- 281 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AKDENİZ’İN İNCİSİ GÖNÜLLER BİRİNCİSİ: ANTALYA
M. NİHAT MALKOÇ
“Limon çiçeklerinden daha aydınlık göğsün
Körfez suları gibi kabarıp alçalıyor.
Seslen bana dağların ardında kalan çocuk
Antalya’da saatler şimdi kaçı çalıyor.”
(Yaz Sevdası -Baki Süha Ediboğlu)
Medine’den bugünlere şehrin serencamı…
“Şehir” kelimesi “Medine” kelimesinin karşılığıdır bizde. “Şehirleşmek, kent hayatı” şeklinde ifade edilen “medeniyet” de bu kelimeden türetilmiştir. Medeniyet kavramını tam karşılamasa da günümüzde ‘medeniyet’ kelimesi yerine “uygarlık” sözü de kullanılmaktadır.
Medenî olanların yaşadığı yerdir şehir. Daha doğrusu düne kadar öyleydi. Zira dünden bugüne dek medeniyetler hep şehirlerde inşa edilmiştir. Fakat zamanla şehirlerde de bozulmalar olmuş, o eski medenîler mumla aranmıştır şehirlerin cadde ve sokaklarında.
Günümüzde insanların rağbet ettiği şehirler, insana ne çok benzerler. Onların da bir bedeni, bir de ruhu vardır. Şehrin “ev, okul, cami, yol, köprü” gibi maddi unsurları onun bedenini teşkil eder. Şehirdeki insanların birbiriyle olan ilişkileri de onun ruhî yanını gösterir. Aslında şehir dediğimiz şey de bu iki parçanın bütünleşmesinden oluşmuş bir organizmadır.
Şehirlerin bir ruhu olduğu gibi, bir de dili vardır. Bu dil, şehrin medeniyetinin tercümanıdır. Kadim zamanlarda oluşmuş bu dil, her gün yeni kelimelerle zenginleşir; ifade kudreti artar. O dil, gün gelir günlük güneşlik şarkılar, telden dile yayılan türküler söyler. Bu eşsiz nağmeler, moderniteyle gelenekselin kaynaşmasıyla oluşmuş farklı seslerin ahengidir.
Ruhu ve dili olan şehirlerde yaşamak en büyük bahtiyarlıktır. İşte ruhu olan şehirlerden biri de her dem Akdeniz’le söyleşen, Türkiye’nin turizm başkenti Antalya’dır.
Her şehir kendi türküsünü söyler gece gündüz, bir ömür… Bazen gurbet, bazen sıladır türkülerin mızraptan yüreklere düşen tınısı. Her kent kendi şarkısıyla hemhâl olur. Bu bazen hüzzam, bazen muhayyer, bazen de sultân-ı yegâhtır gönülleri titreten…
Bir şehri sevmek, onunla hemhâl olmaktır
Bir şehri sevmek, onunla hemhâl olmaktır. Onun kederini de, sevincini de ta yürekten hissetmek, her şeyde paydaşı olmaktır. Bir şehri sevmek, onun bereketli yağmurlarıyla hicran gözyaşlarını karmaktır. Bir şehri sevmek sevgiye derin mânâlar yüklemektir. Bir şehri sevmek, onunla dönüşü olmayan yolculuklara çıkmayı göze alabilmektir. Bir şehri sevmek, sevginin sebebini sevgide bulmaktır. Bir şehri sevmek, benliğini o şehrin benliğinde eritmektir. Bir şehri sevmek, hasretin közünde yanmayı göze alabilmektir.
Türk şiirinin ve romanının yüz akı Ahmet Hamdi Tanpınar öyle sevmişti İstanbul, Ankara, Bursa, Konya ve Erzurum’dan mürekkep “Beş Şehir”i. Onlara duyduğu muhabbeti iki kapak arasına alarak ebedileştirmişti. Onun “Beş Şehir” dışında da sevdikleri vardı şüphesiz. Fakat onlar için müstakil bir kitap yazmamış, onlara duyduğu derin hissiyatı deneme, makale ve mektuplarında dile getirmişti. Bu şehirlerden biri de Antalya’dır.
Usta kalemi ve samimi kelâmıyla edebiyatımıza “Huzur” getiren, sanat dünyamızın ulu çınarlarından Tanpınar, “Antalyalı Genç Kıza Mektup” adlı mektup türündeki enfes yazısında edebiyata dair düşüncelerini enine boyuna dile getirmişti. Tanpınar bu mektupta da belirttiği gibi babasının memuriyetinden dolayı(babası kadıydı) liseyi 1918-1919’lu yıllarda Antalya’da okumuştur. Bu yüzden çocukluğunun bir kısmı bu güzel şehirde geçirmiştir.
Antalya, Ahmet Hamdi Tanpınar için çok mühim ve kadim hatıraların otağıdır. Tabir caizse bir düşler meşceridir. Şayet o ölümsüz kitabının adını “Beş Şehir” değil de, “Altı Şehir” koysaydı o altıncı şehir şüphe yok ki, çocukluğundan derin izler taşıyan, Antalya olurdu. Zira Antalya onu “bir hülya adamı” yapmıştır. Buram buram hasret kokan ilk şiirlerini, kâh (Ak)denize bakarak, kâh coşkun lodos dalgalarını temaşa ederek bu büyülü coğrafyada tasavvur etmiştir. Tanpınar bunu söz konusu mektupta şöyle belirtir: “Bulunduğunuz memleketin, belki de orada doğdunuz, hayatımda mühim bir yeri vardır. Sizin sahillerinizde, o denize bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek, benim gençliğimde şimdikinden çok az verimli olan meyve bahçelerinde dolaşırken ilk şiirlerimi tasavvur ettim ve edebiyattan başka bir şey yapamayacağımı anladım. Yavaş yavaş bir hülya adamı oldum.”
