"Biz de Fakirdik (ÖYKÜ)" isimli şiir 14.5.2023 01:34:00 Edebiyatdefteri.com Web Zamanında Edebiyatdefteri.com Sunucularına Yüklenmiş/Güncellenmiştir.
Edebiyatdefteri.com sunucularına yüklenen veya güncellenen şiirler web zaman damgası ile işaretlenir. Web zaman damgası ile işaretlenen şiirleri sertifika zamanında yer alan bilgilere göre doğruluğunu taahhüt eder.
Detaylı Bilgi İçin Tıklayın.
Hani biz fakirdik ama, Memleket de fakirdi. Öyle her çocuğa bir oda hem de alasından. Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında. Önlerinde beş kap yemek, masa da bir kuşun sütü eksik. Nerede ! yoktu ki gani gani yensin paylaşılsın. Altı çocuğu olan büyük anne büyük baba dahil on kişilik bir ailede ekmek yetiştirmek ne mümkün. O günler yer yatağında yatılır yer sofrasında yenirdi yemekler. Gündüzleri duvara gömülü dolap yüklük, geceleri boşalınca içinde hamam ederdi büyükler. Hep bir arada yer yatağında sırt sırta yada başlı kıçlı yatardı bebeler. Bu günün çocukları nasihat istemedikleri gibi,o günlerin yokluk anılarını da duymak istemiyorlar. Ama yaşandığını gerçek olduğunu bilmiyorlar. Biz değil de, babalarımız ya savaş malulü gazilerin yada şehitlerin çocuğuydular. Dedelerimizin bizlerden çok daha zor şartlarda yaşadıklarını biliyoruz. Savaş, kıtlık illet yüzünden genç neslin yok denecek kadar azaldığını , bu sebeple nüfus artsın diye devletin vatandaşını teşvik ederek bazı vergilerden muaf tuttuğu ve çocuk başına pirim verdiği söyleniyordu. Onun içindir çok çocuklu aileden gelmiş oluşumuz ve de fakirliğimiz. Mahalle bakkalımız Ahmet, mal almaya şehre gittiğinde, babası Ali Dede geçerdi kasanın başına.Yetmiş Yetmiş beş yaşlarında irice ve kilolu, geniş alınlı, irice gözleri olan sakallı bir adamdı. Aklı pek ermezdi aslında alış verişe. Bakkal Ahmet de tembihlerdi yardım edin çocuklar diye, bizde bir kaç arkadaş yardım ederdik dedeye. Ali Dede bize nasihat da bulunur aman çocuklar gözünüzün önüne bakın okuyun adam olun der, arada bir askerlik anılarını da anlatırdı. Hiç unutamadığım bir anısı var ki, yeri geldiğinde defalarca anlatmışımdır. Ali dede doksan üç harbine katıldığını,o yılların aynı zamanda kıtlık yıllı olduğunu söylüyordu. Günde bir adet, tayin hakkımız vardı o da yumruk büyüklüğünde. Onunla bir gün idare etmek zorundaydık, bu bir emirdi emre itaatsizlik eden cezalandırılırdı. Gençtik , diri vücutluyduk, bir tahin ekmek dişimizin kovuğuna yetmez, on tahin ekmek verseler doyamazdık, ama çaremiz de yoktu ki.
