Dostlar size yazdım!(okuyun)Şiirin hikayesini görmek için tıklayın Değerli site üyeleri, kıymetli dostlar ve şiirseverler,
burada bu yazıyı yazmam her ne kadar-kendi açımdan- biraz ayıp kaçacak gibi olsa da, yanlış anlamayacağınızı umud’ederek, siz dostların bilmesini uygun gördüm. Mesleki olarak, yeminli tercüman ve çevirmen, aile ve gençlik sosyo-pedagojik-hukuk eğitmeni ve danışmanı, dilbilimci ve dil eğitmeniyim. Ailem, toplumum, insanım, insanlık, yurdum, hayatı şiirle yazmak, musiki icra etmek, telli Türk ve şark çalgıları, hayatımın bir yarısı; diğer yarısı da Mevla’ya aittir. Bir günüm, en az ‘’25’’ saattir. Gerisini siz anlayın. Almanya’da özel hizmet verdiğim Türkoloji dalında, halk edebiyatı ve şiirleri, uygulamalı tasavvuf dersinde son sınıf öğrencilerine imtihan sorusu olarak hazırladığım bu şiirimi, sizlerle de paylaşmak istedim. Bunu yapmakla; en azından, şiirin tahsil ve yüksek tahsille hiç alakası olmadığını, deneyimli, istekli ve yetenekli her insanın da, -tahsili ve kökü ne olursa olsun- iyi şiir yazabileceğini ve anlayabileceğini düşünüyorum. Benim burada şiir yazmamın, eğitmenlik görevimle hiçbir alakası olmadığını bilmenizi ve beni burada sizler gibi bir site üyesi olarak görmenizi rica ederim ve dilerim. Buna rağmen, sitedeki dostlara şiir ve Türkçe imla kuralları konusunda severek yardımcı olacağımı ve bunu insani bir görev saydığımı da bilmenizi istiyorum. Amacım ne şair olmak ne de isim yapmak... Tek gayem; insanı, insan yapan özellikleri ve güzellikleri sizlerle paylaşmak ve bilhassa; insana ve doğaya saygı-sevginin, dinden- imandan da önce geldiğini burada paylaşmak ve insanlara aşılamak. İtiraf edeyim ki; biraz da hocalık huyum var. Verdiklerimin yararlı olanını alıp, uygulayan oldukça bundan da asla şikayetçi değilim. Tam tersi; bildiğimi isteyene öğretmeyi, gerek dinen gerekse insani ve toplumsal açıdan büyük bir sorumluluk ve yükümlülük kabul ediyorum. Herşey parayla olmaz; ufacık bir hay’r dua da dünyaya bedeldir! Zaten, özellikle de bu nedenden ötürü, eğitmenlik görevi teklifini kabul ettim. 1972 senesinden buyana Almaya’da yaşıyorum. Memleketimden uzak olmama rağmen hiç kopmadım; hatta tahmin ettiğinizden de daha yakınım. Yakında 62 yaşına giriyorum, artık parayla-pulla, şanla-şöhretle, şairlikle hiçbir alakam olmaması gereken bir yaştayım, sayıyorum kendimi. Mesleki ve insani tecrübelerimi, sair hayat deneyimlerimi, mantıklı ve akla yatkın dünya ve ahret görüşlerimi, burada sizlere biraz olsun aktarabilir, birkaç dosta yardımcı ve örnek olabilirsem, -zaten, (mahlasımın tam tersine) son derece mutlu, huzurlu, kendisiyle ve dünyasıyla barışık bir insan olmamın yanısıra- kendimi dünyanın en bahtiyar insanı kabul edeceğim. Nitekim; Mevla’yı ve herkim olursa olsun, dini, mezhebi, dili, ırkı, yurdu, gelmişi, geçmişi ne olursa olsun, açıkçası insanı dost olarak kabullendim. Sevginin en kutsal dua, sevmenin en yüce ibadet olduğunu kavradım çok şükür. En büyük zenginliğim de bu. Bizi, insanın özündeki arılık, insana ve toplumuna, doğaya ve çevresine gösterdiği sevgi ile verimli hizmeti ve insanı gayreti ilgilendirir. Herkesin ibadeti de sırf kendinedir ve sırf Allah ile kendisini ilgilendirir. Herkesin dünya görüşüne de saygımız vardır. Elbette; dünyada her güzel olan, sevmek ve zevkten ibaret değildir. Lakin; iyi olmasını istediğimiz herşeyi de, sevgiyle ve şevkle yapmamız gerekir ki; iyi olsun. Hayat gerçekler demektir, gerçekler de bazan acı, hatta çok acı da olabilir. Herkesi benden, beni de ondan sayarım. Dünya ve yurt denen bir gemiyle ya hepberaber batarız ya da selamete