"Antalyalı Genç Kıza Mektup" ve Huzur’un huzursuz adamı Tanpınar
1901’de İstanbul’da doğan Ahmet Hamdi Tanpınar, babasının görevi gereği 1916 yılının sonbaharında Antalya’ya geldi. Antalya Sultanisi’nde öğrenimine devam eden Tanpınar, o günlere dair anılarını “Antalyalı Genç Kıza Mektup” ve “Huzur” romanında anlatmıştır. İnsanın çocukluk yıllarında yaşadıkları öyle kolay kolay unutulmaz. Çocukluğa dair hatıralar hafızalara kazınır. İşte Tanpınar’ın Antalya’ya dair hafızasına kazınanlar:
“Antalya’ya 1916 sonbaharında geldik. Epeyce büyümüştüm. Tek başıma, geceleri deniz kıyısında veya kayalıklarda, Hastahanebaşı’nda gezmek hakkım vardı. Karanlık epeyce inip de kayaların gölgesi beni korkutana kadar orada kalırdım. Denizin iki manzarası beni çıldırtırdı. Biri bu kayaların sahile bakan yerinde sabah ve akşam saatlerinde durgun denizin ışığıyla dipteki taş ve yosunlarla aldığı manzara, biri de öğle saatlerinde güneş vuran suyun elmas bir havuz gibi genişlemesi. Bunlar benim muhayyilem için büyük manaları olan şeylerdi. Bu manalar sade güzel değildiler, bana bir türlü çözemediğim bir hakikati veya sırrı anlatıyorlardı. Bir gün İstanbul’a tahsile gönderecekleri gün, Hastahanebaşı’na giden bu manzara ile bir daha karşılaştım. Fakat büsbütün başka şekilde. Dostlarım Ali Kemahlı ile Nail’in evlerine gidiyordum. Bu evle yandaki evin arasındaki boşluktan yine güneşin bütün bir saltanat içinde dinlendiği durgun denizi gördüm. Hiçbir şey insana bu kadar yakın ve buna rağmen ezici şekilde güzel olamazdı. Manzara, söylediğim gibi, benim için yeni değildi. Gideceğim evin denize bakan herhangi bir yerinden Nail ile dama oynadığımız taraçadan da görebilirdim. Fakat o anda yeni bir şey gibi görüyordum. Bir iki dakika büyülenmiş gibi bu manzaraya baktığımı hatırlıyorum. Denizin ve aydınlığın dersi miydi? Böyle olsa bile o anda zihnimde herhangi bir vuzuh yoktu. Sadece mühim bir şey olduğunu biliyordum. Zaten gördüklerimi zihnî hayatıma nakledebilecek bir bilgim yoktu…./…1921 yılında tekrar Antalya’ya tatil için döndüğüm zaman bir gün yine Hastahanebaşı yolunda iki evin arasında tekrar güneşle birleşmiş, güneşin havuzu ve sarayı olmuş bu su ile karşılaştım. Manzara sadece muhteşemdi. Fakat bu güzellik bana acayip bir ölüm düşüncesi arasından geldi. Hiçbir şey bu kadar insana yakın, buna rağmen bu kadar ezici, ondan ayrı olamazdı.”
Bir huzursuzluğun romanı Huzur’da Tanpınar’ın Antalya’ya dair izlenimlerini roman kahramanlarından Mümtaz’ın kişiliğinde dile getirdiği görülür. İşte o satırlardan birkaçı:
“Mümtaz geldiğinin daha ikinci günü bir yığın arkadaş bulmuştu. Evin çocuklarıyla beraber çıkıp geziyorlar, portakal bahçelerine, Karaoğlan’a gidiyorlardı. Hatta şehrin dışındaki cevizliğe kadar uzanmışlardı. Mümtaz sonraları Kozyatağı’nı bu cevizliğe benzettiği için sevmişti. Fakat ekseriya gündüzleri Mermerli’de veya İskele’de deniz kenarında vakit geçiriyorlar, akşama yakın Hastaneüstü’ne çıkıyorlardı. Mümtaz burada, yoldan denize kadar inen büyük kayalar üstünde oturup akşam saatlerini geçirmeyi severdi. Bey Dağları’nın üstünde güneş, sanki kendi ölümünün ayinini ve kendi yaldızdan ve koyu lacivert gölgelerden lahdini hazırlıyormuş gibi, bu dağların kıvrımlarına altın ve gümüş zırhlar geçirir, sonra alçalan ve arkaya devrilen kavis, bir altın yelpaze gibi açılır, büyük ışık parçaları şuraya, buraya ateşten yarasalar gibi uçar, kayaların üstüne asılırdı. Bu bir mevsim gibi bereketli, velut saatti. Çünkü gündüzleri, sadece yosunlu, rüzgârın, yağmurun sünger gibi delik deşik ettiği taş parçaları olan kayalar, bu saatte birdenbire canlanırlar, birdenbire, kudretleri ve cüsseleri insanın çok üstünde, talih gibi susan ve yalnız varlıklarının içimizdeki aksiyle konuşan bir yığın hayal varlık, Mümtaz’ın etrafını alırdı.”
Geçmişle bugünü kucaklayan rüya şehir: Antalya…
Antalya, denizle söyleşen, Beydağları’yla yüzleşen, zamanın iç içe geçtiği, geçmişle bugünü kucaklayan bir rüya şehirdir. O, geçmişin özlemlerini geleceğin umutlarıyla aynı potada yoğurur. Gelenekselle modern olanı barıştırır. Beydağları’na Karacaoğlan’dan, Dadaloğlu’ndan türküler söyler. Bulutları yorgan, yağmuru gözyaşı edinir kendine.
Yüzünü (Ak)denize, sırtını Beydağları’na dönmüş büyülü bir masaldan uyanmış peridir Antalya. Dalgalar kıyıları döverken, rüzgâr tarar Akdeniz’in lüle lüle saçlarını…
Hayat hep dinamiktir Akdeniz’in gözbebeği Antalya’da. Gün dipdiri yirmi dört saattir bu sevda ve muhabbet şehrinde… Bu şehir hep iri ve diridir zaman koridorunda. Bir yanı uyusa öbür yanı uyanıktır. Zamana direnen ve vakti kuşatandır deniz gözlü şehir. Bir şehri yaşanılır kılan her ne varsa burada fazlasıyla mevcuttur. Sılanın bile özlemini duymazsınız bu müşfik topraklarda. Zira hiç kimse bu şehrin gurbet olduğunu söyleyemez; gurbet olsaydı dünyadan ve ülkemizden bu kadar insan keyfi olarak buraya akmazdı.
Maviyle yeşilin bütünleştiği Antalya, memleketin kardan kıştan buz tuttuğu demlerde karın yüzüne hasrettir. Ruhları okşayan munis bir iklimi vardır bu şehrin. Bir selâm sıcaklığında karşılar sizi bu sevda yüklü şehir; öyle sever, öyle bağrına basar. Bir anne şefkatini bulursunuz bu şehrin kollarında. Onunla uyumak istersiniz son uykunuzu.
Maviyle yeşilin bütünleştiği Antalya
Geçmiş zamanı gergefinde nakış nakış işleyen bir şehirdir Antalya. Cevabı kendi içinde olan bir bilmecedir. Asude muhabbetler gövermiştir gönül saçaklarında. Akdeniz’ın her geçen gün daha bir parlayan yıldızıdır bu mavi gözlü şehir. Medeniyet yarışında dörtnala giden yağız attır o... Rakiplerine Akdeniz’in dönemeçlerinde tebessümle el sallayandır.
Ketumluğun can sıktığı demlerde sözleri çoğaltandır Antalya. Burası sevginin, muhabbetin ve aşkın harmanlandığı diyardır. Bir masaldan fırlamış ağırbaşlı bir bilgedir sanki. Yüreklerin kasvetine merhemdir. Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin hülâsasıdır.
