KOCGIRI 1921 HALK HAREKATI
KOÇGİRİ 1921 ŞEHİTLERİ ANMA YAZISI
Sevgili Canlar , Sevgili Alevilerin Sesi Okuyucuları.: Size Birinci Dünya Paylaşım Savaşından Sonra Koçgiri Halk Hareketi ve Koçgiri Bölgesinde gerçekleşen Katliamın Sebep, Sonuç ve Etkenleri hakında Daracığımızın elverdiği ölçüde sizlere bir sunum hazırladık. Bu Yazıya uygun bir önsöz olarak 7 Mart 2015 te 1921 KOÇGİRİYİ HATIRLA ve HATIRLAT la gerçekleştirdiğimiz Panel ve Etkinlikte. Sevgili ŞEVKET DOĞAN Canın konuşmasının bir bölümünü alarak ŞEVKET DOĞANIN YARDIMI İLE hazırladık. ‘‘ HER İNSAN GEÇMİŞİ İLE GELECEĞİNİN BİRLEŞİM NOKTASINDA BULUNUR. BULUNDUĞU BU KONUMU GEÇMİŞİNİN SONUCU İKEN, GELECEĞİNİN DE BAŞLANGICININ SEBEPLERİNİ OLUŞTURUR. GEÇMİŞLE GELECEĞİ BİRBİRİNE BAĞLAYAN İNSAN, GEÇMİŞİNDEN BAĞIMSIZ OLARAK ELE ALINAMAYACAĞI GİBİ GELECEKTEN SOYUTLANARAK DÜŞÜNÜLEMEZ. BULUNDUĞU BU NOKTADA İNSAN ELBETTEKİ GERİYE DEĞİL, İLERİYE DÖNÜK OLMAK ZORUNDADIR. ANCAK BULUNDUĞU ANDAKİ KONUMUNUN NEDENLERİNİ SORDUĞUNDA; CEVAPLARININ TASAVVUR ETMEKTE OLDUĞU GELECEKTEKİ YAŞAM KOŞULLARINDA GÖRÜR. BU NEDENLE, BULUNDUĞU YERDEN İLERİYE BAKARKEN GEÇMİŞİNDEKİ SOSYAL, SİYASİ, KÜLTÜREL, AHLAKİ, MADDİ VE MANEVİ ÇEVRESİNDEN EDİNDİĞİ DEĞERLERLE BAKMASI GEREKMEKTEDİR. BUNLARLA GELECEĞİNE HAZIRLANMAKTADIR. İNSAN GELECEĞİNE DÖNÜK BAKIŞ AÇISININ SAĞLIKLI OLMASI, GEÇMİŞİNDEKİ OLAYLARIN GERÇEKLİKLERİNİN İYİ KAVRANMASI, KOŞULLARINI İYİ BİR YÖNTEMLE . DOĞRU DEĞERLENDİRMESİNE BAĞLIDIR. GEÇMİŞLERİNİ BİLİMSEL OLARAK DOĞRUDEĞERLEN DİREBİLENLER, GELECEKLERİNİ DAHA GERÇEKÇİ OLARKA HAZIRLAYABİLİRLER. BU DURUMA GEÇMİŞE BAKARAK GELECEĞİ GÖRME DENİLEBİLİR. BUDA İNSANIN YETİŞMESİ SÜRECİNDE EDİNDİĞİ SOSYAL, SİYASİ, KÜLTÜREL, AHLAKİ, MADDİ VE MANEVİ DEĞERLERLERİYLE VE EĞİTİMİNE UYUMLUDUR. BUNLAR GERÇEKÇİ VE BİLİMSEL OLMALIDIRLAR. GERÇEKLER BİLİMSELLİĞE AYKIRI YÖNTEMLERLE TESPİT EDİLEMEYECEĞİ GİBİ BÖYLESİNE YAPILAN TESPİTLERLE OLUŞUMLAR KAVRANILAMAZ VE YAŞAMIN GERÇEKLİĞİNİ İLERİYE TAŞIMAK’TA MÜMKÜN OLAMAZ. BU DURUM KİŞİLER İÇİN OLDUĞU GİBİ, TOPLUMLAR İÇİNDE AYNEN GEÇERLİDİR. BU TEMELDE İLERİ TOPLUMLAR BİLİMSEL VE GERÇEKÇİ TOPLUMLAR OLUP, MİRASLARI İLE OLUMLU VE OLUMSUZ HER YÖNÜYLE DÜZGÜN HESAPLAYARAK YAŞAMLARINI DÜZENLEYEN TOPLUMLARDIR. KOÇGİRİ NERESİ .: Koçgiri de Dersim, Dersim de Koçgiri. Bir ulusun vatanının batı yakası. Doğayı kutsayan ulusun kimlik koruyucuları. Savaşlar, kırımlar, sürgünler, talanlar, asimilasyonlar kışlasında tarihi gezintiler ve öğrendikçe sarsıldığımız gerçekler. Dêrsim-Koçgiri ilişkisi hem tarih, hem de siyasal sosyoloji konusudur. Tarihdir, çünkü tarihsel olguların bilimsel olarak çözümlenmesi gerçeklikleri degerlendirmenin esasıdır. Siyasal sosyoloji konusudur. Çünkü geçmişteki tarihsel olayların sosyolojik çözümlenmesi gelecek açısından toplumsal ilişkilerin yönlendirilmesine katkıda bulunacaktır. Anadolu’nun ortasında adıyla, gelenekleriyle ve inanışlarıyla özgün bir hayat yaşana gelmiş. Sivas’tan Erzincan’a uzanan topraklarda Ermişleri, Pirleri, Sırları ve Şölenleriyle varlığını sürdüren Koçgiri aşiretler topluluğu, Aşiretlar Federesiyonu saklı kalmış bir kültür hazinesidir. Koçgiri aşiretlerinin gizlenmiş tarihi, anlatılmamış öyküleri Hikâyeler vardır. Daha anlatılmamış; yüreklere gömülmüş, toprağa saklanmış veya Kızılırmağın akıntısına bırakılmış. Olaylar vardır ki sadece yarım yamalak aktarılmış, acı, sevda öyküleri sır olarak kalmış. Bu Olayların gerçek yönü çocuklardan, gençlerden gizlenmiştir. Anlatılmamıştır ki Analar, Babalar Çocuklarını Kızılbaş Alevi inancına göre yetiştirebilsinler ve Kamil İnsan olma yolunda Edeb ve Erkana içinde Kinden ve Kibirden Uzak tutabilsinler. Bu anlamda Gençlerine anlatmamalarını uygun görmeleri ile ayrıca başlarına gelenlerinin ezikliğini üzerlerinden atabilmeleri adına sırlamışlardır ki yaraları kabuk bağlasın. Ve bu anlatılmamış bir tarihtir. Koçgiri aşiretlerine ilişkin olan tarih tam da böyle bir Tarihdir. Sivas’ın İmranlı, Kangal ve Zara ilçeleri arasındaki köylerde, saklı kalmış bir kültür hazinesidir . Söz konusu olan geniş bir coğrafya, büyük bir aşiretler Topluluğu. Son 50 yıldada Göçlerle başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin pek çok şehrine yayılmış, adı gibi kökenine ilişkin muamma ve tartışmaların halen devam ettiği bir topluluk. Bu Topluluk Göçten kurtulamamış Göçleri ile İsmine yakışır bir şekilde ta Avrupalara kadar göç etmiştir. Millattan Önce 500 lü yıllarda Med Kıralları Moğallara Karşı Med İmparatorluğunun Güvencesi için Dersim Bölgesindeki Savaşkan Cesur Kürtlerde Asker toplar ve Askeri ile Birlikte Doğuya sefere çıkarlar ve Bugünkü Horasan Bölgesini MED İmparatorluğuna katar ve O bölgenin korunması içinde Birliklerindeki Kürtlere obölgeyi bırakırlar. Böylece Kürtler Horasana ilk Göçlerini gerçekleştirmiş ve oraya yerleşmiş olurlar. Daha sonraları Dersimdeki Akrabaları bir birini karşılıklı olarak ziyaret ederler. Bu Göçakınlarının MÖ ki son Halkası 200 lü yıllarda MED Kıralı Daryus gerçekleştirerek Horasan nufusuna katkı sağlar. Millttan Sonraki yıllarda Horasan’dan Dersim’e göçler başlar. 1515 yılında, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim büyük bir Alevi (Kızılbaş) katliamı gerçekleştirir. Bu soykırımda 48 binden fazla Kızılbaş Alevi kılıçtan geçirilerek öldürülür. Kalanlar ise, Çaldıran savaşı sonrasıda dağıtılıp, çeşitli bölgelere sürgüne gönderilir. Türkiye’nin batısına sürgün edilenler, yüzyıllar sonra yoğun asimilasyon sonucu Kızılbaşlık inancını unutarak Sünnüleşir ve Kürdçede asimileye uğratılarak Türkleştirilirler. 1516 Yılında yapılan tespitlere göre Köylerin % 38 i Mezraların % 45 i boşaltılmış ve binlerce Aleviler Kizilbaşlar öldürülmüştür. Sürgüne gitmeyen ve Yavuz’un hışımında kurtulabilenler, Dersim yöresindeki yüksek dağlarda saklandılar. Yine bu katliamdan kurtulan bazı Kızılbaş Kürt Aleviler, tekrar Horasan’a kaçmak zorunda kalırlar. Yavuz Selimin Kızılbaş katliamı sırasında canları ve malları ile Dersim Dağlarına sığınanları. Yavuz Selimden Sonra Oğlu Kanuni S. Süleyman Tahta geçer ve ilk işlerinde biri bir Fermanla Kızılbaş Kürtleri sürgüne gönderir. İşte bu Sürgünle en büyük göç Diyarbakır ve Dersimde başlar ve buralardanda nerdeyse tüm Konar Göçer Aşiretlerin en büyük göçleri 1538 , 1539 yıllarındanda İmranlı, Zara, Refahiye, Suşehri, Kuruçay, Gümüşakar, Boğazveren, Karacaören, Bulucan, Beypınar, Kercanis gibi kasabalara ve bunlara bağlı 350 ye yakın köye yapılır. Böylece Aşiretin kendi ismini de veren göçler oludu. Büyük göçün, Kürtçe anlamı “Goça Gır”dır. Her iki göçün doğrusu, büyük sürgünlerdir. Her ikisinde de aşiretin tamamının göçü sözkonusudur. Her gidilen yerdeki yerli halk tarafından anılan isimdir. Goçagır geldi, Goçagır geliyor, Goçagır gidiyor şeklinde olup zaman içerisinde KOÇGİRİ ismini almış oluyor kanımızca. Dr.Baytar Nuri Dêrsımi’ye göre 1921’de Koçgiri ; Koçgiri kazası-sancağı doğu da Erzingan ilinin Gercanis ( Refahiye ) ilçesindeki Koçgiri köyünden 1516 yılında başlar, tüm aşiret köylerini kapsar. Batıya doğru Sivas’ın Çit ( İmranlı ) ve Koçgiri (Zera) ilçelerinin tüm nahiye ve köylerini kapsar. Kuzey de Endırês’in güney tarafındaki aşiret köylerini içine alır. Batı da Koçisar ilçesinin köylerini kapsar. Güney de Divriği ve Kangal içlerinin kuzey taraflarındaki aşiret köylerini içine alır. Güneydoğu da Kuruçay’ı kapsar. Tahmini 225 km. uzunluğunda, 150 km. Genişliğinde. 33.750 Kilometre Kare alandır. 1530 yılından önce Koçgiri isimli bir aşiret ismi söz konusu değildi. Dersim’den sürgüne gönderilen aşiretle birlikte, yukardada belirtiğimiz gibi Koçgiri ismi anılmaya başlar. Goçagır geldi, Goçagır geliyor, Goçagır gidiyor telafuzlar şeklindeydi. Bazı Kürt tarihçileri Koçgiri’yi ‘Qoçgiri’olarak yazarlar. Koçgiri, Kürtçe de ‘Goçagır’ Koçgiri ismini büyük göçten almaktadır. Aşiretin ana dili Kürtçedir. Alt kabileleri Kurmanci veya Zazaca lehçesi kullanırlar. Yüzyıllarca Türkler’le içiçe ya da komşu olarak süren yaşamları bulunmaktadır. Birlikte yaşam, Türkleştirme similasyonuna uğramalarına ve asimile edilmelerinde en önemli etken oluyordu. Egemen ulusun dili ve kültürü gün be gün Koçgiri’de yeşertilmeye başlanır. Tarihin derinliklerine doğru yol aldığımızda karşımıza çıkan Tarihi bir Hazine görüyoruz. Hititler’in M.Ö. 1200 yılında Ege ve Akdeniz’den gelen deniz kavimleri tarafından yıkılmasından sonra da halkların dağlık bölgelere, Orta Asya’ya, özelikle de Horasan’a akın ettiği tahmin ediliyor Anadolu’da ve Kürdistan’ın batısında, Asur ve Deniz kavimlerinin arasında kalan Kürtler, Kafkaslar’a ve Horasan’a yöneldiler. M.Ö 843’ten kalma bir Asur tabletinde, Kırmanşah sakinlerine Aryanlar denilmektedir. Aryanlar buraya M.Ö 900’lerde, Herat ve Meşhed Serans geçidinden gelmişlerdir. Daha sonra Moğol akınlarına karşı Horasan bölgesinde MED İmparatoru Daryus tarafında Dersim bölgesinde devşirilen Kızılbaş Askerleden Savunma anaçlı Kurulan askeri bölgede Dersimli Kürtler Horasanda yrleşik bir yaşama başlıyorlar. İlk göçten sonra bir kısmının tekrar döndüğü düşünülüyor. Kürtler’in Horasan’a gelmeleri Arap, Asur ve Deniz kavimlerinin saldırıları döneminde vede Daryüs Zamanında yaşandı. Özellikle de Arapların Kürdistan’a veBereketli Hilal çevresine saldırmaları sonucu Kürtler’in belli bir kısmı, bugünkü Kuzeybatı Kürdistan’a Koçgiriye geçmek zorunda kaldılar. Med İmparatorluğu (MÖ 712- 550) döneminde de Kürtler’in burada olduğu biliniyor. ilk Kürt oluşumu Med’lerle başlar. Kürtler’in hakimiyet kurdukları alan, Medler döneminde en geniş sınırlarına ulaşmıştı. Med İmparatorluğu dönemi, aynı zamanda Kürtler’in zenginlik dönemiydi. Batıda Kızılırmak, Doğu’da Hindistan, Güneyde ise Süleymaniye, Bağdat ve Halep yakınlarına kadar olan coğrafya, Kürtler’in çoğunlukta oldukları bir coğrafya idi. Medlerin bundan 2552 (M.Ö 548) yıl önce yıkılmasından bu yana Kürtler siyasi, ekonomik, kültürel, askeri ve ruhi olarak bir araya gelemediler. Kürdistan coğrafyası artık Kürtler için parçalanmış bir yapı olarak söz konusuydu. Parçalanmış coğrafyada ki bölgelerde belli kabile veya aşiretler kimliklerini korumaya çalıştılarsada bir iki ufak beylik dışında Eğemen bir Devlet olabilme özeliğini gösteremediler. Koçgiri Aşireti’nin bilinen en yakın tarihi, Dersim ile başlar. Dersim tarihini bilen, Koçgiri tarihini de iyi bilir. Yüzlerce yıllık. Dersim tarihinde Koçgiri’yi görmemek Dersim’i iyi anlamamakla eş anlamlıdır. Dersim’den günümüze gelen yüzü aşkın kabile bulunmaktadır. Koçgiri Aşireti Dersim’in en köklü ve kalabalık aşiretlerindendir. Yavuz Sultan Selim’in sürgünleri olan Dersimliler başlangıçta iki ana kabileden (aşiret) oluşur. Koçgiri Aşireti’nin ataları, Şeyh Hasanlar, kuzey ve batı Dersim’de iskan olurken, diğerleri de eski Dersim yani Doğu Dersim’de kalanlardı. Şeyh Hasanlar’ın, Horasan Kürtler’inden oldukları bilinmektedir Dersim’de Koçgiri oluşumu, M.S.700 lü yılarda Yol Pirlerin , Erenlerin gelişi ile 1071 ve 1258 yıllarında İran’ın Horasan bölgesinden yapılan göçlerle tamamlanır. Bölgedeki savaş ve sürgün politikaları Koçgiri Kürtleri’nin 500 yıl boyunca Horasan’dan Dersim’e göçmelerine neden olur Koçgiri Aşireti’nin ana dili Kürtçe’dir. Kürtçe’nin Kurmanci ve Zazaki lehçelerini konuşmaktadır. Kültürel, sosyal, tarihsel ve sosyolojik yapısıyla Kürt ulusunun bir parçasıdır Alevi inançlı Koçgiri ve diğer aşiretlerden Anadolu Kürtlerinde ilk Türkmenlik propogandasının tarihi kökeni biraz daha eskiye daynmaktadır. Hacı Bektaş-i Veli, Yunus Emre ve Mevlana, Anadoluda ki Kürt kökenli Alevilerin, aslında Türkmen olduklarının propogandasını yaydılar ki Asimle edebilsinler ve herkes zalnız Türkçe konuşsunki rahat anlaşabilsinler ve Dersim ,Koçgiri Ocak Aleviliğini Bektaşiliğe adapte ederek asimile edebisinler. Bu propoganda, cumhuriyet döneminde ise devletin resmi idelojisi olarak kabul edildi. Bu idelojinin bayraktarlığını ise Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yapıyordu. Birinci DünyaEmperyalıst Paylaşım Savaşından sonra dağılma sürecine giren Osmanlının enkazı altında Kürtler kalır. Bu yıkıntının altındaki Kürtler 20 küsür sene kesintisiz ayaklanma, direniş veya isyan örgütlerler. İşte bu kesintisiz Kürt başkaldırılarının ilk çığırını Koçgiri halkı açıyordu. Koçgiri İsyanına kadar aralıklı, küçük çaplı ya da sadece kendi alanını kapsayan başkaldırılar vardı. Fakat her yenilgi sonrasında isyan alevi sönmese de, köz olarak kalıyordu. Kendi içerisinde yanan köz, yeni bir tutuşturucuyu bekliyordu. Bu isyanlar içerisinde, Koçgiri ayaklanması nitelik olarak farklıydı. İlk defa, kapsamlı planlanan, ulusal sorunu Uluslar arası arenada öne çıkararak pazarlığa oturan bir başkaldırydı. Ne var ki Koçgiri ile başlayıp Dersim’e uzanan ayaklanmaların bir halk önderi sürekli gölgede bırakıldı. Koçgiriyi aşiretçilikten alıp bugüne evrensel kılan, o ilkel yaşam biçimini aşarak, Ortadoğu, Mezepotamya ya da dünaynın başka noktasında modern yaşayan Kürt ulusunun uygar bir parçası durumunu varmaktı. Koçgiri’nin son bin yıllık tarihi incelendiğinde, hep ileriye koşar bir devinim halindedir. 1071 yıllarında Dersim’in batısına yerleşip yaşamaya başlayan ve altı kardeşten oluşan Şeyh Hasanlar kabilesi bugünkü Koçgiri Aşireti’nin ana çıkış kaynağıdır diyebiliriz. 