- 1067 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BAKIRCI DADAŞ / ARDAHAN ÖYKÜLERİ 101
Seher ile hortlaşıp kalkardılar.
Yazın bilhassa.
Nafakaya hücum!
Çorba kaynayacak!
Kazan sayısını say!
Her sabah yazın; kurt, kuş, kuzgun; insanlar usanmaz.
Erden er, kim yola düşerse: Babil kargaşasına göğüs gererdi.
Dadaş Emiynen çalışan İspirli Çerçiciler.
Ağırdı ama hafifdi hayat.
Çatıya dolalı vetra, taşlara çarptı. Çarparak ’şap’ dibe değdi. Kuyu suyunu sefertası gibi çekti; hizmekar çocuk. Kürüne suyu yalap, şalap döküyor... du.
Güneş insanı seher karanlığına ve ısınmamaya karşın: Kızdırdı, aydınlattı karşılıklı...
Şefiklerin Köprü... Sobacı Nusretgilin evi de geçince, Ruğho Halagilin eve biraz var.
Bıldır bostancıların kaldığı evden; tencereden hangelin taşmış; yayılan suyu gibi fırlaşdılar.
Yer be yer fakat ulaşmadı günler.
Değmen keyfine Alabalık’ın boşalmasına.
Memet Dayıgilin ev: Çeşmenin güneye akan pöhrengin ucuna konmuş beyaz güvercin. Uzaktan geri çekilip baktınız mı?
Yanılsamalı da olsa o vizyonu andırıyordu.
Şefiklerin büyük hayatın, darbaz kapı açılıp- kapanması, aksine açılmaz, kapanmazlığın simgesi: Açıl susam açıl!.. Kilitin açarı.
Çeşme; açma kapamalı grant, musluk değildi. Bulakların felsefesi; ebediyyenlik:
" Hüvelbaki" sözcüğü, Şefik Bey çeşmeyi yaptırdığında lülüğün üst başına kazıttırarak yazdırmıştı..
İskendergilin ev, beyaz kireçli leb-i deryanın aynasında. Arada yoldu. Bahçe, söğütler bayağı mesafe vardı.
Şemailler oynayıp kutnaşıyor.. Fotoğraf stüdyosu gibi. Köprünün üstünde dikilip şekil izdüşümleri izliyor insanlar.
Erzurumlu Dadaş Emi gön alırdı, satardı. Dükkanı, Sasatelli ŞEŞE Dayının dükkanıydı. İstifli deriler tuzlanmıştı. Kokardı ama çok feci kokardı. O bundan şikayet etmezdi. Akıl verenlere, hırsızlık mı yapayım? diye cevap verirdi.
Bakır, demir de toplardı.
Mahalle çocukları, evin eşiğin bakır’ını söktü götürdüler... Pastaya, limonataya ve Hıdırla Ahmetin sattığı Tatar çiğ- böreğine verdiler.
Bayram Dayının Güneri, Espender Dayının Ensarı, Ercan, Erdal, Cebe, Şappo...
Elektrik sistemi değişti de şükür sökme işi son buldu. Demirci Zeki vardı. Orhan Balcılar yerini aldı. Ardahan’ın tastamam direklerini ve kablolarını çekti. Sarıkamışlı İbrahim Amca Şahset’in babası çok güleç biriydi. Bir iki işi de Fevzi Emi vardı onla yaptı. Azdı ama... iş.
Dadaş Emi kayboldu gitti.
Çerçiler hemşerileriydi. Onlarla ortaklaşa çalışırdı. Köyden bakır tas, tabak, güğüm getirir, Dadaş’a verirdiler. Çerçinin sepeti kolundaydı. Mandal, sakkız, toka, iğne, iplik, çıtçıt, don lastiği kalını, yuvarlağı...Trampa yapardı: Peynire mal değişirdi.
Bizim çağlarda güzel çakır gözlü kızı vardı. Dadaş Emi her yazın onu getirirdi. Kız çocuğu babasının yemeğini, evin bakımını yapardı.
Kendi şekillerini merağı büsbütün seyredalmışlar...
Karşısında hanın bahçeli kenar alçak duvar.
Mamafih; sanatın fevkinde bir afakı manzaralaştırmaya güç yetiren söğütler. Kadın şemşiyelerinden daha renkvari cümbüşlü.
Karıştır! Çalkala! Salla kokteyl yaparsına... aşure gibi. Her renk her nevi... Sögütler göğü görsetmiyor.
Bir açık büfe: Renk kataloğu açılmış nalbur masasında.
Ilık kokuyor; toprak hava.
Mehraligilden aşağı: Bahçede kahvaltı için dört can kurunmuş.
Masa çığh, çığh ses çaran eski, kırık... sandalyelerse barlarda moda olmuş sırtı kavrayan eğri klasik tipti.
Düşünseniz? Hatırlarsınız.
Kadın fileden çıkarmış francala ekmekleri. Çaynik burnundan sakince soluyor.
Tuzlanmış çeçiller, beyaz sinide. Derenin yakaları sera gibi. Tütsüler buharla uçuyor.
