- 284 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İLK OKUL GÜNLERİM
Beş sınıfa birden bakmak, bir öğretmen için oldukça zor bir işti. Üstelik, ne kadar verimli olabilir, o çocuklara ne öğretebilirdi. ?
Bir sınıfa bir şeyler anlatıp, çalışmalarını tembih ediyor, sonra diğer sınıfın öğrencilerine geçip aynı işlemi tekrar ediyordu. Çok kalabalık olmasa da, sonuçta 7-11 yaş arası çocuktuk biz. Gürültümüze engel olmak mümkün müydü ? İkinci sınıf arkadaşlarım - hatırladığım kadarıyla - , Orhan Arslan, Serdar Aydoğan, Mustafa Öztürk, İsmail Koca, Hilmi Çakan, öğretmenin oğlu Bekir, ebenin oğlu Altan, Melâhat Kurttepe, Altun Erdem, Aysel Köse, Halide Meral, Emel Başaran, Sevilay Şen, Saime İşgör. Üst sınıflardan, aklıma gelen isimler ise ; Süleyman Erdem, Mahmut Güler, Ahmet Yıldız, Erkan meraklı, Hüsnü Süngü, Seyit Köse, Berrin Özdemir, Canol ve Birol Aşık, Abdullah Koyuncu, Osman Çökmez, Herekeli Ahmet. Aklıma gelmeyen ya da karıştırdıklarım olabilir. Altmış yıldan daha fazla bir zamandan söz ediyorum, özür dilerim.
Birinci sınıflar bizden biraz daha kalabalık, üç ve dördüncü sınıflar ise oldukça az idi. Beşinci sınıf öğrencisi ise , sadece Nesrin İşgör abladan oluşuyordu. Yani , basbayağı bir kişi.
Okul, Kurtköy merkezde, şimdiki Halk Eğitim Merkezi’nin yerindeydi. Bahçe ve tuvalet arka taraftaydı. Sabah dokuzda başlar, on ikide öğle tatili verir, on üç otuzda tekrar başlayıp, üçte paydos ederdik.
En yakın arkadaşlarımdan Orhan, orman memuru Ömer amcanın oğluydu. Serdar, ilk zamanlar şoför, sonraları, Kurtköy’ün ilk oto tamircisi olacak olan, Nuri amcanın oğlu, Mustafa ise, babasını çok erken kaybetmiş, biraz gariban bir aile çocuğu idi.
O zamanlar , yaklaşık altmış haneden oluşan köyün , birbirinin tıpa tıp aynısı, üç tane kahvesi vardı. Okuldan doğru gidersek ; sağ köşede bizim kahve, karşısında, Muhtar Remzi Başaran amcanın kahvesi, yolun sol tarafında ise, Konyalı’nınki. Üç kahvenin de bir tarafları bakkal dükkanı, bir tarafları ise hayvan ahırı idi. Hepsi de ahşap çatılı, ahşap tavanlıydı. En bakımlı görüneni Muhtar Remzi amcanın kahvesiydi. Konyalı İsmail amca, kendisi bakkal dükkânına bakar, Lütfü ve Necmi adındaki oğulları da kahvede çalışırdı. Necmi ağabey, bir çok köylünün yaptığı gibi, Pendik’e süt ve yoğurt satmaya da giderdi. O, köyde çok çalışkan biri olarak bilinir, hatta aile içinde ezildiğine hükmedilirdi. Remzi amcanın kahvesinde ise, kiracı olarak Hidayet Köse çalışırdı.
Yine üç kahve de, çeşitli ağaç ve çiçeklerle çevrili bahçe içindeydiler. Yazları, müşteriler bu bahçelerde otururlardı. Ahırları ise, yukarı köylerden - Kurna , Kurtdoğmuş, Emirli, Orhanlı, Tepeören - Pendik, Kartal hatta Kadıköy’e kadar , at veya öküz-manda arabalarıyla, satmak için odun kömürü götürenler, hayvanlarını bağlamak için kullanırlar, kendileri de kahvelerde yatıp, yollarına gündüzün devam ederlerdi. Eski hanları andırıyordu bu haliyle bizim kahveler. Sadece, yatak döşek hizmeti yoktu ve ücretsizdi.
Tüm civarda bilinen, en güzel özelliği, Aydos dağından gelen suyun tadı ve bolluğu idi. Köy içine dağılmış, 6-7 çeşmeden, gürül gürül akardı bu sular. Etraftan, tankerlerle su almaya gelenler olurdu.