1071’de başlayan bu oluşum 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde 30 bin haneyi ve 250 bin nüfusu aştığı tahmin edilmektedir. Bu aşiret, 1920’lere gelindiğinde bağımsız Kürt devleti için silah kuşanacak kadar kökleşmiş ve güçlenmiş ve Bilinçlenmişti. Gününmüzde kendisini Koçgirili saymayan yüzbinlerce insanın olduğu ve bunların çoğuda kökenini inkar etmektedirler, bunun aksine Koçgirili olmakla gurur duyan ve bunu bilmiyenlere öğretme çabasını vazife olarak bilen, bir o kadar insanın olduğuda bilinmektedir. Toplumlar tarihini, insanlık tarihinin bütününde görmeliyiz. 600 yıl süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle, 20.yüzyılın başlarında teker teker ortaya çıkan yeni devletler zincirine, Kürtler de bir halka olmak istiyordu. Koçgiri, Dersim, Şeyh Sait, Zilan, Ağrı ve diğer isyanları bunu kanıtlamaktaydı. Koçgiri’nin ikamet ettiği coğrafi bölge, Dersim’den geçen Fırat nehrinden, Sivasta Kızılırmağına, Tecer Dağları’na kadar uzanmaktadır. 19. yüzyıla kadar yerleşim alanı Dersim’den başlayarak Kemah, Refahiye, Nazimiye, Kuruçay, Suşehri, Zara, İmranlı, Divriği, Koçhisar (Hafik), Kangal’ı içine alan, Hekimhan, Malatya, Deliktaş, Mamaş, Kızılırmaktan Sivas – Malatya şehirlerarası yolun Kavşak noktasının kuzey ve doğu bölgesinde iskan ederlerdi . 1.Zara-Osmanlı, sürgüne gönderdiği Koçgiri’nin, ilk yerleşim merkezi olarak Zara ve çevresini belirlemişti. Koçgiri (Zara) nın ilçesi Çit (İmranlı) nın da kasaba olduğu dönemdi. Zara’nın merkez seçildiği, İmraniye, Refahiye, Kangal ve Divriği’yi kapsayan bölgeye Koçgiri Kürt halkı yerleştirildi. Zara, 1836 yılında Koçgiri adıyla Sivas sancağına bağlı bir nahiye, 1870 yılında da ilçe olur. Koçgiri ismi, Horasan’dan gelerek Dersim’e oradan da 1539 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın bir sürgün fermanıyla ilçeye yerleştirilen Kızılbaş Kürt Koçgiri Aşireti’nin isminden gelmektedir. İlçe merkezinin adı yine Zara’dır 1836 yılında Koçgiri adıyla nahiye olan Zara, 1854 yılında Sivas vilayetine bağlanmış, 1870 yılında Koçhisar (Hafik) bucağı ile birlikte Sivas Merkez Sancağı’na bağlı ilçe statüsüne yükseltilmiştir. Belirtilen tarihte Zara, Sivas’a bağlı 8 ilçeden birisi idi. 2. İMRANLI :İmranlı’nın adı, Koçgiri İsyanı’ndan önce Ümraniye idi. Cumhuriyet döneminde ismi değiştirilerek İmranlı yapıldı. Ümraniye olmadan önce de Kamilava olarak biliniyordu. Daha önceleri Koçgiri’nin, yani Zara’nın bir nahiyesiydi. Koçgiri Kürt nüfusunun yoğunluğu Osmanlı’yı rahatsız etmeye başladığında kasabaya dışardan Göçmen Türkmenler getirilir, merkeze yerleştirilir ve Göçmenlere uygun olan Kamilava ismi verilir. Halk arasında burası Maciran olarak tanınıyor ve halen Maciran ismi halk arasında kullanılmaktadır. Koçgiri İsyanı’nda sonra, 1948 yılında ilçe statüsü verildi ve Ümraniye olan ismi, İmranlı olarak değiştirildi. İmranlı bugün 7396 nüfuslu küçük bir ilçedir. 1960’larda, yaklaşık 70 bin olan ilçe nüfusu bugün 6550 civarındadır. Zara ile Refahiye aasındaki İmranlı, Erzincan yolu üzerindedir. Sivas il merkezine 106 km dir. Ve son ayarlamayla AKP tarfından tekrar İlçe likten Nahiye yapılmıştır. Nüfus olarak.: 1836 yılında Koçgiri adıyla nahiye olan Zara, 1854 yılında Sivas vilayetine bağlanmış, 1870 yılında Koçhisar (Hafik) bucağı ile birlikte Sivas Merkez Sancağı’na bağlı ilçe statüsüne yükseltilmiştir. Belirtilen tarihte Zara, Sivas’a bağlı 8 ilçeden birisi durumundaydı. 1870 yılında yapılan sayımda Zara’da 17.732’si Müslüman, 1780’i gayrimüslim olmak üzere, 18.512 Erkek nüfus tespit edildiği belirtliyor. Bu resmi rakamlardan 1780’nin Ermeni olduğunu vurgulanması beklenemez, çünkü Ermenilerin de inkar edilmesi politikası yürürlükteydi. Ayrıca kadınlar nüfusa kayıt edilmiyordu. Zara, Osmanlı’nın Doğu seferleri için, İran ve Ruslara karşı asker sevkiyatının ana yolu sayılıyordu. Şemsettin Sami, Kamus ül Alam isimli eserinde “Sivas Vilayeti Merkez Sancağı’ na bağlı bir kaza” olduğunu belirtmekte. Yine Osmanlı araştırmacılarından Kolağası Ali Cevat Bey ise 1897 yılında yayımlamış olduğu Memalik-i Osmaniye’nin Tarih ve Coğrafya Lügati isimli eserinde, Zara’yı “Sivas Vilayeti Merkez Sancağına bağlı 41.000’i Müslüman, 58.000 nüfuslu bir kazadır. 19 nahiyesi ve 128 köyünde 2 medrese, 30 okul bulunmaktadır” diye tanımlamaktadır. 1897’de yaklaşık 17 bin müslüman olmayan nüfus varmış! Acaba kimlerdi bunlar Ali Cevat bey den? Bu sorunun yanıtı beyinlerde iz bırakan birer leke olarak tarihteki yerine kazılıyordu. Çünkü Ermeni demek veya yazmak yasaktı, yani Ermeniler yok sayılıyorlardı. 1878 yılında Osmanlı Padişahlığı, Koçgiri bey ve ağalarında Mısta bey Osmanlı Rus Savasındakı Doğu Cephesı Ordularını 3 ay gibi bir zaman Mısafir ederek Onların Tüm ihtiyaçlarını karşıladığı için. Osmanlı Padişahı . Koçgiri’ye Alişan Bey’in oğlu Mustafa’yı paşa tayin etmiş ve Paşalık Unvanı verilerek Bölgemizin en güçlü şahsiyeti durumuna getirilmiştir. Tabiki Osmanlı Bunun gibi Rütbe verilmesini hiç bir zaman bedava yapmamıştır. Bu Paşalık içinde Mısta Bey Osmanlının Kendi Bölgesindeki Derin Devlet rölünü üstlenmiştir. Önder gibi görünen Oğulları Alişan Bey, Haydar Beylerde bunu sürdürmüşlerdir . Fakat daha sonraları Dr. Nuri Dersimi ile Alişer Bey bu Genç Ağalara Kürt ulusal bilincini aşılıyarak Koçgiri Halk Hareketine Finansda ve Önderlikte rol oynamsını sağlamışlardır. Bundan sonra Silah ve Mühümat alımında Kurdistan Muhtariyeti için canla başla çalışmaya başlamışlardır. Bunların bir zamanlar Sünni olmaları, sosyolojik bakımdan anlaşılır bir durumdur. Fakat bu, topluluğun soyağacını ve inancını bağlamıyor. Koçgiri beylerinin (dönemin nahiye müdürleri) Sünni oldukları varsayılarak verilmiştir. Bu Devlet yanlı olmalarının Halk tarafından yanlaş düşünülmemesi vede Hareketin sağlıklı yürüyebilmesi için. Bu beyleri sonradan “Baba Mansur dedeleri tarında Aleviliğe alınıp kabul etmişlerdir” bilinir ve söylenirdi. Fakat şu andaki Torunları Aleviliği İtikatları ve özüleri ile Yaşamaktalar. Gerek Koçgiri gerekse ondan olmayan birçok aşiret oymağının, köyünün zaman içinde Sünni mezhebindeyken Aleviliği benimsediğine veya Kızılbaşlıktan Sünniliğe geçtiğine dair çok sayıda anlatım ve kanıt var. Mustafa Paşa, bu görevi 1902 yılına kadar sürdürdü. Zara’da Belediye teşkilatı 1871 yılında kuruldu. Bu dönemde ilçe merkezinde yok sayılacak miktarda çok az Kürt nüfusu vardı. Koçgiri bölgesine yerleştirilen Göçmenlerle Koçgiri Kürt Kızılbaşları asimile etme amacı güdülmekteydi. Zara Koçgiri’nin bir ilçesi olarak, Osmanlı döneminde resmiyet kazanmıştı. Ancak İlçe merkezi Koçgiri’ye kapalı, ilçe merkezine dışarıdan getirtilen Sünni mezhebindeki Türkler (muhacir) tarafından ikametgah olarak kullandırılmıştı. Köylerin tamamına yakını ise Kızılbaş Kürt Koçgiri halkının ikametgahıdır. Zara’ya bağlı İmranlı (eski adıyla Ümraniye) ise Koçgiri’nin üs kullandığı bir beldeydi. Pir ve Cemaat’tan oluşan Cem ayini ‘Tanrı’ya yalvarış ve yakarışın merkezidi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Dergah, Şeyh Ocağı, Cemevi gibi merkezlerde gerçekleştirilen İbadetler. Cumhuriyet döneminde yasaklandı. 1925 te cikarilan bir kanunla .Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasından sonra, Aleviler dinsel inanışlarını gizli olarak yerine getirmeye çalıştılar. Koçgiri’nin en büyük Seyid Ocağının Baba Mansur olduğu varsayılmaktadır Seyid’in önderliğinde Cem Cıwat’a yapılır. Dualar edilir, Gulbanglar verilir, alınırdı saz eşliğinde beyitler söylenip böylece dinsel inançlar tazelenirdi. Kendi adaletini kendisi sağlıyordu. Koçgiride devlet mahkemeleri iş göremezlerdi , çünkü Pirler anlaşmazlıkları Cemde Halkla birlikte çözer ve sonuca bağlardı. Ekonomik ve İktisadi Yaşam: Koçgiri, yayla ve köylü ve mezra topluluğudur. Üretim ilişkileri, dar çiftçilik ve hayvancılık üzerine kuruludur. KOÇGİRİ İSYANI Ankara Hükümeti Mustafa Kemalin emir ile görevlendirilen Sakallı Nureddin Paşa, "Zo [Ermeniler] diyenleri temizledik. Lo [Kürtler] diyenlerin köklerini de ben temizleyeceğim" demişti. 500 asiyi kendi deyimiyle ’temizledi’, ’tepeledi’. 2 bin kişiyi Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürdü. Bunlar resmi Rakamlar gerçek rakamlar ise kat be kat fazladır. Tarihi Dersim Sancağı’nın batısında yer alan Hafik (Koçhisar), Zara, İmranlı, Refahiye, Kemah, Divriği, Kangal, Kuruçay ve Ovacık coğrafyasında 135 köyde yaşayan, ezici çoğunluğu Kızılbaş Kürt/Zaza olan Koçgirililer, Dersim bölgesinin geneli gibi, 20. yüzyılın başlarına kadar devletle, İstanbul’la pek sıcak ilişkiler içinde olmamışlardı. Sorunlar devletin resmi belgelerinde ağırlıklı olarak ‘asayişsizlik’ başlığı altında toplanıyordu. Ancak 1908’de Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edilmesiyle ortaya çıkan özgürlük ortamında kurulan Kürt cemiyetlerinden bazıları Dersim’de de faaliyet göstermeye başlayınca Kürd Halkında uyanışın ilk filizleri de belirlemeye başladı. Koçgiri aşiretleri 1918’de kurulan Kürt Teali Cemiyeti (KTC) ile temasa geçtiler. 1919’da İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği’yle özerklik için görüşenler arasında Koçgiri eşrafından kişiler de vardı. Amerikan Başkanı Wilson’un 14 ilkesi gereği ile. Şubat 1920’de, Koçgirililer, ABD Başkanı Wilson’un ünlü ‘14 İlkesi’nden, savaş sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olmayan halklarına özerklik verilmesini öneren 12 ilkesi uyarınca Muhtariyet (özerklik) taleplerini yaşama geçirmek üzere harekete geçti. Hareketin liderliğini II. Abdülhamid tarafından paşalık rütbesi verilen İboların (Koçgiri aşiretlerinin en büyüğüydü) reisi Mustafa Bey’in oğulları Alişan ve Haydar beyler ile bu beylerin maslahatgüzarı olan Alişer (Alişir) Bey yapıyordu. (Mustafa Bey, 1870 te Osmanlı Padişahı tarafında Paşalık verilen Mısta Paşa 1902’de Kürtlerin bayramlarını müsabakalarla kutladığı gerekçesiyle, devletçe zehirlenerek öldürülmüştü.) Alişer Bey’in Birinci Dünya Savaşı sırasında bir süre ortadan kaybolduğu, bu süre içinde Ermeniler ve Ruslarla bölgenin siyasi geleceği için görüşmeler yaptığı ve belirli anlaşmalar sağlamasına Rağmen. Rusyada Bolşeviklerin İktidarı elegeçirdikten sonar Ankara hükümeti ile anlaşmaları sonucu bir işe yaramadı . Böylece Ruslar Kürtlare yardım edemediler. Böylece bu görüşmeler bu nedenle başarısız olduğu ileri sürülmüştü. Nitekim Alişer Bey, 1917’de Rus ordusu Erzincan’a doğru yürürken ortaya çıkmıştı. Hareketin fikri önderi ise KTC üyesi olan Dr.Baytar Nuri Dersimi’ydi. Bu şahsiyetlerin hepsi de bölge standartlarına göre iyi eğitim görmüşler, devlet işlerinde tecrübe edinmişler, güzel konuşma ve yazma becerilerine ve en önemlisi Kürtlük bilincine sahiplerdi. Ancak Koçgiri aşiretlerinin ana kitlesi olan Halkın için böyle bir bilinçten söz etmek imkânsızdı. Bundan dolayı ekipten Alişan Bey, kendisini ‘Halife Ordusu Müfettişi’ ilan etti ve Kızılbaş da olsalar, Koçgirililerin bildiği tek otorite olan padişahın asker toplanmasına izni olmadığı propagandası ile Ankara’nın aleyhine çalışmaya başladı. KTC’nin bölgede dağıttığı bildirilerde, bölge halkından, huzursuzluk çıkarmamaları ancak Milli Mücadele’ye (Ankara güçlerine) de katılmamaları, çünkü büyük devletlerin yakında Kürtlerin haklarını verecekleri propagandası yapılıyordu ve buda Kürdlerin Muhtariyet ( Özerklik) talebine hizmet eden bir Propaganda idi. Ankara’dan talepler Öyle ki, Temmuz 1920’de Alişan Bey’in güçleri Kangal-Zara bölgesini kontrol etmeye başladı. Ağustos ayında, Refaiye yöresinden Şadan Aşireti’nin reisi Paşo’nun adamları Ankara’ya bağlı bir birliğe saldırdı. Ardından Alişan Bey Refahiye’yi, kardeşi Haydar Bey İmranlı’yı kontrol altına aldı. Kasım ayında aşiret liderleri Hozat’ta bir araya geldi. 25 Kasım 1920 tarihli toplantıda Ankara hükümetine yönelik bir bildiri hazırladılar. Bildiride Ankara’ya 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Barış Antlaşması’nın Elazığ, Diyarbekir, Bitlis ve Van vilayetlerinde bağımsız Kürdistan kurulmasını öngören maddeleri uyarınca Dersimli aşiretlere özerklik verilmesi çağrısı yapılıyordu. Ayrıca Elaziz (Elazığ), Malatya, Sivas ve Erzincan hapishanelerindeki tutulu Kürtlerin salıverilmesi; Türk memurların ve askerlerin Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğu bölgelerden çekilmesi talep ediliyordu. Bu Ankaraya verilen bir Ültümatomdu. Sovyet kaynaklarına göre, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Kürt nüfusu şöyleydi: Türkiye’de 2 milyon, İran’da 1 milyon 500 bin, Irak’ta 500 bin, Suriye’de 20 bin ve Sovyetler Birliği’nde 80 bin. Kürt coğrafyasında yaşayan Kürtler’in toplam nüfusu 4 milyonun üzerindeydi. 1927’de yapılan nüfus sayımında, şimdiki Türkiye’nin toplam nüfusu ise, 13 milyon olarak açıklanıyordu. 