- 93 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
ÇOCUKÇA DÜŞLER:
ÇOCUKÇA DÜŞLER:
Issız bir bağ evinin kapısında, akşamın alacakaranlığında bir serinlik var. Rüzgar, uzun tüylü kedim Milo’nun tüylerini hafifçe savururken, içimdeki yorgunluk binlerce parçaya bölünüp uçup gidiyor gibi. Sessizlik, ağır bir battaniye gibi üzerime seriliyor; ama bu sessizlik, huzursuz değil, tam tersine, kendi içimdeki o derin boşluğa seslenen bir tür şefkat gibi. İşte burada, her şeyden uzakta, kendi kendimeyim; yatağımı toplamak bile aklımdan geçmiyor. Zaman sanki burada başka türlü işliyor, akıyor ama bir yere gitmiyor.
Bir köşede eskiden okurken içinde kaybolduğum kitaplar… Sayfalarını rastgele karıştırırken, Don Kişot’un o çılgınca hayalleri düşüyor önüme. Rüzgar değirmenlerine karşı kılıç sallarken buluyorum kendimi; “Herkes hayalini yaşamalı mı?” diye düşünüyorum, ya da bir insan hayalini bir kenara bırakıp kim olduğunu bulabilir mi? Hemingway’in duru cümleleri de yarenlik ediyor bu akşam. Hayata karşı yalnız başına duran kahramanları hatırlıyorum, tek başına ama umudunu kaybetmeyen, hayatın yükünü sırtında taşırken bile inatla yürüyen.
Hamakta uzanıyorum, göz kapaklarım yarı açık, uyku ile uyanıklık arasında bir yerde düşlere karışıyorum. Çocukluğum, tozlu köy yolları, sarı buğday başakları ve sıcak yaz günlerinde saklambaç oynarken terleyen yüzümüz… Çocukluk, saf bir sayfa gibi önümde açılıyor; o günlerin basitliği, her şeyin sanki daha gerçek olduğu anlar, dostluğun ve samimiyetin en temiz hali. İlk sevgililerim geçiyor gözlerimin önünden, tıpkı bulutlar gibi gelip geçiyorlar. Çocukça, savunmasız, kalp atışlarımı hızlandıran ilk sevda. O masumiyetin içinde saklı, acemi bir hüznün tortusu; “Sevda böyle mi olacaktı?” diye düşünürken, ilk hayal kırıklığım gelip oturuyor yanı başıma, elimi tutuyor sessizce. Ah, ne kadar acımasızca ve ne kadar hızlı büyütmüşlerdi o kırgınlıklar beni.
Bir hışırtı, kedinin usulca gelip ayakucuma kıvrılmasıyla hayallerden sıyrılıyorum. Bu rüzgar dalgası, annemi hatırlatıyor. Sanki o burada, yanı başımda, sessizce etrafı toparlıyor, elleriyle çalıları düzeltiyor, benim üzerime özenle bir örtü seriyor. Annemin varlığı, ruhumu huzurla sarıyor; bir an başımı çeviriyorum, gerçekten orada olup olmadığını görmek için. Ama rüzgarın serinliği, onun şefkatine benziyor; sanki her şey yolundaymış gibi bir his veriyor. Çocukken nasıl da güvende hissederdim onun yanında, tıpkı şimdi olduğu gibi.
Birden, bir hayal beliriyor gözlerimde. Dünyada barış var, insanların kalplerindeki soğukluğun yerini, içten bir sıcaklık almış. Yalnızlığın yerini dostluklar sarmış, emek kutsanmış. Sevgiyi hissetmenin, insan olmanın gerçekten ne demek olduğunu anlayan bir toplum, içimdeki bir özlemle canlanıyor. Belki de, çocukluğumuzdaki o temiz kalbi unutmayan insanların yaşadığı bir dünya…
Hemingway’den bir cümle gözümde canlanıyor: “İnsanı en çok yıpratan şey ne biliyor musun? Hiç durmadan, sanki savaş bitmeyecekmiş gibi savaşa devam etmesi.” Ben de o savaşı çok gördüm, çok yaşadım; yıpranan kalbimle, yitirdiğim dostluklarla ve hayal kırıklıklarımla… Ama yine de hep devam ettim, tıpkı Hemingway’in o inatçı kahramanları gibi.
Gece ilerlerken, annemin rüzgar gibi esip geçtiği bu bağ evinde, ilk aşkımın yüzünü, kalbimi kıran o çocukluk yaralarımı düşünüyorum. Ve şimdi, yetişkin halimle, bu bağ evinde, geçmişin acı tatlı tüm izlerini kabul ediyorum. Geçmişi, hayalleri ve sevgiyi özleyerek… Belki de çocukluğumda saklı kalmış o saf dostluk, her şeyin ötesinde, hâlâ bende.
Doğanın kucağında, dünyanın tüm karmaşasını ardımda bırakırken, içimde var olan o güzel hayallerle yaşamaya devam ediyorum.
Mahmut Fakhani
YORUMLAR
Çocukluk bizim saklı bahçemiz… O dönemi tam bir çocuk gibi, çocuk olmanın hakkını vererek geçirdiysek; ileri yaşlarda hayatın zorluklarıyla mücadele ederken arasıra da olsa kaçabileceğimiz bir çeşit liman, bir bahçe olabiliyor o sıcacık çocukluk günlerimiz… Göl kenarında kuğuları seyrederkenki gibi bir dinginliğe kavuşuyor insanın ruhu.
Öyle bir sığınağa hepimizin ihtiyacı var. Keşke her çocuk o günleri tam olarak bir çocuk gibi geçirebilse… Küçücük omuzlarına ağır ağır yükler bindirilmese…
Çok güzel bir anlatım… Konu da çok güzel…
Kaleminize sağlık…