MEZARLIKBurası bir mezarlık, buranın çıkışı yok, Burası bir mezarlık, bedeni yakan tarla... Burası bir mezarlık, surun sesini bekler, Burası bir mezarlık, işleri var kantarla... Büyülü dünyalardan şifreler ararsan gel, Name name her bir tanesi hat şaheseri. Uçurum başındaki yön levhaları gibi, Hep hayat düsturu, hep nasihat şaheseri. Her biri sağlığında hayata vurmuş damga, Şurada yatıyorlar, gelir sanki nefesler, Hayat bulmuş gibidir, şu taşların başında, Çürüyen ne sarıklar, ne kavuklar ne fesler... Bakın toprak ve taştan oluşan bunca tümsek, Bunlar birer mezardır, sanmayın içi kuru; Kimisi bir bahçedir cennet bahçelerinden, Kimisi cehennemin bilmem hangi çukuru. Şu ihtişamlı mezar, bakın nasıl da süslü, Her tarafı donanmış rengarenk sık sık ışık. İçi de böyle ferah mı acaba bilinmez? Belki öyle, belki de, üstü basık sıkışık. Bakın şu azametli mezarda yatan kişi, Acep kaç masum ezdi, öptürüp eteğinden? Yahut da kaç mazlumun duasını almıştı, Yedirip içirip hep bal akan peteğinden? Düşünmüşler miydi ki, Hak hep Hayy’dır, Baki’dir? O yüce dağlar gibi, dikine duran başlar. Hikayeler muhtelif, tarihler farklı farklı, Satırlar “Hüvel Baki”, “Hüvel Hayy” diye başlar. Burası fani dünya, bizler istemesek de, Ölüm bizi edermiş günde bir kaç sefer yad. Bakınca sanırız ki, mezarlık sessiz sakin, Eğilip de kulak ver, arşı kaplıyor feryad. Hanımağalar, beyler, paşalar, feriştahlar, Yiğitler, ihtiyarlar, yetişkinler, bebekler.. Avuç açıp yollara dönmüşler yüzlerini; Her gelenden geçenden birer mevhibe bekler... 29.10.2006 |