İnsandılar
Habil’ in kanıyla sulanan bu topraklarda,
Katil Kabil’ in zürriyetinden devşirilen, Ve her biri birer, Firavun, Nemrut ve Yezit olarak dirilen, İblisin uşakları… Bıkmadan, usanmadan… Aslına âmâ akıllarının, Kahpe ve karanlık köşelerinde gizlenen, HAKsızlık tohumunu ektiler… Elleri kurusa da Ebu Leheb’ in… (111/1) Ellerin belinden… Dölleri gelecektiler… Kara kalpleri aydınlatamamanın kahrıyla Güneş, İçin için yandı da, Yine doğdu, Doğduğu yerden… “Batarım!” diyemedi… Oysaki her yeni doğumu, Yeni karanlıklara gebeydi, Kendisi kavruldukça; “Bakmaz mısın rabbına? Gölgeyi nasıl uzatmakta? Dileseydi, elbet onu sakin de kılardı, Sonra nasıl Güneşi, ona delil kılmışız?” (25/45) Ayetinin gölgesine sığındı… Olur da! Bakarlardı gölgeye… Oysaki Sinen sineler Sana sığınmayı unuttu, Sensizliğin karanlığına sığındı, Ve korku, tüm köşe başlarını tuttu… Bir bir kapandı kalplerin Hakkaniyet penceresi, Karanlıkta cirit oynarken Şeytan’ ın şeceresi, Göz gözü, Öz özü görmez oldu… Karanlıkta her yer ve her şey gölgeydi. Sanki! Sahipsizdi Gönül Hanesi… Sanki! Sessizliğin sultanı, Katline ferman çıkarmıştı sözlerin… Demediler ki; Kabil, Kıyamet’ e dek Kabil’ di… Ahirinde işi, Cehennem Mukabildi… Habil ise Şehid’ ti… Ahir’i Evvel’ inde Kıyameti, İşin başında bitti… Karanlıkta dondular da, Ne yanacakları için, Ne de Güneş gibi için için yandılar… Oysaki insandılar… HâLimce... 28.01.2015 - 17:00 |