Artık Kimi Sevsen Hep Yitik Bir Aşkı Anlatırsın..I. gözlerinden çıkar o ayağı kırık ceylan süzüşleri bir şeyler söyle dudağının rengi çatlamasın ellerin titremesin o tetik gülüşün dağılmasın öyle bir vur ki seni sana adımların kanamasın… tütünsüz kalmanın güzelliğini bir forsadan dinlersin bazen dağların nabzını patika ve kır çiçeklerinden ezan seslerinde unutulmuş bir sessizlik gibi kalırsın gün ışığından önce diline tenine kırpışan serpilen… olimpos dağındaki fakir tanrılardan çalıp zenginliğini sabır ve kahır eritirsin yamalı ceplerinde sen mi sızlayan bir tebessüm olursun fotoğraflarda istanbul mu yoksulluğunun ressamı olur bilinmez ışıklar ve gemiler bir bir demir atarken gözlerine kim puşt kim pezevenk bu caddelerde öyle kolay seçilmez… ağlama gece gözlerini açar incitir seni kırılırsın ağlama hüzünlü şarkılar sesine işler parçalanırsın bir şiirin olmaz belki ellerine yazılmış bir şarkı bırakıp gitsen de şimdi sen faili meçhul bir aşkı bulurlar seni vururlar yaralanırsın… ayrılığın vardiyası olmaz kampanası yok bu gidişlerin peronlar ayrılığa kurulu saatli bir bomba kendine kalsan bir kuru çay ıslak bir sigara edersin artık kimi sevsen sen şimdi yeniden kendine dönersin... aztekliydin sen tanrıların sofrasında demlenirdi kanın kervan sürgünüydün sen asurdan kayseri dağlarına manastırlara kapatılan solgun bir yüzdün şehrazat masallarında esmer bir güzdün doğur doğur diye altın takardı boynuna mussolini ve künyesi kalırdı oğlunun koynunda yıllarca sakladığın… artık kimi sevsen sen hep yitik bir aşkı anlatırsın... II. şimdi kime yüreğimi versem hep kayıp bir aşkı anlatırım zulamda salaş meyhanelerde çıldıran şairlerin kangren şiirleri göğsümde çarşıda vurulup düştüğüm bir yaranın ikindisi koyaklarda yaktığım ateşler yalazında söndüğüm mevsimler sesimde sensizliğe sürüldüğüm şehirlerin sessiz sahilleri şimdi hangi düşü yorsam ben hep ıssız bir aşk’a susarım… gezgin bir ülkeydi benim söylediğim şarkılar bu yüzden şehirler saklamazdı beni bulvarlar susardı halbuki herkes kadar tanıdık bir yüzdüm yalnızlığım en az yüzünüze yağan yağmurlarınız kadardı… soluduğunuz yerlerden solarak geçtiğim de oldu göz pınarlarınızdaki kan izlerinizi sildim görmediniz ve her biriniz adımı pasaportlarımla karıştırırken gökyüzü mavidir diye seslenmiştim oysa dinlemediniz… derken sen kadar senin boynuna uzandı düşlerim ağustos bir başkaydı sözümün eşiğinde yürek izlerin dileğimi astığım ağaçların dalları arasından ah nasıl da yıldızlar kırpardı gözlerin… gözlerin…gözlerin… göçerek göçtüğüm gömütlüğün gecesi destanları inkar ettim türküleri yalanladım sesimi dağlara küs akislere yok saydım ve adımlarını göremediğim günden beri şimdi nereye gitsem ben hep kaçak bir aşkı anlatırım… ve artık kimi sevsek biz hep bitmiş bir aşkı yaşarız kesilir künyemizin hesabı ol mahşeri divana kalırız… |
her aşk kendi sanrısını yaratır
yağmurları biriktirip gözlerine
vurulup kapısı çıkılsa da sözlerin
kahrında saatlerin
duman duman üstüne
incitildiğin kadar susunu artırırsın
grisine bulanarak ezgilerin
her aşk kendi sanrısını yaratır
ve yaralarından yürümeye başlar insan
iç çekimlerinde şiirlerin
selam ile.