HAYAT DEVAM EDİYOR
Hayat Devam Ediyor…
Sağ elimle ittim, “artık kalkma zamanın geldi daha ne yatıyorsun” diye adeta beynimin içinde dıdı-dıt dıt, dıdı-dıt dıt… sesleri ile çalan saati.
Ne çabuk olmuştu sabah? Bu kadar renkli bir rüya görülürken dakikalarca ötmenin sırası mıydı?
Yatağın üzerinde doğrulup saate baktığımda, aman vermeden çalan saatin, neredeyse on beş dakikadır çaldığını anlamıştım. Evet… Hanım dün telefon edip doğan üç günlük yeğeninin yanında kalması gerektiğini söylememiş olsa, şu anda kahvaltıyı falan düşünmeyecektim.
Kahvaltı?
Evet ya kahvaltı… Maalesef kahvaltı…
Senin ilkokul dörde giden en küçük kızın sabahçıydı değil mi?
Ah kafam!
Neden hanıma izin verdim sanki?
Şimdi kalk, üstelik soba da geçmiştir, sobayı yak… Sonra mutfağa git, çay suyunu ocağa koy… Çayı demle, markete git kızının en sevdiği çiçek ekmekten al…
Oooofff, of. Bu ne ya? Hadi sofraya bir şeyler koydun ve kahvaltıyı atlattın, beslenme çantasına ne koyacaksın? Ne götürüyordu bu kız Çarşamba günleri? Patates kızartması değildi umarım!.. Makarna? Olamaz canım… Bana denk gelmiş olamaz! Olabilir mi? Olabilir… Oooof, of… Ulan hanım… Senin bir okula giden kızın yok mu? İnsan bu kız çocuğunu babasına bırakırda gider mi? Neymiş? Yeğenini görecekmiş… Hafta sonu görsen olmaz sanki… Kız çocuğu bu ya… Erkek olsa bir pantolon, bir gömlekten oluşacak olan okul kıyafetini giydir, birde sırtına ceket, tamam. Bu benim en küçük kızım ve hiç kıyamadığım biricik kızım… Şimdi ne kurdelesi biter, ne saç örgüsü… Yok külotlu çorap, yok etek, yok kazak… Falan, filan… İşkence doğrusu. Ama bir yerden başlamak lazım… Önce şu yatak üzerine bağdaş kurup düşünmekten vazgeçmem lazım… Düşündükçe işler daha da karışacak yoksa… Hanım şimdi yanımda olsa “-Sırtına bir şey al! Yatağın üzerinde kış günü öyle oturulur mu? Üşütürsün, hadi bakayım…” demez miydi? Derdi, derdi… Bak sırtım gerçekten üşümüş, kaskatı olmuş neredeyse… Şöyle bir kalkayım bakayım… Önceden hayret ederdim gözlerini oğuşturanlara, neden yapıyorlar ki diye. Meğer gözlerdeki mahmurluğun gitmesine baya faydası varmış. Fazla bastırmamak şartıyla göz çevresine yapılan masaj iyi mi geliyor acaba, çünkü bende alışıverdim. Fakat fazla mı bastırıyorum ne? Resmen acıyor inanın.
Terlik buz gibi… Dokunur dokunmaz ürperti kapladı içimi. Ankara’nın kuru ayazı işte bu… Adama durduk yerde titremeyi öğretiyor resmen. Ah hanım ah… Neden hafta sonu değil de bu gün?
Saat: 07:00 … On dakikadır yatağı üzerinde oturup kalmışım. Terliği ayağıma geçirinceye kadar kafamdan neler geçti… Bu kızın okula gitmesine yarım saat kalmış… Tövbe yetişmez! Sadece saçlarını hak edip te toplayamaz… Çantası falan…
Odanın dışından gelen bir tıkırtı var… Salonda onun yattığı yerden geliyor… Salon sıcak diye uzandığı yerde kıvrılıp yatmıştı dün gece, ben de üzerini örtüvermiştim. Hanım duysa birde ona söylenir, “bir gün yoktum çocuk yatağında bile uyumamış” diye… Ne yapayım hiç olmazsa ablalarından birini bari bıraksaydın yanımıza…
Nereden geliyor bu tıkırtı? Sesleneyim bakayım;
“-Kızıııım! Sen misin güzelim? Fıstığııım! Kalktın mı?”
A aaa… Bu da ne kapıyı bile açtı. Hele şu boynuma sarılıp kucaklaması yok mu? Nasıl bir cana yakınlık ya-Rabbim? Boşuna dememişler kız evladı öz evladı diye…
“-Günaydın babacığııımmm….”
“-Oooo, sabah fıstığı… Günaydın bakalım. Dur bi öpeyim seni…”
“-Dur babaaa… Saçlarımı bozacaksın…”
“-Saçlarını mı? Aaaa… Gerçekten de saçlar formunda… Kim ördü bu saçlarını?”
“-Kendiiim…”
“-Nasıl yani? Kendin?”
