"Süleyman Askeri’ye Ağıt" isimli şiir 21.4.2019 00:32:50 Edebiyatdefteri.com Web Zamanında Edebiyatdefteri.com Sunucularına Yüklenmiş/Güncellenmiştir.
Edebiyatdefteri.com sunucularına yüklenen veya güncellenen şiirler web zaman damgası ile işaretlenir. Web zaman damgası ile işaretlenen şiirleri sertifika zamanında yer alan bilgilere göre doğruluğunu taahhüt eder.
Detaylı Bilgi İçin Tıklayın.
Hain düşman, avını parçalayan sırtlanlar kadar korkunçtu. Ve tepeden tırnağa, kana irine ve petrole bulanmışlardı.
Ülke yangın yerine dönerken Prizren Sancağın’da açıvermişim gözlerimi Babam Vehbi Paşa kulağıma eğilip Murad Hüdavendigar’ın kanıyla kutsanan toprak Sana yar olsun demiş, yoldaş.
Mümtaz yüzbaşı rütbesiyle Manastır’da atıldım ilk vazifeye Teşkilat-ı Mahsusa kadrosunda yer aldım. Evlendim, iki kız çocuğum oldu.
Teşkilatı seven bir adamdım, maceracı. Abdülhamit’e karşı isyan bayrağı açmış genç subaylardandım. Meşrutiyetin ilanı ardından geri planda kalmış bir kumandan.
İhtilalin ardından Bağdat’ta buldum kendimi Jandarma birliklerinin ıslahında görevliydim. Sonra o uğursuz Trablusgarp harbi ardından Balkan faciası. Büyük harbin evveliyatında Bağdat Jandarma Mektebinde Öğretmenlikti bu kez görevim ve ardından İttihat ve Terakki Cemiyetinde teşkilatçılık. Garbi Trakya Müstakil Hükümeti Erkân-i Harbiye Reisi. Enver ve Cemal Paşa’nın iltifatlarına mazhar olmuştum. Biraz aceleciydim, sanırım haddinden fazla da iyimser.
Seferberlik uğursuz bir yoldaş gibi gelip dayanınca kapımıza Irak cephesindeki kuvvetlerin başında buldum kendimi. Bizim nesil kurşun sesiyle bölmüştür uykusunu, top sesleriyle. Ceddim, seferberlikle büyümüş, ihanet hikayeleriyle bilenmiş.
Osman Bey’e ithafen Osmancık Taburu koydum adını Silah arkadaşlarım Arap gönüllüler Rumeli’de komitacıları tepeleyen subaylar vardı yanımda. Kardeş bildiğim, ekmeğimi bölüp ikram ettiğim.
Hedefte Basra vardı, İngiliz postalı altında inleyen toprak. Hani kan kokusu alan sırtlan sürüsü vardır ya Avının kokusunu kilometrelerce öteden duyar Karanlıkta parıldayan gözlerle O kancık çığlıklarıyla çullanıverir geceye İşte İngiliz’i de öyle kancık sırtlanlar gibi atıldılar bu sergüzeşte.
Hasta Adamın mirasına talibiz dediler. Babalarının malını paylaşır gibi yanaştılar. Dirseklerine kadar kana ve irine bulaşmışlardı. Daha fazla kan içmek daha fazla can almak hevesindeydiler.
Damarlarında dolaşan kan, gözyaşıyla besleniyordu. Zulümle besleniyordu, petrolle ve ölümle. Mazlumların ahını aldıkça büyüyordu öfkesi. Korkaktılar aç ve alçak. Britanya’dan geliyorlardı, Süveyş’ten, Hindistan’dan, Avustralya’dan Bir dünyayı tek başına silip süpürmüş, Başka dünyalar peşinde koşmaktaydılar.
Petrol verip altın almışlardı. Altın verip petrole yatırım yapmış, Silahları altındı, dilleri altın, düşünceleri altın Uykuları altındı onların, dişleri altın. Altınla yatıp altınla kalkmışlardı. Ellerinde Kızılderili kanı vardı; Aborijin, Afrikalı Nerde mazlum bir halk varsa orada eli kanlı, Uzun bacaklı bir İngiliz’in doymak bilmez öfkesi.