Akdeniz’in incisi, gönlümüzün birincisidir Antalya. Bu şehir mâzi, bu şehir hâl ve bu şehir gül yüzlü istikbaldir. Akşamları gurup vakitlerinde batan güneşine doyum olmaz bu gizemli aşk şehrinin. Hiç sabah olmasın istersiniz bu şehrin şefkatli kollarında.
Antalya hiç uyanmak istemediğimiz bir uykuda gördüğümüz doyumsuz düştür. Bu rüyanın yorumu hayra delalet eder şüphesiz. Yarınlarımız bu rüyada canlanır; uyanır derin uykusundan. Şehir okşar başınızı bir anne şefkatiyle. Geceye dağılan şehrayinler çocuk yanımızı emzirir. Yarısı yırtık bir siyah beyaz resimde tebessümü donmuş silik hatıralar, kalan hüzün artığı ömrün dibacesi olur. Şehre dair düşler ve düşünceler yeknesak hissiyatı kanatlandıran bir barış güvercini gibi süzülür zamanın sonsuzluğunda. Zamana tanıklık eder cadde ve sokakları. Kuytularında yankılanan ses, sessiz çoğunluğun gül renkli avazı olur.
Sözün özüdür Antalya… Miş’li geçmiş zamanlardan şimdiki zamanlara çekilen yekpare bir kalıptır. Heykeli dikilmiştir yürek meydanlarına. Kalpler onunla atmaktadır günün her saatinde. Gönül tahtında fermanlar ve hükümler onundur. Hülyalarımızın bahçesinde açan nazenin bir güldür, sevdaya tutulanların kalp çarpıntısıdır. Güvercinlerin kanadında yemyeşil bir benektir. Antalya hayatın ta kendisidir. Mahzun ve mağrur yüreklere yazılan bir şiirdir.
Bacasız sanayinin merkezi: Antalya
Turizme “bacasız sanayi” demeleri ne de anlamlıdır. Kanımca hoş bir dolaylamadır bu. Zira turizm bir ülkenin kalkınmasında motor güç mesabesindedir. Hem bu bacadan kirli atıklar yükselmemektedir. Dört mevsimi aynı anda yaşayabilen ender memleketlerdendir bizimkisi. Böyle bir ülkede yaşamak ilâhî bir lütuf ve ihsandır. Kadrü kıymetini bilelim.
Antalya, turizm potansiyelinin büyüklüğüyle ülkemizde bacasız sanayinin merkezi sayılır. Bu şehrin fabrika bacalarından değil, otel bacalarından kalkınmaya dair umutlar yükselmektedir. Şehrin turizm arterleri her geçen gün ülkemize adeta döviz basmaktadır.
Türk turizminin başkenti Antalya’da dünyayla yarışacak düzeyde güçlü bir turizm altyapısı mevcuttur. Antalya’da, “Oteller Bölgesi” olarak tabir edilen Lara’da birbirinden lüks ve konforlu oteller zengin müşterilerini beklemektedir. Konforda sınır tanımayan bu lüks oteller, hizmet kalitesinde de dünyayla yarışacak seviyededir. Yatak sayısı her geçen gün katlanarak artmaktadır. Otellerin mimarileri de farklı iklimlerden esintiler taşımaktadır.
Türkiye’nin en büyük kum plajlarından birine sahip olan Lara, ince kumlu plajı, sığ ve tertemiz denizi, yeşilin her tonunu görebileceğiniz çam ormanları ile tatilcilerin uğrak yeridir. Buranın şehir merkezine beş, havaalanına on dakika uzaklıkta oluşu, turistler için bir tercih nedeni olabilmektedir. Lara Plajı’nda denize sıfır konumdaki otellerde konaklayanlar için Akdeniz yürüme mesafesindedir. Üstelik bu otellerin hemen hepsinde havuz ve aqua park gibi seçenekler mevcuttur. Genellikle “tatil köyü” ve “tatil oteli” kategorisinde bulunan Lara otelleri “Her Şey Dahil” seçeneğini tercih edenler için son derece idealdir. Buradaki turizm tesisleri yeme içme üniteleri, çocuk parkları, kır kahveleri, diskosu, futbol sahaları, lunaparkı, sergi alanları ile tatilcilerin bütün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde tasarlanmıştır.
Antalya’nın göze ve gönle hitap eden turizm mekânları…
Antalya, günün yirmi dört saatinde yaşayan, dinamik bir şehirdir. Burası birçok milletten insanın gelip dostça, kardeşçe ve medenice yaşadığı bir uygarlık yurdudur. Burası “gezelim eğlenelim, kâm alalım dünyadan” diyen rindane insanların bir araya geldiği dünya cennetidir. Onun içindir ki Antalya’da kavga ve gürültü yok, hoşgörü ve sükûnet mevcuttur.
Bu kadar insanı aynı paydada buluşturan Antalya’nın parmak ısırtan doyumsuz güzellikleri vardır. Bu şehir eşsiz güzelliklerini bütün insanlarla paylaşmakta, paylaştıkça da bu emsalsiz güzellikler çoğalmaktadır. Dilerseniz bu güzel mekânları bir hatırlayalım.
Antalya’nın Konyaaltı ilçesi Akdeniz ikliminin en tipik yansımalarının olduğu yerdir. Türkiye’nin tatil başkenti olarak nitelendirilen Antalya’nın batı ucunda yer alır Konyaaltı... Mâzisi milattan önce otuzlu yıllara dayanan bu bölge, Likya döneminde “Olbia” adıyla anılmaktaydı. Şehrin batısında falezlerin son bulduğu yerde Antalya’nın en güzel plajlarından biri olan Konyaaltı Plajı bulunur. Konyaaltı, Antalya Körfezi’nin en iç noktasında, koy’un batısında yer alır, Kepez ve Muratpaşa’ya komşudur. Harika bir doğası vardır. Tatilin olmazsa olmazları olan kum, deniz, güneş burada kusursuz bir üçlü teşkil eder.
Karpuzkaldıran, yazın Antalya’nın “iğne atsan yere düşmez” diye tabir edilen yerlerinden biridir. Burası aslında askerî dinlenme ve eğitim tesisidir. Bu sebeple çok iyi muhafaza edilmiştir. Bölgedeki deniz suyunun aşırı tuzlu olmasından dolayı on kilo civarındaki karpuzların bile suda batmamasından dolayı “Karpuzkaldıran” isminin buraya verildiği rivayet edilir. Burası adeta cennetten bir köşedir; huzurun yegâne sığınağıdır.