kavuşuruz. Gerisini bilmem. Sırf erkek olduğumdan dolayı değil, lafın da ‘’erkeğini’’ yeri gelince yazmaktan ‘’Allah’ın izniyle’’ tek bir adım dahi geri atmadım, atmam da..! Özellikle; kadının, her zaman ve heryerde erkekten önce geldiğini ve böyle olması gerektiğini bilinçlenmiş bir insanım. Yaradan’ı sevmenin, insanı sevmekten; yoktan var’ettiği alemi sevmenin, ‘’yurdumu’’ sevmekten kaynaklandığını da, sizlere hatırlatmak isterim bu vesileyle. Bunu herşeyeden önce, beni ben yaratan ve ben eden, alemlerin sahibi ‘’Yüceler Yücesi Mevla’ya’’ O’na vekalaleten adı güzel Hz. Muhammed Mustafa’ya, gerçekçi güzelliğiyle Kuran’a ve İslam’a yiğitliğiyle Hz. Ali’ye, adaletiyle Hz. Ömer’e, alimliğiyle Lokman Hekim’lere, Hayyam’a, dilbazlığı ve sevecenliğiyle Nasreddin Hoca’ya, diliyle, Yunus Emre’lere, hakkıyla ve hoşgörüsüyle Mevla’nalara, hakkaniyetyle Hacı Bektaş’lara, sazıyla-sözüyle Aşık Veysel’lere, Pir Sultanlara, sevdasıyla sazıyla, Karacoğlan’lara, mertliğiyle Dadaloğlu’lara, Köroğlu’lara huyuyla kahraman atalarıma ve Ulu Atam Atatürk’e, varlıklarıyla, anama, babama, ve bana bunları yazma fırsatı veren insanımıza ve siz dostlara borçluyum. Beni de bu yoldan tanımış oldunuz. Gerisini de sormayın, içinizden biriyim, bilin beni. Belki; yaladığı mürekkebin fazlasını, geri iade etmeyi sorumluluk bilen, kalemdar bir katip, bir tercümanım. Halkım ve siz dostlar, iyiyseniz, ben de iyiyim; kötüyseniz, ben de kötüyüm. Kendinizi önemli sayıyorsanız, ben de önemliyim; hiçe sayıyorsanız, ben de hiçim! .. Bunları niçin yazdın, derseniz; -Allah bilsin-, sırf sizin için. Ben, beni zaten -az da olsa- tanır’gibiyim. Ha Hasankelim ha da Kelhasanım; ne farkeder ki.. ‘’Beni’’, hiçbir kimse sevsin, saysın, tanısın, gibi bir dileğim yok. ‘’Sadece’’ yazdıklarıma, yaptıklarıma, ettiklerime, tuttuklarıma bakın, iş tamam demektir. Ne ozanım ne şair ne de yazar. Ben, bilhassa; ‘’boşa ve hoşa’’ yazanım, fani benden ve bedenden ibaretim. Biz zerre bir insana yararlı birşeyler yazar, söyler isem, ne mutlu ‘’nefsime’’! Bir noktayı açıkça belirtmek isterim ki; iyi, güzel ve güzellikler için, diğer insanlara -zerrece- örnek olabilirsem, dünyaya gelmemim, var’olmamın ve gitmenin anlamını, kavramış sayarım, kendimi. Kederi hiçe’sayan Kederlinin biriyim açıkçası... ......................... Mevla yar yardımcınız olsun! Selam ve saygılar (H.H.) Dotlar, bu şiiri okuduktan sonra, -şayet dilerseniz-, "Şiirin Hikayesi" butonuna basıp, orada yazdıklarımı okursanız, beni çok daha iyi tanıyacaksınız. Selam ve saygılar (H.H.) Îmâ, hiciv, îfâ... Eğer inek bakarsa, bir öküzün falına; Altında dana görse, onun sıpası değil..! Topal yönü gösterse, ayakları yalına; Tümü gider tersine, yolun yarısı değil..! Kele ne saçını sor ne de berberden bah’set, Küle ne odunu sor ne de kömürden bah’set, Yele ne adını sor ne de haberden bah’set, Hiçbirinin de derdi, kaşın karası değil! İş görmek istiyorsan, bak zamanı gelince, İstenmediğin yerde, kalk zamanı gelince, Aşa ateş gerekse, yak zamanı gelince, Bu saydıklarım senin, êlin tasası değil! Uzak durma topluma, git meclis kurulunca, Dur, bekle, önce dinle, konuş yerli yerince, Suallere hazır’ol, imtihanın olunca, Öğrenmek gayret ister, körün asası değil! Hacı görür hacıyı, kesinlikle Mekke’de. Derviş arar şeyhini, gider, bulur tekkede. Softaya akıl sorma, olsa olsa takkede..! Kederli insan dostu, kulun parası değil! Susarsın burda belki, haksızlık gördüğünde, Lâkin; konuşacaksın Mevlâ’ya vardığında! Şimdiden kaygı eyle; mahşere girdiğinde Ağlamak fayda etmez, o an sırası değil! Kederli/Almanya, 29.09.2015/15.12.2015 |