- 226 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
BEŞİKTAŞ VAPURU
Babam, kahvede müşterilerine anlatırken duyuyorum : Şartlı olarak verilmiş ablam. Bir defa, on beş gün sonra yanına gidilecek, oran ve o insanlardan memnun olup olmadığı sorulacak. Kendi isteği ile kalmak isterse, o insanlarla noter huzurunda anlaşma yapılacak. Mutlaka okutulması ilk şart. Kararı değiştiği anda, dilediği zaman tekrar annemin yanına dönebilecek.
Annem , herhalde ilk gün umutla beklemiştir. Gelmediğinde de, günden güne yanmıştır yüreği. Kim bilir, belki benim için bile yanmıştır. Bence, hiç bir anne, ayrılmak zorunda kaldığı yavrusunu unutamaz, yüreğinden atamaz. Belki, Hamza dayılara kadar gelip, ablamın nereye, nasıl verildiğini de öğrenmiştir. Fakat, geri almak için niçin yasal yollara başvurmamış acaba ? Yoksa, imam nikâhlı olduğu için, buna yasal hakkı mı olmadı ? Ya da gücü yetmedi, destek mi bulamadı ; bilemiyorum. Fakat, yeni eşinin ablamı istediğini duymuştum.
Nisan ayının son günleri yaklaştı. Doğa , iyice canlanmaya, çiçekler iyice açmaya başladı. Kuşların ötüşü bile daha bir canlıydı artık. Bahçemizde ne güzel kuş sesleri vardı. Annem için, acı bir baharın başlangıcı olduğuna inanıyorum o günlerin. Belki, de kuşların güzel ötüşleri , doğanın canlanması bile mutlu etmemiştir o günlerde annemi.
Yirmi üç nisan geldi çattı. O zamanlar köy okulları , yirmi üç Nisan bayramından sonra tatile giriyordu. Sanırım, bunun sebebi, köylerin tarımla geçinmesi ve çocuklara ihtiyaç duyulması olacaktı.
Babam, o gece önce beni yıkadı kahvede, sonra da kendisi yıkanıp uyudu. Sabahleyin erkenden geldi İsmail amca kahveye. babam tembih etmişti. Ablamı görmeye , kontrol etmeye gidecektik. Bana temiz kıyafetler giydirdikten sonra, İsmail amcanın ceketini de ödünç alıp sırtına giydi yine. İsmail amca, babama bayağı bir akıl verdi. Ablamla, mutlaka baş başa konuşması, istediği zaman tekrar annesinin yanına gelebileceğini anlatmasını tembih etti. babam, onu can kulağıyla dinleyip, merakını giderecek cevaplar verdi.
İlk minibüsle Pendik’e doğru yola çıktık. Dörtyol’da inip, Harem minibüslerine bindik. Köprüde inip Üsküdar dolmuşlarına binerek iskeleye vardık. Şimdi Beşiktaş vapuruna binme zamanıydı. Deniz görünüyordu ve çok güzeldi. O anlarda, Pendik sahilinde, şimdiki Atatürk heykelinin olduğu yerlerde, ablamla birlikte denize girdiğimiz günler geldi. Çok az denize girmiştim ve asla yüzmeyi öğrenemedim. O zamanlar, tren ve vapurlarda mevki farkları vardı. babam, en ucuzunu, üçüncü mevkiyi tercih etti bilet alırken. Vapurdan uzatılan merdivenlerden geçerek, vapurun en alt katına kadar indik. Buradan deniz görünmüyordu, vapurun gitmeye başladığını bile anlayamadım. sadece, bir kaç siren sesi duyduğumu, hatta korktuğumu hatırlıyorum.
Denizi görmeden başladığımız deniz yolculuğunda, babamla aklımıza , ablama yapacağımız bir şaka geldi. İkimizin de hoşuna giden bu şakayı, uygulamak için heyecanlanmaya bile başladık. Vapurdan iner inmez, rastladığımız ilk büfeye elindeki adres yazılı kâğıdı uzatıp yardım istedi babam. Adam, çok yakın olduğunu, kolay yerde olduğunu söyleyip tarif etti . Yaklaşık elli dokuz yıl geçmesine rağmen , o adres halâ hafızamda : Barbaros Bulvarı, Çelebioğlu Sokak, No : 20, Kat :4. Gerçekten de çok kolay bulduk. Dış kapıdaki zillerde , bize tembih edilen Sabiha Som. ismini de bulup zile bastık. Hemen açıldı kapı. Merdivenleri çıkarken, her katta gözüme çarpan Hasan Sör ismi - ben öyle okuyordum herhalde - gözüme çarpınca, ’’ Her katta hasan sör diye biri oturuyor herhalde ’’ diye düşündüm. Asansörün ne demek olduğunu bilmiyorduk çünkü. O yüzden de dördüncü katar yürüyerek çıktık.