1919 ilk baharıydı, Birinci Paylaşım Savaşı bir kaç ay önce sona ermişti. Doğa ısınmaya, karlar erimeye başlamıştı.. Alişer Efendi, Alişan Bey, Haydar Bey ve Koçgiri Aşireti’nin diğer ileri gelenleriyle kavganın ilk tohumları Kangal’ın Yellice Köyü’ndeki Hüseyin Abdal Tekkesinin topraklarında ekitiler. Sonra tekrar Dersim gitmek için yola koyuldular. Osmanlı hastaydı ve bu coğrafyada önemli gelişmeler yaşanıyordu. Rumlar, Türkler, Ermeniler ve Kürtler’de bir hareketlilik vardı. Herkes savaş sonrasının hesaplarını yapıyordu. Güçlü devletler olan İtilaf devletleri, Osmanlı topraklarında hesap peşindeydi. Koçgiri önderleri, Sevr Antlaşması’nın tanınması ve uygulanmasına karar verirler. Alişer, bu karar hakkında Dersimlilerin de görüşünü almak için, oraya gitme görevi üstlenmişti. Osmanlı, İstanbul’a kapanmış hasta bir yönetim haline gelmişti. Hiç bir etkinliği kalmamıştı. Yenilgiden çıkmış tam bir savaş yorgunuydu. Alişer, beraberinde Zarife ve diğer yol arkadaşlarıyla bir kaç günlük yolculuktan sonra Dersim’e ulaşır. Dersim’in bazı bölgelerinde, son gelişmeler, Kürtler’in durumu ve görevleri konularında konferanslar verir, aşiretlerle toplantılara katılır. Konferanslarda Zazaca veya Kurmanci konuşmayı tercih eder. Bir dizi toplantı ve konferansın ardından Seyid Rıza’nın davetiyle, Dersim aşiretlerinin toplantısına iştirak eder. Bu toplantıda, Sevr Antlaşması’na uyulması ve bağımsız Kürdistan’ın tanınması için yeni Ankara Hükümetine baskı yapılması kararlaştırılır. Bütün Dersim ve Koçgiri aşiretleri adına Ankara’ya telgraf ve mektuplar yağdırılır. Ovacık bölgesindeki Kürt gençliğinin sevgi ve sempatisini kazanan Alişer, her gittiği yerde sevinç ve coşkuyla karşılanır. Alişer’in Dersim’e giderek oradaki Kürtleri harekete geçirip ortak hareket etme kararı alınırken, Koçgiri’deki Kürdistan Teali Cemiyeti başkanı Haydar Bey’de İstanbul’daki siyasal gelişmeleri öğrenmek ve cemiyetin merkeziyle görüşmek için İstanbul’a gönderilir. Haziran 1918’de Haydar Bey İstanbul’daki temaslarını bitirdikten sonra yanında genç Dr. Nuri Dersimi ile birlikte Giresun üzerinden Koçgiri’ye döner. Aynı yılın sonlarında Kürdistan Teali Cemiyeti’nde önemli günler yaşanıyordu. Başkan Wilson, Birinci Dünya Savaşı sonrası ‘Hak ve Hukuk barıştan daha önemlidir’ Alişer, İstanbul’daki Kürdistan Teali Cemiyeti ile her zaman sıcak ilişkiler içinde olmuştu. Kendi bölgesini terk etmeden Cemiyet ile görüşmeler sağlıyabiliyordu. Bazen Haydar Bey resmi olarak İstanbul’a gider ve bazen de Mıgırdiç isimli bir Ermeni kuryeyi İstanbul’a gönderirlerdi. Kurye, Alişer’i temsilen İstanbul’a gidip gerekli haberleşmeyi sağlıyordu. Haydar Bey ve Dr. Nuri Dersimi, İstanbul’dan ve Alişan Bey ve Alişer de Dersim’den dönmüşlerdi. 1919’un sonbaharında bölgede ilk buluşma gerçekleşir. İstanbul’dan bölgeye dönen Dr.Nuri Dersimi ile Alişer, birbirleri hakkında bilgi sahibidiler. İçlerinde en genci olan Dr. Nuri Dersimi, 25 yaşındaydı. Dersimi’den sonraki en genç ise Haydar Bey’di. Koçgiri grubunun en olgun, orta yaştaki olanı ise Alişer’di. İlk çekirdek kadro Boğazweran’deki Alişan Bey’in evinde toplanır. 6 Mart 1921 tarihinde görevden alma talimatına karşı. İmranlı’ya Kürdistan bayrağı çekilerek yanıt verilir. Kürt güçleri, Miralay Halis komutasındaki Süvari Alayını kuşatma altına alır. Teslim olmayan Miralay Halis’le Kürtler arasındaki çatışmalarda Süvari Alayı tamamen esir alınır. Bu çatışmalarda 10 Kürt savaşçısı ölürken, yirmisi yaralanır, ayrıca 300 kişilik Süvari Alayı tamamen savaş dışı bırakılır. Bu günden sonra Koçgiri halkı sürekli karşı saldırı bekler. İmraniye’ye olası bir saldırıya karşı 200 kişilik Kürt savaşçı gurubu İmrani’ye yakınındaki Çermük Köyü’nde mevzilenerek, nöbete başlar. Bu ciddi olaydan sonra Sivas Valisi, Elazığ valiliği vasıtasıyla Dersim Kürtler’inin Koçgiri eyleminde olup olmadıklarını araştırmaya başlar. Rahmi Apak’ın, Türk İstiklal Harbı isimli kitabında yazıldığına göre, Dersim aşiretleri Sivas Valiliği’ne şu yanıtı verirler: “Ordu bir müddetten beri bölgemizde müslüm ve gayri müslümlerin sayıları hakkında tahkikat yapmaktadır. Bu bilginin elde edilmesi hükümetin Ermenilere yaptığı gibi Kürtleri de vurup yok etmek niyetinde olduğu manasına alındığından nefsi müdafa meşru olduğuna göre Koçgiri Aşireti’nin hareket tarzı da doğrudur.” Denilir. Bu yazışmalar, Mustafa Kemal’in bilgisi dahilinde, Sivas Valisi, Elazığ Valisi ve Dersim aşiretleri arasında devam eder. Hatta Sivas Valisi’nin bir başka telgrafında, Dersim aşiretlerinden yanlarındaki Ermenilerin teslim edilmesini istiyordu. Dersim aşiretleri ise verdikleri yanıtta, yanlarındaki Ermenilerin silahsız, çocuk, kadın ve yaşlı oldukları, Türk yönetimine güvenip onları ölüme gönderemeyecekleri ve teslim etmeyecekleri vurgulanır. Kangal, Divriği, Koçhisar, Zara, İmraniye, Kuruçay ve Kemah’ı kapsayan, Dersim’e kadarki Koçgiri bölgesi Kürt kuvvetlerinin yönetim ve denetimine geçer. Adı geçen ilçe ve köylerde silahlı Kürt direnişçileri dolaşır. Koçgiri bölgesi Kürt güvenlik çemberi içerisine alınır. Buna göre, Koçgiri kuzey cephesi sorumluluk ve komutanlığına Azamet ve Aşki, Divriği cephesi komutanlık ve sorumluluğuna Alişan Bey oğlu Mahmut, Kangal bölgesi sorumluluğuna Çarekan, Cebekan ve Şadiyan aşiret liderleri ile Koçhisar bölgesi sorumluluğuna ise Zalim Çavuş ve kardeşi Hasan getiriliyordu. Giniyan bölgesi sorumluluğuna bir süre önce Dr. Nuri Dersimi’yi Sivas valiliğine jurnallayan Giniyan aşireti ağası Murat Paşa getirilir. İsyan sırasında, Murat Paşa, İmranlı’daki Koçgiri önderlerine özür mesajı bir nevi özeleştiri vererek “Hakkımda kötü düşüncelerin unutulmasını istiyorum. Size Kürt davasına sadık olduğuma yemin ederim. Başlayan Kürt direnişinde Kangal ve Sivas cephesinin savunmasını üstlenmek istiyorum” der. 6 Mart’ta 1921 İmraniye’ye çekilen Kürdistan bayrağı ile bütün Koçgiri bölgesi savaş durumuna geçer. Koçgiri Kürtleri’ne hiç bir yerden ve hiç bir şekilde yardım ulaşamıyordu. Kendi özgüçleriyle bütün bölgede Türk ordu birliklerine karşı direniş gösterirler. Çarpışmalar bütün şiddetiyle devam ederken, Kürtler’in kendi aralarındaki ihanet de baş göstermeye başlar. Koçgiriyi Katliamda geçiren.: Merkez komutanı ve Koçgiri bölgesi sıkıyönetim Komutanı Nurettin Paşa (Sakallı Paşa) kimdir? 1893 yılında Harp okulunu bitirir. Ordu’ya girer. 1902 yılında Bulgar Komitesine karşı gayri nizami harpte, gizli istihbaratta görev alır. Balkanlarda, politikacılık ve savaşçılık stajını yapar. Bulgar, Ermeni ve Rumlara karşı suikast ve özel savaş metodlarına başvurur. Bu dönemde, Mustafa Kemal’e yakınlaşır. 1919’da Urla Ayaklanması’nı acımasızca bastırır. Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında, Rum, Ermeni ve Kürtler’ekarşı tehcir ve tenkil hareketlerinde aktif rol alır. Mustafa Kemal’in çok önem verdiği bir paşadır. Komutan olduktan sonra da Koçgiri Ayaklanaması’nı bastırmak için görevlendirilir. Meclisin baskısıyla bir süre zorunlu olarak görevden alınan Ferik Nurettin Paşa 1922 yılında ödüllendirilerek, 1. Ordu Komutanlığı’na getirilir. O zaman 1. Ordu İzmir’de idi. Burada da Rumlara toplu kıyım yapmakla ünlenen Paşa, Metropolit Hrisostomus isimli Rum’u linç ettirir. 1. Ordu İzmit’e taşındıktan sonra, Ferik Nurettin Paşa, burada bulunan muhalif gazeteci Ali Kemal’i kaçırtıp işkenceye başvurur. 1924 yılında Yüksek Askeri Şura üyeliğine kadar yükseltilen bu “özel harpçı”, Mustafa Kemal’in önerisiyle 1925 yılında milletvekili olur. Nurettin Paşa, artık Bursa Milletvekili olarak meclisteydi. Milletvekili iken, Bursa’nın Orhaneli ilçesinde halk tarafından Mehdi gibi karşılanınca, bu kez Nurettin Paşa Ankara tarafından gericilikle itham edilmiştir. Nurettin Paşa eski bir istihbaratçı, Topal Osman Ağa ve diğer çetecilerle içiçeydi. Bunu çok iyi bilen Mustafa Kemal, Nurettin Paşa’yı meclisin Koçgiri araştırma oturumunda savunur ve sürekli ona yeni görevler verir. Nurettin Paşa’yı mecliste savunmasaydım, eleştirici milletvekiller bu kez de İsmet Paşa ve Kazım Karabekir’e yöneleceklerdi, diyecekti. Nurettin Paşa öldükten sonra da, meslektaşları tarafından hatırlanacaktı. Tıpkı Topal Osman Ağa gibi ‘itibarı iade’ edilecekti. 12 Eylül 1980 askeri cuntasınca çıkarılan 2549 sayılı Devlet Mezarlığı yasasınca, Nurettin Paşa’nın (ölü olduğu halde) korgeneral olan rütbesi orgeneralliğe, Atatürk Araştırma Merkezi’nin şeref üyeliğine ve mezarı da devlet mezarlığına kaldırıldı. Böylece, Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’tan sonra dördüncü önemli kişi mertebesine yükseltidi . Türk Ordusu Sakallı Nurettin Paşa komutasında ilerlerken . Giresundan Cete başı Osman Ağa ( Topal Osman) da Kuzey doğuda Kuzeyde Köyleri yakıp yıkarak talan ediyor , Kadın, Çocuk ve Yaşlı demeden öldürüyor, işkenceler yapıyor , Kadınların Irzlarına geçiliyor velhasıl Edebi Adabı olmayan kuralsız bir savaşı sürdürüyordu. Topal Osmanı tam anlıyabilmek için Erdal Karakaştan bir alıntı ile İNİ Mağarası ve 80 yaşındaki Pir Caferin halka verdiği moralı olduğu gibi aşağı alıyorum. ‘’ UZUN BİR YÜRÜYÜŞ KOÇGİRİ IV ERDAL KARAKAŞ TARİH : Nisan-Mayıs 1921 YER : Koçgiri Kızıldağ mezrası İNİ köyü (Devlet tarafından sonradan değiştirilmiş adıyla DEMİRTAŞ ) Bu sabah, dehşetli bir yağmur düşmüştü toprağa. Küçük dereler, yataklarından taşarak yanlarına aldıkları her kütleyle, bir balçık canavarı gibi Kızılırmağın kaynaklarına doğru kayıp gitmişti. Havada ağır bir toprak kokusu belirlenirken , batıdan esen sert bir rüzgar altında tek tük iri damlalar, hala düşmekteydi. Bu damlalardan biri, çok yükseklerden kopup yeryüzüne doğru inerken , kıpkızıl bir yükselti fark etti.Buradan doğan küçük pınarlar birleşerek gene kıpkızıl bir ırmağın kaynağını oluşturuyordu.Bu dağ Kızıldağ’dı ve bu ırmakta Kızılırmaktı. Rüzgar, yağmur damlacığını Güneydoğuya doğru sürüklerken yüksek bozkırda kurulmuş ve sırtını yamaca dayamış hazin bir köy gördü. Damlacık, nereye düşeceğini merak ederken yeryüzüne az bir mesafe kala sert bir yamaç rüzgarı yedi ve köye hakim bir tepeliğe doğru inmeye başladı.İndikçe arazi netleşiyor, kayalar , meşelikler , patikalar , berrakça ortaya çıkarıyordu. Birden, ineceği bölgede gri bir kurt ve ona pekte uzak olmayan meşeliğin içinde yüzükoyun uzanmakta olan bir insan fark etti. Damlacık, kurdun çok yakınında genişçe bir kayaya hızla çarptı ve parçalandı.Zerrelere ayrıldı.Bu zerrecikler tekrar kayaya indi ve diğerleriyle birleşerek kayadan akarak minik su yoluna kavuştu. Bu su yolu ilk dere yatağına varacak , oradan Kızılırmağa inecek , bütün Anadolu’yu dolanarak Karadeniz’e boşalacaktı. Damlacığın yolu çok ama çok uzundu..... Gri kurt, sürüsünün lideriydi. Büyük sorumluluk taşıyordu.Zorlu bir kışı atlatmışlar birkaç fire vermelerine rağmen sürünün geri kalanını sağ olarak ilkbahara taşımışlardı. Yavrular yeni doğmuş oldukları için yiyeceğe müthiş ihtiyaçları vardı. Kurt, av arıyordu. Bu ilkbaharda, bu topraklarda fazla şanslıydılar.Etrafta pek çok ceset vardı. Koçgiride , dere yataklarında , tarlalarda , yıkık konaklarda, dağ kuytuluklarında cesetler, dizi dizi yatıyordu. Önemli, olan bu cesetlere diğer avcılardan önce ulaşmaktı.Havayı dikkatle koklamak ve tehlike olmadığından emin olunca cesetleri parçalamak. İşte bu yüzden, bu ilkbaharda gri kurt , av yerine ceset peşindeydi. Sürüsü pek uzakta değildi ve öncülerinin kendilerine vereceği işareti bekliyordu. Gri kurt, rüzgarı tekrar dikkatlice kokladı. Yanılmamıştı....Buralarda bir insan kokusu vardı.Yavaşça sinerek , kulaklarını kısarak, başını aşağıda götürerek çalı ve kayaların dibinden görünmez bir hayalet gibi atalarının milyonlarca yıl yaptığı, kusursuz katillik geleneğine uyarak kokuyu takip etti. Dar meşeliğe yaklaştığında, insan kokusu çok arttı.Ama meşeliğe çıt çıkarmadan girmesi imkansızdı. O yüzden önce çevresini dolaştı.Meşeliğin içine bıçak gibi giren dar patikaya güvenmediğinden ; büyük bir meşenin gövdesinin yer açtığı boşluktan sürünerek sokuldu. Ayakları önde sürünerek ve başını taze, ıslak çimenlere yatırarak, gözleri yaprak kıpırtısını fark edecek keskinlikte, ağır ağır kokuya yaklaştı. İlk olarak, insan oğlunun topuklarını ve yanındaki seyyar erzak çantasını gördü. Ayaklar kıpırdamıyordu. Kurtla insanoğlu arasındaki mesafe, bir meşe boyuna düşünce ; insanoğlu çok az da olsa bir hışırtı hissetti.Kurt bu mesafede artık tamamen sessiz olamazdı. İnsanoğlu, başını geriye hızla çevirdiğinde, gözleri şaşkınlıkla büyüdü ama aynı anda da hemen yanı başındaki koca taşı alarak kurda fırlattı. - Ula biz ava çıkarken bu da bizi avlayacak !!!! Kurt, bu taş ve bağırışın atılmasıyla aynı anda ortadan yok oldu.Canlı ve hareket bir insanın diğer kurtlara neler yaptığını şahit olmuştu çünkü.Atalarından ona kalan en büyük miras, canlı bir insana yaklaşmaması idi. Bu topraklarda avlanan ve öldüren iki ırk vardı. Kurtlar ve insanlar.. İnsanlar çoğaldıkça, kurtlar azalıyordu... Adımlarını hızlandırarak sürüsüne doğru uzaklaştı.Canlı bir insana bulaşmanın anlamı yoktu. Hazır her tarafta cesetler yatarken... İnsanoğlu, meşeliğin içinde ayağa kalktı.Adı Mehmet Salih’ti. Memleketinden uzaktaydı.Giresun müfrezesinin öncü keşif kolunda görevliydi. Üç saattir buradan İNİ köyünü gözetliyordu. Kafası çok karışıktı. Az önce gördüğü kurttan daha şaşırtıcı bir şey vardı burada. İNİ köyünde insan yoktu !!!!! Boynundaki dürbünü tekrar alarak saatlerdir yaptığı gibi tekrar köye çevirdi gözlerini.Aşağılarda köy içinde, tek tük dolaşan tavuklar ve uzaktan uzağa sesleri gelen eşek anırtıları duyuluyordu. Ama insanlar neredeydi ?? Bu garip bilmece, kafasını kemirirken çantasına topladığı malzemeleri alarak rapor vermek üzere koşar adım kuzeye doğru uzaklaştı. Bu balçık denizinde koşmak, kolay değildi.Kızıldağ’ın güneyinden dolanan Kızılırmağın yakınındaki kampa ulaştı.Mehmet Salih, doğrudan Osman Ağanın çadırına girdi. Sert bir asker selamı çakarak girdiği çadırda gördüklerini kısaca anlattı. Yalnız kurt meselesini sakladı. Gevezeliğin zamanı değildi. Osman Ağa, hiç şaşırmamış yüzüyle yanında oturan altı kişiye tek tek baktı : Harp zamani hiçbir şeye şaşmamak lazimdur uşaklar !!.. İnsanoğlu bin bir türlü dona girer. Sen bin birinci donda yakalayacaksun ki, ecel düşmandan önce seni bulmasın. - Taburi beklemenun zamanı değul. Bize ganumet gerek! İNİ köyü, pusu kuracak köy değildur. Bir bölük çapraz girersinuz içeru. Tepelerden kollariz sizu.Bahtımıza ne çıkarsa.Amma kıpırdayan herşeyu vurun. Unutmayınuz ki zor oyunu bozar !!... Dedi, ve eliyle çık işareti yaptı. Mehmet Salih dışarı çıktı. Osman Ağa, çadırda