- 239 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DEDE VE TORUN
DEDE VE TORUN (DOSTLUK ÜZERİNE HAYAT DERSİ)
Dede her zaman olduğu gibi, oğluna uğrar, henüz dokuz yaşına yeni girmiş torununu gezintiye çıkarır. Çocuk her seferinde, evlerinden tahmini 300 metre uzaklıktaki çocuk oyun parkına gitmek ister ve dede çocuğun yaşı gereği torununa asla itiraz etmez.
Derken bir ilkbahar sabahı dede yine torununu özlemiştir. Ne var ki torununa gitmeden önce kendi kendine bir karar vermiştir! Bu sefer torunun istediği oyun parkına değil. Şehrin dışındaki ağaçlarla kaplı, bin bir çiçekle bezeli, kuşların cıvıl, cıvıl ötüştüğü derelerin şarıl şarıl aktığı, kelebeklerin, böceklerin özgürce uçuştuğu koruluk bir alana götürecektir.
Dedenin tek amacı vardır. O da ölmeden önce torununa hayatın bazı gerçeklerini göstermek ve yaşamın ne anlama geldiğinin farkındalığını oluşturmaktır! Dede oğlunun evine gelmiştir ve torunu dedesini görür görmez, yaşasın dedem geldi, dedem geldi. Yine oyun parkına gideceğiz. Yine kaydırağa bineceğim. Tahtaravelliye bineceğim der. Dede; bu sefer düşündüklerini yapmakta oldukça kararlıdır. Rol icabı da olsa suratını asar, Torun ise dedesinin suratını asmasından hiç hoşnut değildir.
Torun dayanamaz sorar;
- Neyin var dedeciğim? Yoksa hasta mısın?
Dede kararlı bir şekilde, torununun duygusallığını görür biraz daha suratını asarak;
- Hayır yavrum hasta değilim ama ben dostumu özledim. Bugün de ona
gitmek istiyorum. Der.
Torun her ne kadar, ama dede dese de, dede torununu o koruluğa götürmeye kararlıdır. Torun, dedesinin çok üzgün ve ısrarlı olduğunu görünce,
Tamam dedeciğim. Sen üzülme. Önce dostunu ziyarete gideriz, sonra da oyun parkına geliriz. Ben kaydırağa binmek istiyorum olur mu dedeciğim?” Der.
Bunun üzerine dede bıyık altından gülümsemekte ve
- Tamam yavrucuğum döndüğümüzde seni kaydırağa bindireceğim söz!
Diye cevaplar.
Dede torununu da yanına alarak arabaya atlar, şehrin dışındaki koruluğa hareket ederler. Hemen şehrin dışında olan koruluğa geldiklerinde, dede arabayı park eder ve torununun elinden kavrayarak arabadan indirir.
Çocuk koruluğu görünce gözlerine inanamaz. Bu arada çocuk gördüğü güzellikler karşısında, dedesinin dostunu ziyarete gideceğini bile unutmuştur. Her taraf yeşillikler içinde, Kimi ağaçlar çiçeklenirken, kimisi tomur halinde, toprak rengarenk çiçeklerle bezeli, kuşların cıvıltısı adeta bir melodi gibi. Şarıl, şarıl akan dere kuş seslerine ritim tutmakta ve kelebekler, böcekler vızır, vızır uçuşmaktadır.
Dede torununun elini bırakır ve koşmasını ister. Hadi koş yavrum ben de seni yakalamaya çalışacağım der.
Torun; çocuk saflığıyla;
- Ama beni yakalayamazsın ki! Der.
Dede ise,
- Yakalamaya çalışırım. Yakalarsam bana söz vereceksin zaman zaman
buraya geleceğiz olur mu?
Çocuk kendinden emin bir şekilde,
- Tamam dedeciğim sana söz veriyorum. Beni yakalarsan tekrar buraya
geleceğiz.” Der.
Çocuk önden dede arkadan bir müddet koşarlar. Nihayet çocuk yorulmuştur. Dede ise çocuğun özgüvenini sarsmamaya çalışır! Tam torununu yakalayacağı sırada kendisini mahsus yere atarak düşmüş gibi yapar. Çocuk dönerek dedesine doğru koşarak,
Dedeciğim, dedeciğim bişey mi oldu? Diye dedesinin yanına gelmiştir.
Dede torununa sarıldığı gibi çimenler üzerinde yuvarlanarak torununu doya doya öper ve ekler. Düşmeme üzüldün mü yavrum? Diyerek toparlanır ayağa kalkar ve torununun elinden tutarak bir taraftan doğa hakkında bildiklerini anlatır, diğer taraftan torunuyla bu güzellikleri içinde birlikte olmanın keyfini çıkarır.
Epeyce yol aldıktan sonra karşılarına yaşlılıktan içi çürüyerek kovuk oluşmuş, yarı tomur, yarı tomurdan patlamış oldukça yaşlı bir çınar ağacı çıkar. Çocuk, çınarın büyüklüğü karşısında donakalmıştır! Çocuk daha önce hiç bu kadar büyük bir ağaç görmemiştir. Çınar ağacına uzun uzun baktıktan sonra, dedesine dönerek;
- Dede, bu ağaç nasılda böyle kocamandır. Hem içinde sanki bir ev var. Bu
ağaç ta senin gibi büyüktür.” Der.
