SONSUZLUĞUN MABEDİNDE...
Gel-gitlerin nazarında
Haddinden fazla muğlâk Tanrı’nın yol bildiği Hele ki mihrap bellerken gök kubbeyi Son bir şans daha geçse ele pervasızca Ve biz doğsak yeniden Ve sadece hükmetse evren Adsız yarınları mesken edinmişken. Yalıtılmış mizaçların Kırılgan tınısında saklı aslında tüm gizem: Bir elin verip, diğerinin çaldığı Tanrı bile pişman yarattığına İnsan denen varlığı. Kırık tabular, sunumda nefret Yol iz bilmeden Yürüsek de zaman zaman yayan. Zor olmasa gerek: Sadece kapa gözlerini ve hayal et. Ne varsa sıdkının sıyrıldığı Gönlün görüp dilin sustuğu. Değer mi değmez mi, deyip Çıkmışken yoldan her an Mağlup geldiğine kani ne yazık ki Sevgi ve vicdan. Değmez gönül inan ki kaybetme sen İçindeki inancı ne de pes et Durduk yerde sorgularken seni eloğlu. Yürek yansa da pare pare Devinen bil ki sen değilsin sadece. Patavatsız ne çok hegemonya Paye verir kimi bir diğer benzerine Yortusu çok erken gözlerinde Gün doğmadan neler doğar Yaz bunu yüreğine. Külyutmaz ne çok devrik cümle Bağnaz ritüellerin nazarında Eksiltili sayısız hatırat Gömütlerin yanında nöbet tutan eşkâlin Kadar sitem dolu hatta Körüklerken öfkeyi, Kucaklarken ölümü Sağanağında koyulan düşler mi Soluklanırken iklimin soğukluğunda. Kerelerden, sayılardan ve keşke’lerden Mütevellit iken döngü, Güçlünün zayıfa geçerken hükmü… Tırnaklarınla kazıdığın yolun belki de sonu Son deyip de başa döndüğün her seferinde, Sayısız dejavu talip olmasak da Sadık bir izleyicisi sadece aynı filmin Dudaklarından dökülen hep aynı replik; O tekil ve zaaf dolu benlik, Yetemezken kendine ve tüm evrene. Sonsuzluğun mabedinde Hüzne rağbet Koruk acıların konuşlandığı en derinde; Çözemezken çözümsüzlük nakşederken kanında, Susup da kem gözler delerken bağrını Sadece çözül yürek Sus ve sadece şükret Hayat dediğin bil ki tefekkürden ibaret. |
Özlem Demirkaya &*.*&