yakın adamlarıyla beraber yalnız kaldı. Ne düşündüğü anlaşılmayan yüzüyle elindeki çubukla, toprağa belirsiz şekiller çiziyordu. Böyle yağmurlu günlerde, topal ayağı daha çok sızlıyordu.Gittiği Balkan harbinden sakat bacakla dönünce, adının önüne nam diye eklenen kelimeyi biliyordu. Artık hiç birşey eskisi gibi değildi. Memlekette yedi yıldır harp vardı. Kendiside o eski Osman Ağa değildi. Artık hiç kimseye acımıyordu. Karadenizde yolcu şileplerinde, canlı canlı gemi kazanlarına attığı Rumlar aklına geldi birden. Ölürken, ne çok bağırmışlardı. Kendisi de bacağından yaralandığında çok bağırmıştı. Sakat sakat Giresun’a döndüğünde kahraman gibi karşılanmayı bekliyordu. Pekte öyle olmadı. Ama gene de birkaç yıl fırtına gibi esti Giresun’da. Ne de olsa memlekette başıbozukluk vardı. Her şey kapanın elinde kalıyordu. Herkese karşı savaşıyordu. Bazen ‘‘kara zıpkalılarla’’ Ruslara karşı , bazen Pontusçu Rumlara karşı , bazen de kanlarını sel gibi sel gibi akıttığı Şebinkarahisar ‘da Ermenilere karşı. Kimi zaman Türk köyleri hedefiydi Osman Ağa, bacağının acısını bütün dünyadan çıkarmaya çalışıyordu. Bu bazen Ermeni oluyordu, bazen Rum, bazen Kürt; eh bazen de Müslüman Türk !!! Bir zaman Giresun’da Kendi kendini Belediye Başkanı ilan ediyordu . Bir zaman Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanı. Sırf kan dökmek değildi elbette amacı. İnsan cesetlerini üst üste yığdığı Rum, Ermeni, Kürt köylerinde hayvan sürülerini büyük bir ihtimamla topluyor Giresun’ da ki yaylasına aktarıyordu. Bu yaylada kimi zaman on bin koyun yayılıyordu, Kimi zamansa otuz bin !!! Topal Osman sabah çadırından çıktığında alayı toplanmış hazır bekliyordu. İkibin ikiyüz kadardılar. Kuvva-i Milliye ile iki gün sonra buluşacaklardı. Beraber hareket ediyorlardı. Her grup, bir diğerine harekatın seyrini rapor ediyordu. Sabah erken saatlerde ilk bölük, İNİ köyüne girdi. Tepeler tutulmuştu. İlk anda evlere giremediler. Buna cesaretleri yoktu. Hepsinin kafası karışmıştı. Topal Osman planını geceden çoktan kurmuştu. Bu kadar kişi hayvanlarını yanlarına almadan köyü terk edemezdi. Nereye gidebilirlerdi? Bunda bir iş vardı.İlk emrini verdi. Ahırlaru boşaltin!. Açikta çayırluğa göturup emnuyete alın!.. Böylece sürüler toplanarak köyün alt başındaki düzlüğe götürüldü.Osman Ağa evlerde ganimet adına ziynet , eşya , tahıl gibi şeyleri asla bulamayacağını çok iyi bildiğinden ikinci emrini gecikmeden verdi : İşaret ettiğum haçan bu dört ev dışında hepsinu yakin! -Belki dumana misafir gelir!!! Topal Osman köylü, milletini iyi tanırdı.Evi yanan köylü, yakınlardaysa mutlaka bir belirti verecekti. Köylü asker gibi düşünmez. Böylece nerede oldukları ortaya çıkacaktı. Gönüllü laz alayının askerleri, evleri kermeleri de kullanarak ateşe verdiler. Asırlık sedir, çam , köknar ağaçlarından yapılan ev damları , acı çeken bir devin kemik gıcırtıları gibi çatırdayıp yanmaya başladılar. Havaya ağır bir tezek, yün ve ağaç kokusu çökmüştü. Çıkan dumanlar, bulutlara ulaşan kuleler gibi yükselmişti.İNİ köyü, cayır cayır yanıyordu. Yalımlar, oradan oraya atlıyor ; sıcaktan eriyen, yarılan, parçalanan duvar taşları gürültüyle yıkılarak her yan harabeye dönüşüyordu.Tavuklar gürültüyle sağa sola kaçışıyor, Laz alayı bu manzarayı yüzlerine vuran kızıl alev renklerinin akislerinde izliyorlardı. İşe yaramayacak denli yaşlı eşekler , atlar ve öküzler , kurşunlanarak bu yalımların içine atıldılar.Canlı canlı yanan et kokusu, cızırdayarak ağır ve nemli havada ortalığa yayıldı. Bu karabasan içinde, duman kuleleri çok uzaktan fark ediliyordu Koçgiri’de. İnsanlar ellerini alınlarına koyarak bu dumanları bir zaman seyre daldılar. Çok yakında bu dumanlar her yana yayılacaktı Koçgiri’de. Bunun farkındaydılar...... Topal Osman, köyün içine bu karabasanda geldi. Daha önce inemeyişinin sebebi çok açıktı. Ortalıkta gizlenen bir fedai, anında vurabilirdi onu. Kimsenin olmadığından emin olduğu an köyün meydanına indi. Sırtını ayakta kalan dört evden en sağlamına yasladı. Tam onbaşı yaverini çağıracaktı ki, yukarılardan bir çığlık koptu. Gökyüzü bu sesle yarılır gibi ikiye bölündü : -Lo zalımo mala mın!!... Lo zalımo me şeütin yezidan!!! (Zalim yezitler, evimi yakmayın!! ) diyerek köye koşan kadını, tepedekiler hemen fark ettiler. Altı yerden altı mermi patladı. Bir tanesi, kadının kolunu buldu. Yere yıkıldı. Mesafe uzaktı, kurşun tutmuyordu. Yanına yaklaşan diğer köylüsü, kadını çekti kaldırdı. Tepede mevzi alanlardan Selim Kaptan, diğerlerine ateş kes işareti verdi. Kadının, nereye kaçacağını takip edeceklerdi. Böylece köylülerin nerede saklandığı, ortaya çıkacaktı. Kadın, koluna giren erkekle birlikte, düşe kalka köyün yakınlarındaki mağaraya girdi. Dumanlar, bütün gücüyle şekilden şekile girerek, kendi etrafında dönerken, bazen inadına yükselmeden birikerek bir acayip gökyüzü oyununda kıvranırken, Osman Ağa kurmaylarıyla ev damının içerisinde konuşmaya başladı. Selim Kaptan inatçıydı: Olmaz !! diyordu. Bu koca köy o mağaradan içeri girmez. Olsa olsa uç beş ailedur. Topal Osman ise aradığı delili bulmuştu : -Bu köyün hayvanu bir yere kımıldamamuş ! Kaçan kişi, hayvaninu almaz mı ? Köylü kısmı hayvansuz topal gibudur!!.. Topal gibi derken yaptığı gafı fark etti. Arkadaşlarına döndü, yüzlerinde bir şeyler arar gibi bakıp, bacağının topallığına tekrar lanet ederek : -Bu köyün hepsu mağarada değilse bile gene bu civarda gizleniyorlardur. Ganimetimiz Mal , Davar çayırda duruyor. Sağlam sahip çıkın gözünuzun yaşina bakmam!! Dedi. Mağaranın çıkışunu bu gece tutun. Birkaç haberci çıkarın hemen! Bahtiyar! Resuller köyünden Türk köylüler gelsun buraya. İşimuz düşecek onlara. Adamlara da haber salın, Kürtçesi olan var midur? Konuşmak gerekecek ha bu mağaradakiler len! Koca alaydan kimse çıkmadı; dahası Kürtlerle iş yapan varsa da, Kürtçe bildiğini belki de korkudan söylemedi. Çaresiz, sabahı beklemek durumunda kaldılar.... Gece ay ışığı ilk kez çıktığında, İNİ köyünde kor kızıllığındaki alevler son nefesini alır gibi duman ve acı ot kokusunu, gökyüzüne yaymaya devam ediyordu. Koçgiri, buralara çok uzak yollardan gelmişti.Hep acı çekerek , kahır içinde , açlık içinde , ölüm içinde , kan içinde. Birkaç aşiretten oluşuyordu Koçgiri boyu....... İNİ’ye, Pervizanlar yerleşmişti. Pervizanların evleriydi yanan yıkılan, toprağa gömülen. Gece karargah haline getirdiği köy damında Topal Osman, kendi adamlarıyla düzenli ordunun subaylarından ayrılıp, diğer dama geçerler. Rojınge atılan odunların ateşinde baş başa verirler. Osman çok sinirlidir.Adamları böyle anlarda cevap vermez susarlar : “Ruslar ilen savaşta kaç yitiğumiz oldu?? Balkan harbini saymam bile. Biz bize lazimuz uşaklar. Ben buraya Ferik ( Korgeneral ) olmaya gelmedum. Harp zamanı şimdi. Çok işler daha olacak memlekette. Çok kapı var şimdi. Doğrusuni açmak gerek. Kendi kapimuz sağlam olsun deseyduk Giresun bize yeterdi. Buralarda dağlarda Kürt yemeye gelmezduk.!.... Mağara Kıssadan size diyeceğum şudur ki, burada Kürt kovalamak iş değil!! Ermeni gibi kucağa düşmez bunlar. Daha altı gün önce görmedik mu Çıra gediğinde yatanları ?? Sadece ben, doksan erat ölüsü saydım. Gerisinu siz hesap edun. O sebepten bırakalım çeteleri Kuvayyıciler kovalasın. Bir boğazda karşılaşırsak ne ala, vuruşuruz. Amma buradaki köylüyü ezeceksun ki, bir daha aklına bile getirmeyecek isyan etmeyu. Pontusu , Rumu , Ermenisi şöyle dursun ; bu Kürt milleti Müslüman olduğundan, burnumizun dibunde karınca gibi olmuşlardır. Öldürmeklen bitmez, anlayacağinuz. Ezeceksun ki, korkacak el aman diyecek. Gerisi boş iştir. Yoksam bizim evlerimiz böyle dumanla tüter. Osman Ağa, böyle söylerken eliyle pencereden, dışarıdaki duman bulutlarını gösteriyordu. - Buradan iyiden iyiye mal alacağız.... Diyordu . Mağaradaki Kürdoğullarında ziynet altın vardır. Hepinizin payı bende sabittir. Teminatı da Osman Ağanizdur. Giresun’dan, İstanbul pazarına yollarız mal davarı şilep ilen. Bu iş biterse, asıl iş Ankara’da. Asıl kapı oradadır. Biraz da Ankara tanısın Osman Ağayı. Şimdi burada bu Koçgiri Kürdünü az biraz keseceğiz! Geride şahit kalsa da korkak şahit kalsın! Ben bu mağarayı bırakır, mal davarla çekip giderdim ama o mağara yarın Giresun yolunda peşime düşer. Yarın o mağarada istif edeceğim bu Kürd oğullarını ! Zaten sağ bırakmak günah ! Ellerinde ekmeklik köy bırakmadık !.... Bu son sözleri söylerken Osman Ağa hafifçe güldü. Adamları bu sözlere hiç şaşmadı. Kendileri bunu zaten biliyordu..... Sabahleyin Resuller ve Bahtiyar köylerinden kırka yakın erkek, İNİ’ye geldiler. İyi Kürtçe bilen Sıtkı Hocayı , Osman Ağa yanına alarak mağaranın dört yüz metre yakınına kadar yaklaştı. Topraktan insan yumruğu gibi dimdik çıkan bir kayayı, siper alarak Sıtkı Hoca bağırdı: - Euko ! Euko!, der kevın der ! Delli kesiyan nakıne ! We kı ber wı Orduya kır ; Hun dıbıne çété! We demme werra, hırabıtıya mezzın te sere we !! ( Ey kimse dışarı çıkın ! Kimseye dokunmayacağız ! Orduya karşı çıkarsanız ; siz de çete sayılırsınız. Asıl o zaman başınıza kötü işler gelecektir ! ) Bu sözlere karşı mağaradan hiçbir cevap gelmedi. Onlar cevabı , önceki gün köylerinin cayır cayır yanışıyla almışlardı. Mağaranın ağzı büyüktü. Havayla temas edince sertleşen cinsten beyaz kabuklu bir taştan oluşan mağara ağzı, içeri doğru çok genişliyor uzuyor ve koca bir ejderha ağzını andırıyordu. Mağaranın ağzını Alican , İlo ve Dursun Ap Kaso tutuyordu. Üçü de tüfekliydiler ve turnayı gözünden vuracak kadar nişancıydılar. Topal Osman eğer biraz yakına gelmiş olsaydı , gereken cevabı vereceklerdi. Ama şimdi susmayı tercih ettiler. Mağaranın içine, Topal Osman’ın 47. Alayı köye gelmeden üç gün önce girmişlerdi. Onun öncesinde gerekli erzak, barınma malzemeleri, yatak yorgan, silah mühimmat ve yakacak odunları içeri yığmışlardı. Burada gerekirse birkaç ay kalmayı göze almışlardı. Köyün dışında sürekli gözetleyicileri bulunuyordu. Herhangi bir askeri birliğin yaklaşması halinde, derhal alarm verilecek ve mağaraya yerleşilecekti. 47.Alay köye yaklaşırken bu planlarını kusursuzca uyguladılar. Topal Osman köyü gözetlediğini sanarken, İNİ’liler çok daha önceden alayın farkına varmışlardı. Mağaraya sığınmak , büyük tartışmalar sonucunda alınmış bir karardı. Bir grup Munzurlara ulaşıp yazı Dersim’de geçirmeyi önermiş; ancak Çıra Gediğindeki çatışmada asker cesetleri yamaçları doldurunca bunun intikamı korkunç olur şüphesiyle mağarada kalmanın en akıllıca yol olduğu görüşünde birleştiler. Bu mevsimde Munzurlara ulaşmak kolay değildi. Yüzlerce kişiydiler. Çevre Kürt köylerden de gelenler olmuştu. Gelenleri büyük bir dostlukla karşıladı İNİ köylüleri. Karanlık vadide ilerleyen sürüler gibi, İnsanoğlunun en yüce ve kutsal dayanışmasında burada birleşmişlerdi. Kaderlerini burada, kendi köylerindeki mağarada karşılayacaklardı. Kadınlar ve çocuklar, mağaranın en dip ve kuytu köşelerine yerleştirildiler. Erkekler, mağara ağzına siperler kazıp gerekli tahkimatı tamamladılar.İçeride su kaynağı vardı. Sıkıntı çekmeyeceklerdi. Ekmek pişirecek ocaklar kuruldu. Mağara o denli büyüktü ki, ocakların dumanları süzülerek hava akımıyla dışarı çıkıyordu. Hayvanlarını içeri alamamışlardı çünkü meraya otlamaya çıkamayan hayvanlar, içeride aç kalacaktı. İlkbahar olduğundan yığınak yapacak ot , samanda kalmamıştı. Ayrıca olası bir çatışmada panik yapacak olan sürü , o kargaşada insanları ezebilirdi. O sebepten mal davarı bu savaşın dışında tutmaya karar verdiler. Herkes, büyük korku içindeydi. Burada kısılıp kalmaktan, ölümün bu karanlık mağarada kendilerini bulmasından korkuyorlardı. Bütün Dünya düşman olmuş kendilerini bu ine sıkıştırmıştı sanki... Kaçacak yeri olmayan bütün canlıların ilkel güdüsü ortaya çıkmış, bıçak üstünde yürür gibi tüm duygu ve dikkatleri dışarıdan gelecek en ufak çıtırtıya kilitlenip kalmıştı. Aleviliğin yüzyıllarca anlatılan katliam , yenilgi yok oluş hikayeleri akıllara düşüyor, Hz. Ali’ye yakarıyorlardı ‘‘Medet ya Ali !! ’’diyerek. Ali, bin yıldır ortaya çıkmamıştı. Bugün gelecek miydi acaba ???....... Küçük Arze, mağaranın dip köşelerinden birinde, döşeğin içine iyice gömülmüş, başı annesinin avuçlarında, gözlerini Mağaranın ağzındaki gün ışığına, oradan tavanda asılı tek tük yarasaya, oradan da etrafında kümelenmiş yüzlerce insanın, sessiz bir denizi andıran manzarasına çevirip duruyordu.... Bu korkunç bir karabasandı. ( Felç olma hali) Topal Osman, yanında duran Sıtkı Hocaya yavaşça eğildi: “Sen biraz daha yanaş mağaraya! Yapabilirsen içeruden biriyle konuşmaya çalış. Tanıdık biri vardır içerude, komşu köylüsün. İçeride kaç kişi var, silahları nedir anlar sağ salim geri dönersen cennetlik iş yapmış olursun.” Bu sözlere karşılık Sıtkı Hoca telaşlanarak : Yapma ağam, buradan on adım atsam, o anda indirirler beni. Hele içeride Alican varsa kara toprağa sokar adamı.. Eskiden beri sevmez beni o !! Topal Osman, hayır cevabına hiç gelemezdi .. Gözleri kan çanağı içinde : Ula sırtlanın tohimi işte arkanda benim namlu, önünde Alican’ın mavzeri beğen beğendiğinden bakalım.. Benim ademoğluna acıdığım görülmemiştir amma belki Alican’ın yüreği yumuşaktır.. Haydi yallah yürü !!! Sıtkı Hocanın sırtından, buz gibi bir ter aktı. Ağzı kupkuru kalmış , mağaraya doğru birkaç adım atmıştı.. Ayaklarını sürüyerek ilerliyor, arada başını kaldırıp Mağaranın içine bakıyordu... Şu birkaç saniyede otuz yaş yaşlanmış gibi kamburu çıkmıştı. Belki de böyle yaparak kendini acındırıyordu. Henüz yirmi adım atmadan içeriden beş mermi patladı. Biri Hocanın