- 355 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Biz Mutluluğumuzu Minibüsçü Sezai Abiye Borçluyuz
Siz minibüsçü Sezai Ağabeyi tanımazsınız... Küçükçekmece ile Avcılar arasında yıllardır direksiyon sallar durur... Mahalleden de bizim büyüğümüz ağabeyimiz olur kendisi... İki sokak aşağımızda oturur. Kimi zaman para bile almaz bizden. Israr edersek ’’Pataklarım bak haytalar benim elime doğdunuz, bir daha ki sefere verirsiniz.’’ der de başka bir şey demez...
Hepimiz delikanlı olduk zamanında. Kanımızın kaynadığı, yüreğimizin pır pır ettiği zamanlar oldu. Her delikanlı gibi biz de sevdalandık birilerine... Sevdik be işte! Anlayın arkadaş. Hem de ne sevme, ne aşk, delicesine de akıllı delilik bizimkisi... Seksenli yıllar zor yıllardı... Anarşi kol geziyordu. Öyle herkese göz süzüp de yanaşamazdınız. Ya da göz süzerdinizde, bazen solcu, devrimci bacı çıkardı, bazen ülkücü bacı... Onlar ile arkadaş olmak için onlar gibi olmak zorunda kalırdınız... O da bizim racona ters...
Allah’dan bizim Nurcan ile tanışmamız ve bir araya gelmemiz seksen ihtilalinden sonralara dayanır. Pek siyaset girmedi bizim aşkımızın arasına... Biz mutluluğumuzu Minibüsçü Sezai Abiye borçluyuz. Nasıl ya, dediğinizi duyar gibi oluyorum... Durun canım hemen heyecanlanmayın hepsini anlatacağım yavaş yavaş...
Nurcan o zaman çok alımlı çok güzel bir kızdı, bendeniz İsmail’in hanımı da haliyle şimdiki zamanda aynı o günkü gibi değerinden hiç bir şey kaybetmedi... O güldü mü benim de yüzümde güller açar... O zaman pek yanaşamıyorduk birbirimize. Daha doğrusu ben yanaşamıyordum da o bana sürekli gülücükler atıyordu... ’’Ulan İsmail yanaşsana şu kıza beraber yürüyelim mi desene, arkadaş olabilir miyiz desene, iki muhallebi kaşıklayalım mı desene.’’ diye durmadan kendim ile hesaplaşmalar yaşıyordum. Minibüsçü Sezai Ağabey de biliyor benim Nurcan’a yanık olduğumu...
Neyse lafı uzatmayalım. Bir gün Sezai Ağabey döndü bana ’’Oğlum, evladım İsmail sen bu kız için yanıp tutuşuyorsun belli ki niye gidip konuşmuyorsun?’’ dedi demesine de ’’Ağabey kolay mı öyle Nurcan ile konuşmak bana git kırk sekiz ay askerliğini bir daha yap de ama bunu deme.’’ dedim. Sezai Ağabey güldü hem de gözünü gözüme dikti. ’’Bak ben sana bir kıyak yapayım da bunu unutma ömrün boyunca hemi İsmail’im.’’ Şaşırmıştım ve de heyecanlanmıştım bayağı... ’’Nasıl bir yardımın, kıyağın olur ki ağabey?’’ dedim. Sezai Ağabey aldı sazı sözü eline ’’Bak İsmail’cim sabah sen Nurcan ile arabaya bindiğinde kalabalık oluyor zaten, hemen Nurcan’ın arkasında dur.’’ Şaşırmıştım! ’’Ne olacak sonra ki ağabey?’’ Sezai Ağabey devam eder. ’’Dur oğlum anlatıyorum acele etme, sonra sen Nurcan’ın tam arkasında durunca ben önüme sanki bir kedi köpek ya da insan çıkmış gibi sert bir fren yaparım, Nurcan’da tam düşerken sen onu havada yakalarsın tamam mı?’’ Hmm bir düşünmeli demiştim. ’’Vallahi iyi fikir ağabey bundan iyisi Şam da kayısı, körün istediği bir göz Allah verdi iki göz. Ne diyeyim Allah derim.’’ Şapka çıkartılır bu fikre...
Sonra ki günlerde hemen hemen her gün Nurcan ile aynı anda aynı saatte minibüse biniyorduk ve her gün Sezai Ağabeyim sağ olsun iki üç kere sert frenler yapıyordu. Eee tabi ben de boş durur muyum Nurcanı tam düşerken havada yakalıyordum ki hem de ne yakalama. Nurcan’ın arkasında panter kaleci bile olsa benim kadar güzel yakalayamazdı Nurcanı... Hatta bir keresinde az kalsın tutamıyordum da kız neredeyse kapaklanacaktı yere, sonrada bizim mutluluk balon gibi uçup gidecekti... Direkten dönmüştük o gün... Ya işte böyle yirmi dokuz seneyi tamamladık Nurcanım ile... Sezai Ağabey olmasaydı yanmıştık hem de ne yanma... Ben hala için için yanıyor olurdum Nurcanıma...
AHMET ZEYTİNCİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.