Şalının simi
Masamın tenhalığında kalemin ucuyla yansıyorken gözlerin,
Ki sen; bir ağustos yağmurunda, hasret sellerinde, Kim bilir, kaç asır sürer sensiz çoraklığında sendeleyişim, Yazın susuzluğu aşkın ve hasretimin kesişiminde. Eteklerinden savrulan İzmir meltemini koklarken ben, Hasretinin yakısı yankılanır... Ruhum aşkına yakarır, yalvarır... Feracene münhasır lila rengi gizemli şalınla, Evine sığınmış kırlangıç yuvası sevecenliğinle, Tenimin tarlalarına ektiğin çilek bahçesine ne zamandır... Ne zamandır buğday rahmeti oldun ? Ellerindeki can suyunla kamaştırdın şavkımı şairin dediği gibi, ’Dirilmek yeniden, yerin uyanması gibi...’ Şalının simi parlatır kirpiklerimin pınarındaki aynayı, Sebillerden rahmet akarken bakışlarımda acizce üşüyorum... İbadetim sayarım, sayıklayarak kirpiklerini saymayı, Süs balıklarını saymak için gözlerine damlayı, Çanlarımı çaldırıyorsun,keçileri kaçırıyorum... Hasretinin arifesi; sensizliğin sessiz muhtırası... |