Antalya deniziyle, güneşiyle, kumuyla ve palmiyelerle süslenmiş geniş ve ferah bulvarlarıyla bir dünya cennetini andırır. Burası denizin ve güneşin tadını çıkarmak isteyenler için ilk tercihtir. Dünyada bu kadar temiz denizi Antalya şehrinden başka hiçbir yerde bulamazsınız. Turizm başkentine de yakışan budur. Öte yandan kıyının yeşiliyle denizin mavisinin bu kadar yakınlaştığı ve birbirine karıştığı ikinci bir mekân bulmak müşküldür.
Antalya’nın planlı bir yerleşimi vardır. Ulaşımı kolay bir şehirdir. Cumhuriyet Meydanı bu şehrin merkezî noktalarından biridir. Denize bakan bir balkon hükmündedir.
Kepez; Antalya’nın gülen yüzüdür, bedene hayat veren belleğidir adeta. Gece gündüz huzur soluyan şehrin kollarında uyuyan nazenin bir bebek gibidir. Kepez’de atar Antalya’nın zamana direnen zinde kalbi. Kente buradan fasılasız yirmi dört saat kan ve can pompalanır adeta. Gelenekselle modernitenin uyumunu ve ihtişamını görürsünüz şehrin her köşesinde.
Kültür turizminin başkenti sayabileceğimiz Antalya, müzeleriyle de ünlü bir şehirdir. Antalya Müzesi, Antalya Kent Müzesi, Suna-İnan Kıraç Kaleiçi Müzesi, Atatürk Evi Müzesi bu şehrin kültürünün ve mâzisinin günümüz aynasına düşen muhteşem akisleridir.
Akseki, Aksu, Alanya, Demre, Döşemealtı, Elmalı, Finike, Gazipaşa, Gündoğmuş, İbradı, Kaş, Kemer, Kepez, Korkuteli, Konyaaltı, Kumluca, Manavgat, Muratpaşa ve Serik olmak üzere birbirinden güzel on dokuz ilçesi vardır şirin Antalya’nın. “Aksu, Döşemealtı, Kepez, Konyaaltı ve Muratpaşa” merkezî ilçeleridir bu güzide şehrin.
Antalya değerleriyle ve değerlileriyle bir bütündür
Şehirler, üzerinde yaşayan sakinlerinin omzunda yükselir. Şehrin dili de, gülü de müdavimlerinin eseridir. Şehirler, içlerinde yaşayan gayretli insanların mümtaz eseridir. Antalya da, bu kente gönül verenlerin omzunda yükselmiştir aydınlık çağlara… Daha mamur bir kent için, gecesini gündüzüne katmıştır Antalya paydasında buluşanlar… Bir dünya kenti, bir turizm divası olan bu kentin kimliğini, onun içinde yaşayanlar belirlemiştir.
Antalya değerleriyle ve değerlileriyle dünden bugüne, bugünden yarına koşar adımlarla yol almaktadır. Onun bu kutlu koşusuna şehrin dinamikleri olan aydınlar da eşlik etmektedir. Bunlar arasında Abdülhamit devri sadrazamlarından “Yeğen Mehmet Paşa”, bu şehrin tarihî eserlerini talan etmeye kalkanlara engel olan Antalya Sultanisi Türkçe-Farsça Öğretmeni “Süleyman Fikri Bey (Erten)”, Çanakkale Savaşı’nda 27. Alay’da savaşan dünya savaş tarihinde bir ilki başararak, 7.7 inçlik dağ bataryasının bir uçak gemisini 36 dakikada sulara gömmeyi başaran komutan olarak tarihe geçen “Mustafa Ertuğrul”, Antalya’nın ilk mimarı “Tarık Akıltopu”, bilge mimar sıfatıyla anılan “Turgut Cansever”, hayırsever işadamı “Ömer Duruk”, CHP’nin eski genel başkanlarından ve ağır toplarından “Deniz Baykal”, Antalya ve çevresinin tarihi ve folkloru üzerine araştırmalar yapan “Hüseyin Çimrin” mevcut Dışişleri Bakanı “Mevlut Çavuşoğlu”, Atatürk’ün Diyanet İşleri Başkanlığına getirdiği “Ahmet Hamdi Akseki”, Türkiye Cumhuriyeti’nin altıncı Diyanet İşleri Başkanı olan “Hasan Hüsnü Erdem” Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Diyanet İşleri Başkanı olan “İbrahim Bedrettin Elmalı”, “Hak Dini Kur’an Dili” isimli Kur’an tefsirini yazan “Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır”, Antalya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kuran “Müftü Yusuf Talat Efendi”, “Çil Müftü” namıyla tanınan Antalya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelisi “Ahmet Hamdi Efendi”, bütün hayatını Antalya’da dine ve din hizmetlerine adayan “Osman Hafız Çandır” sayılabilir.
Antalya bir şiir, bir bestedir dudaklarda. Bir şehir şiir gibi güzel olur da onun şairleri olmaz mı? Şiir güzelliğindeki Antalya’nın birbirinden güçlü şairleri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: “Kaygusuz Abdal, Fıtnat Hanım, Abdal Musa, Ümmi Sinan, Vahap Ümmi, Arif Rüştü Görgün, Hamit Macit Selekler, A. Rahim Balcıoğlu, Osman Yüksel Serdengeçti…”
Kaleiçi’nde tarihin izinden yürümek…
Büyülü bir coğrafyanın zamana vurduğu kadim mühürdür Kaleiçi… Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin müşterek eseridir Kaleiçi, nam-ı diğer Attalia… Milattan sonra 130 yılında Roma İmparatoru Hadrianus adına yaptırılan Üçkapılar’dan girilir zamana ve moderniteye direnen bu sıra dışı iklime. Tarihî dokusunu muhafaza ederek bugünlere gelebilen Kaleiçi, şehrin gülen rüyasıdır kesme taşlarda. Ceddin bu şefkat iklimine girenler, sanki zamanda yolculuğa çıkmış gibi hissederler kendilerini.
Tarihin yorgun nabzı atar mâzinin aynası Kaleiçi’nde. Zaman sonsuzluğa akar gibidir burada. Yirminci asrın ilk senesinde Sadrazam Küçük Said Paşa tarafından II. Abdülhamit şerefine yaptırılan Saat Kulesi, bugün de ihtişamını muhafaza ederek zamanın kutlu tanığı olur. Burada zamanın içinde mi, yoksa dışında mı olduğunuzu anlamakta güçlük çekersiniz. Kesme taştan yapılan bu zaman kulesi, nice buluşmalara, nice can yakan ayrılıklara şahitlik etmiştir. Taşlar taş olmaktan çıkıp yufka bir yüreğe dönüşmüştür kim bilir?