“-Ya yapma be baba… Ben bu sene okul açıldığından beri saçlarımı kendim çoğu zaman örebiliyorum…”
“-İnanmıyorum sana. Ne zaman büyüdün bakayım sen böyle? Neyse dur da sobamızı yakalım…”
“-Annem bana ne dedi biliyor musun?”
“- Ne dedi o lüzumsuz işler yapmayı seven annen?”
“-Ben soba kovasını hazırladım, sadece değiştirip yakıversin baban, olur mu? Diye tembih etti.”
“-Sanki ben dolduramazdım, peh…”
“-Tabi ki baban da doldurur ama, sabahleyin zor kalkacağı için hazırladım ben… Dedi.”
“-Neyse beni oyalama da sobayı yakayım, daha çay demleyeceğim…”
“-Niye ki?”
“-E, kızım kahvaltı?”
“-Baba be annem dedi ki…”
“-Ne!”
“-Baban çay demlemeye uğraşmasın. Sen kahvaltını sütle yapıyorsun nasılsa… O da çayını dışarıda içiversin bu günlük…”
“-Bak hele sen… Her şeyi de düşünmüş sanki… Ben düşünemem ya!”
Bu diyalog ayak üstü devam ederken, bir taraftan da sobanın kovasını değiştiriyordum. Duvardaki termometre 18°C ‘ı gösteriyordu. Oda pek soğuk değildi aslında ama, biraz sonra soğurdu… Sobadaki odunların tutuştuğu çıtırdamalarından anlaşılıyordu. Soba işi tamamdı… Sahi bu kız saçlarını ne güzel toplamıştı kendi başına… Zaman, çabuk geçen zaman… Büyüyordu bu çocuk, çocuklar… Onlar büyüyordu da biz aynı mı kalıyorduk? Neyse…
Kafamda bir şey vardı, yapılması mutlaka lazım olan bir şey…Unutulmayacak ve unutulursa sonu çok kötü olacak bir şey… Şöyle hatırlamaya çalışayım; soba, tamam…Hanım kovayı doldurup hazırlamış…Sadece değiştirip yakma işi vardı, yaptım…Kızımın saçları, kıyafeti? Saçlarını toplamayı becerebilen kız, üstünü başını da giymişti elbette… Hem de itina ile, olması gerektiği gibi…Kahvaltı? Hanım onu da kendine göre bir çözümle halletmiş, çay yok… Kızım süt ile kahvaltısını edecek, ben iş yerinde çay içeceğim… Her ne kadar iş yerinde arkadaşlar; “Ulan evde kedi mi besliyorsun? Senin kedi bu gün kalkmadı mı? Vah, vah…” deseler bile. Mutlaka hanım geldiğinde ona kızacak bir şeylerim olması lazım… Ney di ya-Rabbi? Neydi? Hah! Buldum… Okula gidecek beslenme… Tabi ya… Ben ne anlarım beslenme çantası hazırlamaktan… İşte kızacak bir şey… Hem de öyle az buz değil, iyi kızılacak bir şey…
“-Yavrum, her şeyi düşünen annen, beslenmeni de düşündü mü bakalım?”
“-Tabi babacığım, düşündü… Beslenme çantam hazır bile…”
“-Ne? Olamaz!”
“-Niye ki? Bu gün patates kızartması günümdü, annem dünden çantama bile koymuş… Neyse babacığım ben çıkıyorum, artık okula buz olmadığı zaman kendim gidiyorum. Bu gün de buz yok… Annem sobanın altını kısığa aldıktan sonra çıksın baban evden dedi… Sobanın üzerine güğümü de doldurduktan sonra koyup gidecekmişsin. Fazla da doldurmayacakmış sın kaynarsa falan taşarmış…”
Vay cıdı, bıdı vay… Büyümüş te bana akıl öğretiyor, annesinin ağzıyla… Hele şu ağır çantayı sırtına takıp, yanağıma koyduğu o tatlı öpücükler var ya beni mahvetti…
Sadece bana;
“-Allahaısmarladık babacığım, akşama görüşürüz… Annem öğleye doğru sen okuldan gelmeden gelirim dedi… Hoşça kal…”
Annen, annen, annen… Gel de böyle hanıma kız… Bir günlük yokluğunda bile her şeyleri düşünmüş, ama her şeyleri… Sen de yatağın üzerinde neler düşünmüştün değil mi?
“-Güle, güle yavrum… İyi dersler… Zihnin açık olsun!”
Seke seke okula giden kızımın ardından bakarken, içimi tatlı bir huzurun kapladığını, gözlerimin nemlenmesinden ve ılık ılık bir ki damla yaşın yanaklarımda aheste bir yolculuğa çıkmasından sonra anlamıştım, evde kurulan sevgi dolu bir düzen vardı ve farkında olmasam da tıkır tıkır saat gibi çalışıyordu…
Bu düzeni sağlayan ve yapıyı kuran da belliydi şüphesiz… Çocuklarımın anası, sevgili eşim…
05.09.2007
Necati ŞİMŞEK
Ankara
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.