Esma..mektubunun gelmediği ekim tavında bir akşamdı gözlerim alarga yangın yalazı kuru korular kadardı peşimde geçtiğim sokakların o bomboş hırçın yankısı ve nereye gitsem hep senden yana çalan şarkılar makamı kırık ayaz soluğu sarhoş salaş mekanlar yani hiçbir yer ellerin kadar saklamıyor beni artık esma varsın düşlerim tetiğe düşsün kan tütsün bu ıslak kaldırımlar gölgeni bendime devirip soluyorken gülüşün içimde hasret dediğin azrail değneği ile tutunmakmış meğer dizelere ben kendime yettim hicranlar büyüttüm de peki her öksüz acı esma niye kanar hala sesimde... şimdi... kalkıp kendimi bulvar diye duvarlara mı vursam saçlarını çingene çiçekçilere mi sorsam tutup sen diye istanbul’a mı dalaşsam ne yapsam da aklımı bir fikrinle kaçırıp gece boyu kıyıları binlerce kez adınla adımlasam... binlerce kez diyorum esma yalanım varsa şuracıkta arabesk bir şiir olayım... derken dolandığım bütün kentlere uzak bir kıyı kasabası kadar anılarıma tenha kaldım ısıtmıyor hiçbir merhaba ellerimi esma hücremden de beter artık darmadağın bakışlarıma da yabancıyım... oysa ayak tırnaklarına vuran o nehir suları her gün penceremin önünden hala akıp gidiyor ay ışığında tırmanıp düştüğüm dut ağaçları kaç mevsimdir seni dilini söyleyen sazıma soruyor... sesinin gelmediği ekim tavında bir akşamdı esma öldü dediler avluda bir adam gelmişine geçmişine sövüp saydı... II. mektubunun gelmediği ekim tavında bir akşamdı gözlerim alarga yangın yalazı kuru korular kadardı peşimde geçtiğim sokakların o bomboş hırçın yankısı ve nereye gitsem hep senden yana çalan şarkılar makamı kırık ayaz soluğu sarhoş salaş mekanlar yani hiçbir yer ellerin kadar saklamıyor beni artık esma varsın düşlerim tetiğe düşsün kan tütsün bu ıslak kaldırımlar gölgeni bendime devirip soluyorken gülüşün içimde hasret dediğin azrail değneği ile tutunmakmış meğer dizelere ben kendime yettim hicranlar büyüttüm de peki her öksüz acı esma niye kanar hala sesimde... şimdi... kalkıp kendimi bulvar diye duvarlara mı vursam saçlarını çingene çiçekçilere mi sorsam tutup sen diye istanbul’a mı dalaşsam ne yapsam da aklımı bir fikrinle kaçırıp gece boyu kıyıları binlerce kez adınla adımlasam... binlerce kez diyorum esma yalanım varsa şuracıkta arabesk bir şiir olayım... derken dolandığım bütün kentlere uzak bir kıyı kasabası kadar anılarıma tenha kaldım ısıtmıyor hiçbir merhaba ellerimi esma hücremden de beter artık darmadağın bakışlarıma da yabancıyım... oysa ayak tırnaklarına vuran o nehir suları her gün penceremin önünden hala akıp gidiyor ay ışığında tırmanıp düştüğüm dut ağaçları kaç mevsimdir seni dilini söyleyen sazıma soruyor... sesinin gelmediği ekim tavında bir akşamdı esma öldü dediler avluda bir adam gelmişine geçmişine sövüp saydı... III. (esma...esmer nefesiyle zühre yıldızını koklardı... kıyısından seyrederdim o’nu...bir gün bana sordu...yıldızlar şarkı söyler mi diye...söyler dedim... sönerek söylediklerini... neden sonra...o içli çalan kemancılardan öğrendim...) gözlerime saplanıp duruyor sevdiğin şarkılar esma keman tellerine sızıp yüzümü resminle yıkıyorum olur değil olmaz bir çıkmazım artık tüm