Kale Kapısı’ndan Kaleiçi’ne giden güzergâhta yer alan, zemini kesme taşlarla döşenmiş Uzun Çarşı’da; halıcılar, dericiler, seyyar tezgâhlar umutla bekler müşterilerini. Rengârenk hediyelik eşyalar gözlerinizi kamaştırır. Ne alacağınıza karar vermekte güçlük çekersiniz. Nice acı tatlı öyküler saklıdır bu kadim sokaklarda. Yüksek taş duvarlarla çevrili dar sokaklar, modernitenin can sıkıcı metalik havasından uzak tutar sizi. Ceddin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözüyle özetlediği bir medeniyet ikliminde doyasıya soluklanırsınız.
Kaleiçi’ndeki cumbalı eski Antalya evleri bambaşka bir güzellik kadar mekâna. Baharla birlikte açan limon çiçeklerinin mis kokusu portakal ve turunç ağaçlarının kokusuna karışır. Bu rüya ikliminde kaygılardan azade uyumak istersiniz son uykunuzu.
Kaleiçi’nde taşın ve ahşabın görkemini ve sıcaklığını yansıtan geleneksel mimarimizin yüz akı evler sarıp sarmalar sizi. Bu evleri görünce, aşırı güvenlik önlemleriyle adeta modern bir hapishaneyi andıran bugünkü modern sitelerde yaşamadığınıza şükredersiniz. Kaleiçi’nde bir Osmanlı mahallesinde olmanın emniyetini ve nostaljisini yaşarsınız doyasıya.
Antalya’nın düne bakan mütebessim yüzüdür Kaleiçi
Kaleiçi deyip geçmemek lâzım. Antalya’nın düne bakan mütebessim yüzüdür bu masum mekân. Burada her evin müstakil bir bahçesi vardır. Bu bahçelerde uzayıp giden ağaçlar, mekânı daha insanî ve yaşanılır kılar. Kadim mahalle kültürünün günümüze yansıyan izlerini görünce burada doğup büyümenin bir bahtiyarlık olduğunu daha iyi anlasınız.
Kaleiçi’nde olmak, büyülenmek için yeterli bir sebeptir. Zira on dakikalık zaman diliminde yüzyıllardan yüzyıllara zaman ötesi yolculuklar yaparsınız bu kadim diyarda. Mâzi, hâl ve istikbal arasında nice köprüler kurulur bu esrarlı coğrafyada. Bir ayağınız Roma’da, bir ayağınız Bizans’ta, bir ayağınız Selçuklu ’da ve bir ayağınız da Osmanlı’dadır sanki.
Tarihî kimlikleriyle dikkat çeken Kaleiçi’ndeki butik oteller misafirlerine ev rahatlığını aratmaz. Antalya’nın bacasız sanayisine hizmet eden bu butik otellerde kendinizi misafir değil, ev sahibi gibi hissedersiniz. Anadolu’nun birbirinden güzel yüzlerce damak lezzetini içinde barındıran zengin mutfağı, mutfağınız olur. Mideniz bayram eder adeta. Mızrabın telle vuslatı, ruhunuzu adeta kanatlandırır. Burada başınızı koyduğunuz yastıktan daracık sokakların egzotik siluetini seyre dalar, mekânın ruhaniyetini içselleştirirsiniz.
Kaleiçi’ni dolaştığınızda, Bursa’dan sonra burada da ikinci bir zaman olduğuna dair vehimlere kapılırsınız. “Ne içindeyim zamanın/Ne de büsbütün dışında” dizeleri hissiyatınıza tercüman olur. Takvimle ve saatle ölçülemeyen muayyen ve yekpare bir zamandır bu…
Kaleiçi geceleri, eğlencenin zirveye çıktığı sıra dışı zaman dilimidir. Eğlencenin doruğa çıktığı bu gecelerde Akdeniz’in mavi nefesini ensenizde, dalgaların musikisini kulaklarınızda hissedersiniz. Burada geceler zifiri değildir. Bir ucu aydınlığa açılır. Eğlenerek geçirilen her gece, nice umutları gönül heybesine dolduran sabahın müjdecisidir.
Kaleiçi’nde pencerenin perdelerinden süzülüp içimizi ısıtan güneşin ilk ışıklarıyla yeni bir güne ve yepyeni umutlara “merhaba” demek, hazların en güzelidir. Güneşin doğduğu saatlerde Kaleiçi’ndeki Kırk Merdivenler’den inip Yat Limanı’na varmak, burada birbirinden güzel yelkenlileri, sandalları ve yatları seyre dalmak, ömürde bir kere de olsa yaşanılması gereken doyumsuz bir keyiftir. O demlerde güneşin masmavi sulara akseden ziyası, ilâhî bir fırçadan çıkan latif bir manzara oluşturur. Limandaki balıkçıların umutla ve iştahla (Ak)denize açılışlarına şahit olmak bu tablonun devamı niteliğindedir. Ötede Mermerli Plajı’nda masmavi suların seyrine dalmak, bu eşsiz tablonun finalidir sanki…
Selçuklu’nun bâkiyesi: Yivli Minare ve Külliyesi
Antalya’nın belli başlı sembollerinden biri olan ve zamana adeta meydan okuyan Yivli Minare, Kaleiçi’nin ruhunu barındırır kesme taşlarında. Çinili tuğlalardan inşa edilen 45 metrelik bir minareye sahip olan bu on üçüncü yüzyıl Selçuklu eserinin müşfik gölgesinde dört mevsim huzur solursunuz. Sükûnetin dinginliğini yaşarsınız doyasıya.
Antalya’nın ilk İslâm eserlerinden biri olan Yivli Minare’nin kaidesi taştan, gövdesi tuğla ve firuze renkli çinilerden yapılmıştır. Sekiz yivli olan bu minare adını da bu yivlerden almıştır. 38 metre yüksekliğe sahip bu minareye doksan basamaklı bir merdivenle çıkılır. Yivli Minare bu masal şehre kuşbakışı nazar eyler; şehre manevî bir soluk aldırır.
Antalya’ya tarihî bir atmosfer katan Kalekapısı’ndaki külliye içerisinde Yivli Minare’yle birlikte Yivli Camii, Gıyaseddin Keyhüsrev Medresesi, Selçuklu Medresesi, Mevlevihane, Zincirkıran Türbesi ve Nigar Hanım Türbesi bulunmaktadır. Külliye içerisindeki minarelere bakınca “Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;/Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrurum” mısralarının dudaklardan dökülmesi işten bile değil.
Kaleiçi, mâzinin diliyle konuşur, bugünün fânilerine ebedî hakikatleri haykırır. Milattan sonra ikinci yüzyılda vücut bulan Kesik Minare hüzünlendirir sizi. Antik Bizans ve Selçuklu mimarisinden izler taşıyan bu kadim eser, bir zamanlar tapınak olarak da kullanılmıştır. Daha sonra II. Beyazıt’ın oğlu Sultan Korkut tarafından camiye çevrilmiştir. Ağır bir yangın geçiren bu cami, bugünkü mevcut hâliyle hayli dikkat çekmektedir.
