- 109 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
Nanik "Sen de Az Değilmişsin"
"Hep bir kızım olsun istedim"
İki erkek çocuğa karşı anam kadının yıllardır defaatle kurduğu bu cümleyi o zamanlar pek önemsemezdim. Herhalde bizim dağınıklığımıza karşı o ev işlerinde yardimcı olur diye düşündüğünü zannederdim.
Oysa mesele başkaymış..
Yine bir aile meclisi görüşmelerinde bu mevzu açıldı. "Kızım bana çok düşkündür" diyen teyzemin yüzüne derin bir "ah" çeken annem söze şöyle devam etti.
"Erkek çocuk anneye düşkün olur derler ama ben bizimkilerin ikisinden de bunu görmedim"
Çekyatın bir ucundaki kardeşimle göz göze geldim. Bir sözle hiç bu kadar ağır yaranmamıştım. Oysa anam kadın hiç acımadan usta bıçak darbeleriyle bizi kanatmaya devam edecekti.
"Daha bir gün öyle durup dururken bana sarıldıklarını bilmem"
Teyzemin kızı anneme "sen üzülme teyzem ben de senin kızın sayılırım" diyerek anam kadına sarılışından sonra bizimle alay edercesine el kol hareketleriyle nanik yapmış ve sonrasında yeni demlenen çayı elleriyle uzatmış ve ben de reddettmiştim. Seçil artık benim en büyük düşmanımdı..
Öyle dediğime bakmayın. Çocukluğumun beraber geçtiği bu genç kız kardeşim gibidir. Bu anlık sinir gelip geçecekti.
Asıl meseleye dönelim.
Onsekiz yaşımdayım ve öyle durduk yere anneme sarılmamışım. Annemin kız evlat merakı şimdi anlaşıldı..
Bu meseleyi çözmem uzun yıllar alacaktı. Çünkü ne sonraki yapmacık sarılmalar ne de anneler gününde alınacak hediyeler bu fikri değiştirmeyecekti.
Bir gün memleketteki evimizde annem, ben, kızım ve anneannem bir aradayız. Benim için hafızama kazınan bir gündü. Çünkü dört nesil bir aradaydık ve bundan güzel bir tablo olamazdı.
Kızım anneannemle salonun ortasında oyun oynuyordu. Ben ninemin çocugu oynattığını düşünüyordum ama ninem oyuna kendisini kaptırmış bizzat kendisi eğleniyordu.
Sonra o munzur planı uygulamaya koyulduk.
Kızım annemin başörtüsünü çıkartıp annemin yaslandığı çekyatın arkasından onun saçlarını taramaya koyuldu. Annem de alışılageldik şekilde uyuklamaya başlamıştı. İşte o derin sessizlikte beklediğim fırsat doğmuştu.
Annem gözlerini araladığında kızım karşısındaydı. Oysa saçları usulca taranmaya devam ediyordu. Şaşkın bir halde yüzünü çevirdi ve annemi yanaklarından öpüverdim.
Otuz yaşında bir adam çocuk gibi annemi öpüyordum..
O sırada babam kapıda gördündü. Osmanlı adamdı babam. Onun yanında öyle yere oturmak, çekyatta uzanmak vs.. düşünülemezdi. Manzarayı gören babam bile yüzünde bir tebessümle mutfağa geçti. Sonraki on yıl boyunca her fırsatta bu durumu tekrarladım.
Babamın eskiden lokantası vardı ve emekli olmuştu. Bir huyu vardı ki herşeyi bildiği halde asla evde yemek yapmazdı. O gece eskiden kalma hatıralarımdan.. o çok sevdiğim tas kebabından kendi elleriyle yaptığı o bir tencere yemeği tabaklara koymadan hep birlikte yedik. Belki hiçbirşey söylemedi ama babamın teşekkürünü böyle almıştım.
Seçil evlendi ve birisi ikiz toplamda üç erkek çocuğu oldu. Bir gün onlara misafirliğe gittiğimizde eski günleri konuşurken ona bu meseleyi hatırlattım. Hüzünlendiğimizi gören damat belki de o kasvetli havayı dağıtmak için eşine dönüp nanik yaparak..
"Sen de az değilmişsin" diyerek hepimizi güldürecekti.