- 780 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
709 – ANTALYA GÜZELİ
Onur BİLGE
“Antalya Güzeli,
Yine bir gün doğuyor. Toroslar peçesini kaldırıyor yüzünden, mahmur bakışlarıyla şafağı karşılıyor. Yanakları kızarmış yine mahcubiyetten. Güneşin eli değmiş, yamaçlar pembeleşmiş. Başında beyaz tülbent, omzunda gri şalı… Denizde aynalanan muhteşem güzelliği seyrediyor sessizce, ak alnı yukarıda, kirpikleriyse yerde…
Feslikan’daki karlar, ılgıt ılgıt eriyor. Bağrından aşağıya süzülen sularını tarlalara veriyor. Yayılıyor ovaya kan damarları gibi.
Sıra sıra dizilmiş, ovayı sarmış dağlar. Sıradağlarda gurur, sıradağlarda vakar… Ovaysa hayran hayran sıradağlara bakar… Her sabahı arzuyla karşılayan topraklar, birazdan yavaş yavaş yine ısınacaklar. Işınlar okşayacak yüzünü incitmeden. Toprak ana bakacak yârine uzaklardan, bugün de hayran hayran… Şarktan aheste O/Nur süzülecek sultanca… Bakışacak dağ deniz, denizle gök, gökle yer… Görenler hayretle der: “Nasıl bir yer burası! Yoksa cennette miyiz?”
Güneş Kafkasyalı bir Türk kızı gibi yürür. Hani folklor oynarken kol kola giren kızlar, sezdirmeden yürür ya hani kayarcasına… İşte öyle Şeyh Şamil diyarı müziğiyle… Kadim musikisiyle dans eder semalarda. Azeri kızı gibi salınarak gezinir. Yürümez gibidir gün, oysa nasıl tükenir! Sıcacık gülümser de sezdirmez güldüğünü.
Gece boyu hasretle, meşakkatle yol almış, şafakla çıkıp gelmiş, ışınlarını salmış. Ilık ılık dokunmuş her bir kayaya taşa… Ilık ılık yemyeşil kalan çama, ovaya… Her ağaca sevgiyle, her ota şefkat ile…
Mesafeli de olsa, yine de birlikteler. Yeni yetmeler gibi yanık bir hasretteler.
Kışın son ayındayız. Cüce şubat başında… Önümüzde bahar var. Yeşerecek yapraklar. Sararan yapraklardan toprakta hiç eser yok. Çırılçıplak ve ıslak ağaçlar uykudalar. Esen rüzgârla dallar, hızla sallanmaktalar… Ancak aldanmış yine çevredeki çimenler. Yaz ortasından beri kahverengi idiler. Kupkuru sap ve saman, ölü bir haldeydiler. Ne kadar yeşil körpe, ne kadar da canlılar! Şimdiden bir karışı geçmiş bile boyları. Bilmem ki kaç asırdır, devam eder soyları.
Uçanlar çoktan uçmuş, göçenler çoktan göçmüş. Soğuk çıplak kollarda barınamaz ki kuşlar. Dalların arasında boşuna uçuşurlar. Geride kalan kuşlar gibiyim uçamadım. Daha buralardayım, çırpınıp kaçamadım. Bembeyaz güvercincinler gibi ehli bir kuşum. Pencerenden içeri alsan beni bir hoşum.
Yanık yürekli yanık tenli insanlar gibi gelmişim mekânına. Ne olurdu bir tanem, alsan beni odana. Sabahın serininde güneşe hasret gibi hasret kaldım yüzüne, n’olur bir bak yüzüme!
Tamam, sen hiç üzülme. Gideceğim yakında. Yeter ki gülsün yüzün, saçına gül takın da… Bu zamanlar gelmiştin, gonca gibi dükkâna. Daha geldiğin gibi vurulmuştum ben sana. Kim derdi ki o sevda gidecekti yabana! Nasıl da uzaklaştın da el oldun sen bana!
