- 130 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ÇÖKÜŞÜN EŞİĞİNDE-TOPLUMUN GERÇEK YÜZÜ VE KAYBOLAN İNSANLIK
“Ey insanlar! Allah’ın adını kullanarak vicdanınızı, ahlakınızı rahatlatmaya çalışanlardan uzak durun. Çünkü adaletin olmadığı, paylaşımın ve merhametin kalmadığı yerde, Allah’ın ismi ancak sahte bir örtüdür. Allah’a iman eden bir toplumun simgesi ne ibadetlerin sayısı, ne de dillerde dolaşan dualardır. O toplumun simgesi; kardeşliktir, ahlaktır, birbirinin yükünü sırtlayan vicdanlı yüreklerdir.”
Sahte Din Anlayışı Üzerine-Yaldızlı Kabuk Altında Karanlık Gerçek
İnsanlar bugün kendilerini “Müslüman” diye tanımlarken, bu tanımın içini boşaltarak kendi kirli çıkarlarına uyacak hale getirdi. Allah’a iman ettiğini söyleyen bir toplumda nasıl olur da adaletsizlik, haksızlık, vicdansızlık ve yozlaşma bu denli yaygınlaşır? Din, sadece ritüellerden ibaret bir görüntüye indirgenmiş durumda. Camiler dolup taşarken, vicdanlar bomboş; diller dua ederken, kalpler çıkar ve bencillikle kaplanmış. Kuran’ın emrettiği adalet ve merhamet toplumsal hayatımıza neden yansımıyor?
Bugün adaletin sesi, fakir bir çocuğun ekmek parası için yırtık ayakkabısıyla soğukta titremesinden daha sessiz. Şayet bir toplumda, bir anne beş çocuğuyla hayatta kalmak için hurda toplamak zorunda bırakılıyorsa ve bu annenin çocukları bir yangında hayatını kaybediyorsa, biz hâlâ “ahlak” ve “din” konuşuyorsak, bu nasıl bir ikiyüzlülüğün göstergesi? Gerçekten iman eden bir toplumda böyle acı olaylar normal kabul edilebilir mi? Allah’a inanan, Kuran’a sarılan, peygamberin yaşamını örnek alan bir toplumda, zenginlik ve sefalet arasındaki uçurum bu kadar derin olabilir mi?
Adalet ve Vicdan-Din Sadece Ritüel Değil, Bir Yaşam Biçimidir
Toplumun her kesiminde “adalet” en çok konuşulan ama en az uygulanan kavramlardan biri. Oysa İslam, adaleti her şeyin üstünde tutar. Hz. Ömer’in “Dicle kenarında bir koyun kaybolsa, Allah benden hesap sorar” sözünü her duyan başını sallıyor ama adaleti uygulamada kimse kendini sorumlu görmüyor.
Vicdan, İslam’da en yüksek ahlaki değerlerden biridir. Ancak, vicdan sahipleri zulüm karşısında susarsa, toplumun adaleti savunacak kimi kalır? Bugün maalesef toplum olarak adalet duygumuzu yitirmiş durumdayız. Bir tarafta lüks içinde yaşayanlar, çıkarlarını korumak için her şeyi yapıyor, diğer yanda aç kalmamak için sokaklarda çalışan çocuklar, hakkı yenmiş insanlar. Bu durumda, biz hangi yüzle “adalet” kelimesini dilimize alabiliriz?
Adalet ve vicdan olmadan, dinden bahsetmek sahtekârlıktır. Allah’ın adını kullanarak zenginleşenler, haksız kazançla hayatlarını sürdürenler, adaletin ruhunu yok ediyor. Bu kadar adaletsizliğin içinde “din” sadece bir gösteriş malzemesi haline gelmiş durumda.
Bireycilik ve Toplumsal Sorumluluk-“Ben” Olmanın Bedeli
Kapitalizmin ve bireyciliğin etkisiyle, toplum olarak “ben” odaklı yaşamayı hayatın merkezine koymuş durumdayız. İslam’da ise “biz” duygusu, yani kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma vardır. Kuran, birbirine yardım etmeyi, düşeni kaldırmayı emreder. Oysa bugün, birbirimizi kıskanıyor, rakip görüyor, çıkarlarımızı korumak için başkasının acısına sırtımızı dönüyoruz.
