- 801 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
504 - PAPATYA
Onur BİLGE
“Papatya’m,
Hiçbir şey beklemeyenler ne kadar da rahatlar! Ne bekleyecekler ne de hayal kırıklığına uğrayacaklar. Bu benim ümitlerim var ya bu bekleyişlerim, beni hayal kırıklığına uğratan onlar. Yani kendi kendine kötülük eden benim, başkası değil.
Her şey ulaşılıncaya kadar enteresan… Ulaşılınca değer kaybedecek şüphesiz. Belki sen de öyle olacaksın. Ulaşılıncaya kadardır değerin belki. Bende de öyle olacaktır. Ulaşanın gözünde değerin kaldı mı!
Hani hayaller kurardın, güzel başını omzuma dayayarak. O zamanlar ben gerçekçiydim. “Boş hayallere kapılma!” derdim. “Gerçekleşmeyecek hayaller kurma!” Şimdi ben hayal âleminden beri gelemiyorum. Şu anda sen gerçekçisin belki de…
“İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.” demiş, Yahya Kemal.
Hayal gücüyle dilediğim yere gidebiliyor, istediğimi yapabiliyorum. Biraz gayret etmek yetiyor bunun için. Alışınca hiç de zor değil ve de çok zevkli… Tatmin ediyor mu? Tam anlamıyla olamasa da hiç yoktan iyidir yine de…
Kocaman ağaçlar minicik tohumlarda, dev yaratıklar küçücük yumurtalarda gizli… İnsanların kurmak istedikleri gelecekler de belki aslı astarı olmayan hayallerde gizlidir. Düş olmadan iş olmaz. Düşlemek, tasarlamak demektir ve gerçekleştirmek istenilenler için elzemdir.
Hayale sınır yok! Yaz çiz karala! Kapıl o rüzgâra, git gidebildiğin kadar uzak diyarlara! Kanatları sağlamdır hayalperestin ama elleri ayakları yoktur. Düşünce gücüyle hareket ederler, o güçle sanal mutluluklar elde ederler.
Maziyi hayal etmeden yaşamam mümkün değil. Beraber geçirdiğimiz o günleri yâd etmekle avunuyorum. Dağ suları gibi kaynağından avuç avuç içiyorum seni hayalen. Ne kadar da berrak, serin ve lezzetlisin! “Bir içimlik su!” dedikleri gibisin.
Sen hiçbir şeyin farkında değildin. Kendi varlığından ve değerinden bile habersizdin. Seni, senden önce gördüm ve hayran kaldım ben. Ruhunun derinliklerine indim ve keşfedilmemiş, seyrine doyulmaz güzelliklerle karşılaştım. Orada kalakaldım!
Sende beni buldum bir biçimde. Aşk sarhoşluğu içinde… Seni süsleyen, güzelleştiren, seni gönlüme sultan eden bendim. Benim ruhumun güzelliği, hayal gücümün büyüsü… Seni sen eden benim kalbimin muhteşemliğiydi.
Kır çiçeği gibiydin. Taptaze, bembeyaz bir papatyaya benziyordun. Tertemiz, ıslaksı, pürüzsüz taç yapraklarının göbeklerindeki koyu sarı tohumlar ve yapraklarındaki acı yeşille oluşan uyuma bakmaya doyamıyordum. O bakir, saf ve berrak bakışları beni büyülüyordu. Bir de ayaklar altına seriliverilişleri yok mu, içimi acıtıyordu! Sanki kıyılıp da üstlerine basılabilirmiş gibi…
Bembeyaz körpe bir papatyaydın sen. Onların şu kirli dünyanın kirlenen toprağına taşına, havasına suyuna inat, köy kızlarının gün ışığı görmemiş bedenleri gibi kardan ak ciltlerinin sudan berrak körpeliklerine bakmaya doyamıyorum! Onlarda seni görüyorum. Toplayıp eve götürmek istiyorum, dallarından koparmaya kıyamıyorum. Yanlarından ayrılmak da istemiyorum, yanından ayrılmaya dayanamadığım gibi… Kırlarda karşıma çıktıklarında, yanlarında tomurcukları olanlara açma şansı tanıyarak, tomurcuksuz ve uzun saplı olanları seçerek bir demet yapmadan da edemiyorum. Yemyeşil yapraklarının aralarından bembeyaz gülümsemeleri için beyaz seramik vazoma koymak üzere yanlarından ayrılıyorum. Koparırken canları yanmıştır belki ama çok da kötü bir şey yapmış gibi hissetmiyorum. Biliyorum ki dallarında da vazomdaki hayatlarından çok daha fazla yaşayamayacaklar, her yaratılan canlı gibi solup, eninde sonunda yok olup gidecekler…
Sen de mi günün birinde yok olup gideceksin, saflığın ve masumiyetin simgesi Papatya? Nasıl dayanılır yokluğuna! Yaratılışın gereği, hemen hemen bütün çiçeklerden daha çok özgür olmalısın sen! Bir ne olduğu belirsize esir değil…
O yeşil fon üstündeki sarılı beyaz güzellikler, dağlarda, kırlarda, bayırlarda açarlar. İnsan eli değmemiş yerlerde, kendiliğinden… Yalnız güneş ve yağmurla hemhal olurlar. Sen de istemediğin biriyle değil, sevdiklerinle ve seçtiklerinle hemhal olmalısın! Bir ilkbahar güneşi doğmalı ve kurutmalı artık gözlerindeki çiy tanelerini.