Alt kısmı kare, üstü silindir biçimli Hıdırlık Kulesi, Roma döneminden izler taşır. Anıtmezar olarak bilinen bu yapı, vaktiyle deniz feneri olarak da hizmet etmiştir. Falezlerin üzerinde bir biblo gibi duran bu tarihî yapı, görkemli duruşuyla varlığını hissettirmektedir.
Suyun coşkulu hâli, şelâleler şehri Antalya
Dünyanın sayılı turizm merkezlerinden biri olan Antalya, tabiatın cömert ve mütebessim yüzünü sergiler ziyaretçilerine. Antalya’da su hayatın öznesidir. Akdeniz’in mavi suları bu şehre bir tablo güzelliği katar. Yüce Allah suyunu bol vermiştir bu şehrin. Hayatın olmazsa olmazı olan suyun bir bakıma başkentidir Antalya. Zira bir şelâleler kentidir burası. Burada suyun coşkusuna kaptırırsınız kendinizi. Ruhunuz su sesiyle uyanır derin uykusundan. Su sesi en tatlı ve en munis bir musiki yerine geçer bu güzel ve bereketli topraklarda.
Antalya, suların görsel bir şölene dönüştüğü eşsiz bir doğa harikasıdır. Bir şehirde ancak bu kadar çok şelâle olabilir. Antalya’nın mevcut güzelliğine güzellik katan Kurşunlu, Düden, Manavgat, Karpuzkaldıran ve Uçansu şelâleleri birbirinden güzeldir. Bu mekânlar ruhumuza inşirah neşvesi katar. Şehrin gürültüsünden bunalanlar suyun sükûnetinde arındırırlar muğlak zihinlerini. Hayat da suyla birlikte sessiz ve derinden akıp gider.
Kurşunlu Şelalesi bir tablodan fırlamış gibidir. Suları 18 metre yükseklikten dökülen Kurşunlu Şelâlesi iki kilometrelik bir kanyonun içinde yer almaktadır. Antalya-Isparta karayolunun üzerinde bulunan bu şelâle, doğal ormanlık alanlarıyla da piknikçilerin gözdesidir. Hafta sonlarında tabiatla kucaklaşmak isteyenler için iyi bir alternatiftir burası.
Karstik bir çöküntünün oluşturduğu Düden Şelâlesi, Antalya’nın bir başka görülmesi gereken yeridir. Düden Şelâlesi, Antalya’nın berrak pınarıdır. Şelâle suyu yirmi metre yükseklikten dökülerek görsel bir şölen sunmaktadır. Şelâlenin etrafındaki bitki zenginliği, burayı adeta bir botanik bahçesine dönüştürmektedir. Şelâlenin suları küçük bir dere oluşturarak sekiz kilometre boyunca süzülerek akmakta, sonra da Lara bölgesinde kırk metre yükseklikteki falezlerden muhteşem bir görüntüyle denize dökülmektedir.
Manavgat Şelâlesi, Antalya’nın şelâleler zincirinin en gösterişli halkasıdır. Manavgat Nehri üzerinde bulunan bu ünlü şelâle, gören gözlere ve işiten kulaklara huzur ve sükûnet bahşetmektedir. Yüksekliği 3-4 metreyi geçmeyen bu şelâle, genişliğiyle benzerlerinden ayrılmaktadır. Kentin keşmekeşinden bunalanlar bu şelâlenin etrafındaki piknik alanlarında gözlerini ve gönüllerini doyurmakta, stres atıp rahatlayarak evlerine dönmektedir.
Uçansu Şelâlesi Antalya’nın Serik ilçesine bağlı Akçapınar Köyü’ndedir. Şelâle sularının döküldüğü noktada oluşan gölette yüzmek ve rafting yapmak mümkündür. Uçansu Şelâlesi’nde hayatın bütün yorgunluğunu berrak sulara katıp ondan rahatça kurtulabilirsiniz.
Akdeniz’in incisi Antalya’daki bir başka şelâle de Düden suyunun Antalya travertenlerinden Akdeniz’e döküldüğü noktada oluşturduğu Karpuzkaldıran Şelâlesi’dir. Suyun falezlerden dökülmesiyle oluşan bu şelâle, son derece hoş bir görüntü oluşturmaktadır.
Büyük Türk gezgini Evliya Çelebi, Seyahatname’nin Bursa bahsinde “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” demişti. Acaba bu ünlü seyyahımız Antalya’nın coşkun şelâlelerini görebilseydi bu sıfatın Antalya’ya daha çok yakışacağını düşünmez miydi? Kim bilir?...
Demre’de zamana tanıklık etmek…
Demre Çayı’nın beslediği bereketli bir ovada kurulan Demre, Likya’nın en önemli şehirlerinden biri olarak bilinir. Şehrin kadim tarihi milattan önce beşinci yüzyıla kadar gider. Bu tarihî şehrin bugünkü ekonomisi tarıma dayalıdır. Buradaki tarihî mirasın ortaya çıkarılması turizmi canlandırmıştır. Demre Hıristiyan dünyasının hep ilgisini çekmiştir. Hıristiyanlar için büyük bir önemi olan Saint Nikola(Noel Baba) Kilisesi ve mezarı özellikle yılbaşına yakın günlerde Demre’ye olan ilgiyi fazlasıyla artırmıştır. Kilisenin bahçesindeki Noel Baba Heykeli ziyaretçilerin dikkatlerini üzerinde toplayan önemli bir tarihî eserdir.
Bunun yanında kaya mezarlarıyla da ünlü olan ve milattan önce beşinci yüzyılla tarihlenen “Myra Antik Kenti” yabancı turistlerin ilgisini Demre üzerine çekmiştir. Buradaki antik tiyatro Roma dönemi tiyatrosunun karakteristik özelliklerini yansıtan görülmeye değer tarihî bir mirastır. Buradaki antik tiyatro sahnesi iyi korunarak bugünlere gelmiştir.
Demre demek biraz da Kekova demektir. Demre’de Kaleköy ile Üçağız açıklarında yer alan küçük kayalık bir adadır Kekova. Tarihin tabiatla bütünleştiği harikulâde bir yer olan Kekova, insan ömründe bir kez de olsa mutlaka gezilip görülmesi gereken bir doğa cennetidir. Dört buçuk kilometrelik bir yüzölçümü olan bu adada kimse yaşamamaktadır. Fakat burada pansiyonlar ve kafeler mevcuttur. Burası mavi yolculuğun önemli duraklarından birisidir. Bakan gözlere bayram ettiren bu büyüleyici doğa cenneti; eşine az rastlanan, şahsına münhasır bir mekândır. Buradaki antik kentin büyük bir bölümü sular altında kalmıştır. Bu adacığın kuzey tarafında ikinci yüzyılda depremlerle yok olan antik “Dolkisthe” kentinden kalma batıklara rastlanır. Burası tarihî ve tabiî öneminden dolayı sit alanı ilân edilmiştir.
