TÜFEĞİMİ NAMLUSUNDAN VURDULAR
Yılların ayazı vurmuş şakaklarıma
Isınmıyor bir türlü ellerim, ayaklarım Bütün mevsimlerim kış… Derin çizgiler, mor halkalar aynasında Yüreğim kırış kırış… Bir garip kurgu olmalıydı bu Ya da bir rüya… Kopup geldi nasılsa yalnızlığıma bir akşamüstü Göçmeye yüz tutmuş bir taş duvarın arkasında Ne kadar birikmişim varsa ‘acep-keşke’ envâından Boy sırasına sokup İzmarit ezer gibi ezecektim güya… ‘Dediler’i ve ‘demişler’i toplayacaktım sonra birer birer Yan yana, omuz omuza, sırt sırta yaslayıp cümlesini Gözümü bile kırpmadan Ve asla titretmeden ellerimi Kurşuna dizecektim Olmadı… Hey gidi dünya! “Deli mi ne…” dedi bir ses o taş duvarın arkasından Tutukluk yapacağı tuttu tüfeğimin Tüfeğimi namlusundan vurdular… Yaslıydım… Öfkeliydim… Ve sarhoştum… Tüfeğimi namlusundan vurdukları akşam Karanlığa koştum… Çizdim üstünü hışımla tüm yazılmış olanların Ve dahi Yazılacak olanların… Bir daha Bir daha Bir daha… Sonra Çatlasın dedim neresinden çatlayacaksa şişe-i câmım Ne denli kara gelecekse gelsin dedim serencâmım Devrilsin dedim sıralı dağlarım birbiri üstüne devrilsin Sen ki ey yaşamak dedim Sen ki Aslında bir ağulu dilsin… Bir bilseler hani O kadar da önemli değilsin… Ahmet KÖKEN |