Enver Paşa yaparsın dedi, bu işi sen başarırsın. Beni huzuruna kabul ettiğinde elini omzuma atıp. Vatan senden hizmet bekliyor dedi. Yaparsın, mücahitlerden oluşan gönüllü ordusuyla Kanımıza ve petrolümüze susamış mütecavizleri tepelersin.
Bağdat’tan Basra önlerine kadar Halkın sevinç çığlıklarıyla karşılandım Arap aşiretleri zafer vaat ediyordu bana.
Yirmi Ocak günü Dicle kıyılarında Keşif yapan düşmanla burun buruna geldik. Serseri bir kurşun bacağımı yaraladı. Bağdat’ta tedavim yapıldı; iyileşemeden cepheye koştum. Sedyedeydim ve kurşun kemiğimi parçalamıştı.
Arap aşiretlerinden Şammar, Necd ve İbnü’r Reşid bizimleydi. Nerede kaldı ötekiler diye sorup durdum kendime Hani söz vermişlerdi, hani imdat kuvveti olup yetişeceklerdi. Düşmanın altını çoktu, kahpesi, haini. Düşmanın silahı çoktu, kurşunu, süngüsü, topu, tüfeği. On Arap mücahidi yerine bir Anadolu evladı olsaydı yanımda Ne bunca kan akacaktı, ne de toprak inleyecekti İngiliz postalı altında.
On bir Nisan da bindik tepesine düşmanın. Dirseklerine kadar kana bulanmışlardı, petrol ve irine. Kancık sırtlanlar gibi bilenmişti dişleri. Ve öfkeleri doymak bilmez iştahına dair Vahşet hikayeleri anlatıyordu bize. Dünyayı kendilerine ayırmışlardı. Ve bıkıp usanmadan başka alemlerin Kapısını çalıp duruyorlardı.
Üç koca gün sürdü boğaz boğaza çarpışma. On bin mücahit on bin düşman süngüsü üzerine yürüdü. Hala sedyeye mahkumdum Ve oradan idare ediyordum savaşı. İmdat kuvveti çığlıklarımızı duymuyordu Düşman takviye aldıkça büyüyor, Takviye aldıkça arsızlaşıyordu. Sedyeden kalkmayı denedim olmadı, Kurşun kemiği parçalamıştı. Ve yaram hala kanıyordu.
Düşman kan kokusu almıştı. Öfkeyle saldırıyor, öfkeyle çoğalıyordu. Makineli tüfekler, mavzerler, ölüm kusan toplar, İngiliz’i, Hintlisi ve daha bilmem kimi.
Top mermileri karargahımı dövmeye başladığında Bir arabaya bindirdiler beni Güvenli bölgeye taşıdılar Bercisiye koruluğu kıyısındaydım.
Binbaşı Adil ile Yaver Rusuhi vardı yanımda Kâtip Manastırlı Seyfi, Emir subayı Sadık, Topçu Yüzbaşı Şevki, Üsteğmen Fikri Bey ve Teğmen Hadi Beyler eşlik ediyorlardı bana.
Maiyetimi savaş meydanına sürerken Beylik tabancamı şakağıma dayandım. Günlerden on üç Nisandı. Ayağa kalkmak istedim olmadı, Yerimden doğrulayım istedim başaramadım. Düşmanı akıttığı kanda boğmak isterken Şuayyibe de batağa saplandım. Bercisiye Ormanlarında kayboldum. Düşman hattını yaracak kuvvetten mahrumdum Bir tel makasına muhtaç. Düşman, avını boğmadan parçalayan sırtlanlar kadar korkunçtu. Tepeden tırnağa kadar kana, irine ve petrole bulanmışlardı.
Ölüm beni ayakta bulmalıydı. Böyle diz çökmüş halde değil. Zorda olsa doğrulabildim. Sırtımı yasladığım hurma ağacı gibi Dimdik durmak istedim. Binlerce şehidin ve esirin acısı ağırdı.
Maiyetimi savaş meydanına sürerken Beylik tabancam hala şakağıma dayalıydı. Beni teslim alacak düşmanı Cansız bedenim karşılayacaktı. Günlerden on üç Nisandı. Ve beynimi dağıtan kurşun acılarımın ilacıydı. Hain düşman, avını parçalayan sırtlanlar kadar korkunçtu o gün. Ve tepeden tırnağa, kana irine ve petrole bulanmışlardı.
Sitemizde daha iyi hizmet verebilmek için sitemizde çerez kullanılmaktadır.