Dede,
- Evet yavrum sana dost demiştim ya, işte sana sözünü ettiğim dostum
budur.
Torun bir kere daha şaşırmıştır.
Bak yavrucuğum ağaçlar da insanlar gibidir. Bu yaşlı gövde kim bilir ne
fırtınalara maruz kalmış, ne yağmurlar almış, ne kar boran görmüş. Ne yıldırımlar çakmış. Ama asaletiyle hala ayakta, hala dimdik duruyor! Şimdi beni çok daha iyi dinlemeni istiyorum. Ağacın bu yaşlı gövdesi, vefalı, misafirperver, dost canlısı bir gövdedir. Dalları ise dostlarına uzattığı bir el gibidir. O dallara dostları tutunur. Çocuk bir kez daha şaşkınlık içindedir. Nasıl olur da bir ağaç insan gibi olur. Nasıl olur da bu ağacın dalları bir insan gibi dostlarına el uzatır diye anlamaz ve dedesine;
- Nasıl yani dedeciğim” diye sorar.
Dede devam eder.
Çınarın bir dalını tutarak aşağı eğer ve bak yavrum. Bu gövdeyi ben olarak düşün. Dalları ise benim kolum ve elim diye düşün. Şu gördüğün henüz patlamamış tomurları ve yaprakları da arkadaş, arkadaş bildiklerimiz, dost, dost bildiklerimiz, akrabalarımız, akraba bildiklerimiz olarak düşün. İşte öyle bişey ben de öyle değil miyim? Der. ve konuyu kapatır.
Dedenin amacı, torununa yaşamın bazı gerçeklerini göstererek yaşatarak anlatmaktır. Bu yüzden torununa anlatması gerekenleri yarıda keserek, korulukta görülmeye değer başka yerleri gezdirir. Bir müddet sonra saati yoklar ve
Hadi yavrum epeyce geç oldu artık gidelim der. Fakat çocuğun aklında hala çınar ağacı ve dedesinin anlattıkları vardır.
Arabaya binerek geri dönerler. Ne var ki çocuğun kafasında dedesinin anlattıklarına anlam veremediği gibi bir ağacın nasıl olur da bu kadar büyük olabileceğini düşünür durur.
Çocuk eve döndüklerinde, korulukta gördüklerini anne ve babasına anlata, anlata bitiremez. Hele bir çınar vardı ki dedem kadar büyük ve dedem kadar dost! Anne ve baba çocuğun anlattıkları karşısında şaşkınlık ve bir o kadar da mutlu bir şekilde dinliyorlardı. O günden sonra çocuk, Korulukta gördüklerini ve çınar ağacını hergün birkaç kere anlatıyordu.
Aradan iki hafta geçmiş, Dede tekrar torunu özlemişti. Oğlunun evine geldiğinde, torun odasından dedesinin sesini duyarak yerinden fırlayarak dedesinin boynuna zıplamış ama bu kez oyun parkına gidelim dememişti. Bu durum karşısında hem dede hem anne baba şaşkınlık içindeydiler.
Çocuk;
Dedeciğim koruluğa gidiyoruz değil mi?
Diye sorunca her üçünün de şaşkınlığı bir kez daha bakışlara yansımıştı. Dede, torununu istediği kıvama getirdiği düşüncesiyle;
Elbette yavrum! Şimdi o dost ağacın kim bilir ne kadar arkadaşı, dostu, akrabası olmuştur.
Çocuk,
- Hemen gidelim dedeciğim çok merak ediyorum.
Dede ve torun arabaya atladıkları gibi yolda sohbet ederek o dünya harikası koruluğa gelirler. Bu sefer çocuk dedesinin elinden tutmasını beklemeden arabadan indiği gibi Dost çınara doğru koşmaya başlar. Dede her ne kadar arkasından bağırsa da dur oğlum. Yavaş, düşüp bir yerlerini yaralayacaksın. Diye. Çocuk dedesini dinlemeden koşmaya devam eder. Dede ise adımlarını hızlandırarak torununa yetişmeye çalışır.
Nihayet dost ve yaşlı çınarın yanına geldiklerinde, çocuk tomurların patlayarak yapraklara dönüşmesini ve çınarın çıplak dallarının yapraktan görünmediğini şaşkınlık içinde seyreder.
Nihayet dedesi de çınarın yanına gelmiştir. Dede henüz soluklanmadan çocuk ilk gelişten sonraki günlerde biriktirdiği soruları sormaya başlar.
- Dedeciğim hani geçen gelişimizde Çınar ağacını insan diye düşün
demiştin! Dallarını ise, o insanın yardıma, dostuna uzanan kolu ve elleri olarak düşün demiştin. Yaprakları ise o insanın arkadaşı, dostu, akrabası olduğunu söylemiştin. Peki bir insanın bu kadar arkadaşı, dostu, akrabası olması mümkün mü? Mümkünse bizim niye bu kadar arkadaşımız, dostumuz, akrabamız yoktur?
