usta kimdir? en iyi avcı kimdir? Cimbom Fener’i ne zaman dövecek gibi konularda ihtisaslıydılar ve küfürlerin havada uçuştuğu ’’samimi’’ tartışmalara giriyorlardı beş yudumluk kahve süresince. Aniden kabalığın sıradanlığıyla öfkeli bir sesin nefes almaksızın saydırdığı isyankâr haykırışları hakim oldu Helen’in kahvehanesinin otantik ortamına.
İsyankâr dı bu genç adam. Çünkü dün akşam ailesi ile birlikte görücülüğe gidip aşık olduğu kızı Allahın emriyle ailesinden istemişler fakat kızın ailesi Allahın emrine itaatsizlik ederek bu izdivaca onay vermemişler di. Sebep olarak da işçi olduğu için gelecek garantisinin olmamasını göstermişler di. Bir saniye sonrasının bile garanti olmadığı bu yalan dünyada mutluluğunun tek engelinin mesleği olmasına o kadar içerlemişti ki bu genç aşık, o günden beri aklıma geldikçe yüreğimde çınlayan şu soruyu sordu gökyüzünün kuş uçmaz mahcubiyetine; ’’MA NEDİR BE AMA!!! İŞÇİYSAK SEVEMEYCEYİK’’?!!!...
Yarım saatlik öğle yemeği molası için, Lakadamia’da(3) yollarını kazdığımız mahallelerin arasındaki rastgele bir kaldırımda, açıldımı ev yemeği restoranına dönüşen reis market poşetlerimizi birbirine ulayıp kurmuştuk ’’allah neverdiysa’’ soframızı. Evden getirmeyi unuttuğumuz tuz yerine de yoldan geçen arabaların havalandırdığı tozlar ekiliyordu yemeklerimize. Yorgunluğun ve açlığın verdiği iştahla lokmaları sıralarken bir şeyin eksik olduğunu sezinliyordum. Bir türlü lezzet alamıyordum güzelim molehiyadan, köy ekmeğinden ve ’’gaz ayağı’’ turşusundan.(4) Aklımı sürekli meşgul eden o haykırışı unutmak için başımı iki yana silkeleyip devam ettim yemeye, arkadaşlarım alay edipdurdular bu hareketimi. Bense çırpınıp duruyordum meslektaşımın yaralı yüreğindeki magmaların koynunda... Mola bitti ve yine indik üç metre aşağıya kanalizasyon borusu döşemek için kazdığımız çukura. Birden, sahibini terk etmiş bir ’delfin’ (5)yumuşacık bir tüy gibi konuverdi sağ omzuma ve fısıldamaya başladı o şiiri belleğime. Ne kalem ne de kağıt var dı yazmak için gönlümden dökülenleri. Teknoloji çağında olduğumuz geldi aklıma ve cep telefonuma yazmaya başladım;
Nasırlıdır ellerim,
Yüreğim de...
Benim tek sermayem
Bileğimde...
Her hüzün masalında,
Her şarkıda, dörtlükte,
Göz yaşlarımı içime akıttım.
Müsaadem alınmadan bahşedilen
Bu çilekeş, acımasız, huzursuz ve
Yarınından umutsuz ömrümü
Geri iade edebileceğim
Bir makam bulamadım.
İşte ben buyum, başkası olamadım.
Tek mecburiyetim ömür tüketmek.
Dünya kafesinde bir oyana bir buyana
Savruldum dalından kopan yaprak gibi.
Dünden beri yarınıma endişelenip
Bu günümü mahfettim.
Geçmişimin her anına kahrettim.
Namludan çıkan kurşun gibi
Geçip giderken hayat,
Gün doğarken de, batarken de
Hasretlerdeyim.
Haksızlık bu!
İşçiysem sevemezmiyim?!...
İsmail Boyraz…
(1) Ledra Palace sınır kapısı: Lefkoşa merkezde bulununan, güneye geçiş gümrük noktalarından biri...
(2) ena isketto, ena metrio: Bir sade, bir orta... Rumca olarak söylenen kahve siparişi...
(3) Lakadamia: Lefkoşanın rum kesiminde lefkoşaya çok yakın bir yerleşim bölgesi.
(4) Molehiye: yerel bir Kıbrıs yemeği. Kaz ayağı turşusu: yerel, yabani otlardan kaz ayağı otunun turşusu...
(5) Delfin: ilham perisi
YORUMLAR
efendim işçiyseniz sevebilirsiniz ama sevilmezsiniz sevilmeyincede sevmek kısır kalıyor anlamsızlaşıyor hal böyle olunca sınıf mücadelesi başlıyor insanlar arası gerilmeler oluyor
saygılarımla selamlar
Hassas Kalem
Elbette sevebilirsiniz, işçi demek alınteri, emek demek... Ne güzel alın teri dökerek ekmeğini kazanmak... Ne yazık ki etikete ve dış görünüşe göre değerlendirliyor insanlar son yıllarda...
Sevgi eksik olmasın yüreğinizden...
Kutlarım, sevgiler....