Bir gün çarık yapmamız için her birimize sığır derisinden kösele dağıttılar. Kollarını kaldırıp kucaklayacakmış gibi işte böyle bir kucak büyüklüğü kadar dedi. Akşamdan sığır gönünden derimizi suda ıslatmıştık, sabah kalktığımızda yumuşamış olsun ki, kesip biçip dikip çarık yapalım diye. Ben biraz iri yapılı olduğumdan verilen tayin doyurmuyordu akşamdan zaten açtım, bir türlü de uyuyamıyordum. Şeytan dürttü kalk ıslattığın deriyi ye diye. Gözüm hiçbir şeyi görmüyordu aklım kösele deydi, İlla ki yiyecektim kafaya koymuştum bir kere. Ses çıkartmadan, ot yatağın altından kasaturamı, suyun içinden de köselemi çıkardım. Battaniyenin altında bir güzel,kasaturamla parçalayıp afiyetle yedim. Bizim gözlerimizin içine teker teker bakarak iyi de çocuklar doymadım ki. Şeytan aklıma üst ranzada yatan Maraş'lı Velinin derisini de ye diyordu. Sağıma döndüm velahavle dedim unutamadım, soluma döndüm bir türlü aklımdan çıkartamadım, bir cesaretle Velinin köselesinide yedim. Ertesi sabah arkadaşlar yumuşayan köselelerinden çarıklarını yapmaya başladılar. Çavuş, Ben ve Velinin kıvrandığını görünce yanımıza geldi, nerede sizin köseleleriniz diye sordu. Hazırol' a geçip selam durduk ve künyemizi okuduktan sonra küllen inkar ederek, diğer bölüğün neferleri çalmış kumandanım dedim. Zavallı Veli boynunu bükerek çalmışlar kumandanım dedi. Çavuş tüm bölüğü falakaya yatırır askerliğinizi yakarım, size bir saat mühlet bulup getirin karşıma o hırsız iti dedi ve gitti. Açlık susuzluk yetmiyormuş gibi bir de falakaya yatırılmak ha. Bir yarım söyle, bir yarım inkara devam diyordu. O verilen mühlet doldu zaten kimse üzerine de alınmamıştı. Önce beni falakaya yatırdı iki nefer çıplak ayaklarımı bileklerimden tuttular, Çavuş otuz değnek birine otuz değnek birine vurdu. Bayılmıştım, ayıldığımda Çavuş henüz Veliyi falakaya yatırmamış ama tokatlayarak sorguluyor, Veli de ağlayarak kimin çaldığını bilmediğini söylüyordu. Ölümü göze almıştım zaten yarı ölüydüm. Velinin ağıt figanına dayanamayıp, dur vurma Çavuşun diye çığlık attım. Köseleleri ben yedim, açtım dayanamadım dedim. Yediğim falakadan dolayı ayak tabanlarım davul gibi şişmişti bir hafta yere basamadım. Tekrar falakaya yatırmadı, Velinin hakkı için bir hafta hücre hapsi verdi. Ya işte böyle çocuklar,o yıllarda biz de gençtik, sırtımız açık karnımız açtı.
Neden bunları bilmek istemez şimdiki gençler. Neden bu gün ki imkanları beğenmezler. Biz yeniye hasretken neden yeni olan pantolonlarının her tarafını yırtar, yırtık pırtık gezerler anlamış değilim. Biz utanırdık yırtık hiçbir şeyi giymez yamatırdık. Temiz ve yamalıydı giydiklerimiz. Analarımız iki güne bir çamaşırlarımızı yur, yırtıklarını yamar öyle giyindirirdi bizi. Çayda, Yunakta, kazanda ısıtılan sodalı suda tokaçla yunurdu çamaşır ve elbiselerimiz. Sırtımız hiç yeni elbise, ayakkabı görmezdi ki. Şimdilerde ikinci el diyorlar o yıllarda her şey müstamel di.
On beşli, on altılı yaşlarımız çok afacan olduğumuz yaşlardı. dağ taş demez gezer koşuştururduk. Ayakkabılarımız erirdi sanki ayaklarımızın altında. Pantolonlarımızın diz kapağı, ceketlerimizin kol dirsekleri, koşup düşmekten yamalıydı. Ayakkabılarımızın altı, kamyon lastiğinden sıyırma get lastikle kaplanıp, çivilenirdi, eriyip eskimesin diye. Bu seferde ayakkabılarımızın altını değil üstünü eskitirdi ayaklarımız. 060315 mcicek
Sitemizde daha iyi hizmet verebilmek için sitemizde çerez kullanılmaktadır.