- Yavrucuğum doğrusunu istersen bu koca çınarın da gördüğün kadar
arkadaşı, dostu, akrabası yoktur. Diye cevaplar.
Çocuk bir kez daha şaşkınlık içinde kalır. İçinden; “acaba dedem bir çelişki içinde midir? Oysa ki yaprakların bu yaşlı çınarın arkadaşı, dostu, akrabası olduğunu söylemişti.”
Dede torunun susarak bütün bunları içinden geçiriyor düşüncesiyle devam eder. Evet güzel torunum. Yoktur. Çünkü Bütün bu yapraklar arkadaş görünümündeki arkadaş, dost görünümündeki dost, akraba görünümündeki akrabadırlar. Ne var ki aralarında vefalı arkadaşları, sadık ve vefalı dostları, candan akrabaları da var. Lakin şu anda bunları sana gösterebilmem mümkün değildir. Çünkü şu anda gördüğümüz arkadaş, dost, ve akrabalar oldukça riyakardırlar. Ki riyakâr olanlar da gerçek yüzlerini asla göstermezler.
- Peki ne zaman gösterirler?
- Ne zaman ki kılcal damarlarına kadar bu koca çınarı sömürüp kanını emer
bitirir, şü gördüğün kovuk gibi yüreğinde derin yaralar açar o zaman gerçek yüzlerini gösterirler.
- Peki ben bunu nasıl anlayacağım?
- Merak etme yavrum o gün geldiğinde seninle tekrar buraya geleceğiz.
İşte o zaman gerçek arkadaşlarının, gerçek dostlarının, gerçek akrabalarının kim olduğunu, nasıl vefakâr ve cefakâr olduklarını sana göstereceğim. Hadi şimdi biraz gezinim sonra eve gidelim annen baban merak ederler.
- Peki dedeciğim gidelim. Dedikten sonra korulukta biraz daha gezindikten
sonra arabaya binerek eve dönerler.
Birkaç hafta sonra dede hastalanır ve hastaneye kaldırılır. Tetkikler neticesinde ameliyat olmasına karar verilir. Dede, uzun bir müddet hastanede yatar. Dedenin çevresinde onlarca arkadaş, onlarca dost, onlarca akraba görünümünde olan insanlar varken, ziyarete gelenler bir elin beş parmağı sayısını geçmemiştir. Dede hastaneden taburcu edilir. Nekahat döneminde de aynı arkadaşları, dostları, akrabaları yalnız bırakmaz ve sürekli ziyaret eder, eksik gereç olup olmadığını sorarlar.
Nihayet sonbahar gelmiştir ve dede oldukça toparlanmıştır. Torun ısrarla koruluk alana gitmek ister. Dede ise, hem kendisinin biraz toparlanması için, hem gerçek arkadaşın, sadık dostun, vefalı akrabanın ne olduğunu torununa daha iyi anlatabilmek için ha bire koruluğa gitme talebini ertelemektedir.
Nihayet sonbaharın son, kışın ilk günleri artık zamanı gelmiştir diyerek torununu da yanına alarak koruluğa giderler.
Çocuk gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyemez. Çünkü koruluktaki o cenneti andıran güzellikler kaybolup gitmiştir. Ne yeşilliklerden, çiçeklerden eser kalmıştır, ne kuş cıvıltıları duyulmaktadır, ne de kelebeklerden böceklerden eser vardır. Dede torun elele koca çınarın yanına gelmiştir artık. Çınarın yapraklardan soyunmuş halini gören çocuğun, şaşkınlıkla birlikte üzüldüğünü de gören dede, Koca çınarın üstünde inatla sallanan bir elin beş parmak sayısını geçmeyen al yanaklı yaprakları gösterir ve üzülme evlat der!
Bilirsin ki dedenin de etrafında onlarca arkadaşı, dostu akrabası vardı. Ama hastalanarak ameliyat oldu. Tıpkı ilkbaharda gördüğün o riyakâr yeşil yapraklar gibi etrafımdan patır, patır dökülerek kaybolup gittiler. Ama samimi, vefalı, candan olan arkadaş, dost, akrabalarım da tıpkı bu al yanaklı yapraklar gibi zor anımda yanımda oldular. Halimi hatırımı sorarak destek verip teselli ettiler.
İşte arkadaşlık, dostluk, akrabalık böyle bir şeydir. Yeter ki riyakâr olanlarla, samimi olanları ayırt etmesini bilesin!
Bu öyküden çıkarılacak ders, herkesin algısı kadardır.
İçinde insanlıktan zerre barındıran, gerçek arkadaş, samimi dost ve sadakatli akrabalıkların yüreğinde sevgi, adalet ve paylaşma duygusu barındıran insanların eksik olmaması temennisiyle.
Efkan ÖTGÜN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.