- 109 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Kocabey'de Pancarcı Geleneği
Pancarcı, adını yayla düzlüklerinde hâlâ yetişen pancar bitkisinden alan yıllarca yaşama şansı bulmuş bir güzel gelenekti yöremizde. Yukarki yayla dediğimiz Sahara Dağı’mızdaki yaylalarda köyün yediden yetmişe katıldığı geleneksel davul-zurna eşliğinde yapılan bir şenliğin adıdır pancarcı.
Tüm köy halkının severek katıldığı bu eğlenceye adını veren bitkiye atalarımız pancar adını vermişler. Pancar, ıspanağa benzeyen bir otsudur. Ispanaktan daha uzun ve dar nazenin bir görünüşü vardır yayla otlaklarında büyüyen pancarımızın.
Pancar bitkisi pişirilmeden yenebilir. Çobanlık yıllarımızda yayla düzlüklerinde rastladığımız bu bitkiyi severek yerdik. Hoş bir araması vardır. Bazı günler pancar toplayıp yayla evlerine getirdiğimi anımsarım. Annem hammaddesi pancar ve süt olan pancar çorbası pişirirdi. Pancar çorbasını da seve seve kaşıklardık. Söylence bu ya: hekimlerin piri Lokman Hekim köyümüz Kocabey ’in de bulunduğu diyarlara gelmiş. Yayla düzlüklerinde pancarı, köylerde kızılcık meyvesini tatmış. Ve: “Böyle şifalı bitki ve meyvenin bulunduğu yerlerde bana gerek yok” diyerek bizim ellerden başka diyarlara gitmiş.
Kocabey Köyünün ne zaman kurulduğuna ait kesin bilgi yok. Yavuz zamanında Osmanlılara bağlandığı biliniyor bu toprakların. Pancarcı adının verildiği eğlencenin ne zaman başladığı da bilinmiyor. Ne yazık ki Pancarının artık yapılmadığı yaşadığımız son yıllara rastlar. Bir, iki belki de üç asırlar boyu bizden önceki kuşaklar bu eğlencenin capcanlı sürekliliğini sağlamışlardır.
Haziranın sonlarına doğru Kışla diye adlandırılan yaylalarımızdan Yukarı Yaylaya göç başlardı.
“Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sivas yollarında geceleri.”
Bizim kağnılarımız da tıpkı Külebi’nin Sivas yollarında ki kağnıları gibi “katar katar” giderlerdi geceleri. Sadece bizimkilerin tekerleri meşeden değil çam ağacındandı. Ve bizim kağnılarımız yatak-yorgan, kap-kacak taşırdı. Efendime söyleyeyim: Köyde öküz beslenmediği gibi kağnıyı askerlik yaşına gelmiş gençlerimizin çoğu bilmez.
Yukarı Yaylaya çıkılır. Düzlükler yedi renk çiçeklerle bezelidir. Küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar düzlüklerde yayıladursun; ortalama iki ay yaşanacak yayla evleri için odun hazırlığı telaşesi sarar erkekleri. Orman idaresinin izin verdiği 3-4 günde içinde biricik taşıma aracı kağnılarla daha önce hazırlanan yayla odunu taşınır, istiflenir.
Köyde çapa işi bitmiştir. Çayırların biçilmesine daha günler vardır. İşte bu arada 8-10 günlük zaman köylümüzün yılda nadir olarak yaşayabilecekleri dinlence günüdür Pancarcı. Köyün ileri gelenleri yörenin en acar davul-zurnacıları köye davet edilir. Köyde herkes duyar bu hoş olayı; Pancarcı çıkıyor sözü herkesin dilinde pelengsek olur. İlkokullu ilk yıllarımdan hafızama çıkmama üzere kaydedilmiş bir Pancarcı başlangıcı olayıyla başlayıp eğlenceyi başlatalım.