Antalya’nın tarihî hafızası: Antik kentler…
Antalya, doğal güzelliklerinin yanında antik kentleriyle de turizm kentleri arasındaki rakiplerine açık ara fark atmaktadır. Şehrin tarihî zenginliklerinin belkemiğini teşkil eden, mâziden hâle köprü olan bu antik kentler özellikle yabancı turistlerin ilgi odağı olmaktadır.
Düden ve Aksu akarsuları arasında kurulan Perge bu antik kentlerden sadece biridir. Bulunan bir kitabeden anlaşıldığına göre burası Truva Savaşı’ndan dönen Kalçhas, Mapsas ve Riksos adlı kişiler tarafından kurulmuştur. Fakat bu tarihî kent Büyük İskender’in buraya gelişiyle tarih sahnesine çıkmış, Helenistik çağda önem kazanmıştır. İskender’le anlaşma yapıldığı için Perge herhangi bir zarar görmemiş, günümüze intikal etmiştir. Denizden uzakta yer aldığı için korsanların yağmalarından etkilenmemiştir. Tiyatronun yakınındaki stadyum en iyi korunmuş yerlerinden biridir. Buranın tarihî görüntüsü insanı mâzinin derinliklerine, tabir caizse zamansızlığa götürmektedir. Perge’de kendinizi bir masalın içindeki olağanüstü bir kahraman gibi farklı ve güçlü hissedersiniz. Gördüklerinizin masal mı, hakikat mi olduğunu anlamak için teninizi çimdikler veya nabzınızı kontrol edersiniz. Sonra da karar verirsiniz.
Alanya-Antalya karayolunun üzerinde Serik ilçesinin sekiz kilometre doğusunda yer alan Aspendos, milattan evvel onuncu yüzyılda Akalar tarafından kurulan antik bir kenttir. Buradaki antik tiyatro, milattan sonra ikinci yüzyılda Romalılar tarafından kurulmuştur. Bu açıkhava tiyatrosu, en iyi korunan tarihî eserler arasındadır. Tiyatronun mimarı Aspendoslu Theodorus’un oğlu Zenon’dur. Her yıl binlerce yerli, yabancı turistin gezdiği Aspendos Antik Tiyatrosu konserler, tiyatrolar ve sanatsal etkinlikler için günümüzde de kullanılmaktadır.
Güllük Dağı’nın tepesinde doğal bir platform üzerine kurulan Termessos, yine Antalya’nın antik kentlerinden biridir. Roma ve Grek kentlerinin aksine Termessos, Anadolu’nun içlerinden gelen Solymnler, tarafından kurulmuştur. Termessos’un, huzur veren ve el değmemiş görünümüyle diğer antik kentlerden daha farklı ve etkileyici bir havası vardır. Doğal ve tarihî zenginliklerinden ötürü, şehir adını taşıyan Milli Park kapsamına alınmıştır. Termossos’un diğer önemli özelliği de güney, batı ve kuzeyinde bulunan mezarlıklardır. En ilginç olanları kayaya oyulmuş mezarlar ile tapınak biçiminde inşa edilmiş ve lahit mezarlardır. Şehrin görülebilen bir diğer kalıntısı da günümüze erişen sur duvarlarıdır.
Tarihin nabzı atar Antalya’nın antik kentlerinde...
Sillyon Antik Kenti, Perge’nin kuzeydoğusunda, denizden içerde, ova ortasında, yayvan biçimli yalçın ve yüksek bir tepe üzerinde kuruludur. Sillyon kentinin Troia savaşından sonra kurulduğu sanılmaktadır. Bizans döneminde piskoposluk merkezi olan Sillyon, Selçuklu dönemini de yaşamıştır. Tepenin hafif eğimli batı yönü Helenistik çağlardan kalma surlarla çevrilidir. Bu surları kuleler, kapılar ve kente çıkılan yollar tamamlamaktadır. Kentin kapısı, tepenin batı yanındaki surlar üzerindedir.
Olympos, Antalya’nın güneyinde Phaselis’ten sonra ikinci önemli liman kentidir. Olympos limanı tarihte korsan yatağı olarak bilinir. Antalya’nın güneyinde, Olympos antik kenti yakınlarında efsanelere konu olmuş ilginç bir doğa olayı kendini gösterir. Çakaltepe olarak anılan yükseltinin güney yamacından devamlı olarak alev yükselir. Yeraltından çıkan doğal gazın havayla temas etmesi sonucu alev alması, özellikle geceleri ilginç bir görüntü oluşturur. Yamaçtan çıkan bu doğal gaz nedeniyle burası “Yanartaş-Çıralı” olarak bilinir.
Phaselis Antik Kenti, Antalya-Finike sahil yolu üzerindedir. Antik kaynaklardan Phaselis’in Rodoslu kolonistlerce kurulduğu anlaşılmaktadır. Üç limana sahip olan Phaselis’te toprak üstünde görülen kalıntıların hepsi Roma dönemine aittir.
Arycanda, Elmalı-Finike karayolunun tam yarısında Arif köyü yakınında Aykırıçay’ın batı yamacında yer alır. Limyra Kralı Perikles dönemine ait sikkeler, ele geçen en eski belgedir. İskender’in egemenliğinde kalmış olan şehir, daha sonra Ptolemaiosların ardından Seleukoların eline geçmiş; Apemea barışından sonra ise Rodos’un kontrolüne girmiştir.
Limyra, Antalya’nın Finike ilçesinin kuzeydoğusunda Toçak Dağı eteğindedir. Milattan evvel 5. yüzyıldan beri var olduğu bilinmektedir. Asıl etkin dönemi milattan önce 4. yüzyılın ilk yarısındadır. Lykia Birliği’ni kurmak isteyen Perikles’in Limyra’yı başkent olarak kullandığı bilinmektedir. Büyük İskender’in Pers hâkimiyetine son vermesinin ardından sırasıyla Helen’in, Ptalemaioslar’ın, Lysimakhos’un, Suriye Krallığının yönetimine geçmiştir.
Alanya: Güneş, kum, mavi deniz…
(Ak) denizin kıyıcığında, turistlerin çok rağbet ettiği bir turizm cennetidir Alanya. Bu huzur ve sükûn beldesi nice doyumsuz güzellikleri barındırır içerisinde. Bir zamanlar şehirdeki korsanların başkalarının bakmasına bile kıyamadığı ve müsaade etmediği bir güzellikler diyarıdır burası. O korsanlar ki koca Roma İmparatorluğunu belli bir süre de olsa oyalamış, şehirlerinden uzak tutmuştur. Alanya’yı düşmanlardan gözü gibi sakınmışlardır.