boynunu sıyırdı geçti... Daha ilk mermide Hoca, kendini hemen önündeki çukurluğa attı.. Mağaradan dehşetli bir ateş başlamıştı. Boşa da atmıyorlardı. Topal Osman’ın saklandığı kaya siperinin üst yanı tuzla buz olmuştu. Sıtkı Hoca, yüz üstü düştüğü çukurda boynunu tutuyordu... Elleri kan içinde kalmıştı... Osman Ağa, yıllarca yaptığı insan avcılığından bu işin kolay olmadığını anlamıştı. Yanında dağ topları yoktu. Diğer taburun buraya gelmesi zaman alacaktı. Üstelik eğer mağara, tahmin ettiğinden büyükse atılacak toplar inin ağzını parçalamaktan başka bir işe yaramazdı. Hemen kurmaylarını topladı.Fikirlerini alacaktı. Lütfü Molla ilk sözü aldı : - Osman ağam hile gerek. Mağaranın kaç girişi , çıkışı var bilmenin mümkünü yok. İçeride silahlı uşak çoksa baskın da yeriz. Bu Kürtler şeytan gibidir. Tam vurdum geçtim dersin ; bakmışsın ölüsü seni arkadan hançerlemiş ! Topuzluoğlu Selami : - Bakın içeride mutlak kadın çocuk var. Kürdün erkeği kadını yanındaysa ağzı kanlı kurt gibi olur. Biz birkaç zaiyat verdirirsek onlarda işi gevşetirler. Molla doğru der amma, sağlam hile gerek evvela. Ahmet Kaptan : Alayda Amasya Kızılbaşı Kara Kasım var. Aracı diyerek onu yollayalım. Ağzı çok laf yapar o kızılbaşın. Kapı ağzından üç el bombası atabilir. Mağara çok derin değilse gerisi kolay. İki günde köklerini keseriz ağam...dedi. Bu işe aklı yatan Osman ağa : -Tamamdur. Kasım’a haber verin. Bu işi yaparsa yüz koyundur hakkı. Öğlene yollayalum. Haydin şimdi işe koyulun !! İlkbahar güneşinin burnunu azıcık gösterdiği öğlen saatinde, Kızılbaş Kara Kasım, mağara ağzına yaklaştı. Elinde beyazdan bir mendil sallıyordu. - Ağalar !! Ben de yol ehliyim. Aliyyel Murteza yoluna baş koyanlardanım!! Amasya’dan Baba İshaktanım.!! - Rızam azıcık konuşmaktır. Burada kimse kan dökmeyecek. Bizim sizin ilen işimiz yoktur. Bu işi yapanlar Alişan , Haydar Beydir. Alişir’ de münafıklık yapıyor.Aranızda onlardan, yakınlarından kimsecikler varsa teslim edin. Sizin kılınıza dokunulmayacak!! - Osman Ağam merhametli adamdır.Ben onların yanında ekmek nasıl yerdim yoksa ? Dedi ve yaklaşmaya devam etti. Kasım, insanoğlunun en sahtekar ve iğrenç özelliklerini içinde toplamış bir kişiydi. Para uğruna canını alamayacağı hiç kimse yoktu. Kendisi Türk Alevisiydi. Bu Koçgiri Kürdünü Aleviden saymıyor ; buradan kaldıracağı ganimeti düşlüyordu.... Mağarada Alican , bu gelen kişiyi gözetliyordu. Adamın ellerini vücudundan fazla ayırmaması dikkatini çekti. Hemen Dursun Ap Kasoya seslendi : - Bu işte hile var Ap Dursun !! Sen üstbaşa çık tüfekle.Ben sol elimi başıma götürürsem tetiğe çök. Dursun, derhal yerini aldı... Atıcılığına çok güveniyordu. Kasım, Jandarma kıyafeti ile mağara ağzına yirmi metre kadar yaklaştı.İçeriden Alican seslendi : Ellerini kaldır yaklaş Kızılbaşoğlu !! Diyerek mağaranın ağzına yaklaşan Alican, hemen sordu : - Madem kan dökmeyeceksiniz ; evlerimizi neden yaktınız it oğlu it !!! Ağam aramızda Kuvayyiden kişiler var onların emridir. Osman Ağam çok direndi yakmayın el aman diyerek. - Lafı çok uzatma namussuz !! Ne söyledi Osman ağan ?? Tek ayak üstünde bin bir yalanı anında düzen Kasım, ilk olaraktan dehşetli bir korkunun içine düştü..Bu adamların anlaşmaya niyetleri yoksa ; pekala vurabilirlerdi onu. Ağam evvela Osman Ağamdan mektup var. Teslim edeyim. Ben aracıyım.Elçiye zeval olmazmış. Alican , Kasım’ın her hareketini devinimini kaçırmadan izliyordu. Ellerin havada kalacak ! Mektup istemez ; ezberden konuşsun Osman Ağan !!.. dedi. Kasım terledi. Ağamdan Mektuptur bu Rıza göster teslim edeyim de var sen gene okuma..İstemem ki burada Kızılbaş kanı dökülsün... derken elleri yavaşça aşağı inmeye devam ediyordu.Alican’da şimşek hızında elini başının üstüne götürdü.Dursun tetiğe bir kez çöktü.Mermi geldi Kasım’ın akciğerini deldi geçti.Ceplerindeki el bombalarına ulaşamamıştı.Yere yuvarlanarak mağara ağzına düştü.Alican yere çömelip sordu . Az sonra öleceksin.Bak içerisi Kızılbaş dolu.Söyle Osman ağanın niyeti topumuzun boğazını kesmektir değil mi ?? İni ( Demirtaş ) Kasım’ın ağzından sürekli kan dökülüyordu sert toprağa....Ağzından anlaşılmaz hırıltılar çıkıyordu. Bunca senelik düzenbazlığı, kıyıcılığı, şeytanla kol kola verdiği yıllar geçti gözünün önünden Kasım’ın. Şimdi, bu Kürt köyünde ölecekti.İçinden büyük bir kinle her şeye lanet etti. Elinde olsa, bütün insan soyunu kendisi ile birlikte karanlık toprağa götürürdü.Sonra, büyük bir umutsuzlukla ölümün soğuk nefesini hissetti. Korkudan büyüyen gözleri, Alican’a kilitlenip kalmıştı. Ben! Ben! derken, başı kanlı, sert, kızıl, toprağa düştü Gizlendiği siperden çıkıp gelen Dursun, yerde yatan ölüyü içeri çekerek, üstünü aramaya başladı.İşe yarar silah ve mermi için elbiseleri yoklarken ; el bombalarına ulaştı.Dikkatle çıkarıp, eliyle içeride gizlenen kalabalığa doğru gösterdi. - İşte, dışarıdaki Topalın bize dost diye gönderdiği adam, böyle bir Elk’tir. (*) Bizim kanımızı içmeden gitmeyecek. Onun için burası can pazarıdır, hesabınızı ona göre yapın.Anlaşmak bu adamın kitabında yoktur. Dedikten sonra elindeki bombaları herkesin göreceği kadar kaldırarak : - Onların bildiği kitap işte bu demir şeytandır !!! Kalabalıktan askerlik yapmışların dışında hiç kimse, bu bombaların ne olduğunu, insanı nasıl öldürdüğünü bilemedi. Yavaş yavaş ölüye yaklaştılar. Hepsinin gözleri, ölü bir kurt leşini gören boğa sürüsünün kinini taşıyordu.Her biri, ölüyü bu kinle parçalamak amacıyla en ufak kıvılcımı bekliyordu. İçeride kısılıp kalmanın ve ölümü beklemenin acısını, bu ölüden çıkarmak için. Yaşlı kadınlar ölüye daha da yaklaştılar. Varı yoğu evinin, ahırının yanışını kendi gözleriyle izleyen Sose Nene, ölümün bu soğuk ve karanlık mağarasında, insanlığın çok ötesinde olan duygularla elindeki orağı havaya kaldırdı. Orak dışarıdan gelen ışıkla havada bir an parladı. Alican, o an anladı ki, kalabalık hıncını bu ölüden alacak, havaya kalkan eli yakaladı ve bağırdı : - Öfkeniz var ise ölüye değil, diriye saklayın ! Dışarıda diriden çok adam var. Haydin içeri çekilin !... dedi. İki erkek, Kasım’ı mağaranın girişine yakın yumuşak toprağa hemen gömdüler. Pusuda bekleyenler Kasım’dan ümidi kesmişlerdi. Bu kadar zamanda, dönmüş olması gerekti. Dönmediğine göre ya ölmüş yada içeridekilere katılmıştır dediler. Her durumda Kasım, artık işe yaramazdı. Aynı anda da dışarıdan mağaraya doğru dehşetli bir ateş başladı. İki makineli tüfeğin eşliğinde süren bu mermi yağmurunda, içerdekiler siperlerinden başlarını dahi kaldıramadılar. Bu sırada atılan mermilerden biri mağaranın iç duvarına da çarparak eli silahta bekleyen Dursun Akyol’un bacağına saplandı. Hemen içeri çektiler.Yarası içeride sarılıp tedavi edilecekti. Kurşun yağmuru azalmasına rağmen, ritmik olarak düzenli bir şekilde devam etti. Kapı ağzındaki nöbetçiler daha da içeri çekildiler. Eğer içeri bir saldırı yapılırsa daralan geçitte karşılamak daha kolay olacaktı. Gece bastırmıştı. Dışarıdan aralıklarla da olsa mermi atılırken, içeride ekmek pişirilmeye başlanmıştı. Dünya üzerinde bir daha eşi çok az görülebilecek, acı bir hikayenin manzarasıydı burada yaşanan. Dışarıda katliam yapmak için uğraşan bir vahşi sürü ve yüz metre içeride pişen ocaktan ekmek dürüp , yiyen çocuklar. Bunu bir daha nerede görebilirdiniz ??? ELK : Tüm Dünya kültürlerinde benzer özellikleri olan ve Koçgiri Pagan inanışları içerisinde, bir dişi efsane yaratığıdır. Yaşlı, çirkin vücudu çıplak ve kıllarla örtülü olup, hamile kadınlar, onların bebekleri, atlar ve ıssız arazide yalnız seyahat eden yolcuları kurban seçer. Dönem dönem ölüp sessizliğe gömüldüğü, ancak tekrar dirilerek ölümsüz bir amaca hizmet ettiği söylenir. Elk’e ilişkin inanışlar ve hikayeler çok zengin, metafizik dokusu oldukça derin olduğundan burada kısaca geçiyoruz. Topal Osman’ı, gece uyku tutmamıştı. Öfkesinden dişlerini sıkıyordu. Bu köyde fazla kalamazdı ve içeridekilerin işini bir an önce görmeliydi.Sürekli mermi atılması emrini, kendisi bizzat vermişti çünkü içeridekilerin eninde sonunda bu baskıya dayanamayıp teslim olacaklarını umuyordu.İçeride yüzlerce kişinin ve onlara ait ziynet eşyasının olma ihtimali ; delirtiyordu Osman Ağa’yı. O gece, mağaradakiler uyumadılar.Uyurlarsa, sabah uyanamayacaklarından korkuyorlardı. Genç kızlar, yanlarına hançer almışlardı. Eğer sağ yakalanırlarsa başlarına nelerin geleceğini kestiriyor ve canlarına kıyacaklarına ant içiyorlardı. Cerpazin’den gelip kışı Koçgiri’de geçiren Seyyit Cafer dede , ateşin başında oturuyor cesareti kırılanlara, nasihatlar veriyordu. Tesadüfen İNİ köyünde kalması onunda aynı kaderi paylaşmasını sağlamıştı. Yaşı seksene yaklaşıyordu ve abanoz sakalı ateşin parıltısında bronza çalıyordu. Bütün bu yörede çok kutsal bir kişi sayılıyordu. Diğer Dedeler gibi hediye kabul etmez ; bunu yapanlara sövüp sayardı. ‘‘ İnsan kutsal kişi olmaz ! Kişiyi kutsal görmek saçmalıkların en büyüğüdür ’’... derdi. Nöbet değiştirenler, ateşin dibine gelip Dedenin elini öpüp niyaz dilediler. İnsanoğlu ne zaman zor bir duruma düşse görünmez duyulmaz şeylerden medet arar. İşte bu mağaraya sığınan yüzlerce insan, Cafer Dedeyi böyle görüyordu. Onun Hz. Ali’ye yalvarmasını eğer bunu yaparsa Ali’nin sesini duyacağını söylediler. Birkaç yaşlı kadın da geldi el öptü. Ateşin başına biriken insanlar , yüzlerindeki bütün umudu , yaşama dair kırıntıları Dedenin gözlerine bakarak hayatta tutmaya çabalıyordu. Cafer Dede, bu ömründe çok şey görmüştü. Gençliğinde dağlarda on iki yıl çete olarak gezmişti.Diyarbekir’den Erzurum’a, Malatya’dan Tokat’a kadar görmediği gezmediği dağ kalmamıştı. Bu mağaradaki insanların, kendisini umut olarak görmesinin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu. Bu çözülmenin , pes etmenin ilk adımıydı.Bir avuç bilgisi olmayan onca dedenin , köylülerin sırtından nasıl insafsızca geçindiğini çok iyi biliyordu. O sebepten korku köylüden değil ; dededen başlıyordu.Yezitlerde kadı neyse ; dedelerde , bizde oydu.Bu insanlar yüzlerce yıl Ali’yi , İmam mehdiyi kendilerini zulümden kurtarmaları için beklemişti.Ama işte onların yerine binlerce yıldır ,Topal Osman gibileri geliyordu. Cafer Dede, eliyle odun yığınağında asılı olan sazını işaret etti. Gençler hemen hoplayarak getirdiler.Sazına Gijbun diyordu. Saldırıya hazırlanan kurtların , köpeklerin tüylerinin dikilmesi anlamına geliyordu. Bu sazı, çok ender zamanlarda çalardı.Kendi öfkesinin doruğa çıktığı anlarda Dünyaya bağlamasıyla sataşırdı. Eliyle ayakta kalmış olanlara, ateşin etrafında oturun şeklinde bir işaret yaptı. Yüzlerce insan sessizce bu emri uyguladı. Dışarıdan aralıklarla mermi sesleri gelirken içeride neredeyse çıt çıkmıyordu. Çok konuşkan olan Pervizanlılar, mağarada neredeyse hiç konuşmuyorlar işaretler mimiklerle geçiştiriyorlardı. Konuşurlarsa, dışarıdakilerce fark edilip, öldürüleceklerini sanıyorlardı. Oysa düşmanın kendilerini katletmek için planlar yapıp, mağaranın burnunun dibinde pusuda beklediğini zaten biliyorlardı. İşte bu, hayatın en büyük paradoksuydu.Dünyanın dayattığı gerçeklerin sınırına gelindiği an ; bu sınırın yok sayılmak istenmesiydi bu paradoks. Seyyit Cafer, bağlamasını kucağına koydu ama mızraba sarılmadı. Bunca insanın şu an türkülere, nasihatlere, masallara değil gerçeklere ihtiyacı vardı.Sözü aldı : - Sözlerim nasihat değildir biliniz. Beni hem beş yaşında hem de seksen yaşında sayacaksınız.... Ölüm karşısında titrememiş kişi ; ölümle hiç karşılaşmamış demektir. Şimdi dışarıda ölüm kapıda bekliyor. Ömür nasıl geçiyorsa ölüm de kapıya gelecektir bir zaman. Karanlık çağlardan bu yana, insan kemiğinin karışmadığı toprak kalmamıştır. O sebepten ölüm her an ayağımızın altındaki toprakta gölgemizle beraber dolanır. Sen öleceksin ki kurt, kuş, karınca yemek bulacak. O da çürüyecek bir ağaca can verecek. -Şunu bilin ki kimse yardıma gelmeyecek bize. Ne Ali, ne Mehdi ne de Hızır. Ali’ de sizin benim gibi bir ademoğluydu. Allah’ın Arslanıydı evet ama insandı.... Mülcem, hançeri sapladığında o da öldü. -Burada biz savaşacağız sadece !! Bizim dışımızdaki her şeyden, ümidinizi keseceksiniz. Ancak o zaman, ölüme karşı gerçek savaşçı olursunuz. Gökten kırat üstünde erenlerden bir eren, gelip kurtaracaksa bizi bu topalın elinden ; o zaman lanet olsun bize !! Burada gebermek daha hakça olur. - Bunca dede gelip gider Koçgiri’ye ; hangisi zalime karşı vuruşuyor ha?? Hepsi geri kaçtı Dersim’in sıcak damlarına. Rahat zamanda gelip saz çalarlar ; harp zamanı kaçarlar. İşte sizler de bunlardan keramet bekler ; korkaktan medet dilenirsiniz... O sebepten bana dede diyenler varsa zinhar kabul etmem. Ben Cerpazin’den Mısto’nun oğlu Caferim. Dağlarda eşkıya gezerken ben de insan vurdum. Bir insan nasıl ölür, iyi bilirim. Şimdi de bu yaşta kocamışlıkta, çocuk gelse boğazlar beni. Bu kalabalıkta en zavallı kişi sayacaksınız kocamış Cafer’i. Bu dar günde, eğer ki kırktan yediden medet beklerseniz, topunuzu zavallı sayarım. Kendim de bu inden çıkar giderim. Bu zalim topal, beni vurmaya bile değer görüp mermi yakmaz. Şimdi siz tüfenge , mavzere, yabaya , nacağa sıkı sarılacaksınız. Herkes kendisi kadar yiğittir!!. İnsanlar, bu şok edici sözler karşısında mırıldanma-ya başladılar.Asla kabul etmeyenler bile yüksek sözle ortaya çıkmadılar. Seyyit Cafer, amacına ulaşmıştı. Bu kalabalığı, gökyüzünden, umutsuzluktan, tekrar mağaraya, gerçeğe indirmişti. Bu köye misafir olduğu ilk geceden cem kurmuştu Seyyit. Yaşlılardan iyi semah dönen dört erkeği , üç kadını ayağa kalkmaları için işaret etti. Böylece