HAYATIN ÖTEKİ YÜZÜ
HAYATIN ÖTEKİ YÜZÜ
1981- 1982 yıllarıydı. Kayseri TED Koleji’nde İngilizce öğretmeniydim. Derslerde, öğrencilerin konuşma becerilerini artırmak üzere, gerek benim yazdığım, gerekse öğrencilerin yazdığı küçük küçük diyalogları veya hikayecikleri, öğrencilere ezberletiyor ve olabilenleri drama olarak sınıfta sergiletiyordum. Bazen aynı konuyu, değişik birkaç grup sergiliyor, içlerinden en iyi sergileyeni seçiyorduk.
Bu, İngilizce yazma- oynama çalışmalarını yaparken, şimdiki 8. sınıf, o zaman orta 3. sınıf öğrencileriyle aramızda ,Türkçe bir oyun yazma düşüncesi gelişti. Öğrencilerim yazma işini benden istediler, oyunu – benim yöneticiliğim yardımıyla – sergileme işini de kendileri üstlendiler. Bahar aylarıydı. Yıl sonuna kadar MENEVŞE adlı, kız çocuklar okutulmazsa nasıl kötü sonuçların doğabileceğini anlatan, üç perdelik bir oyun yazdım. Öğrencileri , teneffüslerde, öğle aralarında çalıştırarak yıl sonunda, ayrı ayrı hem orta ikinci sınıflarla ve hem de orta üçüncü sınıflarla , iki sınıf günü düzenleyerek oyunumuzu sergiledim. Özellikle orta üçüncü sınıfta beş – altı tane Mersinli, yatılı öğrencim vardı. O öğrencilerim de oyunda rol almışlardı. İşte o, pırlanta öğrencilerimden biri, şu anda MERSİN SİSTEM HASTANESİ’nin Başhekimi, Sayın TOGAY BUDUR Bey’dir. Hatta, seslerini banda almıştım, sayın Budur’un da sesi var. Bandı hala saklıyorum.
Oyunu, çok az bir fiyatla sergilemiştik velilere. Sonra toplanan parayla, Kayseri Huzur Evi’ni ziyarete gittik. Önceden kaç kadın ve kaç erkek kaldığını telefonla öğrendiğimizden uygun ve yeterli sayıda hediyelerle ve iki sınıfın öğrencileriyle gitmiştik. Hediyelerimizi, oda oda gezerek dağıttık, onlarla sohbet ettik. İşte bu sırada, erkeklerden birinin odasına girdiğimizde, “İki kişi var” görünüyordu ama bir kişi vardı.Atmış- atmış beş yaşlarında, ama yaşına karşın çökkün görünen, ağzında dişi kalmamış, pek de hasta imiş gibi görünmeyen biri ayakta, güler yüzle karşıladı bizi.
O anda, sanki götürdüğümüz- küçük de olsa – “O hediyeleri hak etmiyor” gibi düşündüm fırıl fırıl dolaşışına bakıp. “ Bu odada ‘2 kişi kalıyor’ dendi bize ama tek bir kişi var. Gerçi iki yatak var ama biri boş.”dedim adama. Bu arada da yandaki küçük masanın üzerinde, üst üste duran kitaplara, okul kitaplarına takıldı gözlerim. Adam, bir parmağını boğazının altında tutarak, hırlama- hışlama karışımı, ses değil , sanki patlayan bir balondan dışarı fırlayan bir hava akımıyla bize bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Anlayamıyordum, anlayamıyorduk. O, kitapları bir eliyle göstererek ve sanki , kulak tırmalayan hırıltıyı kontrol etmeye çalışarak ,yineleye yineleye bize anlatmaya çalışıyordu söylemek istediklerini. Neyse, bir görevli geldi de sorun çözüldü:
Adam yoksulmuş. Birkaç yıl önce eşini kaybetmiş. Bir oğluyla zar- zor geçinmeye çalışırken, kader ikinci silleyi vurmuş:adam gırtlak kanseri olmuş ve çalışamamaya başlamış. Orta okula giden oğluyla, perişanlıkla cebelleşirken, neyse ki devletin yardım eli uzanmış da hem kendini, hem de oğlunu oraya almışlar. Gördüğümüz kitaplar, o sırada orta üçte olan ve bizim gittiğimiz saatte, okulda olan oğlununmuş.
Birkaç dakika önce düşündüklerimden utandım ve daha önceden ayrıntılı bilgi almayıp, o yavruya daha uygun hediyeler götürmediğimize de çok pişman oldum.
Kayseri’de kaldığım zaman içinde, özellikle, ismini bile unuttuğum o delikanlı ile sık sık görüştüm. Ona bir anne, bir güler yüz, bir dost olmaya çalıştım.
1983 yılında Mersi’e taşındık. Yani, şimdi aradan yaklaşık 26- 27 yıl geçti. Mersin’e geldikten sonra, biraz ihmalkarlık, biraz da kendi sorunlarımızla cebelleşirken, o delikanlı ile bağımız koptu. Büyük bir olasılıkla babası aramızdan öbür dünyaya göçmüştür ama inşallah diyorum, kendisi okuyup, iyi bir yerlere gelmiştir de, o da bir zamanlar kendisi gibi yardım gözleyenlere, EL-AYAK-GÖZ, kısacası SEVEN- KUCAKLAYAN BİR KALP olmuştur. Babası öldüyse ona bol bol rahmet diliyorum. İnşallah kendisi yaşıyordur ve de elinden geldiğince iyi insan olmaya çalışıyordur, ona da uzun uzun, sağlıklı ve başarılı yıllar diliyorum.
GÜNAY SARAÇ / MERSİN