Ekmeği ağızlarında; çiğniyorlar.
"Allah kimseyi açlıkla ıslah etmesin. " Çocukların anası yavruların doymasından, aç kalmamalarından ne denli sevinçli... ydiki.
Masada çeçillerin üzerine renkler destelerle şeker gibi dağılmış. Mavi, turuncu, açık yeşil, mor, lila. Çocuklar çeçillen ekmek yudumu ağızlarına atıp yiyorlar. İştahlı, iştahlı... paç, paç ses çıkıyor.
Işın demeti dalların arasından hamam bacasını temsilen pencerelerinden inerdi. Çarptığı alanı dışarıda oturan karanlığın zıddına el feneri ışığı gibi doldururdu.
Duvarları yanlamış evin; beyaz kireçli sıvaları, çatısı da uyduruktu, yarı oluklu, çinko, saç teneke. Birazı da kırışkaydı.
Bitkin bir hayvan gibi uzalı atılı. İki oda bir sofa, dış kapısı avluya çıkar ve soğukta kar araya doluşurdu. Bu sebepten kapının ağzına bir balkon veranda yapardılar. Giriş odası gibi olurdu. Ne bilmişlikse kapıları da kör noktaya açılırdı. Kimse görmesin mi? Gireni, çıkanı... olmasın mı?
Canlılık helecanı dibe vurmuş bahçeli evin erkeği pencerenin kanatlarını güne dünyaya hışımnan açtı.
" Ha can kirva!"
" Ola gadan alem! Yaman herifmiş!"
Açmanın basıncı bahçenin havasını duman etti. Savrulan toz toprak dereyi de çalkaladı.
Kafasını görmeye başladık. Kollar öne ilk fırladıya ona sebep başını az arayla göreceğiz. Kazıktan çıkan ürkmüş at gibi pencere pervazını salladı sökebilseye anasını... ağlatacaktı!... Kompozisyon tamamen belirdi. Efendime söyleyim!
- Kız can kız! Baban heyrine. Bir kayganakh yap da yiyem.
- Ye, ye! Gel, gel yapem de ye.
- Baban yesin... Yap da gelem yiyem.
Herif askılı atlet katınnan çıktı bahçeye. Koltuklarının altı uzun keçelenmiş saçından uzun. Dadaş emi yüng çuvalları kapıya yığardı. Adamın saçı, koltukaltı ve göğsü kılları iki yüng çuvalını tepili doldururdu.
"Dadaş da pala bir çift buyuğ vardı ki sanki teşiynen eğrilecek çuval yüngü."
Yapraklardan yeşil renkler akıp dökülüyor. Maviler yaprak aralarında, turuncuları dana boyun getiriyor... dular.
Alalar bulanarak aktı ve çeçillerin beyazlığına kelebekten çok hafif belendi. Fenerin havaya savurduğu siren renkler zahir...
" Aşk olsun çeçil ile maviler sarılar morları yemişler."
" Çeçile renkleri katmış da mı yemişler? "
Ben söyleyim ki diyeyim ki :
Yansıyan gölgeler yekunatta:
Dalların, yarpakların güneş görmeyen yanında. Şarkı söylemek olmazdı, kuşlar ötüşüyor. Uyumun bunun yanında esamesi okunmaz!
" Vicdanıma?"
Kımıllaması son olmuş serencamın; gölgeler mor... solmuş koyu boyalar serinleşmişti.
Eşeğini bağla! Söğüt gölgesine üşüyesi renksizliğe karanlık girsin!
Alaca yelelerin sarıp çırpdığı sular, evlerin beri yanıbaşına köprü, yosun taşları, köprünün altı dahildi.
Üşüngen suların dibi, taşların yarısı havada dışarıya başlarını uzatanlar ilk baş ısınmaya yüz tuttu.
Kaynaşmanın peh! Ne şahane insicamıydı?
Bilayekun:
" Şükrederek seherden sabaha selam sarındılar!"
" - Hele bunun paltosuna..."
" - Eyle!.."
Kaşkacılar
Cambazlar
Sazararalılar, Yaylacıklı, Sabgaralı.
Mıknatısa cam çiviler, susamış gidere.
Ardahana kanat takmış gibi iniyor millet!
Onlar geliyor, uçarcasına...
Şehir bekliyor kapısından dalsınlar diye.
İlk gelen son geleni tanıyacak mı?
Hatragetirecek mi??
Daha evvel ki günü...
Bir daha önceki günü...
"Adam sende neyi yitirdin, neyi ariyen? "
Zavot inekleri meydana indirmiş köy çocukları. Napızarlarda otarıyorlar. Gizgili, korukçu görmesin diye yalandan ikide bir tumpa siğerlerki kır bekçisi yakalamasın... yakalarsa:
- Dalım dönük işiyerdim görmedim. diyecek. Aferin ola ey akıl! Kuş tüfenkli korukçu ne der, nasıl davranır? Kendi bilecekleri!...
YALÇINER YILMAZ
10/04/2010
GEBZE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.