yedi kişi oluyorlardı. Büyük ateşin etrafını boşalttılar. Semah ağırdan başladı. Dışarıdan atılan mermiler ayakta semaha duranların ritimlerine uymaya başlamıştı. İnsanlık tarihinde çok önemli semahlar dönülmüştü. Baba Resul’de, Baba İshak’ta, Şahkulu’da, Pir Sultan’da... İni mağarası semahı da bu büyük zincire eklenmişti. Burada ayakta bin bir figürde etraflarında dönen ve onları seyrederken hiç kimseden yardım beklemeyen bu kalabalık, ölüme karşı semaha dönüyordu Artık bu mağarada maddi hiçbir şeyin cinsiyetin yaşın önemi yoktur. Sadece saf gerçeklik ve müzik vardır. Ateşin etrafında semaha dönenler evreni ve onu oluşturan her şeyi temsil ederler. Evrende her şey hareket halindedir ve birbiri etrafında dönmektedir. Böylece insanoğlu, bunu fark etmekle en kutsal mertebeye çıkmaktadır. İnsanoğlunun en büyük görevinin diğer insanları sevmek olduğu ve zulme karşı direnmesi gerektiği burada anlatılır. Sadece birer sembol olan Hz. Hüseyin ve yandaşlarına yakılan ağıt, aslında eski yenilgilere yıkımlara kıyımlara karışan hüznün sesidir. Ağırdan başlayan semah töreni, gittikçe hızlanır ve doruk noktasında patlayarak tekrar eski ritmine döner. Amaç insanoğlunun ve kainatın evrimini yani doğup büyüyüp gelişip ölmesini sembolize etmektir. Mağaradaki bu dehşet semahta ateşin etrafında dönenlerin gölgeleri, duvarlara vuruyor; akla hayale gelmez görüntüler oluşturuyorlardı. Bazen bir eski zaman devi; bazen bir kanatlı canavar; bazen uzayıp kısalan bir yılan gibi hareket eden gölgeler, bu kozmik mağara gecesinde pek çok misafir çağırıyordu. Artık bu mağaradakiler İNİ’li Pervazinliler değildiler. Onlar, herhangi bir zamanda herhangi bir durumda yaşayan yada ölmüş bütün insanların uçsuz bucaksız karanlık denizinde yalnız ya da hep beraber yürüyen bir kervandılar. Dumanlı mağaraya, ateşe gölgelere başkaları da karışmıştı.Oturan kalabalığın gizli kalmış düşlerindeki İsthar, Mithra, Enkidu, Enlil, Ahriman, Hürmüz, Zerdüşt, Nemrut, Dehhak, Demirci Kawa ve daha niceleri ortaya çıkmıştı. Eski zamanların bu iyi, kötü tanrıları, kahramanları, peygamberleri, mağarada geceye sislere ateşe gölgelere gelip konuk olmuşlardı.Semah dönenleri izlerken kimi zaman onlarda ateşe yaklaşıyor yalımları yüzüne vuruyor , kimi zaman bağlamanın korkunç çığlıklarında ses olup dışarıdaki karanlık göklerdeki yıldızlara ulaşıyorlardı. Zaman ve mekan anlamını yitirmişti. İşte bu anlarda çömelip diz kıran insanlar, anlamaya başladılar ki ancak kendileri çağırdığında geliyordu bunlar. Onların düşlerinde, ateşlerinde, gölgelerinde, sislerinde, misafir olup geri dönüyorlardı. Tıpkı Dersim’e geri kaçan dedeler gibi.Bir an geliyordu ki insan çırılçıplak bütün Dünyanın ortasında, çaresizce yapayalnız kalıyordu ve ancak uçurumun dibinde tek başına dikildiğinde kendi kaderini ellerine alıyorlardı. Buradaki insanlar işte bu gece , kendi kaderlerini ellerine aldılar. Hiç kimseyi hiçbir şeyi beklemeden, kendi kaderlerini dimdik durarak yaşamayı bu akıl almaz semah gecesinde öğrendiler.Seyyit Cafer hiç duyulmamış beyitlere düşmüştü artık : - Lo zalıman, lo zalıman, lauk’e mın kuşt ; mın berdan !! Mavzere mın bıdın ; der kevime çiyan berfan.. Tope tüfenge düne kombınji kés mın nıkkay... Nave mınji mere set’i meran, Şah’i merdan!! Bu korkunç intikam dizelerinde, Seyyit Cafer Dede’nin dağlara çıkış öyküsünün gizleri yatıyordu. O gece İNİ mağarasındakiler uyuduklarında kaderlerini ellerine almış bir topluluktu. Bu, insan soyunun ulaşabileceği en kutsal soyluluktu. Topal Osman, sabaha kadar ihtimalleri düşünmüş ve nihayetinde mağaradakileri dumanla boğmayı kafasına koymuştu. Ordu kuvvetlerinden sürekli daha güneye inmesi yönünde emir aldığından bu köyde fazla kalması zor gözüküyordu. Mağaranın üstü dev bir alaca kaya kütlesiydi. Ana girişe doğrudan yaklaşıp ateşe vermek, çok ama çok zordu. Buraya küçük bir meyilden geçilerek tırmanılıyor ; mağaranın ağzına önündeki minik düzlükten geçilerek giriliyordu.Neredeyse dimdik yükselen kaya duvarının üstünden yakacak malzeme yığmak imkansızdı. Önce yakılacak ağaç , kerme ve diğer malzemeleri küçük yokuşun dibine yığdılar.Bu esnada girişin iki yanındaki yamaçlarda mevzilenen laz alayı nişancıları, mağaranın tam içine doğru dehşetli bir ateşe başladılar. Amaç içeridekilerin başlarını bile kaldıramamasıydı. Bunda başarılı da oldular. Bu yığınak Mağaranın tam dibine kadar götürüldü ve gazyağı yardımıyla hemen tutuşturuldu. Alevler kısa sürede büyüdü ve ağızdaki kayaları gürültüyle ısıtmaya başladı. Ateş, laz alayı tarafından sürekli besleniyor ve diri tutuluyordu. İçeri yapılan ateş kesintisiz sürüyordu. Mağara ağzı, bir zaman sonra kapkara oldu. Bu haliyle, Odysseus’un bilge kahin Teiresias’tan akıl almak için gittiği ve iki canavarın koruduğu ölüler ülkesinin kapısını andırıyordu. Ancak ne tuhaftır ki duman bulutu, koca kaya kütlesi boyunca yukarı süzüldüğü halde içeri girmiyordu. Özellikle boğucu olsun diye atılan yatak yorgan parçalarına rağmen kara bir ejderhayı andıran bu duman bulutu mağaranın ağzını şöyle bir yokluyor ancak ilk hamleden sonra geri çekilip; kaya duvarına yaslanarak göğe doğru yükseliyordu. İçerideki hava akımının bu işte rolü vardı. Mağara dışında mevzilenenler ve başta Topal Osman dudaklarını ısırıyor ve galiz küfürler savuruyordu. Ateşi o gün boyunca diri tuttular fakat içeridekileri öksürtecek miktarda dumanı dahi mağaraya sokamadılar. Belki de başka bir yol denemeliydiler ama neyle? nasıl ? Gece kaya kütlesinin üst yanından mağaranın içine doğru süzülen küçük su sızıntısına zehir kattılar ama bununda işe yarayacağını ummuyorlardı. Mağarada mutlaka su olmalıydı çünkü susuz kalmak pahasına burada günlerce beklemeyi göze almış olamazlardı. Topal Osman, sabah hemen adamlarıyla bir durum değerlendirmesi yaptı ve burada daha fazla kalamayacaklarını anladı.İçeriye yapılacak, toplu bir hücum çok fazla adamının ölümüne yol açacaktı.Belki de hepsinin.... Mağaradaki silahlı kişilerin sayısını bilmiyordu ve çok iyi atıcı olduklarına gözleriyle şahit olmuştu. Artık güneydeki köylerle ilgilenmeliydi.Katledilecek çok köy vardı ve çok mal davar .... Seksen adamını İNİ köyünde bıraktı.Resuller ve Bahtiyar köyünden gelen Türk köylüleri de toplayarak onlara : -Burada bu mağarayi bekleyeceksunuz! İcap eder ise bir ay, iki ay. Elli koyin bırakiyrum size. Haçan her gun birinu kesersunuz. Benum geri dönmem de o kadar sürer. Dönduğumda ha bu indekuler yaşar ise sizi sokarim içeru bilesinuz!. Topal Osman, köyün sürüsünü adamlarıyla Giresun’a yollamak için hazırlığını yaptı.Bu sürüler her köyden toplanarak belli bir yerde birikiyor ; oradan da Giresun’a yola çıkıyordu. Köyde kalacak olan birliğin başına Ensar Çavuşu bıraktı. Öğlen saatlerine yakın alayının başında köyden çıkıp güneye doğru gitti... Artık iki taraf için bekleme zamanı gelmişti. Ne dışarııdakiler içeri yaklaşabiliyor ne içeridekiler dışarı başlarını çıkarabiliyorlardı. Mağaranın içi tam bir düzen almıştı. Sular ısıtılıp kapalı bölmelerde banyo yapılıyor; yemekler ekmekler pişiriliyor,düzenli ve dikkatli bir şekilde nöbet tutuluyor ve gece ateş başlarında buradan kurtulmanın çareleri araştırılıyordu. İnsanlar aradan geçen on beş günde bu hayata alışmıştı. Hayatta kalma mücadelesinde bu duruma ayak uydurmaktan başka seçenek yoktu. Ama yiyecekleri de gittikçe azalıyordu. Katığın zaten az olduğu ilkbahar günlerinde bu inde daha ne kadar dayanabilirlerdi ? Aysız bir zifiri karanlık gecede dört erkek siyah çaputlarla giydirildi. On iki yaşındaki Paşo’da bütün itirazlara rağmen gruba katıldı. Köyün en yırtıcı çocuğuydu. Burada kısılıp kalmaktan usanmış, dışarıyı görmek istiyordu. Gecenin bir yarısı kara çaputlu grup sürünerek dışarı çıktılar. Yedeğe gömdükleri axhpindeki, una, bulgura ulaşana kadar dizleri kolları sıyrılıp kan içinde kaldı. Geri döndüklerinde kan ter içinde kalmışlardı. Getirmiş oldukları yiyecek çok değerliydi, ancak ne kadar yeterdi? Umutsuzluk, mağaraya açlık korkusu olarak çökmeye başlamıştı. Yirminci günde, ateş başında önemli bir toplantı yaptı Pervazinliler. Halil Hayri aldı sözü: Bu adamlarla anlaşmanın yolu yoktur. Bizim kefenlerimizin dışında bir şeyi kabul etmez bunlar. Gündüz saydım, belki iki yüz kişiler. Buradan topluca çıkış yapsak kadın çocuk var. Çok yitik veririz. Resullerden, Bahtiyardan Tırk köylüler gelmiş. Onlar da var epey. Ben bu durumda erkekler baskına çıksın derim. Biz bunlar ilen iki saat çarpışsak; kadınlar çocuklar çemberden çıkar uzağa varırlar. Seyidhan itiraz etti: - O işin garantisi yok Hayri. Lazlar bizi bırakıp kaçanların peşine düşerse ne yapacağız? İsmail Çavuş söz aldı: Ben derim ki, iki haberci çıkaralım gece gizliden. Kuruçaya varırlarsa yardım getirirler. Dışarıdakileri arkadan on adam sarsa biz bu çemberden çıkarız. Bu kez Muso itiraz etti: İsmail Çavuş, bu iş sırf bizim köyün başına gelse haklısın. Bak topal bizi bıraktı çekti gitti. Bunlar Koçgiri’de taş üstünde taş bırakmazlar. Bir ordu gelmiş , asker kum gibi. Yani bize yardım etmeye kimse gelmeyecek. Herkes can derdinde. Belki biz çoğundan rahatız bu inde. Elbeyi, habire bıyığını sıvazlıyordu. Sonra ayağa kalktı. Epeydir söylemek istediği şeyler vardı : Bakın ben bu mağaranın içini dışını bilirim. Bana akılsız demeyin ama hemen. Bir fikrim var ki, bizi çıkartabilir dışarı. Tepenin arka başında küçük bir su sızıyor toprağa. Hepiniz de bilirsiniz zaten. Bu mağaranın da arka ucundan su giriyor içeri. Aşağıda göllenip dibe çekiliyor. Ben diyorum ki, arka uçla yamaç arası olsa olsa on beş yirmi metredir. Oradan havada akıyor içeri çünkü. Yoksa bu yezitlerin dumanı içeri neden girmedi?? Gelin burayı kazalım. Elimizde malzeme var. Oradan çıkış bulursak burnumuz kanamadan kaçar gideriz. Bu fikir, büyük tartışmalara yol açtı. Her kafadan bir söz çıktı ama nihayetinde söz konusu yere gidip incelemeye de karar verdiler. Karanlık dehlizlerde ilerledikçe kayaların rengi ve havanın kokusu değişiyordu. Elbeyi’nin anlattığı yere geldiklerinde haklı olduğunu gördüler. Burada mağara duvarı da yumuşak bir örtüyle kaplıydı. Eğer kaya duvarına rastlamış olsalardı işleri çok zor olacaktı. Köylüler bu yeni ve büyük umutla işe koyuldular. Hiç durmaksızın, ellerin parmakların su toplamasına kanamasına aldırmadan kazmaya devam ettiler. Kadınlar, bu ölümüne çalışma esnasında en az erkekleri kadar çabalıyor; ellerindeki malzemeyle olacak en güzel yemekleri hazırlıyor, elleri patlayan , kanayanlara merhem sürüp sarıyorlardı. Koçgiri kadını, erkeğinin ne arkasında ne de önündeydi. Tam anlamıyla yanında, bu çilekeş dünyada yan yanaydılar. Kapıdaki nöbetçiler, kazı çalışmasını gizlemek amacıyla laz alaylarına daha fazla mermi sıkıyor; dikkatlerini dağıtıyorlardı. Özellikle Alican ve Dursun, pusudakilere sözle sataşıyor onlara, rahat düşünecek fırsatı vermiyorlardı. Hele ara sıra dağlarda yankılanan sesleriyle söyledikleri Koçgiri türküleri mağaranın ağzından yayılıyor; köyün yıkık duvarlarında dolaşıyor, pusudaki laz alaylarının kulaklarında patlıyor ve araziye dağılıyordu. Kazı çalışması oldukça ilerlemiş; ancak yiyecekleri de o ölçüde tükenmişti. Mağaraya girdikleri günden bu yana tam olarak kırk üç gün geçmişti. Kazılan geçidin en sonunda İlo, elindeki kazmayı vurduğunda, yukarıdan kuru çakıl döküldü. Bu günlerce çalışmanın sonucu başardıklarını gösteriyordu. Gecenin yarısında İlo, biraz daha çabalayınca temiz havaya ulaşıp bir karış boşluktan gökteki yıldızları gördü. Artık özgürdüler... Ancak çıkışı da planlı ve düzenli yapmalıydılar. Aksi takdirde bir facia yaşanabilirdi. Ertesi gün, herkes büyük bir coşku içerisinde hazırlığını yaptı. Dışarıdakilerin kafasını karıştırmak için aracı gönderip pazarlık yapmak istediklerini söylediler. Bu duruma şaşıran laz alayı askerleri tekrar teslim olmalarını, aksi takdirde burada sonuna kadar bekleyeceklerini söylediler. İnde saklananlar adına konuşan Laçinoğullarından Temir oğlu Hüseyin , düşünmek ve konuşmak için bir gün mühlet istedi. Laz alayındakiler buna “hay hay” dediler. ’’Vakit sizin bol keseden harcayın’’ Beklemek onların da işine geliyordu. Her gün kesilen bir koyunu iştahla yemek bu topraklarda az bulunan bir nimetti. Plana göre tam gece yarısı geçidin ağzı iyice genişletilecek. Herkes koyu renk elbise giyerek Halilan ve Bahtiyar köyü mıntıkasına doğru kaçılacaktı. Zaten o köyün erkekleri de dışarıda beklediklerinden bölgeden uzaklaşmak daha rahat olacaktı. Alican, Dursun, Ap Kaso, Ap İbo, Ap Hasan ve İlo çete savaşına zaten alışkın olduklarından mağarada birkaç gün daha kalacak ve birliğin buradan ayrılmasına engel olmaya çalışacaklardı. Büyük kaçışın akabinde bu grup, çıkış deliğini kapatıp kendilerinin kaçma anına dek her şeyi gizli tutacaklardı. Avuçlarının içi gibi tanıdıkları bu topraklarda; saklanacak en ufak deliği bile biliyorlardı. Geceye doğru mağaradaki kalabalık bir birine sarılıp helalleşmeye başladı. Her yaşlı bir gence emanet edilmişti. Kimse yarı yolda bırakılmayacaktı. Yürüyemeyecek denli hasta olanlar güçlü erkeklerce sırayla taşınacaklardı. Seyyit Cafer Dede, bu gece sanki gençleşmiş, etrafına talimatlar yağdırıyordu. Mağarada kalacak gruptaki erkeklerin eşleri, sessizce ağlıyor ve kimsenin duyamayacağı bir tonda kocalarına Kürtçenin en derin sözlerinde veda ediyorlardı. Kayınpederlerinin yanında ağlayıp, yüksek sesle konuşamazlardı. Bu büyük bir saygısızlık sayılıyordu. İnde fedai olarak kalanlar, çocuklarını son kez öpüp bağırlarına bastılar. İleride mutlaka tekrar buluşacaklardı. İnsanlar bu akıl