sokaklara göğsüme vurulup düşecek kentler çiziyorum... esmanın elleri ıslak pamuklara benzerdi saçlarını ay ışığı buğusuyla yıkar dağ rüzgarlarıyla tarayıp bayırlarda sekerdi kasıklarında doğmamış hicranları yüreğinde asılı el aynasından bile gizlerdi oy ben devrileydim neşterler kırılsaydı bileklerimde esma affet beni seyyahım artık her dem azrailin peşine... köprülerden...sahillerden...caddelerden geçiyorum sarhoşlara seni soruyorum sokak lambalarına gölgeni rüzgar değil kudurmuş köpekler ısırıyor ağzımı geçmişimden sonra geleceğime de sinkaf çekiyorum boyumu posumu devirecek bir belayım kaldırımlarda sen benim bu halimi hiç görmedin avundum bak şimdi esma... ne yana dökülürüm kanım böyle soğumuşken kendime ve ne yandan çıkıp gelir seni bana anlatan ahu zar bir beste vitrinler ışıl ışıl şangır şungur bir mülteciyim oysa camlarda bir kent ölüsü kokuyor nefesim abartım varsa şair olayım ben sensiz mahşerde kalmış efkarıma da isli bir dumanım... tren raylarına tutunup yürüyorum esma ezan seslerinde düşüyorum avlulara martılar aç olsaydın dinle derdin dinle başını yaslayıp kıyılara hikayelerini derlerdin sana hep bir hüznü anlatırdı onlar şimdi bu martılar var ya bu martılar yüzüme bir bilsen nasıl da ana avrat sövüyorlar... işte her şafak böyle ceketim gibi üşüyorum esma yoksul evlerin duvarları gibi dökülüyorum kendi harcıma faili meçhul bir yaşamı bana ödünç bırakıp gittin bundan böyle sesimi ayalarıma düşen karlar adımı ardıma düşen namlular silsin... IV. (esma kestane karası bakışlarıyla zühre yıldızını okşardı...ben kor ateşle oynardım... bir yaz gecesi...kaşlarını titretip bana sordu...adını zühre koyalım mı...olur dedim... zühre o günden sonra...her gece...hep gökyüzüne baktı...) dalgalar gözlerimde ayak bileklerin gibi sekiyor esma içerim kırılmış şarap şişesi ayaza kesmiş dudaklarım çok karayel ısıttım göğsümde ciğerlerim köpek hapşırığı ve ne vakit adın geçse ansızın tütsüyor mendilinde gözyanığım artık kendime saklı kimliğime tutanaksız düşlerime de hepten bir fermanım... kent surlarından köy sularına kadar dalaşıp konakladım talan günlüklere bilmem kaç yıllık hikayeler deşip karaladım ay’sız gecelerde kıvrılıp sonra sevdiğin masallara da uzandım gülüşünü duymasam bir somunla belki dişlerimi döküp kıracaktım ilikleyip adımlarımı şu tenha yollarda tozlu kasketimle kalakaldım... günlerce kaldım durulmadım üstelik yağmurlar da hep gri yağdı binlerce yüzden sakınıp sakladım sonra bendime işgal sarılası gölgeni o gölgen ki pencereme konan beyaz sabah güvercinleri o güvercinler ki ellerini her gün ağzım kadar öperlerdi ve ben şimdi hangi yanıma gömerim bu kuşların her seher sen diyen seslerini ve ne yana dökülürüm nefesim böyle küsmüşken kendime ve ne yandan çıkıp gelir seni bana anlatan nihavent bir beste susma esma söyle... yine soluğumun takvimlerden böyle gelip geçtiği bir gece yolunu gözleyen bahçemize yeni ezgiler ektim esma sonra sevdiğin yıldızları çalıp göğü sarmalayıp yatağına astım sabaha karşı bir cami avlusunda dizelerle vedalaşıp ömrüme esma diye bir veda sıktım... üzülme esma ben senin yanında zaten arabesk bir şarkıydım... |