Sulanat’ın başında kadınlı erkekli, çoluk-çocuk köylülerimiz toplanmıştık. Davul-zurna kemiklerimizin iliğini sızlatan havalar çalıyordu. Gençler büyük bir halka oluşturup halaya durmuştu. Bar başını Elvettin ağabey çekiyordu. Belinde de kın içinde hançeri sallanıyordu. Yayla hudutlarımızdaki karakola giden iki jandarma da şenliği izliyordu. Jandarmalar hançerden rahatsız oldular. Hançerin yasak olmasına karşın köy delikanlılığın bir aksesuarı olduğuna jandarmalar ikna edildi.
Daha sonra Âlim amcaların kamyonu geldi ilçeden. Parayı veren düdüğü çalar misali parası olanlar çoğunluk kamyona doluştu. Büyüklerimden kimse yoktu orada. Ağlamaklı bir yüzle olayı izliyordum. Kamyon hareket etmek üzereydi. Âlim amcanın babası Sabri dedemiz koltuk altlarımdan tutum beni de kamyona bindirdi. Sabri Dede, “O iyi insanlar o güzel atlara binip gittiler.” Anlayışının köyümüzde yaşayan bir canlı örneklerinden sadece birisiydi.
Kamyon hareket etti. Rampa ve dönemeçli yolları kat ederek yaylaya yaklaştı. Davul-zurna yaylada yaşayanları da heyecanlandıran havalar çalıyordu. Akşam yaklaşmıştı. Köyden yaylaya gelenler biraz dinlendikten sonra yayla içindeki Çift Pınarların başına toplandı. Karanlık bastırıncaya kadar erkekler coşku içinde bölgesel folklorun en güzel örneklerini sergiledi. Ay dede gümüşü ışınlarıyla yaylamızı aydınlatmaya başlamasıyla davul-zurna vur patlasın, çal oynaşınla horonlar gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam etti.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda Pancarcı eğlenceleri üç gün devam ederdi. İlk gün güneş ufuktan azıcık yükseldiği saatlerde çalgıcılar maharetlerini icra etmeye başlar. Çift Pınarların başında ya da Şavşat-Ardahan Karayolu üzerinde Ağır Bar’dan başlayan oyunlar, Deli Horon, Laz Horonu, Sarı Seylan, Artvin Barı… oyunlarıyla sürüp giderdi.
Kuşluk vakti yaklaşır, çobanlar otlattıkları sağılan hayvanlarını sağım için yaylalara getirir. Kahvaltı yapılır, “mal melal” işi biter. Kadınlı-erkekli, çoluk çocuk çalgıcılar eşliğinde yayla düzlüklerine yürür. Kadınlarla erkekler aralarında epeyce mesafe bırakarak halı yumuşaklığındaki çimenlere yerleşirler. Oyunlara devam edilir. Çalgıcılar erkeklere ve kadınlara sıra ile en az iki kez çalar. Kadınlarımızda yöresel oyunlar oynarlar. Bazı yıllar komşu Ardahan yaylalarından kadınlı-erkekli guruplar gelip oyunlara katılırlar.
Üç gün süren Pancarcı eğlenceleri yayla düzlüklerinin farklı taraflarında devam eder. Eğlenceler içinde çocuklardan başlayarak köyün başpehlivanlığı için karakucak güreşleri yapılır. Turna Gölü düzlüklerinde yapılan pancarcıda köy delikanlılarının katılımıyla, sayıları yirminin üzerindeydi, kros koşusu yapıldığını anımsarım.
Pancarcı, köyümüzün orta yaşlı ve yaşlı kesimlerince özlemle anımsanan hoş bir geleneğimizdi. Yıllarca izleme güzelliğini yaşadığım bu geleneğimiz büyük bir dostluk, hoşgörü içinde süren köy kültürünün önemli bir olayıydı. Köylerin boşalmasıyla birçok güzel geleneğimiz gibi bu gelenek de maalesef artık yapılmaz oldu.