almaz, kırkdört günlük ömürlerini geçirdikleri mağaranın duvarlarına son kez dokunup geçide doğru yığılmaya başladılar. Köyün gençlerinden Şahbaz, ilk olaraktan geçitten çıkıp gökyüzüne baktı. İçeride sanki bir ömür kalmışlardı. Kendisine verilen görev uyarınca birkaç yüz metrelik alanı dikkatle dolaştı ve güvenli olduğuna kanaat getirince tekrar dehlize dönüp işaretini verdi. Yüzlerce insan, tek koldan çıkmaya başladılar. Çok sessizdiler. Gökte ay yoktu çünkü bunu hesaplamışlardı. Uyutulmuş çocukları uyandırmamaya büyük özen gösterilerek yamaç aşağı hızla inmeğe başladılar. Koçgiri karanlığının dehşet ayazı bu gece vız geliyordu. Son kişi mağaradan çıktığında, ilk çıkan köyden uzaklaşmıştı. Belirli aralıklarla ve birbirilerini kaybetmeden hızlı adımlarla yürüyorlardı. Hasköy, İni, Golla Hemo köylerinin Pervazinlileri Şuğulüleri, Laçinleri, Dımıllileri bu katran karası gecede; zalimin avucundan bir su gibi kayıp Koçgirinin dağlarına doğru yol aldılar. Mağarada kalan fedailer, kadın çocuk ve yaşlıların sağ salim kaçmalarının ardından büyük bir rahatlamayla laz alayı ile adeta alay ederek bir haftaya yakın oyalamış; birliğin köyde kalmalarını sağlamıştı.Kendi yaşlıları, kadınları, çocukları uğruna fedakarca ölümü göze alan bu yiğit kişiler; gene bir sisli gece yarısı usulca çıkıştan sızarak; Koçgirinin artık yeşillenmiş bayırında kartal gibi süzülerek; bilinmez bir yere doğru uzaklaştılar. Sis, içinde hemen yok olmuşlardı.... Rüzgar, bu gece kayaların arasından geçip meşeliklere vururken daha önce hiç duyulmamış bambaşka bir sesle uğulduyordu. Mağaradan son çıkan fedailerin, dışarıda pusuda bekleyenleri oyalamak için ağıza yakın yerde yaktıkları ateşin yalımları, birden bire karabasan gibi esen rüzgarla savrulmaya başladı. Ağaçların, suların, kayaların, çalıların, vadilerin, çayırların, bin bir tonda gölgeler verdiği bu gecede; İni mağarasına konuklar inmeye başlamıştı belki de. Onlar gelmiş miydi, yoksa sadece rüzgar ve gölgelerin oyunu muydu, bunu hiç kimse hiçbir zaman bilemeyecekti. Mağaranın çıkışından geçen rüzgar burada insan sesine benzer bir sesle inlemeye başladı. Yanan ateş, duvarlara kusursuz karmaşıklıkta gölgeler sunarken İsthar , Mithra, Enkidu, Enlil, Ahriman, Hürmüz, Ahuramazda, Zerdüşt, Nemrut, Dehhak, Demirci Kawa, Mehdi Resul ve adını bilmediğimiz niceleriyle birlikte eski zamanların korkunç karanlıklarından bu mağaranın dehşetli yalnızlığına bir an olsun misafir olmaya gelmişlerdi belki... Yüzlerce kişiyle ateş başında semaha duran kalabalığın yerine, bu gece mağarayı ıssız görünce, şaşkınlıkla bu gölgeler diyarında en dip dehlizlerde gezinmeye başladılar. Kırk dört gün, bu inde barınıp; ölüme karşı direnen insanlara ait en ufak bir iz bulamadılar. Geride yanmış ocak külleri, ve taşınamayacak denli ağır eşyalar kalmıştı. Tarihin diplerinden kopup gelen bu misafirler, çok iyi biliyorlardı ki, sadece hayallerle besleniyorlardı. İnsanoğlunun umutsuzluk içerisinde kaldığı uçurum diplerinde, birer düş; birer karabasan gibi ortaya çıkıyorlardı. Kaderlerini ellerinde tutan bu topluluk, mağaradan çıkışta hiçbir şeye yalvarmamış yakarmamıştı. Bu yüzden mağaranın şu anki gizemli misafirleri; ileride efsaneye dönüşecek bu kaçışın, farkına varamamışlardı. Ölümün bir adım dibinde dahi, kendilerine yalvarmayan bu insanların, bir zamanlar sığınak olarak kullandığı mağarayı, canlıların kanını donduracak denli korkunç bir rüzgarın eşliğinde, gölgeler diyarına doğru; yeni insancıklar bulmak üzere terk ediyorlardı. Burada kalanlar, insancıkların arasından kaçıp; insan olmuşlardı. Misafirler, Koçgirinin karanlık soğuk ve kabuslarla örtülü gölgelerini terk ederek, isimsiz bir zamanda isimsiz bir diyara doğru yol aldılar ‘’ 11-12 Mart 1921: İmraniye Kürt cephesi komutanı Ezimet Bey’de öldürülür. Alişer Efendi’nin Ezimet Bey (Boybey) için şu dizeleri yazmıştır. Boy Bey’inden geldi haber Tarih Üçyüz otuz yedi Koçgiri’de oldu sefer Aşirette oldu neler Dılo, Dılo yaman yaman Bizim dağlar berf-u duman Cephane yok hal yaman Azamet bey bilir efendi Cihanda bulunmaz dengi Kızıldağ’dan yürüyerek Arslan gibi etti cengi Dılo, Dılo yaman yaman Bizim dağlar berf-u duman Cephane yok hal yaman Yaslanmıştı Kızıl Dağ’a Meryemde erdi merdana Ordusu döndü Tercan’a Ağlamasın Hanım ana Dılo, Dılo yaman yaman Bizim dağlar berf-u duman Cephane yok hal yaman Giniyan Aşireti ağası Murat Paşa’nın ihanetiyle başlayan gerileme, giderek yenilgiye doğru yol alırken. Çarpışmalar bütün hızıyla devam ediyordu. Sivas’taki ordu ve sıkıyönetim komutanlığı şu açıklamayı yayınlar: “Koçgiri liderlerinden Azamet ve biraderleri Bahri ve Sabit beylerle Filik Ali ve Hemo, Zara’nın Çevirme Han’ından Aziz, Taki ve Haydar Bey müteallikatından Pehlivan, Hüseyin ve Aşur’la beraber 159 kişi ve ayrıca 113 kişi ölü ( toplam 272 kişi) olarak ve 113 kişi de yararlı olarak ele geçirilmiştir. Aynı zamanda 2000 tüfekle 218 bargir ve 207 asker kaçağı yakalanmıştır,”.Nurettin Paşa, Merkez ordu Kumandanı, Sivas Koçgiri halk hareketinin yenilgisiyle Koçgiri isyanı bastırıldıktan sonra üç aylığına Sivas Valiliği yapan Ebubekir Hazım (Tepeyran) Bey’in Nureddin Paşa’nın faaliyetlerine ilişkin olarak TBMM’ye sunduğu raporda şunlar yazılıydı: “Ümraniye bucağı ve Zara ilçesinin merkezine bağlı (...) 132 köy, savaşan düşman istihkâmları gibi yakılmış, yıkılmış ve yüzlerce nüfus öldürülmüştür. Ayrıca bütün mal, eşya, zahire ve hayvanları yağma olunmuştur. Binlerce nüfus da dağlarda, kırlarda, açlıktan ve yoksulluktan ölüme bırakılmıştır...” (Vali Bey, yıllar sonra kaleme aldığı anılarında “Yazmadıklarım, yazamadıklarım, yazmak azabına tahammül ettiklerimden az değildir” diyecekti.) Sakallı Nurettin Paşa Sivas Valisinin emirlerine Aldırış etmeden Katliamlarıni barbarca sürdürüyor ve Emirleri direkt Ankaradan M. Kemalden alıyordu. Sivas Madımak katliamındada Sivas Valisinin ifadesinde diyorduki Askerler benim emirlerimiş yerine getirselerdi bu Vahşet olmayacaktı. Çünkü tam70 yıl önceki Askerlerde Sivas Valisini dinlememişlerdi. Sivas Madımak Vahşetindede Askerler ve Emniyet kuvetleri emirleri direkt Ankaradan Başbakan Tansu Çillerden ve Cumhur Başkanı Demirelden alıyorlardı. Burda Tarihin tekerürü vardır. Uyanın ey Koçgirililer , uyan ey İnsanlık. Tekrarları Rojavadadır Suriyede ve Orta doğudaki Kadim Halklar Katlediliyor. Şengali Ezidilerin Katliamı gözlerimizin önünde oldu.. Af ve sonrası Hükümet isyanın bastırılmasını yeterli görüyordu ama Nureddin Paşa bölgeye yönelik sert tedbirlerin devam etmesinden yanaydı. Özellikle Dersimli Kızılbaş Kürt aşiretlerin ‘bir daha ayağa kalkamayacak şekilde dağıtılmasında ve Anadolu’nun değişik yerlerine serpiştirilmesinde’ ısrarlıydı. (Bu Plan 17 sene sonra Dersim Jenosidi ile gerçekleştirildi) Ancak Meclis bu teklifi reddetti ve mesele küllenmeye bırakıldı. 17 Haziran 1921’de Alişan ve Haydar beylerin etrafı sarıldı ve Ankara duruma hâkim oldu. Nuri Dersimi ve Alişer Bey kaçmayı başarmıştı. 300 civarında isyancı ölüm dahil çeşitli cezalara çarptırıldıysa da Ebubekir Hazım Bey’in telkinleriyle affedildi. Yenilgiden sonra. Sefil Gazi isimli bir halk ozanı şu dizeleri dile getirmişti: Koçgiri Pavlükalar yandı gel sen de dayan Vallahi beyime çok oldu ziyan Dersim beyleri olmadı ayan Kırıldı kırk yerden beli Koçgiri’nin Konağın kapısı kıbleye bakar Ab-ı revan olmuş çeşmesi akar Lalesi, sümbülü, nergizi kokar Soldu Goncaları gülü Koçgiri’nin Mevziler kazıldı toplar atıldı Hayvanlar geldi dellallarda satıldı Asker kalkıp geldi beyim tutuklandı Söylemeye aciz dili Koçgiri’nin Alişan bey derler işittim adını Gelenler geçenler veriyor methini Kardaşı kardaştan ayırmak için Gayet sarpa sardı hali Koçgiri’nin Çifte çifte Pavlükalar dönerdi Şişeler kurulup bade sunardı Her konağa beşyüz atlı inerdi Kesildi kervanı yolu Koçgiri’nin Görünüyor Alişan’ın söğüdü Alişer oturmuş verir öğüdü Acep ne oldu Koçgiri’nin yiğidi Kırıldı kolu kanadı Koçgiri’nin Kimisi vurulmuş kimisi yatıyor Yüz senelik emlekindan çıkıyor Arazisini el’ler ekip biçiyor Yıkıldı bentleri suyu Koçgiri’nin Sefil Gazi’yim eydür bu da böyle olur Evvel ahir herkes ettiğini bulur Elbet mevlam bize bir fırsat verir Eser yeli ılgıt ılgıt Koçgiri’nin. Koçgiri İsyanı’ndan bir süre sonra, 1932 yılında yayımlanan, Erzincan Tarihi isimli kitabında: “Koçgiri İsyanı faillerinin, İngiliz nüfuzu altında çalışan Kürt Teali Cemiyeti ve Yunan ordusu gibi vatan düşmanı olduklarına şüphe edilmez. Bu aşireti isyana sevk ve imale eden reislerinde, eğer zerre kadar devlet ve vatan muhabetti olsaydı bu kadar mühim kıtalarımızı, vaziyetin en buhranlı bir zamanında işgal etmek şöyle dursun, hükümete karşı kullandıkları silahları, ordumuzun safları arasında- düşmana çevirirler, vatana hiyanet değil hizmet ederlerdi” sözleriyle açıklayan kişi, eski Erzincan Valisi Ali Kemali idi. Böylece, Seyid Rıza ve Alişer Efendi’nin birlikteliğinin 16 yıl daha süreceği günler başlıyordu. Koçgiri İsyanı’ndan sonra Alişer Efendi’nin bestelediği yarı Türkçe ve Kürtçe okunan ve Dersim bölgesinde destanlaşan şiirde şöyle deniyordu: Koçgiri başladı harba Sesi gitti şarka garba Bir ordu asker geldi Dayanamadılar bu darba Dilo yeman, yeman yeman Çiyan girte berf ü duman Mera bışin şahi merdan Ew dermane hemu derdan Ovacığın aşireti Zapt eyledi memleketi Geriden imdat gelmedi Hozat çekmedi gayreti Dilo yeman, yeman yeman Çiyan girte berf ü duman Mera bışin şahi merdan Ew dermane hemu derdan Kürdistan’ın orduları Kahrettiler barbarları Vatan için öleceğiz İstemeyiz Moğolları Dilo yeman, yeman yeman Çiyan girte berf ü duman Mera bışin şahi merdan Ew dermane hemu derdan Yemin edenler elmaya Zülfikar ü Murtaza’ya Geriden teller çektiler Biz uymayız eşkiyaya Dilo yeman, yeman yeman Çiyan girte berf ü duman Mera bışin şahi merdan Ew dermane hemu derdan Bu şiiri yazan Alişer aynı zamanda müziğini de besteleyerek sazıyla ezgileştirmişti. Bugün dahi Dersim ve Koçgiri yöresinde dilden dile söyleniyor. Alişer’in bu şiirinde Dersim ve Ovacık aşiretlerine bir sitemi var. Ayaklanma öncesi verilen söz ve sağlanan birliğin yerine getirilmemesine vurgu yapıyor. Aşiretlerin ihanetine rağmen Kürt bağımsızlığı, vatanına inanç ve bağlılığını dile getiriyor. . Alişan ve Haydar Bey’ler aileleriyle birlikte İstanbul’a geçici sürgüne gönderilirler. Sekiz yıl kaldıkları İstanbul’da sıkıntılı günler yaşanır, büyük şehir yaşamına alışamazlar. Hükümet, Koçgiri’ye gitme yasağını 1931’de kaldırdı. İsyanın liderlerinden Alişan Bey ve Haydar Bey, affın ardından bir süre Erzincan’da kaldıktan sonra Koçgiri’ye dönme izni almışlardı. Ancak 1923’ten sonra İstanbul’da ikamete zorunlu tutuldular. 1931’de affedilerek İmranlı’ya döndüler. Bu rada Ankara Hükümeti boşdurmuyor ve 1933’te Zara Kaymakamı Şükrü Beyin vasıtası ile Alişer Bey’in karısı Zarife’nin kardeşi Gaxur aracılığıyla düzenlediği bombalı suikastta Alişan Bey parçalanarak ölürken Haydar Bey yaralı kurtulur. Devlet Kürt önderlerini birer birer ortadan kaldırmayı planlarken Kürtlerin içindeki ihanetçi bulup örgütlüyerek Dersimdede Rayber ve Zeynel’i seçer. Dersim Harekâtı’nın şiddetlendiği günlerde,Dr. Nuri Dersimi Halep’e giderken, Seyit Rıza’nın önerisiyle Sovyetler Birliği’ne sığınmaya karar veren Alişer Bey ve Zarife Hanım Tujik Dağı’nda bir mağaraya gizlenmişti. Seyit Rıza’nın devletle işbirliği yapan adamlarından Zeynel ve dört arkadaşı 9 Temmuz 1937’de Kirveleri olan Çifti ziyaret ettiler. Muhabbete başladılar derken, Sohbet giderek koyulaşmaya başlayınca, arkada bekleyenlerden biri, Alişer Efendi’nin üzerine kurşunları boşaltır. Yanından silahını eksik etmeyen, Rayber’den kuşkulanan ve ona güvenmeyen Zarife de ona silahını doğrultup ateş eder. Rayber ve Zeynel mutfaktan çıkan Zarife’yi hedef alırlar. Bir dakikanın içerisinde küçücük mağarada Üç ölü vardır. Mağaradaki kısa çatışmada Alişer, Zarife ve bir de çete üyesi Vanklı Efendi ölür. Rayber, cebinden çıkardığı bıçakla her iki Kürt önderinin kafasını keserek bir çuvala koyar. Mağarada Alişer Efendi’ye ait bulabildiği para, altın, döküman, ne varsa hepsini alıp ‘haqib’e koyar. Çete hızla uzaklaşarak, Elazığ’a doğru yola düşer. Silah seslerini duyan Seid Rıza’ya bağlı grup adımlarını hızlandırarak mağaraya gelir. Mağaraya girdiklerinde başı kesilmiş cesetlerden başka hiç bir şeyi göremezler. Rayber ve çetesinin peşine düşerler. Daha bir saat önce, durgun ve masmavi olan gökyüzü, şimdi kan ve barut kokusuna bezenmişti. Rayber ve çetesini yakalama fırsatı giderek kaybolunca, Seyid Rıza’nın grubu geri döner. Grubun bir kısmı mağaraya dönerken, diğerleri Seyid Rıza’nın üssüne dönerek kara haberi bildirirler. Seyid Rıza ‘kara’ haberi aldığında yıkılır. 75 yaşındaki Dersim savaşçısının hayatında aldığı en korkunç, yıkıcı haberdi. Yakınlarına, duygularını şöyle dile getiriyordu, “Alişer kardeşim hunharca öldürüldü, artık bu dünyada yaşanmaz.” Gerçekten de Seyid Rıza için hayatının son günleri başlayacaktı! 