İnsanlar sadece kendi rahatını düşünerek, başkalarının sıkıntısını görmezden gelerek nasıl bir insanlık inşa ettiğimizi sorgulamalıdır. Bir anne çocukları aç kalmasın diye çöpten ekmek toplarken, zengin sofralar kurup gösterişli hayatlar yaşayanlar, bu çelişkinin vicdani sorumluluğunu taşımadıkça bu toplumda gerçek anlamda “din”den bahsetmek mümkün müdür?
İslam’ın Gerçek Mesajı-“Ben Sizin Rabbiniz Değil Miyim?” Sorusunun Cevabı
Toplumun vicdanını ve ahlakını yitirdiği bu noktada, İslam’ın özüne dönme çağrısı yapmamız gerekiyor. Allah, kullarına "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, tüm insanlık “Evet, şahit olduk” demişti. Bu yemin, Allah’a bağlılık, ahlak, adalet ve merhamet üzere bir yaşam sürmeyi ifade eder. Ancak bugün, sadece Allah’a değil, paraya, şöhrete, güce tapar hale geldik.
Gerçek iman; adalet, merhamet ve kardeşlik olmadan bir anlam taşımaz. Kendini Allah’ın kulu olarak gören bir insan, başkasının hakkını yiyemez, zayıfın sırtından geçinemez. Allah’a iman eden bir toplumda; huzur, güven, dayanışma ve insanlık vardır. Eğer bir toplumda bunlar yoksa, o toplum ne kadar “din”den bahsederse bahsetsin, bu yalnızca bir aldatmacadan ibarettir.
“Bir toplum Allah’ın adını sadece dillerinde değil, vicdanlarında taşıyorsa; ancak o zaman gerçek anlamda bir ‘iman toplumu’ olur.”
İyilik Yolunu Bulmak-Yeniden Fıtrata Dönüş
Eğer bir toplum, adaletin, vicdanın ve ahlakın gölgesinde yaşamıyorsa; ne huzur bulabilir ne de gerçek bir “iman toplumu” olabilir. Kapitalizmin köleleştirdiği, bireyciliğin yuttuğu bir toplumda dinin saf anlamını bulmak neredeyse imkansızdır. Allah’a gerçekten iman eden bir toplumun yolu bellidir: Sadece Allah’a kulluk etmek, O’nun emirlerini gözetmek ve hayatı “ben” merkezli değil, “biz” merkezli yaşamaktır.
Bir gün herkesin hesap vereceği o gün geldiğinde, bu dünyada Allah’ın adını kullanarak zulüm yapanlar, çıkarlarını koruyanlar, halkı sömürenler mutlaka hesap verecektir. Ancak o gün gelmeden, toplumsal bir uyanış başlatmak, vicdanlara dokunmak, İslam’ın gerçek mesajını hatırlatmak zorundayız.
Eğer Allah’a gerçekten iman ediyorsak, toplumu bu yozlaşmadan kurtarmak için vicdanlarımızı tekrar aktif hale getirmeliyiz. Herkes kendi hayatına, kendi çevresine, kendi ahlakına bakmalı ve “Ben gerçekten Allah’a kul muyum?” diye sormalı. Toplumu kurtarmanın yolu, bireylerin Allah’a olan bağlılığını tekrar diriltmekten geçer. Bu bağlılık; vicdan, adalet, merhamet ve dayanışmayı da beraberinde getirir.
“Gerçek iman, yalnızca Allah’a kulluk etmeyi ve bu kulluğu hayatın her alanına yaymayı gerektirir. Eğer bir toplum bu bağlılığı yitirmişse, Allah’ın adını kullanarak bir cennetten değil, ancak bir cehennemden bahsedebilir.”
Erol Kekeç/12.11.2024/03.40/Sancaktepe/İST