Antik çağlarda korsanlara, Bizans döneminde ise derebeylerine yurt olan Alanya, tarihî süreç içerisinde “uç/çıkıntı” anlamına gelen “Korakassa” ile “güzel/hoş” anlamına gelen “Kalonoros” gibi birçok isimle anılmıştır. Daha sonraları şehre egemen olan Selçuklular I. Alaeddin Keykubat isminden mülhem olmak üzere şehrin adını “Alâiye” koymuşlardır. Bu isim, zaman içerisinde “Alanya” şekline dönüşmüştür. Artık bir turizm markası olmuştur.
Antalya’nın çok uzağına düşer Alanya. Akdeniz’in masmavi sularıyla söyleşen Alanya, görüntü itibariyle küçük bir yarımadayı andırır. Bu naif şehir Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı için bir kale vazifesi görmüştür. Şehrin kuzeyindeki Toros Dağları şehre heybetli bir görünüm kazandırır. Şirin Alanya, zamanın beşiğinde bir çocuk saflığıyla sallanır durur.
Selçuklunun Akdeniz’e açılan kapısıdır güzel Alanya. Kaldırımlarında tarihin ayak sesleri saklıdır bu şehrin. Şehre 178 sene boyunca sahip olan Selçuklunun, Konya’dan sonraki ikinci başkentidir. Başta görkemli kalesi ve tersanesi olmak üzere şehirdeki birçok eser o döneme aittir. Bu güzel şehir 1471 senesinde Osmanlı egemenliğine dâhil olur.
Güneşin kendisine âşık olduğu, dört mevsim boyunca peşini bırakmadığı şehirdir Alanya. İki ebedî dost olan denizle güneşin aşkı ve serenadı görülmeye değerdir burada. Özellikle gurup vakitlerinde bu iki aşığın ateşin busesine şahit olursunuz. Gökkuşağının yedi rengi tek renge dönüşür aşk paletinde. Kendinizi zamanın kıyıcığında, zamansızlığın göbeğinde hissedersiniz. Masmavi suların hüzünlü gözleri kan çanağına döner o demlerde.
Nisanda portakal çiçeklerinin o eşsiz kokusuyla mest olursunuz sevdakâr Alanya’da. Bu güzide şehrin dağlarında eksik olmaz anemon çiçekleri. Aşkın kendisidir bu şehir; hayatın gün gibi aşikâr öznesidir. Burada sokakların tarihi zamanın gergefinde dokunur altın ipliklerle. Dün bugüne, bugün yarına karışır. Yarınlara dair umutlar çoğaldıkça çoğalır.
“Türk rivierasının incisi” olarak nitelendirilen Alanya, tabir caizse bir tatil metropolüdür. “Güneş, kum, mavi deniz” üçlüsü dört mevsim turizmin hizmetindedir. Dünya turizminin ilgi odağıdır burası. Akdeniz’in en gözde turizm merkezlerinden bir(incis)i olan Alanya, bu özelliğini her geçen gün pekiştirip taçlandırmakta; arayı daha da açmaktadır.
Şehre hâkim bir tepede konuşlanan ve Akdeniz’in en görkemli kalesi olarak bilinen Alanya Kalesi, bu şehrin mâziye bakan yüzü, tabir caizse kötü bakışları savan nazar boncuğudur. Bu heybetli kale Selçuklu ve Osmanlı’nın da gözbebeğidir. Alanya’yı bir uçtan bir uca çepeçevre saran kadim surlar zamanın mücessem hâlini yansıtır. Zamana tanıklık eden bu kadim ve heybetli surlar hâlâ dimdik ayakta durmaktadır. Altı buçuk kilometre uzunluğundaki bu surlar şehrin tarih menşeli turizmine hizmet etmeye devam etmektedir.
Alanya Kalesi sınırları içerisinde Selçuklu döneminden kalma Süleymaniye Camii, Alanya’nın manevî yüzünün tanığıdır. Minarelerden yüreklere akan ezanların okunduğu muhkem bir mabettir. Taşlara giydirilen ruhun cisimleşmiş hâlidir. Hayattır, candır.
Şairlerin dilinde Antalya
Bir şiir kadar güzel ve içlidir Antalya. Nice şairlere ilham kaynağı olmuş bu şehrin cadde ve sokakları. Nice hayatlar yaşanmış bu uygarlık beldesinde. Şiirlerinde Antalya’yı konu edinen onlarca şair vardır şüphesiz. Bu şairlerin şiirlerinde ebedileştirdiği Antalya, bütün bu övgülerin hakkını vermektedir. Birkaçına değinelim dilerseniz... Antalyalı şairlerden Hamit Macit Selekler “Antalya” isimli şiirinde şöyle der: “Yollarına düştü bir gün;/Anavatan Körpe çocukların geçti yollarından;/Kopmuş gibi hepsi bir İlkbahardan;/Ne güzel bir akşamüstü kızların.//Yüzlerinde ümit ve ay ışığı/Ellerinde birer buğday başağı/Atlayıp geçerek sanki eşiği/Bu yıl on dördüne bastı kızların.//Anadolu kırıp çerçevesini,/Açtı Akdeniz’e penceresini/Doldurdu yaklaşan güz gecesini/Sevinçle çağlayan sesi kızların.”
Şiirlerinde Antalya’ya olan özlemini ve sevgisini dile getiren bu şehrin bağrından çıkmış şairlerden Baki Süha Eyüboğlu ”Yaz Sevdası” şiirinde şöyle diyor: “Akdeniz kıyıları portakal bahçeleri/Uzakta balıkçılar yelken yelken üstüne/Seni düşünüyorum senin beyaz ellerin/Gözlerimi kapıyor ıslak melteme karşı./Bir harap tekne gibi rüzgârların//Kayalara çarpıyor başıma hatıralar/Kumların üzerinde unuttuğum günler/Yırtık bir yelken gibi parçalıyor dalgalar.//Limon çiçeklerinden daha aydınlık göğsün/Körfez suları gibi kabarıp alçalıyor./Seslen bana dağların ardında kalan çocuk/Antalya’da saatler şimdi kaçı çalıyor.”
Son söz niyetine…
“Hayatta değişmeyen tek şey değişimdir” derler. Geçen zamanla birlikte Antalya da çok değişti, dönüştü; bugünlere gelindi. Değişimin getirdiği güzellikler yanında, alıp götürdüğü güzellikler de oldu. Antalya’nın ilk mimarı olarak tarihe geçen Tarık Akıltopu şehrin değişiminin sancılarını şöyle şiirleştiriyor: “Portakal çiçeği kokan/Benim bir Antalya’m vardı/Ene, abu, gari diye konuşan/Birbirini tanıyan, kucaklaşan/Ne portakal çiçeği kokusu/Ne agam’ı, abu’su kaldı/Ne birbirini tanıyan/Nerde benim Antalyam/Nerde benim Antalyalım.”
Türk turizminin payitahtı Antalya’yı ve Antalyalıları çok seviyoruz…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.