1873’de dünyaya gelen Alişer Efendi, 9 Temmuz 1937’de kalleşçe kirveleri tarafından öldürülüyordu. Seyid Rıza’dan 11 yaş küçüktü, yani 64 yaşındaydı. Alişer’in, Kürt tarihinde açtığı başka bir çığır da evliliğiydi. Eşi Zarife, eline silah alan ve kocasıyla savaşa katılan ilk Kürt kadınıydı. Evliliklerine bölgede herkes imreniyordu, örnek alınıyordu. Alevi inancına ve dinsel geleneklere göre, o güne kadar kadınlar erkeklerle aynı sofraya oturmazlardı. Zarife bu geleneği yıkan tek kadındı. Seyid Rıza gibi, Pirlik Ocağından gelen, yaşlı ve herkesin saygı gösterdiği biriyle aynı sofraya oturma geleneği yaratırkende bazı ezberleride bozmuştu. Zarife ve Alişer üç şeye aşıktılar Eşine Yoluna ( Kızılbaş lık ) yurduna ( Kürdistana ). Coğrafyamızın ilk kadın militanı , Öncü örgütleyeni aktif savaşanı Sosyal, Siyasal İnançsal ve Askeri vasıflarının en yüksek olan Koçgiri kadını Alişer efendinin Hewalı idi. Bu Gün Rojawada , Kobanê de ki PJK li kadın savaşçıların getirdiği kazandığı Zafer Onların Yurtlarında özledikleri Yüzlerce Zarife ve Alişerlerin olması. Mücadelelerinin Doğruluğunun en güzel ispatıdır. İkisinede Aşk Bu Demde Zarife ile Alişerin Şahslarında Tüm Devrim ve Kızılbaşlık yolunda Şehit olanların anılarını önünde Saygı ile Eğiliyoruz. KOÇGİRİ AŞİRETLERİ.: İban ,Mistan, Laçikan, Pervuzan, Sefan/Sefikan Balikan/Balan, Reşikan/Reşiyan ,Kalkanci ,Saran ,Cefikan Gerniyan , Izolan, Pevruziyan, ve digerler. (( Koçgiri (İzol/Kurmanci) , Zeriki (Xiran/Kurmanci) Resul (Kurmanci), Kurmeşan (Kurmanci), Milan (Kurmanci) Şadi (Kurmanci) ,Axucen (Kurmanci) ,Parçikan (Kurmanci) Reşiyan (Kurmanci), Canbeg (Kurmanci), Kelhor Kurmanci) Riçik (Kurmanci) Babamansur (Kurmanci) Sinemilan Kurmanci) Atmanikan (Kurmanci) Gini (Zazaki) Çareki (Zazaki-Kurmanci) Dimili (Kurmanci-Zazaki) )) KOÇGİRİDE KUTSAL GÜNLER.: Koçgiri Alevilerinin, Hak-Muhammed-Ali’den sonra çağırdığı ve yakardığı; zorda kaldığında medet umduğu kutsal şahsiyet Hızır’dır. İnanca göre, çağrıldığı anda ve yerde hazır olabilen, insanoğlunun imdadına yetişebilen ölümsüz bir güç veya üstün melektir Hızır. Koçgirilerin Hızır’a yakarışı şu şekildedir: “ YA XIZIRÊ SÊR KÊLEK Û GEMÎYAN. YA EVLÎYAYÊ EZMANÊ ÇÎYAN. YA BAWÊ BE XAWDÎ BE KÊSAN. YA MELEKÊ Dİ SER ERDÊ Û EZMAN. YA SİWARÊ HESPÊ REWAN. YA ZÎYARETÊ SERÊ GAZAN. YA HÎVA ZERÎ, YA MELEKÊ Dİ SERÊ SİBÊ. PEŞTA BEGEŞİNE FEKİR FUKARAN, ŞUNDA Jİ JIMERA. HÛN DERMANÊ HEM Û DERDAN. YA SİWARÊ PEŞÎYA WELATÂN. YA HÊQ, YA ELÎ , YA XIZIR, YA XIZIRÊ KAL HEQ KEBUL BI KE Türçeye çevirisi (Ya Yelkenlilerin Gemilerin üstündeki Xızır. Ya Dağların Göklerin evliyası .ya yerin ve göğün meleği.Kimsesizlerin sahibsizlerin sahibi. Ya hızlı atın suvarisi. Ya tepelerin üstündeki Ziyaret. Ya sarı ay, Ya sabahın melekleri. Önce fakir fukaraya yetiş , daha sonra bize. Siz sınız tüm dertlere derman . Ya ülkelerin önünde giden yol gösteren suvari. Ya Hak, ya Ali, Ya Hızır ya Ermiş Hızır ).” Derler hersabah kapının eşiğini niyaz ederek bu gulbangı okurlar. Hızır Koçgiride ve Dersimde inançsal olarak daima 1. Sırada olmuştur ve Olmaya devamedecektir. Koçgiriler, yılda bir kez, ocak ayında üç günlük Hızır orucu tutarlar. Aşiret mensubu yazar Dursun Evren, kitabında, bu konuyu şöyle aktarıyor: “Hızır orucu, neredeyse Muharrem orucundan daha öncelikli ve önemli sayılır. Esasında yedi gün olan Hızır orucunun son üç günü şubat ayının ikinci haftasının salı, çarşamba ve perşembe günleri tutulur. Yedi gün tutanlar beş hafta önceden başlayıp sadece perşembe günleri tutarlar. Böylece dört hafta içinde toplam dört günlük orucun hemen ardından üç gün üst üste tutulmak suretiyle yedi gün tamamlanır. Xızır için son Perşembe ve Cuma günleri herkes gücüne göre hamurişi lokmalar yapıp dağıtır veya kurban kesip dağıtırlar. Bazı köylerde Pirleri gelmişse cem yapılır. Cem herzaman büyük köylerde yapıla gelmiştir. Fakat Koçgirilerin talepleri üzerine 2 veya 3 Pir Reyber gelip kücük Köy ve Mezralardada Hızır Cemleri Evi büyük olan Talibin evinde Cem erkanı yürütülürdü. Koçgiri de Kışın 3 ayları İbadet aylarıdır bu 21 Aralıkta başlayıp 30 Ocakta biten Çıle veya Kale gağan ayı. Yada Kışın zorkoşullarında yaşlıların 40 gün Oruç tutmaları fazla insanlarlan görüşmemeleri bu sırada Bektaş İlhan Amcamın dediği gibi içimizdeki canavarı öldürme günleri dir. 31 Ocakta başlayan İkinci 40 günlük Ayda Xızır ayıdır buda bilindiği gibi 13 ile 15 Şubattaki oruçla devam edip 20 Martta sona erer . Bu Ayda Baba annem Huri Ana Her Perşembe oruc tutardı ihtiyacı olan Komşulara Fakir ailelere Lokma çıkarırdı. Bu Lokmalar Bazen bir Teneke Un, bazen Torak Çökelekde olurdu. Bu Lokmalar Pir Geldiğinde Muşid Pir Huri Anaya Sorardı Kime yetişemediniz Kimlerin daha ihtiyaçları var diye sorar ve Pirde Topladığı hakullahın bir kısmını ihtiyacı olan evlere Hanelere kendisi götürüp verirdi ve Gülbangını okur O fakir ailedende ogün sofraya negelmişse onunla yetinir ve sene içerisinde Köydeki görevliye Reybere sorar sordurur ve gerekirse yardım edilmesini organıze ederdi. 21 Marta başlayıp 6 Mayısta Hıdır Elleze kadar süren Nevruz ayıda son 40 günle ibadetler sona erer ve herkes Çiftine Çubuğuna bakar . Xızır orucunun bitimindeki Perşembe Gecesi Un veya Kavut elenir evin temiz bir köşesine ve yanına çerağ yakılarak konulur ve bir umut ile Xızırın gelmesi beklenir. Xızır bereket, bolluk, huzur getirmesi umuduyla beklenir. Hızır’ın kime uğrayacağı önemli bir beklentidir Koçgiri’de. Hızır’ın uğraması, o ev için bolluk bereket demektir. Bekâr kız ve erkekler orucun son günü asla su içmezler; rüyalarında hangi eve su taşırlarsa o evdeki gençle evlenileceğine inanılır.” Erkelerde Hangi Kızın elinde Su içerlerse onunla hayatlarının eşi olacağına inanılır. Bu şekillerde bazılarının muratları olmuştur. Veli Şahin, Anlatiyor Kangal, Mescit köyü yakınlarında Gavur harabe denilen yerde “Kambur Hızır” diye ermiş bir kişiden söz etti. Kamburuyla mağaramsı kayaya sırtını dayayınca, kaya kamburun şeklini alıvermiş. Bu ulu şahsiyetten medet umup dilek dileyenlerde muratlarına ererlermiş ve dertlerine derman bulanlarda olmuş. Koçgiri Coğrafıyası ile Dersimin Her dağı , her kaynağı bir ziyaretgahtır amma bu ziyaretgahların mutlaka Hızırla bir bağlantısı ilişkisi ve hikayesi masalsı bir serüveni vardır. Kepez dağı var Kerem baharın nisan ayı gibi orda geçerken Kaniya Çexıl Hopıka Kerem ,Çakıllı çeşmede Keremin Gözesinde bir Alaçik yapıp konaklıyor. Orda Tipiye tutulduğunu söylüyorlar ne yapacağını şaşıran Kerem Kepaze oldum Ya Xızır kurtar beni deyip Xızırı Cağırıyor Xızır Kereme yetişip kurtarıyor. Ninge Hespe Xızır Hızırın attının Nal izi Boğazörenin önünde İmranlı gelişinde Kaya üzerindeki bu iz Keremi Kurtarmaya gelen Hızırın Atının Nal izi olduğuna inanılır ve Orası Ziyarettir. İşte o günden bu yanı O Dağın adı Kepezdir. Tabii bu anlatıklarım sadece bir kısmıdır. Daha Zara ve digger Koçgiri yörelerindeki Xızır serüvenleri var. Haziran sonu veyaTemmuzun ilk haftasında Cogi Baba Ziyaret edilir. Son senelerde Cogibaba Festivali düzenleniyor. Çok güzel amma Politik Arena olmamalı Inançsal olarak Ziyaret edilirse bence Özüne daha uygun olur diye düşünmekteyim. “Cogi Baba ermiş bir uludur, herkese muradını vermiş ve sıtkı bütünü ile İtikatla yüz sürülse dergahına Muratların verilmesine devam edeceğinede Gönül bütünlüğü ile ,nanmaktayım. Cogi Baba hikâyesinin kahramanı ise Yünören köyü dolayında adına her yıl şenlik düzenlenen, Hızır’dan sonra en fazla yüceltilen zat. Ona ilişkin bilinen rivayet şöyledir: Cogi Baba Kürd Aşireti 1390 lı yılarında, 1400 çadırlık insanıyla Timur akınlarının önünden kaçarak Muş üzerinden Diyarbakır, Elazığ, Dersim yörelerinde konar-göçer bir hayat yaşarlarken. Banaz üzerinden gelirken Bizim Cogi Baba 1550 ile 1580 liyıllarda Pir Sultan Abdal ile tanışır ve birbirlerine İkrar verirler. Muhabetleri ile Mürütlerine hoş Muhabeler yaşatırlar. Pir Sultanı idamından sonra yeniden yollara düşer. Küçük torunu Zeydi, İmranlı’ya bağlı bugünkü köye, Koçgiri aşiretinin yanına gelerek, “Etimi, kemiğimi size sattım” demek suretiyle yurt ister. Koçgiriler, onun aslını neslini sorarlar. Şöyle yanıtlar: “Biz Horasan’dan göç eylemiş Kızılbaş Cogi Kürt oymağındanız. Atam, dedem, babam Cogi diye bilinir.” Koçgiriler, kendisini bağrına basarlar: “Madem atan deden Cogi’dir. Senin adın da Cogi olsun. Şuradaki gözenin başı senin olsun. Bundan böyle sen de bir Koçgiri’lisin artık.” Cogi Baba muhtaçlara koşan, mazlumun yanında olan bir zat imiş. Dar zamanlarında, köylülerin umut ışığı olmuş, 1614 yılında hayata gözlerini yumarken, vasiyet babından birkaç söz söylemiş: “Bedenimle aranızdan gidiyorum. Fakat ruhumu ve umudumu avuçlarınıza bırakıyorum. Beni pınarın başına gömün ki, oradan akan sular hep direngenliğin, direnişin ve umudun simgesi olsun.” Vasiyeti üzerine türbesi gözenin başındadır. Şimdi o türbede Koçgiri aşiretleri ve diğer komşu aşiretler köylerinden her yıl onu ziyarete gelip adak adayan, dilek dileyen on binlerce insana rastlamak mümkün. Ordaki Kutsal Kayaya Dilek dileyerek sal taşı yapıştıranlar saltaşı yapışırsa dilekleri kabul olur itikatındadır koçgirililer. Ayrıca Ziyarete gelenler Çocuklarını Cogibaba Çeşmesine 3 sefer batırıp Ya Hak, Ya Muhammed , Ya Eli, Ya Xızır derlerki Çocukları sağlıklı büyüsünler , İnsanlığa ve kendilerine hayırlı evlatlar olmasını dilerler. Geçen yılki şenlik afişlerinde yazılan Kürtçe dilek ve yakarış, hem Cogi Baba’ya saygının hem de onun Hızır’dan sonra neredeyse ikinci derecede ulu kişi görüldüğünün bir ifadesidir: “Ey Yurda giden yolun öncü süvarisi/ Kelek ve gemilerde dolaşan Ey Hızır/ Ey kimsesizlerin ve sahipsizlerin sahip çıkanı/ Ey yerin ve göğün meleği/ Ey sabah seherinin meleği/ Ey sarı ay/ Ey Cogi Baba!” Koçgiri’de başka şenlik, kutlama ve anmalar da söz konusu. 4 ile 6 Ocak’ta “Gağand” (gaxand) Bayramı kutlanır. O gün dikiş dikmek, örgü örmek, su dökmek veya su kaynatmak kesinlikle yasaktır. Perşembe günü Gağandın son Akşamı için. çocuklar evleri dolaşarak bahşiş veya ikram isterler. Perşembe akşamı ‘kalık’ ya da ‘deve’ adı verilen eğlence düzenlenir. Bir genç, saç sakal takar ve eline sazı alır; böylece temsilen Hızır rolünü oynar. İki genç ise deve gibi olurlar. Bir de yüzü kömürle boyalı Arap tipi canlandırılır. Yardımcı diğer gençlerle birlikte sazlı, sözlü şekilde evler dolaşılır. Gelin rolünü üstlenen genç, aniden içeri dalıp yaşlıların ellerini öper. Hızır rolündeki genç bazen evlerde kısa süreli saz çalar, soru sorar. Hak istenilir. Verilen armağanlar, ekseriyette un kuru üzüm, şeker , yağ gibi çeşitli malzemelerin karışımından çörek (gömbe/kömbe) yapılır. Çöreğin içine “akıl, bereket ve kısmet” diye işaretlenmiş küçük odun parçaları konulur. Dağıtılan çörekte işaretli hangi odun parçası kime çıkmışsa, dilenen o şeyden nasibini alacağına inanılır. Ayrıca buğday haşlanarak hedik yapılıp dağıtılır. Bayram, perşembe gününe denk düşmüşse ve köyde bir Pir varsa cem düzenlenir. Gağand zamanı oruç tutanlar da olabiliyor. Bu münasebetlede evlerde, köy odalarında hikâye ve masallar anlatılır. Daha doğrusu anlatılırdı. Koçgiri ve Dersim İnanç adet ve töreleri hemen hemen aynıdır. Belki küçük farlılıklar olsada. Yolumuz hem Dersimde hemde Koçgiride Reya Heq dır Hak yoludur. Ayrıca Heftemallar (yedi aile, yedi Hane anlamına geliyor) münasebetiyle gerçekleşiyor. Küçük heftemal 20 , 21 Mart, büyük olanı ise 30 , 31 Mart’ta kutlanır Bunları Türkçe olarak Büyük ve Küçük Cemrelerdir. . “Sela Ezman”ın (gök kubbenin) yere inerek bolluk ve bereket getireceğine, baharla birlikte tüm canlıların dirileceğine inanılır. Bu günlerde İnsanlar özelikle Çocuklar Kuşburnunda Çatallı bir dalın arasında geçirilir ki gelecek olan yeni yılda Sağlık, Kısmet ve Bereket li geçsin. Bu münasebetle şeker-tatlı ikram edilir. Yukarıdaki tarihlerden bir gün önce toprak damın bacasının dibine “devlet, himmet, kısmet” diye işaretlenen taşlar dizilir. Ertesi sabah hangi taşın altında böcek veya ot bulunmuşsa, hayırlı gelişmenin o yönde olacağı varsayılır. Büyük heftemal zamanı daha önce ölüleri olan evler mezar ziyaretine gider, dua okur ve yemek verirler. Koçgiri’de Erice ( Xıdır Ellez = veya Abdal Musa ) Bayramı ise her yıl 5 veya 6 Mayıs’ta kutlanır. Büyük Şehirlerde Xıdır Ellez asimile edebilsinler diye Bahar Bayramı yada Picknick Bayramı olarak dayatmalarda mevcuttur. Kimse çalışmaz; herkes en güzel kıyafetini giyer. Kutsal sayılan su kaynağı, ağaç ve sır, Kaya ve keramet sahibi ermişlerin mezarları ziyaret edilir. Kürtçe dua edilir, “hayır, bereket ve huzur” dilenir. Yenilip içilir, doğada gezintiler yapılır ve oyunlar oynanır. Farklı bir şenlik, 21-25 Haziran tarihleri arasında gündönümü (Ro Wegeriya) münasebetiyle yapılır. Bu günde daha çok Lokmalar yapılır komşulara dağıtılır, varsa Pirden Gulbanglar alınır veya bilen biri Dua okur. Ayrıca Hasat Kaldırma Bayramı 21 Eylüldeki Gündönümünde Lokmalar yapılır Ziyaretlere gidilip orda dağıtılır ve Gulbanglar okunur. Koçgiri ve çevredeki yerleşim alanları adeta ziyaret cennetidir. Her ziyaretin ayrı efsanesi, hikâyesi ve önemi vardır.Tepelerin ucu, Taş yığın, çevresi taşlarla örülmüş mezar, türbe, ağaç, su, taş, kaya, göl, dağ şeklindeki ziyaretlerdir bunlar. Çoğu ermiş ve ulu kişilerin, bir kısmı da dede ve pirlerin adını taşır. Bu aynı zamanda Koçgirilerin yer ve gök cisimlerinden ay, güneş, yıldız, ateş, dağ, tepe, dere, ağaç gibi doğa varlıklarına ne kadar saygı duyduğunun bir ifadesidir. Örneğin Balıklı Göl bir suyu, Beydağı yüce bir tepeyi, Siyare Gaze Kayalık bir yer, Torba Baba yuvarlak bir taşı, Bakırtepe ziyareti ise su gözesi ve çam ağacını kutsamanın simgesidir. Bunların hepisi Koçgirinin İnancı ve Adetleri çalışmamda Hızırın yardımıyala Sizlere sunmaya çalışacağım. Ayrıca Koçgiri vurgununda Halkı Topal Osmanın Zulmunda saklayan bır çok Mağara, Dere, Kaya ve Dağlar kutsanmış Hızırda, Oralarda Xızır aşkına ziyaret edilir. Kaynaklar: Dr.Nuri Dersimi, Evin Çiçek , Kadim Laçin, Mamo Baran, Erdal Karakaş ve Etem Xemgin, Mehmet Bayrak. Dursun Evren 9 Mart 2015 Berlin Ali Koçak |