Okul, pek umduğum gibi gelmemişti ama elimden geleni yapıp okumakta kararlıydım. Okuldan gelir gelmez, önlüğümü çıkarıp, kahvenin duvarındaki , askı olarak kullanılan çivilerinden birine asar, defterimi- kitabımı boş bulduğum bir masaya yerleştirip ders çalışmaya başlardım. Bazen boş masa bulamazsam, oyun oynanan masalardan, tenha bulduğum birine ilişip, dersimi çalışmaya uğraşırdım. Ne kadar sevilsem, iyi davranılsam da, sigara almamı, kibrit almamı, boş bardakları toplamamı isteyenler, beni ders başından kaldırmakta tereddüt etmezlerdi. Ben de zamanla buna alışacaktım, hem de hiç isyan etmeden.
Babam, genellikle akşamları, yemek yapmayı ihmal etmiyordu. Kuru fasulye, Makarna, Nohut, Çorba, hatta bazen sütlâç, bazen de kabaklı börek bile yapıyordu. Haftada en az bir defa, kahvenin önüne gelen balıkçıdan, özellikle Palamut balığı alır kızartırdı. Köyün en garibi belki de bizdik ama parasızlık, açlık asla çekmedik. Çamaşırlarımızı da, plastik bir leğende yıkayıp, kahvenin bahçesine sererdi babam. Yine de itiraf etmeliyim ki ; gerek giysilerimizin, gerekse kahvemizin temizliği yeterli değil hatta kötüydü bile. Elimizden fazlası gelmiyordu, görmemiştik, öğrenmemiştik fazlasını.
Daha önce söz etmesini unuttuğum bir Mevlâna Ali amca vardı, bir de İsmail amca. Mevlâna Ali amca da İsmail amca da oldukça yaşlıydı. Ali amcanın kimsesi yoktu. Muhtar Remzi amcanın, babasının eski değirmeninde kalırdı. Muazzam el yazısı ile, esrarengiz biri olarak tanımlanırdı. Bir yerlerden kaçıp buraya yıllar önce gelmiş, o değirmende çalışmaya başladığı bilinirdi, o kadar. İsmail amca ise, babamın Kartal’dan tanıdığı, eski bir kahveci.
Hafta sonu babam, kahveyi İsmail amcaya bırakıp, ceketini de ödünç alarak - yıllarca hep o ödünç ceketle bir çok yere gitmiştir babam - beni de yanına aldı ve Pendik pazarına gittik. O zamanlar köylerden Pendik’e dolmuş olarak çalışan, az sayıda, Tempo marka minibüsler vardı. Şimdiki gibi, hat satın almak falan yoktu ; arabası olan durağa çekerdi. Pendik - Kadıköy hattı da öyleydi. Biz de onlardan biriyle Pendik’e gittik. Minibüs, Şeyhli’nin , Yayalar ve Dolayoba köylerinin de içine girerdi. Dönüşte, özellikle Dolayoba ve Yayalar köylerinin içine, sadece inecek yolcu varsa girerdi.
Günlerden Pazardı. Pendik’in pazarı da eskiden Pazar günleri kurulurdu. Okullar, Cumartesi günleri, yarım gün olurdu. Pendik’in tüm cadde ve sokaklarında kurulan pazar, tüm çevrenin en büyük pazarı olur, Gebze’nin köylerinden bile otobüslerle insanlar gelirdi. Köylülerin çoğu, sebze, meyve, tavuk, süt, yoğurt satıp, ihtiyaçlarını alıp öyle dönerlerdi köylerine. Pazarın içinde, özel köylü pazarı vardı.
Babam, bana önce bir çanta, defter, kalem, silgi ve kalemtıraş aldı. Sonra üzerime, kazak, palto, bir çift de ayakkabı aldı. Çok mutlu oldum ben. Babam, çektiklerinden olacak, pek güler yüzlü biri değildi. Sevgisini belli edemese de, sevgi dolu bir yüreğe sahipti. Benden , asla hiç bir şey esirgememiştir.
Ertesi gün okula, daha bir heyecanla gittim. Çantam, kıyafetim, ayakkabılarım bile yeniydi. Kendime güvenim artmıştı. Ah, bir de okulum iyi olsaydı. Fazla bir şey öğretemiyordu ki Selâmi öğretmen !
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.