Kapıyı açan ablam, bizi görünce sevindi, boynumuza sarıldı. Bizi içeriye davet etti. Salona geldiğimizde, iki yaşlı kadın - kardeşlermiş -, Kemâl amca, Sabiha hanımın kızı Ümit Hanım, onun eşi Remzi bey ve bir de , onlara hizmet eden Kevser hanım vardı. Ablam çok neşeliydi. Kıyafetleri yepyeniydi. Takıları bile vardı. Ablamı isteyen Sabiha hanım, diğer yaşlı olan da onun ablasıymış. Biz, zengin hayatı, lüks eşyalar görmediğimiz için, mahçubiyetle, sıkılarak otururken, onlar bizi rahatlatmak için sürekli nazikçe sözler söylediler. Hatırlar soruldu, iyilikler dilendi karşılıklı olarak. Sıra benim derslerime gelince, yanımda getirdiğim karnemi gösterdim. Biraz şaşırdılar önce, çünkü orada henüz okullar kapanmamış, bir ay kadar sonra kapanacakmış. Köylerde erken kapandığı öğrenilince, karnemin iyi olduğu söylendi. Eşiyle birlikte Merkez bankasında çalıştığını öğrendiğimiz Ümit hanım. odasına giderek, elindeki üç tane, güneş görmemiş kâğıt beş lirayla dönüp bana uzatınca, çok sevindim ama babamdan izin almadan kabul etmedim. Babam izin verince alıp cebime attım.
Sohbet yavaşlayıp, konu ablama gelince, biz de hazırladığımız şakanın zamanının geldiğini anlayıp başladık. Babam , ablama dönerek ;
- Kızım, annen şikâyetçi olmuş, seni alıp tekrar ona vermemiz gerekiyor , deyince bu defa ablam, tıpkı buraya verileceği zaman, kahvede attığı çığlığı atmaya, bağırarak ağlamaya başladı. Öyle ki ; orada susturulamadığı gibi, burada da zor susturuldu. Burayı ve bu insanları çok sevmişti. Beşiktaşt’ a okula başlamış, çok başarılı olmuş ve sevilmişti. Yeni kıyafetler, takılar, sevecen davranışlar, geleceği için yapılan güzel vaatler, ablamı buraya ve bu insanlara bağlamıştı. Anneme dönmek istemiyordu. Zorlukla susturulup, bunun bir şaka olduğu, eğer isterse, dilediği kadar burada kalabileceği, istemediği zaman da annesine dönebileceği anlatıldı. Rahatladı, sevindi, o insanların boyunlarına , tek tek sarıldı.
Çok güzel bir sofra kurulup, davet edildik. Yemekler son derece hoşumuza gitti. Yemekten sonra sohbet tekrar başladı ve beni ablam, salona açılan küçük bir odadaki Ferhat’ın yanına götürdü ; onunla oynayabileceğimi söyledi.
Ferhat, benim yaşlarımdaydı ama engelliydi. Yürüyemiyor, çok az konuşuyor ve zihinsel engelliydi. Çok güzel oyuncakları vardı. Onunla oynamak hoşuma gitti.
Aynı gün, Kemal Bey, babam , Sabiha hanım, ablam ve ben Notere gittik. Ablamın, dilediği zaman , annesine dönebileceği, mutlaka okutulacağı, bizim dilediğimiz görebileceğimiz şarta bağlanarak sözleşme imzalandı. babamın okuması yoktu aslında ama ben bu sözleşmeyi okudum. Bir de resim çektirdik ; ablam , babam ve ben.
Ablam, artık İstanbul’lu olmuştu. Zengin bir ailenin yanında, iyi bakılma, okutulma sözleriyle, geleceğine dair güzel vaatlerle alınan bir evlâtlık olarak yaşayacaktı çocukluğunun, hatta gençliğinin, hayatının en güzel yıllarını.
Anneli, babalı evlâtlık ! Nasıl bir şeydi bu ? Anne sağ, baba sağ ; ama o başkalarının yanında evlâtlık !
Fikret TEZEL