O körpe beyazlıkların güzellikleri, saflık, temizlik ve sadeliklerindendir. Bahar onlarla gelir. Güzellikleri tabiata onlar getirir. Benim dünyama da bahar seninle geldi. Güzelliği sen getirdin bana. Aşkı ve mutluluğu da seninle yaşadım. Karasevdayı ve hüznü de seninle yaşamaktayım.
Birlikte gezerken ara sokakların kenarlarındaki papatyaları göstererek: “Papatyalar ne kadar güzel, değil mi? Ellerinin erdiği güçlerinin yettiği her yeri süslüyorlar. Defter kenarlarındaki kenar süslerine benziyorlar. Onların böyle kıyıda kenarda kalmalarına içim dayanmıyor! Ne kadar fedakârlar! İnsanların göz zevki ve mutluluğu için varlıklarını ayaklar altına seriyorlar. Ortama göre yatıyor, oturuyor, çömeliyor ya da ayağa kalkıyorlar. O kadar mütevazılar ki! Özgür ruhlarına rağmen kökenlerinde yaşıyor, bağlı oldukları yerde ömür çürütüyorlar. Gerektiğinde her türlü işkenceye boyun eğmeyi de biliyorlar. O kadar ki ayaklı yaratıklar üstlerine basıp geçiyorlar da ses bile çıkarmıyorlar. Cayır cayır yanıyor, yeşil yeşil kanıyorlar! Kimse umursamıyor!” demiştim, Kaptan:
“Cemil’den gelmişler cemale müştaklar. İnsanın ruhunu neşveye gark ediyorlar.” demişti. İçinde anlayamadığım bazı kelimeler vardı ama söz hoşuma gittiği için birkaç kere tekrarlattırdım, o arada ezberlemeye çalıştım. İnşallah yanlış aktarmamışımdır. Sonra da dedi ki:
“Allah, Hay sıfatıyla hayat verdiği her yaratığın her türlü ihtiyacından haberdardır. O Habir’dir. Her türlü yiyeceğini içeceğini karşılar. Rezzak’tır. Yarattıkları, maddi manevi her ihtiyaçları için O’na muhtaçtır. O da onların sadece maddi değil, manevi ihtiyaçlarını da karşılar. İstek ve arzuları veren de O’dur, her yönden tatmin olmaları için gerekenleri yaratan ve sunan da O’dur. Kullarını göz zevklerine kadar tatmin eder. Denizleri başka yaratmış, boyamış ve süslemiştir, gökyüzünü başka… Dağları başka yaratmış ve süslemiştir, kırları başka… Gören göz ile bak çevrene! Tefekkür et! Fark et sunduğu nimetleri ve şükret!”
Ben bir yaratılan gördüm ve gözlerimi de aklımı da ondan alamadım! Diğer güzellikleri gölgede bırakan bir güzellikti ondaki! Bir beyaz papatya gibi nemli gözlerle ıslak ıslak baktı gözlerime… Papatya gibi gülümsedi sonra… O anda şubat ortasında bahar geldi dünyama! Şubat ortasını bekliyordum, o da geldi geçti. İlkbaharın ilk haftası da bitti. O öyle bir gidiş gitti ki bir daha ne bir ses ne bir nefes…
Şimdi ayrılığın zehri ve acı yeşil papatya yapraklarının acısı var dilimde damağımda… Bir de zehir zıkkım rakının anason kokulu tadı…
Nerdesin Papatya? Sensiz papatya yaprakları gibi dilik diliğim! Hasretinden kurudu iliğim kemiğim! Acı yeşil kanıyor içim!
“Bahar gelmiş, neyime? Kan damlar yüreğime!..”
Papatya Yaprağı"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 504
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.