Şimdi artık bayram et, işsiz güçsüz kuzenle! Tut ki tanışmamışız dost değiliz biz senle. Bir gün nadim olursan sakın beni arama! Yakında senin ile yol girecek arama. Eşyamı topluyorum, yükümü saracağım. Toroslar’ı aşarak Çubuk’a saracağım. Ondan sonra yolumda başka engel olamaz. Öyle bir giderim ki beni kimse bulamaz!
Artık neresi paklar beni Yurdun neresi? Bilmem hangi akarsu, bilmem nere deresi… Antalya’da kalamam, bırakmaz hatıralar. İstanbul’a gidemem, oralarda da varlar. Galiba ben Bursa’ya gideceğim buradan. Şayet kararsızlığım çekilirse aradan…
Şeyh Hamidüddin beni çağırıyor fırına. Bugün değilse yarın gideceğim yanına. Kapalıçarşı’dadır somunların kokusu… Şölene davetliyim, çoktan geldi okusu. Ulucami dört yandan bir kapı açmış bana. Ben ise meraklıyım, içinde şadırvana. Bilmem ki Karagözle Hacivat orada mı? Sesleri sinmiş midir, caminin taşlarına? Ne geldiyse hicivden gelmişti başlarına! Sonra neler yazmışlar acaba taşlarına?
Yıldırım Beyazıt’ı görür müyüm Cuma’da? Damadı bulunur mu hutbede ve duada? Hundi Sultan eşinin yanında mı acaba? Kaditler Mezarlığı, efsane canlı hâlâ… Yeşil Cami ayakta, Yeşil Türbe orada… Ziyaret edilmez mi hiç değilse arada?
Çekirgeler mi basmış Çekirge’yi bir zaman? Asırlar öncesinde Muradiye’de zaman. Zavallı Mustafa’ya nasıl kıydı Süleyman? Suçu günahı neydi? Ne yapmıştı babaya? Sorup araştırmadan neden gitti araya? Mahidevran bir sultan yetiştirdi saraya. Oğlu ile birlikte saklandılar oraya.
Bu nasıl bir dünyadır? Adalet nerde kalmış? Adaletin yerini adaletsizlik almış. Haklılar katledilmiş, haksızlar tahta çıkmış. İlahi adaletin yolu ise açıkmış.
Orada Uludağ var. Adı iki değil bir! Onlar kucak kucağa yaşayan sevgilidir. Dünya kurulduğundan beri ayrılmadılar. Kıyamet kopsa bile ayrılacak değiller. Yalnız adları değil, aşkları da uludur. Orda Geyikli Dede yaşar, Hakk’ın kuludur. Şehreküstü’nün yolu, âşıkların yoludur. Dua Çınarı ise hacıların yoludur.
Emir Sultan’dan başla, Yeşil Türbe sırada… Yeşil Çay Bahçesi’nde çay içerek seyreyle, boylu boyunca Bursa Ovası aşağıda… Setbaşı’ndan Heykel’e yavaş yavaş gel hele! Ahmet Vefik Paşa’dan iniver Postane’ye! Çatalfırın, Tophane, Altıparmak Caddesi, Bir de Kültür Parkı var, hayran eder herkesi! Oradan Kükürtlü’ye, güzelim Çekirge’ye… Sonra da uzanalım, ordan Hüsnügüzel’e!
Bir ucundan bir ucu görülmez ki yeşilden! Bilmem nasıl ayrılır, gelenler o şehirden? Nasıl da türül türül kokuyor ıhlamurlar! Kestane ağaçları, belki tomur tomurlar.
Yakında süslenecek bu bahar benim için rengârenk çiçeklerle Bursa baştan ayağa! İnince terminale, bakıp teleferiğe, selam veririm dağa, ver elini Fomara! Sonrası Allah Kerim! Yerleşirim bir yere. Kararımı verdim ya, dönmem artık bir kere!
Allah’ım yolumu aç! Burada koyma beni! Bir yuva ver sığındır, göçebe kuşlar gibi!
Göçebe”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 709